15 Mart 2016 Salı

SPIEGEL - SURİYE İÇİN ÜMİTLER KESİLİYOR



BATI’NIN HATALARININ SAVAŞI: HALEP’LE BİRLİKTE SURİYE İÇİN ÜMİTLER KESİLİYOR
SPIEGEL Online International ekibinin ortak yazısı: Benjamin Bidder, Katrin Kuntz, Juliane von Mittelstaedt, Christian Neef, Maximilian Popp, Christoph Reuter, Mathieu von Rohr, Christoph Schult, Holger Stark, Wladimir van Wilgenburg ve Bernhard Zand
SPIEGEL Online International, 17.2.2016

Tercüme: Zahide Tuba Kor

Halep bir süredir korkunç bir yer ve durumun bu kadar kötüleşebileceğini tahmin eden çok azdı. Ama işler her zaman daha da kötüye gidebilir – işte bu, kanlı çatışmada hayatta kalmaya çalışanların artık öğrendikleri bir ders. Sokaklarda cesetlere, açlığa ve her an ölüm tehlikesiyle burun buruna yaşamaya artık alışan insanların dersi…
Halep hastanelerinden birinde çalışan genç Doktor Hamza, “Son iki haftadır öncekilerin tamamından daha da feci bir kabus içinde yaşıyoruz” diyor. Başlangıçta, 2011’de, göz yaşartıcı bomba veya polis copundan kaynaklanan basit yaraları tedavi ediyorlarmış. 2012’de rejimin varil bombalarıyla birlikte yaralar daha da ciddileşmiş. Ama şimdi Rus hava saldırılarıyla birlikte doktorlar tam bir acil durum halinde. Her 2-3 saatte bir savaş uçakları apartmanlar, okullar ve klinikler de dahil henüz yıkılmamış her ne varsa hedef alarak şehri bombalıyor. Yasaklı misket bombalarını da sık sık kullanıyorlar.
Eskiden günde 10 ciddi yaralı gelirken şimdi bu sayının 50’ye kadar yükseldiğini söyleyen Hamza ekliyor: “Zamanımızın çoğu, ailelere gömmeleri için vermek üzere ceset parçalarını seçip ayıklamakla geçiyor.” “Rus füzeleri 35 metrelik alanda bulunan herkesi paramparça ediyor” diyor.
“Bir gün 22 sivilin cesedi geldi. Ondan evvelki gün 20 yaralı çocuk vardı. 7 yaşındaki hayatını kaybetti, 8 yaşındaki ise sol bacağını kaybetti.” Dedi ki “Ruslar, çocuklar sabah okula doğru giderlerken saldırdı.” “Bütün bunların üstesinden gelebilmek için yıllar yılı terapiye ihtiyacımız olacak” diye de ekledi.
Hastanede çalışan sadece 7 doktor kaldı. Hamza diyor ki “Rusların şehri bombalamaya başlamasından bu yana daha da fazla doktor kaçtı. Tüm Halep’te kalan doktor sayısı yaklaşık 30.” (…)

Küresel jeopolitiğin Sıfır Noktası
(…)
(…) Suriye uzun yıllar boyunca Somali benzeri bir çökmüş devlet statüsüyle yüzleşecek.
Savaş çoktandır salt Suriyelilerin savaşı olmaktan çıktı. Rusya’nın süper güç konumuna geri dönme arzusu, giderek otoriterleşen Türkiye, kararsız Amerikan dış politikası, Kürt çatışması, İran ile Suud arasındaki büyük düşmanlık, İslamcı terör ve bölünüp krize saplanmış AB’nin acizliğinin kötü bir karışımıyla Suriye, küresel jeopolitiğin Sıfır Noktasına dönüştü.
Suriye’deki savaş bir iç savaştan bir dünya savaşına dönüşmüş durumda.
Bu savaş, milyonlarca mülteci akını, Paris’te terör saldırıları ve Tunus ile İstanbul’da turistlere yönelik terör saldırıları formatında Avrupa’ya kadar uzandı. Yıllardır Batı’nın liderliğini yürüten, Avrupa güvenliğinin garantörü Washington, savaşa müdahil olmayı reddediyor. Bu yüzden Halep, Rusya’nın Batı’yla ilişkilerinin bir test alanı, demokrasinin itibarı için bir ölçü çubuğu ve ahlak temelli dış politikanın etkinliğinin bir turnusol kağıdı mesabesinde.

Putin: 1, Dünya: 0
Putin çatışmanın kazananlarından biri gibi görünüyor. Suriye’deki çatışmanın kontrolü artık onun ellerinde. Eğer onun bombardıman uçakları, askeri danışmanları ve özel kuvvetleri olmasa zayıflamış durumdaki Suriye ordusu tek bir adım dahi ilerleme kaydedemezdi. Zaten Putin’i eylül ayı sonunda Suriye’ye müdahil olmaya iten saik de Esed’in artık aşikar hale gelen yenilgisiydi. (…)
(…) Putin, Amerikan süper gücünü sıkıntıya soktu, BM’nin tüm itibarını sarstı ve Rusya’yı Ortadoğu’da etkili bir aktöre dönüştürdü.
Ayrıca onun kanlı operasyonları, on binlerce insanın evlerinden kaçmasına yol açtı ve böylece AB ile Türkiye arasındaki çatışmayı daha da artırdı, Avrupa’daki bölünmeyi derinleştirdi ve kıtanın aşırı sağcı popülist partilerini beklenmedik zirvelere taşıdı. Bütün bunlar Moskova’nın hesaplarını doğrulayan ve gerçekleşmesini arzu ettiği yan etkilerdi: Avrupa’yı yaralayan her şey Rusya’yı güçlendirir.
Berlin yönetimi de Putin’in Suriye’ye müdahalesinin müttefiki Esed’e destek vermekten –ve salt Ortadoğu’dan- daha fazlasını ihtiva ettiğine artık ikna olmuş durumda. Putin’in asıl hesabı Avrupa olup kendisine uygulanan yaptırımları sonlandırtmak ve Rusya’nın nüfuz alanını kabul ettirtmek istiyor. Sosyal Demokratların dış politika sözcüsü Alman milletvekili Niels Annen “Putin AB’yi istikrarsızlaştırmak için kasten mülteci krizini kışkırtıyor. Bu, Rusya’nın hibrid savaşının bir parçası” diyor.
İslam Devleti’ne karşı savaşta Rusya’nın [Batı’nın] bir müttefik olmadığı giderek daha da netleşiyor. Rusya, daha ziyade, gerektiğinde şiddet yoluyla hedeflerine ulaşmaya istekli bir düşman.
(…)
Moskova’daki Dışişleri Bakanlığı, Rusya’nın tarihi gururunun ve yeni keşfedilen kendine güveninin bir karışımı. (…)
Dışişleri Bakan Yardımcısı Gennady Gatilov, Ortadoğu’nun önümüzdeki yıllarda da Rus dış politikasının odağı olacağını belirtti. O, Moskova’nın bölgede özel bir sorumluluğu olduğu, ülkesinin “coğrafi ve tarihi açıdan” Ortadoğu ülkelerine “daha yakın” durduğu ve “bölgenin zihniyetini Batı’dan daha iyi anladıkları, en azından kendi iradelerini bölge halklarına hiçbir zaman dayatmaya kalkışmadıkları” inancında. Bu yorumun hedefi Washington. Ama Suriye dramasında Moskova’nın başka bir önemli hasmı daha var: Türkiye. “Recep Tayyip Erdoğan’ın hırsları tehlikeli ve Batı’nın bunu fark etmesi lazım”, diyor Gatilov.
Acaba Moskova bir iyi niyet jesti olarak ateşkes müzakerelerinde bombardımanı askıya alacak mı? Gatilov başını sallıyor: Hayır, hava saldırıları sürmeli, “hatta ateşkes olsa dahi. Ateşkesin mantığı, müzakerelerden gerçek anlamda çıkarı bulunan tüm tarafları içermek olmalı, teröristleri içermemeli.”

Rus saldırganlığı
Şu anda Lazkiye’de konuşlanmış Rus askeri sayısı yaklaşık 3000 ve Rus jetleri eylül ayı sonundan beri toplamda 7300 sorti yaptı. Gündüz vakti Hmeymim hava üssünden her 20 dakikada bir, bir Sukhoi savaş uçağı havalanıyor ve Kremlin’in kontrolündeki medya her gün başarı haberleri veriyor: “Halep’te teröristler ağır darbe aldı!” ve “Gittikçe daha fazla gönüllü Esed’e katılıyor!”. Esed’in ilerleyen birliklerinin videoları kilise müzikleri eşliğinde yayınlanıyor.
Ama büyük ölçüde İranlılardan ve Lübnanlılardan müteşekkil Esed’e sadık birlikler, uzunca bir süredir çok yavaş ilerleme kaydettiğinden artık onlara Rus birlikleri de destek veriyor. (…)
Sadece birkaç gün içinde Rus saldırıları, Esed rejiminin yıllardır kaydedebildiğinden daha fazla başarı sağladı ve ayrıca Suriye’de Tahran’ın nüfuzunu azalttı. Şu anda Şam’da en güçlü adam Putin ve öyle görünüyor ki vakti zamanında Çeçenistan’da uyguladığı stratejinin bir benzerini uyguluyor: geriye hiçbir insan, hiçbir direniş ve siyasi herhangi bir alternatif bırakmayıncaya dek her şeyi tarumar etmek. Böylece Putin ileride kendi tercihlerine uygun bir lideri başa geçirebilecek. 
Batı korku, öfke ve dehşet içinde Putin’in yeni dış politika stratejisinin sonucu olan acımasızlığı seyretmekte. Evet bu, uzunca bir süredir Putin’in konuşmalarında veya Kremlin’le müttefik düşünce kuruluşlarının yazılarında ana hatlarıyla çizilen bir strateji. Savunma Bakanlığı eski üst düzey yetkilisi ve halihazırda Moskova’daki Jeopolitik Meseleler Akademisi başkanı olan emekli General Leonid Ivashov, haftalar evvel, 2016’nın “Rusya’nın Ortadoğu’da liderlik rolünü üstleneceği, böylece Batı’ya meydan okuyup medenileş(tir)me azmini yeniden tesis edeceği ve nihayetinde bağımsız bir jeopolitik aktöre dönüşeceği” karar yılı olacağını ilan etti. Dedi ki, Rusya hedeflerini yeniden tanımladı ve artık Batı’yla arasına mesafe koyacak ve böylece ABD’nin hegemon rolünü kıracak. Ivashov, Ortadoğu’nun çatışmanın odağı olacağı inancında.
Putin böyle bir şeyi asla ulu orta söylemez, ama öyle görünüyor ki o da benzer şekilde düşünüyor. Dış politika vizyonunu takip ederken hiçbir zaman tereddüt göstermedi. Geçmişte 2008’de Gürcistan’ın ve daha sonra Ukrayna Krizi’nin ardından şimdi sıra Suriye’ye geldi.

Merkel “İnsanların ızdırabından dehşete kapıldı”
(…)
Putin’le baş etmeye sıra geldiğinde NATO dahi son dönemde stratejisini değiştirdi. Şu anda Batı ittifakı Ege’de göçmen kaçakçılarıyla mücadele operasyonuna hazırlık yapıyor ve doğudaki NATO üyesi devletlere ilave askeri birlikler konuşlandırmayı düşünüyor. Temmuz ayı başında yapılacak NATO zirvesi öncesinde doğudaki her ittifak üyesine yaklaşık 1000 kadar askeri birlik gönderilmesi planı tamamlanmış olacak. Her iki hedef de esasen Putin’e yönelik bir mesaj olarak anlaşılmalı: NATO hem mülteci krizi hem de doğudaki provokasyonlara karşı adım atıyor. Eski bir Soğuk Savaş kavramı olan caydırıcılık, bu tartışmada yeniden hayat buluyor.
Ancak Suriye’de İslam Devleti’ne karşı yoğunlaşan hava savaşında Rusya’yla doğrudan karşı karşıya gelme tehlikesi de arttı. Son aylarda tekrarlanan hava sahası ihlallerine şahit olduk; kasım ayında Türklerin Rus askeri jetini vurması bu bağlamda en ciddi olaydı.
Ankara o dönemde NATO’dan yardım istemekten kaçındı. Ama eğer Rus provokasyonları devam ederse Türk hükümeti NATO Antlaşması’nın 5. maddesinin hayat geçirilmesini talep edebilir. Eğer bu kabul edilirse Batı ittifakı kendisini Rusya’yla askeri yüzleşmenin eşiğinde bulacaktır.
Halep’teki durum, Batı ile Rusya arasında onlarca yıldır görülmemiş bu tarz bir tırmanmayı tetikleyebilir.
Hâlihazırda Halep ve çevresinden gelen mülteciler, tam da bu tehlikenin en fazla olduğu noktada kamp kurmuş durumdalar, yani Suriye-Türkiye sınırında. (…)
(…)

Obama’nın Sessizliği
(…)
Aşikar ki bu aşamada ABD’nin -isyancılara gönülsüzce silah ve eğitim desteği verme ve müzakerelere bel bağlama dışında- başka hiçbir stratejisi yok. Ama gelinen nokta bunların hiçbirinin meyvelerini vermediğini de gösteriyor.
(…)

Esed’in “Merkezî Suriye” stratejisi
Esed’in şu andaki hedefi, nüfusun büyük bir kısmının yaşadığı “merkezî Suriye” denebilecek kısmı askeri olarak ele geçirmek. Eğer bunu başarırsa eli güçlü bir şekilde müzakere masasına oturacak ve kendi şartlarını dayatabilecek.
(…)

Acaba Obama ümidini kaybetmiş durumda mı?
Putin Suriye’ye müdahale ettiğinde Obama, Ortadoğu’daki krizi çözebilme ümidini kaybetmiş görünüyordu, tabii eğer –daha önce böyle bir ümidi- var idiyse. Ruslarla bir yüzleşmeden korkuyor, ama aynı zamanda İran’la nükleer anlaşmanın başarısı için Moskova’ya muhtaç olduğu için de endişeli.
(…)
Şu anda Obama’nın Suriye stratejisi neredeyse tamamen İslam Devleti’yle savaştan ibaret (…) ve İslam Devletini ABD’nin ulusal güvenliğine yönelik bir tehdit olarak görüyor.
(…) Aynı zamanda bu, tuhaf bir işbölümünü gerektiriyor: ABD Suriye’nin doğusunda İslam Devleti’ni bombalarken Esed ve Putin ülkenin kalan kısmını yeniden ele geçiriyor. Suriyelilerin çoğuna göre bu, aralarında bir işbirliği olduğunun göstergesi.
Aynı zamanda ABD, isyancıları Cenevre’de başarısız olan müzakere masasına geri dönmeye zorlamak için onlara askeri yardımı kesti ve müttefiklerini de aynısını yapmaya zorladı. Hem Esed’le hem de İslam Devleti’yle savaşmakta olan isyancılar küstürüldü, kızdırıldı ve ümitleri yitirtildi. Halep’te Fetih Tugayı’ndan İsmail Naddaf şaşkın bir şekilde soruyor: “Obama, yapması gereken tüm şeyin Putin veya Esed’i samimi bir şekilde [müzakere masasına] davet etmek olduğuna inanmakta nasıl bu denli naif olabilir?” Ve ekliyor: “ABD hiçbir zaman Esed’i devirmek istemedi. İstedikleri müzakereydi, ama bu da hayali. Esed müzakere etmez.”

“Biz katledilirken seyirci kalmak”
(…)
Diplomasinin de bir bedeli vardır, hele de başarısızlığa uğradığında. Batı’nın pasifliğinin bedeli Suriye’deki halkın yaşadığı bitmek tükenmek bilmeyen acılar, Putin’in güçlenmesi, Avrupa içinde bölünme ve radikallerin yükselişi oldu.
Geçmiş beş yılda Suriye’deki olayların akışını başka bir yöne çevirme fırsatı vardı. Batı, hele de ABD isyancıları destekte çok daha kararlı olabilirdi ve onlara gerekli ekipmanı sağlayabilirdi. Ülkenin belirli kısımlarında uçuşa yasak bölgeler oluşturabilir ve böylece sayısız insana kaçma yerine ülkede kalma imkanı sunulabilirdi. Ve Washington kimyasal silah kullanımı kırmızı çizgisi aşılırsa bunun sonuçları olacağı tehdidinin gereğini 21 Ağustos 2013’te rejim mevkilerine ve askeri üslere hava saldırıları düzenlemek suretiyle yerine getirilmeliydi.
O dönemde henüz hiçbir şey için geç sayılmazdı.

Moskova’yla tavuk oyunu oynamak
(…)
(…) ABD’nin bir işgal ordusuna öncülük etme gibi bir planı yok, en azından Obama’nın görev süresinin sonuna kadar. Muhtemelen 2017’den itibaren Beyaz Saray’a daha müdahaleci bir başkan gelecek. Ama o zamanda kadar Esed zaferini ilan edebilir. Ve bu zaferin çok, hem de çok kaybedeni olacaktır.
İsyancıların neredeyse tamamı ve mültecilerin çoğu Sünni çoğunluğa mensup. Yeni Amerikan Güvenliği Merkezi’nden Ortadoğu uzmanı Nicholas Heras, Esed’in stratejisinin mihenk taşının ülkedeki nüfus yapısını değiştirmek olduğuna inanıyor. Heras kısa süre evvel BuzzFeed’e dedi ki “Esed rejimi çok net bir yıkım ve nüfustan arındırma stratejisi güdüyor. Gerek Esed rejimi gerekse Rusya gayet iyi anlamış durumda ki savaşı kazanabilmeleri için isyancı hareketlere destek veren yerel halkı imha etmeleri gerekiyor.” Bundan sonra bazı isyancılar el-Kaide veya İslam Devleti saflarına katılırlarsa bu zaten Esed’e yarayacaktır; zira bu durum Suriye cumhurbaşkanını “iki şerden ehveni” olarak görme eğilimini artıracaktır. Ama bu, 2011 öncesine geri dönüş anlamına gelmeyeceği gibi mültecilerin geri dönüşü için gerekli güvenliği ve istikrarı da tesis edemeyecektir. Nefret son derece güçlü, yıkım devasa ve Esed’in gizli servisinden gelecek intikam ve zulüm korkusu çok büyük. Geriye kalan isyancılar ise acı bir yıpratma savaşını daha uzun yıllar sürdürebilirler.
(…)
Nereye baksam insanların yüzündeki korkuyu görüyorum.

7 Şubat pazartesi günü Halep’in sivillerin yaşadığı Sakhur bölgesindeki caddeye birçok bomba düştüğünü hatırlıyor Zuhair. “Korkunçtu. Cesetlerin parçaları her yere yayılmıştı; burada bir el, orada bir baş, bir ayak, bir gövde… Ve insanlar durmaksızın yürüyordu, neredeyse hiç kimse şok olmuş görünmüyordu ve hiç kimse durmuyordu” diyor ve soruyor: “Canavarlara mı dönüştük? Yoksa bizi kuşatan cinnet halinin ortasında normal kalabilme yolumuz ancak bu mu?”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder