BATI’NIN
HATALARININ SAVAŞI: HALEP’LE BİRLİKTE SURİYE İÇİN ÜMİTLER KESİLİYOR
SPIEGEL Online
International ekibinin ortak yazısı: Benjamin Bidder,
Katrin Kuntz, Juliane von Mittelstaedt, Christian Neef, Maximilian Popp,
Christoph Reuter, Mathieu von Rohr, Christoph Schult, Holger Stark, Wladimir
van Wilgenburg ve Bernhard Zand
SPIEGEL Online
International, 17.2.2016
Tercüme: Zahide
Tuba Kor
Halep bir
süredir korkunç bir yer ve durumun bu kadar kötüleşebileceğini tahmin eden çok
azdı. Ama işler her zaman daha da kötüye gidebilir – işte bu, kanlı çatışmada
hayatta kalmaya çalışanların artık öğrendikleri bir ders. Sokaklarda cesetlere,
açlığa ve her an ölüm tehlikesiyle burun buruna yaşamaya artık alışan
insanların dersi…
Halep
hastanelerinden birinde çalışan genç Doktor Hamza, “Son iki haftadır
öncekilerin tamamından daha da feci bir kabus içinde yaşıyoruz” diyor. Başlangıçta,
2011’de, göz yaşartıcı bomba veya polis copundan kaynaklanan basit yaraları
tedavi ediyorlarmış. 2012’de rejimin varil bombalarıyla birlikte yaralar daha
da ciddileşmiş. Ama şimdi Rus hava saldırılarıyla birlikte doktorlar tam bir
acil durum halinde. Her 2-3 saatte bir savaş uçakları apartmanlar, okullar ve
klinikler de dahil henüz yıkılmamış her ne varsa hedef alarak şehri bombalıyor.
Yasaklı misket bombalarını da sık sık kullanıyorlar.
Eskiden günde 10
ciddi yaralı gelirken şimdi bu sayının 50’ye kadar yükseldiğini söyleyen Hamza
ekliyor: “Zamanımızın çoğu, ailelere gömmeleri için vermek üzere ceset
parçalarını seçip ayıklamakla geçiyor.” “Rus füzeleri 35 metrelik alanda
bulunan herkesi paramparça ediyor” diyor.
“Bir gün 22
sivilin cesedi geldi. Ondan evvelki gün 20 yaralı çocuk vardı. 7 yaşındaki
hayatını kaybetti, 8 yaşındaki ise sol bacağını kaybetti.” Dedi ki “Ruslar,
çocuklar sabah okula doğru giderlerken saldırdı.” “Bütün bunların üstesinden
gelebilmek için yıllar yılı terapiye ihtiyacımız olacak” diye de ekledi.
Hastanede
çalışan sadece 7 doktor kaldı. Hamza diyor ki “Rusların şehri bombalamaya
başlamasından bu yana daha da fazla doktor kaçtı. Tüm Halep’te kalan doktor
sayısı yaklaşık 30.”
(…)
Küresel
jeopolitiğin Sıfır Noktası
(…)
(…) Suriye uzun
yıllar boyunca Somali benzeri bir çökmüş devlet statüsüyle yüzleşecek.
Savaş çoktandır
salt Suriyelilerin savaşı olmaktan çıktı. Rusya’nın süper güç konumuna geri
dönme arzusu, giderek otoriterleşen Türkiye, kararsız Amerikan dış politikası,
Kürt çatışması, İran ile Suud arasındaki büyük düşmanlık, İslamcı terör ve
bölünüp krize saplanmış AB’nin acizliğinin kötü bir karışımıyla Suriye, küresel
jeopolitiğin Sıfır Noktasına dönüştü.
Suriye’deki
savaş bir iç savaştan bir dünya savaşına dönüşmüş durumda.
Bu savaş,
milyonlarca mülteci akını, Paris’te terör saldırıları ve Tunus ile İstanbul’da
turistlere yönelik terör saldırıları formatında Avrupa’ya kadar uzandı.
Yıllardır Batı’nın liderliğini yürüten, Avrupa güvenliğinin garantörü
Washington, savaşa müdahil olmayı reddediyor. Bu yüzden Halep, Rusya’nın
Batı’yla ilişkilerinin bir test alanı, demokrasinin itibarı için bir ölçü
çubuğu ve ahlak temelli dış politikanın etkinliğinin bir turnusol kağıdı
mesabesinde.
Putin: 1, Dünya:
0
Putin çatışmanın
kazananlarından biri gibi görünüyor. Suriye’deki çatışmanın kontrolü artık onun
ellerinde. Eğer onun bombardıman uçakları, askeri danışmanları ve özel
kuvvetleri olmasa zayıflamış durumdaki Suriye ordusu tek bir adım dahi ilerleme
kaydedemezdi. Zaten Putin’i eylül ayı sonunda Suriye’ye müdahil olmaya iten
saik de Esed’in artık aşikar hale gelen yenilgisiydi. (…)
(…) Putin,
Amerikan süper gücünü sıkıntıya soktu, BM’nin tüm itibarını sarstı ve Rusya’yı
Ortadoğu’da etkili bir aktöre dönüştürdü.
Ayrıca onun
kanlı operasyonları, on binlerce insanın evlerinden kaçmasına yol açtı ve
böylece AB ile Türkiye arasındaki çatışmayı daha da artırdı, Avrupa’daki
bölünmeyi derinleştirdi ve kıtanın aşırı sağcı popülist partilerini beklenmedik
zirvelere taşıdı. Bütün bunlar Moskova’nın hesaplarını doğrulayan ve
gerçekleşmesini arzu ettiği yan etkilerdi: Avrupa’yı yaralayan her şey Rusya’yı
güçlendirir.
Berlin yönetimi
de Putin’in Suriye’ye müdahalesinin müttefiki Esed’e destek vermekten –ve salt
Ortadoğu’dan- daha fazlasını ihtiva ettiğine artık ikna olmuş durumda. Putin’in
asıl hesabı Avrupa olup kendisine uygulanan yaptırımları sonlandırtmak ve
Rusya’nın nüfuz alanını kabul ettirtmek istiyor. Sosyal Demokratların dış
politika sözcüsü Alman milletvekili Niels Annen “Putin AB’yi istikrarsızlaştırmak
için kasten mülteci krizini kışkırtıyor. Bu, Rusya’nın hibrid savaşının bir
parçası” diyor.
İslam Devleti’ne
karşı savaşta Rusya’nın [Batı’nın] bir müttefik olmadığı giderek daha da
netleşiyor. Rusya, daha ziyade, gerektiğinde şiddet yoluyla hedeflerine
ulaşmaya istekli bir düşman.
(…)
Moskova’daki
Dışişleri Bakanlığı, Rusya’nın tarihi gururunun ve yeni keşfedilen kendine
güveninin bir karışımı. (…)
Dışişleri Bakan
Yardımcısı Gennady Gatilov, Ortadoğu’nun önümüzdeki yıllarda da Rus dış politikasının
odağı olacağını belirtti. O, Moskova’nın bölgede özel bir sorumluluğu olduğu,
ülkesinin “coğrafi ve tarihi açıdan” Ortadoğu ülkelerine “daha yakın” durduğu
ve “bölgenin zihniyetini Batı’dan daha iyi anladıkları, en azından kendi
iradelerini bölge halklarına hiçbir zaman dayatmaya kalkışmadıkları” inancında.
Bu yorumun hedefi Washington. Ama Suriye dramasında Moskova’nın başka bir
önemli hasmı daha var: Türkiye. “Recep Tayyip Erdoğan’ın hırsları tehlikeli ve
Batı’nın bunu fark etmesi lazım”, diyor Gatilov.
Acaba Moskova
bir iyi niyet jesti olarak ateşkes müzakerelerinde bombardımanı askıya alacak
mı? Gatilov başını sallıyor: Hayır, hava saldırıları sürmeli, “hatta ateşkes
olsa dahi. Ateşkesin mantığı, müzakerelerden gerçek anlamda çıkarı bulunan tüm
tarafları içermek olmalı, teröristleri içermemeli.”
Rus
saldırganlığı
Şu anda
Lazkiye’de konuşlanmış Rus askeri sayısı yaklaşık 3000 ve Rus jetleri eylül ayı
sonundan beri toplamda 7300 sorti yaptı. Gündüz vakti Hmeymim hava üssünden her
20 dakikada bir, bir Sukhoi savaş uçağı havalanıyor ve Kremlin’in kontrolündeki
medya her gün başarı haberleri veriyor: “Halep’te teröristler ağır darbe aldı!”
ve “Gittikçe daha fazla gönüllü Esed’e katılıyor!”. Esed’in ilerleyen
birliklerinin videoları kilise müzikleri eşliğinde yayınlanıyor.
Ama büyük ölçüde
İranlılardan ve Lübnanlılardan müteşekkil Esed’e sadık birlikler, uzunca bir
süredir çok yavaş ilerleme kaydettiğinden artık onlara Rus birlikleri de destek
veriyor. (…)
Sadece birkaç
gün içinde Rus saldırıları, Esed rejiminin yıllardır kaydedebildiğinden daha
fazla başarı sağladı ve ayrıca Suriye’de Tahran’ın nüfuzunu azalttı. Şu anda
Şam’da en güçlü adam Putin ve öyle görünüyor ki vakti zamanında Çeçenistan’da
uyguladığı stratejinin bir benzerini uyguluyor: geriye hiçbir insan, hiçbir
direniş ve siyasi herhangi bir alternatif bırakmayıncaya dek her şeyi tarumar
etmek. Böylece Putin ileride kendi tercihlerine uygun bir lideri başa
geçirebilecek.
Batı korku, öfke
ve dehşet içinde Putin’in yeni dış politika stratejisinin sonucu olan
acımasızlığı seyretmekte. Evet bu, uzunca bir süredir Putin’in konuşmalarında
veya Kremlin’le müttefik düşünce kuruluşlarının yazılarında ana hatlarıyla
çizilen bir strateji. Savunma Bakanlığı eski üst düzey yetkilisi ve halihazırda
Moskova’daki Jeopolitik Meseleler Akademisi başkanı olan emekli General Leonid
Ivashov, haftalar evvel, 2016’nın “Rusya’nın Ortadoğu’da liderlik rolünü
üstleneceği, böylece Batı’ya meydan okuyup medenileş(tir)me azmini yeniden
tesis edeceği ve nihayetinde bağımsız bir jeopolitik aktöre dönüşeceği” karar
yılı olacağını ilan etti. Dedi ki, Rusya hedeflerini yeniden tanımladı ve artık
Batı’yla arasına mesafe koyacak ve böylece ABD’nin hegemon rolünü kıracak.
Ivashov, Ortadoğu’nun çatışmanın odağı olacağı inancında.
Putin böyle bir
şeyi asla ulu orta söylemez, ama öyle görünüyor ki o da benzer şekilde
düşünüyor. Dış politika vizyonunu takip ederken hiçbir zaman tereddüt
göstermedi. Geçmişte 2008’de Gürcistan’ın ve daha sonra Ukrayna Krizi’nin
ardından şimdi sıra Suriye’ye geldi.
Merkel
“İnsanların ızdırabından dehşete kapıldı”
(…)
Putin’le baş
etmeye sıra geldiğinde NATO dahi son dönemde stratejisini değiştirdi. Şu anda
Batı ittifakı Ege’de göçmen kaçakçılarıyla mücadele operasyonuna hazırlık
yapıyor ve doğudaki NATO üyesi devletlere ilave askeri birlikler
konuşlandırmayı düşünüyor. Temmuz ayı başında yapılacak NATO zirvesi öncesinde
doğudaki her ittifak üyesine yaklaşık 1000 kadar askeri birlik gönderilmesi
planı tamamlanmış olacak. Her iki hedef de esasen Putin’e yönelik bir mesaj
olarak anlaşılmalı: NATO hem mülteci krizi hem de doğudaki provokasyonlara
karşı adım atıyor. Eski bir Soğuk Savaş kavramı olan caydırıcılık, bu
tartışmada yeniden hayat buluyor.
Ancak Suriye’de
İslam Devleti’ne karşı yoğunlaşan hava savaşında Rusya’yla doğrudan karşı
karşıya gelme tehlikesi de arttı. Son aylarda tekrarlanan hava sahası
ihlallerine şahit olduk; kasım ayında Türklerin Rus askeri jetini vurması bu
bağlamda en ciddi olaydı.
Ankara o dönemde
NATO’dan yardım istemekten kaçındı. Ama eğer Rus provokasyonları devam ederse
Türk hükümeti NATO Antlaşması’nın 5. maddesinin hayat geçirilmesini talep
edebilir. Eğer bu kabul edilirse Batı ittifakı kendisini Rusya’yla askeri
yüzleşmenin eşiğinde bulacaktır.
Halep’teki
durum, Batı ile Rusya arasında onlarca yıldır görülmemiş bu tarz bir tırmanmayı
tetikleyebilir.
Hâlihazırda
Halep ve çevresinden gelen mülteciler, tam da bu tehlikenin en fazla olduğu
noktada kamp kurmuş durumdalar, yani Suriye-Türkiye sınırında. (…)
(…)
Obama’nın
Sessizliği
(…)
Aşikar ki bu
aşamada ABD’nin -isyancılara gönülsüzce silah ve eğitim desteği verme ve
müzakerelere bel bağlama dışında- başka hiçbir stratejisi yok. Ama gelinen
nokta bunların hiçbirinin meyvelerini vermediğini de gösteriyor.
(…)
Esed’in “Merkezî
Suriye” stratejisi
Esed’in şu
andaki hedefi, nüfusun büyük bir kısmının yaşadığı “merkezî Suriye” denebilecek
kısmı askeri olarak ele geçirmek. Eğer bunu başarırsa eli güçlü bir şekilde
müzakere masasına oturacak ve kendi şartlarını dayatabilecek.
(…)
Acaba Obama
ümidini kaybetmiş durumda mı?
Putin Suriye’ye
müdahale ettiğinde Obama, Ortadoğu’daki krizi çözebilme ümidini kaybetmiş
görünüyordu, tabii eğer –daha önce böyle bir ümidi- var idiyse. Ruslarla bir
yüzleşmeden korkuyor, ama aynı zamanda İran’la nükleer anlaşmanın başarısı için
Moskova’ya muhtaç olduğu için de endişeli.
(…)
Şu anda
Obama’nın Suriye stratejisi neredeyse tamamen İslam Devleti’yle savaştan ibaret
(…) ve İslam Devletini ABD’nin ulusal güvenliğine yönelik bir tehdit olarak
görüyor.
(…) Aynı zamanda
bu, tuhaf bir işbölümünü gerektiriyor: ABD Suriye’nin doğusunda İslam
Devleti’ni bombalarken Esed ve Putin ülkenin kalan kısmını yeniden ele
geçiriyor. Suriyelilerin çoğuna göre bu, aralarında bir işbirliği olduğunun
göstergesi.
Aynı zamanda
ABD, isyancıları Cenevre’de başarısız olan müzakere masasına geri dönmeye
zorlamak için onlara askeri yardımı kesti ve müttefiklerini de aynısını yapmaya
zorladı. Hem Esed’le hem de İslam Devleti’yle savaşmakta olan isyancılar
küstürüldü, kızdırıldı ve ümitleri yitirtildi. Halep’te Fetih Tugayı’ndan
İsmail Naddaf şaşkın bir şekilde soruyor: “Obama, yapması gereken tüm şeyin
Putin veya Esed’i samimi bir şekilde [müzakere masasına] davet etmek
olduğuna inanmakta nasıl bu denli naif olabilir?” Ve ekliyor: “ABD hiçbir zaman
Esed’i devirmek istemedi. İstedikleri müzakereydi, ama bu da hayali. Esed
müzakere etmez.”
“Biz
katledilirken seyirci kalmak”
(…)
Diplomasinin de
bir bedeli vardır, hele de başarısızlığa uğradığında. Batı’nın pasifliğinin
bedeli Suriye’deki halkın yaşadığı bitmek tükenmek bilmeyen acılar, Putin’in
güçlenmesi, Avrupa içinde bölünme ve radikallerin yükselişi oldu.
Geçmiş beş yılda
Suriye’deki olayların akışını başka bir yöne çevirme fırsatı vardı. Batı, hele
de ABD isyancıları destekte çok daha kararlı olabilirdi ve onlara gerekli
ekipmanı sağlayabilirdi. Ülkenin belirli kısımlarında uçuşa yasak bölgeler
oluşturabilir ve böylece sayısız insana kaçma yerine ülkede kalma imkanı
sunulabilirdi. Ve Washington kimyasal silah kullanımı kırmızı çizgisi aşılırsa
bunun sonuçları olacağı tehdidinin gereğini 21 Ağustos 2013’te rejim
mevkilerine ve askeri üslere hava saldırıları düzenlemek suretiyle yerine
getirilmeliydi.
O dönemde henüz
hiçbir şey için geç sayılmazdı.
Moskova’yla
tavuk oyunu oynamak
(…)
(…) ABD’nin bir
işgal ordusuna öncülük etme gibi bir planı yok, en azından Obama’nın görev
süresinin sonuna kadar. Muhtemelen 2017’den itibaren Beyaz Saray’a daha
müdahaleci bir başkan gelecek. Ama o zamanda kadar Esed zaferini ilan edebilir.
Ve bu zaferin çok, hem de çok kaybedeni olacaktır.
İsyancıların
neredeyse tamamı ve mültecilerin çoğu Sünni çoğunluğa mensup. Yeni Amerikan
Güvenliği Merkezi’nden Ortadoğu uzmanı Nicholas Heras, Esed’in stratejisinin
mihenk taşının ülkedeki nüfus yapısını değiştirmek olduğuna inanıyor. Heras
kısa süre evvel BuzzFeed’e dedi ki “Esed rejimi çok net bir yıkım ve nüfustan
arındırma stratejisi güdüyor. Gerek Esed rejimi gerekse Rusya gayet iyi anlamış
durumda ki savaşı kazanabilmeleri için isyancı hareketlere destek veren yerel
halkı imha etmeleri gerekiyor.” Bundan sonra bazı isyancılar el-Kaide veya
İslam Devleti saflarına katılırlarsa bu zaten Esed’e yarayacaktır; zira bu
durum Suriye cumhurbaşkanını “iki şerden ehveni” olarak görme eğilimini
artıracaktır. Ama bu, 2011 öncesine geri dönüş anlamına gelmeyeceği gibi
mültecilerin geri dönüşü için gerekli güvenliği ve istikrarı da tesis
edemeyecektir. Nefret son derece güçlü, yıkım devasa ve Esed’in gizli
servisinden gelecek intikam ve zulüm korkusu çok büyük. Geriye kalan isyancılar
ise acı bir yıpratma savaşını daha uzun yıllar sürdürebilirler.
(…)
Nereye baksam
insanların yüzündeki korkuyu görüyorum.
7 Şubat
pazartesi günü Halep’in sivillerin yaşadığı Sakhur bölgesindeki caddeye birçok
bomba düştüğünü hatırlıyor Zuhair. “Korkunçtu. Cesetlerin parçaları her yere
yayılmıştı; burada bir el, orada bir baş, bir ayak, bir gövde… Ve insanlar
durmaksızın yürüyordu, neredeyse hiç kimse şok olmuş görünmüyordu ve hiç kimse
durmuyordu” diyor ve soruyor: “Canavarlara mı dönüştük? Yoksa bizi kuşatan cinnet
halinin ortasında normal kalabilme yolumuz ancak bu mu?”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder