YENİ OTUZ YIL SAVAŞI
Richard N. Haass (Amerikalı diplomat ve Dış
İlişkiler Konseyi başkanı)
Project Syndicate, 21.7.2014
Tercüme: Zahide
Tuba Kor
(…)
Tunus’ta seyyar meyve satıcısının aşağılanması karşısında kendini yakması
Ortadoğu’da 2011’de değişimin fitilini ateşledi. Haftaları içinde bölgeyi
alevler sardı. 17. asır Avrupa’sında Bohemyalı Protestanların Katolik Habsburg
İmparatoru II. Ferdinand’a karşı yerel dini ayaklanması, o çağın kontrol altına
alınamayan büyük yangınını başlatmıştı.
Protestanlar da Katolikler de –bir gün adına Almanya denecek– kendi toprakları üzerindeki dindaşlarını desteklemeye başladılar. İspanya,
Fransa, İsveç ve Avusturya dahil çağın büyük güçlerinin çoğu çatışmalara dahil
oldu. Sonuç, 20. yüzyıldaki iki dünya savaşına kadar Avrupa tarihinin en
şiddetli ve yıkıcı sahnesi olan 30 Yıl Savaşlarıydı.
1618-1648 Avrupa’sındaki olaylarla 2011-2014 Ortadoğu’su arasında bariz
farklılıklar olmakla birlikte benzerlikler de çok – ve iç karartıcı/üzücü.
“Arap Baharı”nın zuhurundan 3,5 yıl sonra uzun, maliyetli ve ölümcül bir
mücadelenin ilk aşamalarını yaşıyor olma ihtimalimiz gerçekten yüksek;
hâlihazırdaki kötü olaylar [önümüzdeki süreçte] çok daha kötüleşebilir.
Bölge kargaşa için olgunlaşmış durumda. İnsanların çoğu siyaseten aciz ve
servet bakımından da fakir. İslam hiçbir zaman Avrupa’daki Reformasyona benzer
bir tecrübe yaşamadı; kutsal ile dünyevi olan arasındaki çizgiler belirsiz ve
tartışmaya açık.
Dahası, ulusal kimlikler çoğunlukla dini, mezhebi ve kabilevi kimliklerle
rekabet içinde – ve [onlara karşı] giderek mağlup olmakta. Sivil toplum
zayıf. Bazı ülkelerde petrol ve doğalgazın mevcudiyeti ekonominin
çeşitlenmesini ve böylece orta sınıfın ortaya çıkışını caydırıyor. Eğitim
eleştirel düşünmeden ziyade ezbere dayanıyor. Otoriter yöneticiler çoğunlukla
meşruiyetten yoksunlar.
Dış güçler de yangına körükle gitti. 2003 Irak Savaşı sonuçları itibarıyla
son derece önemliydi ve dolaylı etkiye sahipti; zira Ortadoğu’nun en önemli
ülkelerinden birinde –ve bunun bir sonucu olarak da bölgenin diğer bölünmüş
toplumlarının birçoğunda– Sünni-Şii gerilimini tırmandırttı. Libya’da rejim
değişikliği devletin çökmesine yol açtı; Suriye’de rejim değişikliği için
verilen isteksizce destek uzunca bir iç savaşın zeminini hazırladı.
Bölgenin gidişatı kaygı verici: zayıf devletler topraklarını
koruyamıyorlar; görece güçlü birkaç devlet [bölgesel] üstünlük için
rekabet ediyor; milisler ve terörist gruplar gidererek daha fazla nüfuz
kazanıyor; sınırlar siliniyor. Yerel siyasi kültür, seçimleri gücün paylaşımı
değil de konsolidasyonu için bir araç olarak kullanarak demokrasi ile
çoğunlukçuluğu birbirine karıştırıyor.
Devasa insani acıların ve can kayıplarının ötesinde bölgedeki kargaşanın en
son yan ürünü, çok daha şiddetli ve giderek artan terörizm ihtimali. Enerji
üretiminin ve sevkiyatının akamete uğrama ihtimali de var.
Dış güçlerin yapabileceklerinin sınırı var. Bazen politika üretenlerin,
işlerin daha da iyiye gitmesi için hırslı gündemler peşinde koşmak yerine
işlerin daha da kötüleşmesini engellemeye odaklanması gerekir. İşte şu anda o
anlardan birindeyiz.
Bunun için her şeyden evvel, (İran’dan başlayarak) nükleer silahların
yayılmasının –ister diplomasi ve yaptırımlarla isterse sabotaj ve askeri
saldırıyla– önlenmesi lazım. (…)
Bölgenin enerji arzına küresel bağımlılığı azaltacak adımların atılması çok
anlamlı olacaktır. Mülteci akınıyla baş edebilmeleri için Ürdün ve Lübnan’a
aynı anda iktisadi yardımlar yapılmalıdır. Türkiye ve Mısır’da demokrasinin güçlendirilmesi
için sivil toplumun güçlendirilmesine ve gücü [erkler arasında] dağıtan
sağlam bir anayasanın hazırlanmasına odaklanılmalıdır.
Irak ve Suriye’de İslam Devleti gibi örgütlere karşı insansız hava
uçakları, küçük çaplı saldırılar veya yerel müttefiklerin eğitilmesi ve
silahlandırılması başlıca siyaset olmalıdır. (İran’ın nüfuz alanına
dönüşen) Irak’ın parçalanmasının
kaçınılmaz olduğunu kabullenme ve Irak’ın eski sınırları içinde bağımsız bir
Kürdistan’ı destekleme vakti geldi.
İllüzyona/hayale yer yok. Rejim değişikliği her derde deva değildir;
başarılması çok zor ve konsolide edilmesi neredeyse imkansız olabilir.
Müzakereler çatışmaların tamamını çözemez.
(…)
Suriye’de diplomasi, eğer (Esed rejiminin öngörülebilir gelecekte ayakta
kalması da dahil) sahadaki gerçekliği kabul ederse işleyebilir – yoksa sahadaki
gerçekliği dönüştürme arayışına girerse başarısız olur. Cevap yeni haritalar
çizmekte değildir (...)
Politika üretenler sınır(lılık)larını kabullenmeli. Şu anda ve
öngörülebilir gelecekte –yeni bir yerel düzen ortaya çıkana veya [mevcut] tükenene
kadar– Ortadoğu çözülmesi gereken bir problemden ziyade yönetilmesi gereke bir
durum olarak kalacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder