15 Mart 2016 Salı

R.HAASS - ÇÖL FIRTINASI, SON KLASİK SAVAŞTIR



ÇÖL FIRTINASI, SON KLASİK SAVAŞTIR
Richard N. Haass (Amerikalı diplomat ve Dış İlişkiler Konseyi başkanı)
Wall Street Journal, 31.7.2015

Tercüme: Zahide Tuba Kor

1990 Temmuz’unun ortalarıydı ve günlerdir Amerikan istihbaratı Saddam Hüseyin’in askeri birliklerini Irak’ın Kuveyt sınırına konuşlandırdığını izlemekteydi. Başkan George Bush’un yönetiminden pek çoğumuz –o dönemde ben Milli Güvenlik Konseyinde en üst Ortadoğu uzmanıydım- zannettik ki bu, gambot [devletlerin birbirlerini güç kullanmakla tehdit ederek yürüttükleri] diplomasisinin 20. yüzyıl sonu versiyonundan pek de farklı değil. Saddam’ın güneydeki zengin ama güçsüz komşusuna petrol üretimini azaltma konusunda baskı yapmak için blöf yaptığını düşündük. 
(…) Saddam’ın yoldaşı Arap liderler, Bush yönetimine sessiz kalması ve barışçıl sonuca ulaşılmasına bir fırsat tanıması telkininde bulundular. Temmuz ayı sonunda Saddam ilk defa ABD’nin Irak Büyükelçisi April Glaspie ile bir araya geldi ve onun Washington’a çektiği telgraf, bunun özenle hazırlanmış jeopolitik bir tiyatrodan ibaret olduğu fikrini güçlendirdi.
Ancak 1 Ağustos’a gelindiğinde anlaşıldı ki Saddam, Kuveyt’e gözdağı vermek için yeterli olan miktardan kat be kat fazla askeri birlik yığmaktaydı. Dışişleri ve savunma bakanlıkları ile istihbarattan üst düzey isimler hemen Beyaz Saray’da toplandı. (…) Irak’ın askeri müdahalesini engellemenin bir yolunun Başkan Bush’un Saddam’ı telefonla araması olduğuna karar verdik. (…)
Seçenekler üzerinde düşünürken telefon çaldı. Dışişleri Bakanı bakanlığının az evvel Kuveyt’teki Amerikan Büyükelçisinden Irak işgalinin başladığı haberini aldığını belirtti. Başkan sertçe/ümitsizce “Saddam’ı aramanın bir anlamı kalmadı” dedi.
O sırada Soğuk Savaş sonrası dönemin ilk büyük krizinin başladığının farkında bile değildik. (…) Körfez Savaşı hala hatırlanmaya değer; sadece sonuçları itibarıyla Soğuk Savaş sonrası dönem için iyi bir başlangıç olması hasebiyle değil, hala anlamını/değerini koruyan birtakım dersler çıkarıldığı için.
Saddam’ın Kuveyt’i işgali bizi sürpriz bir şekilde yakaladı ve yönetimin kafa karışıklığını atlatması birkaç gün aldı. Başkan Bush’un başkanlığında 2 Ağustos’taki ilk Milli Güvenlik Konseyi toplantısı, ne yapılacağı konusunda karar verilemediğinden moral bozucuydu. Daha da kötüsü başkan askeri müdahalenin düşünülmediğini açıkça söyledi. Aslında kastetmek istediği, yola bununla [askeri müdahaleyle] başlamak için henüz erken olduğuydu; ama basın bunu askeri mukabele seçeneğinin masadan indirildiği şeklinde yorumladı.
(…)
4 Ağustos’taki MGK toplantısında, durumun daha da kötüleşmesini önlemek –ve Saddam’ı diğer bir petrol zengini komşusuna saldırmaktan caydırmak- için Suudi Arabistan’a Amerikan birliklerinin gönderilmesinin teklif edilmesi üzerinde uzlaşıldı. (…)
ABD çoktan ekonomik yaptırımları yürürlüğe koymuş ve Irak ve Kuveyt’in hesaplarını dondurmuştu. (…)
(…) Saddam geri adım atma emaresi göstermiyordu ve başkan, Arap liderlerin kendilerine bir şans verilirse meselenin diplomatik çözümü için çalışacaklarına dair güvencelerinden/vaatlerinden giderek yorulmaktaydı. Başkan ayrıca basında çıkan Amerikan yönetiminin yeterince çaba sarf etmediğine dair eleştirilerden de rahatsızdı. (…)
Diplomasi ve ekonomik yaptırımlar Saddam’a geri adım attırmakta başarısız kaldı. Suudi Arabistan’ı korumak ve Irak birliklerini Kuveyt’ten çıkarmak üzere Ocak ayı ortasında 500 bin kişilik askeri birlik ile ekipmanın sevkiyatı tamamlanarak Çöl Fırtınası Operasyonuna geçildi. Yönetim sadece BM’nin onayını almakla kalmadı, Avustralya’dan Suriye’ye kadar küresel bir koalisyon da toparladı. 6 haftalık hava gücü ve 4 günlük kara operasyonu sonucunda Kuveyt özgürleştirildi ve statüko yeniden tesis edildi.
O günler, bugün Ortadoğu’da karşı karşıya kaldığımız durumdan –yani bölgenin birçok yerini saran anarşiden ve geniş toprakları elinde tutan cihatçı radikallerden- daha farklı gibi duruyor. Ama Körfez Savaşı’ndan alınan temel dersler hala dikkate alınmaya değer.
Ekonomik yaptırımlardan fazla bir şey beklememek lazım. Dünyanın çoğunun desteklediği geniş kapsamlı/sert yaptırımlar dahi Saddam’ı Kuveyt’ten çekilmeye ikna edemedi – tıpkı son yıllarda Rusya’yı, İran’ı veya Kuzey Kore’yi temel siyasetlerini değiştirmeye ikna edemediği gibi. Ayrıca Irak ve Küba örnekleri gösterdi ki yaptırımlar, ekonomide hükümetin tahakkümünün daha fazla artması gibi beklenmedik bir sonuca yol açabilir.
Tahminler/varsayımlar tehlikelidir. (Benim de içinde olduğum) Bush yönetimi, Saddam’ın gerçekten de Kuveyt’i işgal edeceğini fark etmekte gecikti – ve Kuveyt’teki yenilgisinin ardından ayakta kalamayacağı yönündeki tahmini de aslında fazlaca iyimserdi. Sadece 10 yıl sonra ikinci Bush yönetimi tarafından yapılan tahminlerin birçoğu Irak’ta feci maliyetlere yol açtı. Keza halefi Obama yönetiminin Irak’tan askeri birlikleri çekerken, Libya’ya sınırlı bir müdahale başlatırken, Mısır’ın Hüsnü Mübarek’ini çekilmeye teşvik ederken ve Suriye’de rejimin değişmesi çağrıları yaparkenki güllük gülistanlık tahminleri de…
Çoktaraflılık ABD’yi sınırlandırmakla birlikte büyük kazançlar da sağlayabilir. Geniş katılım bir ölçüde yükün paylaşılmasını sağlar. Körfez ülkeleri ve Japonya’nın maddi katkısı sayesinde Körfez Savaşı’nın ABD’ye maliyeti neredeyse olmadı. Çok taraflılık –yani BM Güvenlik Konseyinin desteği- ABD içinde ve dünyada kamuoyu desteğini ve meşruiyeti de sağlayabilir.
Başarılı politikaların dahi öngörülemeyen olumsuz sonuçları olabilir. Körfez Savaşı’ndaki tek taraflı zaferimiz, diğerlerini [ABD’ye hasım güçleri kastediyor] ABD’yle geleneksel savaş meydanında muharebeye girmekten kaçınmaya ikna etmiş olabilir. Ortadoğu’da birçoklarının tercihi bundan sonra şehir terörü olurken, Kuzey Kore gibi diğer düşmanlarımız da iktidarda kalmak için nükleer caydırıcılığı tercih ettiler.
Sınırlı hedefler çoğunlukla daha akıllıcadır. Durumun değişmesini sağlamayabilir; ama makbul, mümkün ve maliyeti düşük olma avantajı söz konusudur. Hırslı/iddialı hedefler daha fazla şey vaat edebilir, ama sözünde durmak imkansız olabilir. 1950’de [Kore’de] güneyi kurtarmakla yetinmeyip pahalı ve başarısız bir hamleyle yarımadayı kuvvet kullanarak birleştirmek üzere 38. paralelin kuzeyine doğru ilerlediğinde ABD’nin başı belaya girmişti.
Körfez Savaşı’nda Başkan Bush, Amerikan hedeflerini BM Güvenlik Konseyi ve Kongre’nin onay verdiğiyle –yani Saddam’ı Kuveyt’ten çıkarmakla- sınırlı tuttuğu için sık sık eleştirilere maruz kaldı. Birçokları “Bağdat’a ilerlemeliydik” dedi. 10 yıl sonra ABD’nin Irak ve Afganistan’da bizzat tecrübeyle öğrendiği üzere, kötü bir rejimden kurtulmak, daha iyi ve kalıcı bir alternatif [rejim] inşa etmekten daha kolaydır. [Kağıt üzerinde] mütevazı [saydığımız] hedefler yabancı topraklarda [fiiliyatta] yeterince iddialı/hırslı olabilir. Yerel gerçeklikler hemen her zaman Amerikan yönetiminin soyut çıkarımlarına baskın çıkar/gölgede bırakır.
Amerikan liderliğinin bir alternatifi yok. Dünya kendi kendine işlemiyor; jeopolitik pazarda düzeni tesis eden herhangi bir görünmez el yoktur [Z.T.K. Adam Smith’in piyasa ekonomisinde görünmez el kuramından hareketle yazar böyle bir teşbih yapmış]. Körfez Savaşı gösterdi ki dünyayı harekete geçiren ABD’nin görünen elidir.
Benzer şekilde, Amerikan başkanlığının yerine ikame edilebilecek bir alternatif de yoktur. 25 yıl önce Amerikan Senatosu, BM kararının uygulanması çerçevesinde olsa dahi, Irak’la savaşa girmeye neredeyse karşı çıkmıştı. Eğer [düzgün bir şekilde] yönetmek isteniyorsa ülkede 535 dışişleri veya savunma bakanı olamaz [Z.T.K. Dışişleri veya savunma bakanı gibi rol oynamaya kalkışan Senatodaki toplam 535 senatörü kastediyor].
İhtiyari savaşlardan sakının. 1991 Körfez Savaşı –tıpkı 2003 Irak Savaşı gibi- bir zaruret savaşıydı. ABD’nin hayati çıkarları tehlikedeydi ve çoktaraflı yaptırımlar ve yoğun diplomasi yetersiz hale gelince geriye bir tek askeri seçenek kalmıştı. Ama gelecekteki Amerikan savaşlarının ekseriyeti ihtiyari savaşlar olacak gibi görünüyor: tehlike altındaki çıkarlar hayati değil, sadece önemli olacak veya karar alıcıların askeri güç dışında [başka] seçenekleri olacak. Böyle ihtiyari/keyfi kuvvet kullanımı kararlarını almak çok daha zordur -ve savunulması da çok daha zordur-; hele de çoğu zaman olduğu gibi, savaş ve neticesi, mimarlarının tahminlerinden çok daha maliyetli ve çok daha az başarılı olursa.
Körfez Savaşı’nın tarihî etkisi, o dönemde –Sovyet İmparatorluğunun yıkılmasının ardından bu savaşın yeni bir küresel işbirliği çağını başlatacağı beklentisindeki Başkan Bush da dahil- birçoklarının tahmininin aksine daha az oldu. ABD fazla uzun sürmeyecek bir üstünlük elde etti. Çin’in yükselişi, Sovyet sonrası Rusya’nın yabancılaşması, teknolojik yenilikler, Amerika’nın siyasi fonksiyon bozukluğu, 11 Eylül’ün akabinde iki tüketici/bezdirici savaş… Bunların tamamı, gücün daha da yayıldığı/yaygınlaştığı ve karar almanın daha ademimerkeziyetçi hale geldiği bir dünyanın doğmasına yol açtı.
Körfez Savaşı bugün bir anomali gibi görülüyor: ulus inşasına değil de dış saldırganlığı engellemeye odaklanan, şehirlerde özel birlikler ve düzensiz birliklerle değil de savaş alanında müşterek birliklerle verilen, net bir başlangıcı ve sonu olan kısa ve keskin/şiddetli bir savaştı. Müteakip savaşlardan en büyük farkı, çok taraflı, ucuz ve başarılı olmasıydı. Körfez Savaşı’nın uğruna verildiği “askeri yollardan toprak elde etmenin kabul edilemezliği” prensibi dahi, son dönemde Rusya’nın Ukrayna’ya saldırganlığı karşısında uluslararası toplumun pasifliği nedeniyle artık sorgulanır hale geldi. 
1990-91’deki olayları bugünün Ortadoğu’sunu [ifade eden mevcut] kargaşaya bağlamak zorlama olur. Bölgenin hastalıkları –ve ayrıca 2003 Irak Savaşı ve akabindeki kötü yönetim, ardından Amerikan birliklerinin Irak’tan çekilmesi, 2011 Libya müdahalesi ve ABD’nin Suriye’de harekete geçmekte süregiden başarısızlığı- her biri mevcut karışıklığı/altüst oluşu çok daha fazla açıklayıcıdır.

Körfez Savaşı Amerikan dış politikasının dikkat çekici/büyük bir başarısıydı. Saddam’ın küstahça bir hareket olan toprak kazanımını cezalandırmayarak yanına kâr kalmasını sağlayacak ve belki de Ortadoğu’nun çoğunu hakimiyeti altına almaya kalkıştıracak muhtemel bir dehşet verici sonucu engelledi. Ama bu, kısa süreli bir zafer oldu ve ne Bush’un ümit ettiği üzere “yeni dünya düzeni”ni filizlendirebildi ne de Ortadoğu’yu kurtarabildi.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder