15 Mart 2016 Salı

R.HAASS - FİTNE ÇAĞI



FİTNE ÇAĞI
Richard N. Haass (Amerikalı diplomat ve Dış İlişkiler Konseyi başkanı)
Project Syndicate, 27.10.2014

Tercüme: Zahide Tuba Kor

Tarihsel çağları sona ermeden farkına varmak zordur. Rönesans’ın Rönesans haline gelmesi çok sonralarıdır. Aynısı öncesinde gelen Ortaçağ için de geçerlidir. Sebebi basittir: ümit verici/gelecek vaat eden veya rahatsız edici/tedirginlik verici bir gelişmenin münferit bir gelişme mi olduğunu, yoksa sona ermekte olan bir trendin başlangıcını mı temsil ettiğini bilmek mümkün değildir.
Buna rağmen ben, şu anda dünya tarihinin bir çağının sonuna ve diğerinin doğuşuna şahit olduğumuz iddiasındayım. 40 yıllık Soğuk Savaş’ın sonunu getiren Berlin Duvarı’nın yıkılmasının üzerinden 25 yıl geçti. Ardından gelen –birçokları için refahın arttığı, görece açık toplumların ve siyasi sistemlerin ortaya çıktığı ve büyük güçler arasında ciddi işbirliğiyle birlikte barışın yaygınlaştığı- Amerikan üstünlüğü çağıydı. Şimdi ise bu çağ kapanıyor, barışın ve düzenin çok daha azalacağı yeni bir çağın kapısı aralanıyor.
Ortadoğu, -siyasi ve dini bağlılıkların milli sınırların [yani ulus-devletlerin] hem kendi içlerinde hem de birbirleriyle uzun ve bazen de vahşi çatışmaları körüklemeye mukadder olduğu- modern dönem Otuz Yıl Savaşlarının ilk safhalarını yaşıyor. Ukrayna ve diğer yerlerdeki davranışlarıyla Rusya, –askeri kuvvet kullanımıyla toprak fethedilemeyeceği hukuki prensibi üzerine kurulu olan- büyük ölçüde istikrarlı Avrupa düzenine meydan okuyor.
Asya ise büyük ölçüde barış içinde. Ancak bu, çok sayıda çözülmemiş toprak ihtilafları, yükselen milliyetçilik ve çatışmaları önlemeye veya yatıştırmaya yetecek kadar sağlam ikili veya bölgesel düzenlemelerin/anlaşmaların yetersizliği nedeniyle her an tersine çevrilebilecek, istikrarsız/riskli bir barış. Öte yandan iklim değişikliğini yavaşlatmak, ticareti teşvik etmek, dijital çağa yeni kurallar belirlemek ve salgın hastalıkları önlemek veya kontrol altına almak yolunda küresel çabalar da yetersiz.
Bu da aslında, gücün giderek daha fazla devlete ve –terör örgütleri ve milislerden tutun şirketlere ve STK’lara varıncaya kadar farklı- devlet dışı aktörlere dağılması da dahil dünyadaki köklü değişimlerin bir yansıması. Sera gazı emisyonunun ve küresel uyuşturucu, silah, terörist ve hastalık mikropları akışının kontrol altına alınması en iyi şartlarda dahi hiç de kolay bir iş olmayacaktır; ne yapılması gerektiği konusunda bir uzlaşmanın ve bir anlaşma olduğu takdirde de harekete geçme iradesinin olmaması nedeniyle bu daha da zorlaşmaktadır.
Küresel karışıklıkların artmasının diğer nedenleri de ABD’yle alakalı. 2003 Irak Savaşı, Sünni-Şii gerilimini artırdı ve İran’ın [bölgesel] ihtirasları önündeki kritik bir engeli kaldırdı. Daha yakın bir dönemde ABD, Suriye’de rejim değişimi çağrısı yaptı, ama daha sonra bunu hayata geçirmek için pek de bir adım atmadı – hatta rejim güçleri Washington’ın uyarılarına aldırmaksızın defalarca kimyasal silah kullandığında bile. Bölgede ortaya çıkan boşluğu İslam Devleti doldurdu. ABD, Asya’ya daha fazla müdahil olma (sözde stratejik Asya’ya Kayış) politikasını açıkça ilan etse de bunu hayata geçirme noktasında çok az şey yaptı.
Bütün bunların ve diğer olayların sonucu, ABD’nin inandırıcılığına ve güvenirliğine ilişkin yaygın bir şüphenin ortaya çıkması oldu. Sonuçta, giderek daha fazla sayıda hükümet ve diğerleri daha bağımsızca hareket etmeye başladı.
Artan küresel istikrarsızlığa ilişkin yerel açıklamalar da söz konusu. Ortadoğu, gerek devletle toplum arasındaki sınır gerekse bunlar arasında dinin rolü konusunda çok fazla hoşgörüsüzlüğün ve çok az uzlaşmanın ceremesini çekiyor. Bu arada gerek bölgedeki gerekse çevredeki ülkeler, radikalliğin yükselişini önlemek veya ortaya çıktığı yerlerde onunla mücadele etmek adına çok az şey yapıyor.
Vladimir Putin yönetimindeki Rusya, imparatorluğunun kaybedilmiş parçalarını geri kazanmak için tehdit ve güç kullanmaya kararlı gibi görünüyor. Avrupa küresel alanda ciddi bir rol oynama araçlarını ve zihniyetini giderek kaybediyor. Çok fazla sayıda Asya hükümeti, komşularıyla zor ama elzem olan uzlaşmaya vatandaşlarını hazırlamak yerine, milliyetçiliğe ya göz yumuyor ya da onu teşvik ediyor.
Bununla yeni bir ortaçağın kaçınılmaz bir şekilde eşiğinde olduğumuzu iddia etmiyorum. Karşılıklı bağımlılık, hükümetlerin kendilerine zarar vermeyecek şekilde iş tutmaları için bir fren vazifesi görüyor. Dünya ekonomisi altı yıl evvelki dip noktasından çıkarak toparlandı. Avrupa, tıpkı Latin Amerika gibi, büyük ölçüde istikrarlı durumda.
Yeni kargaşayı püskürtme ihtimali de var. Uluslararası müzakereler İran’ı büyük ölçüde nükleer silah kapasitesinden mahrum bırakacak ve bu durum, komşularının ona saldırma ihtiyacı hissetmeyeceği veya kendi nükleer silahlarını geliştirmeye kalkışmayacakları bir sonuç üretebilir. İslam Devletini askeri olarak zayıflatacak, savaşçı ve para akışını azaltacak ve bazı muhtemel hedeflerinin belini doğrultacak/toparlanmasını sağlayacak adımlar atılabilir. Yaptırımlar ve düşen petrol fiyatları Rusya’nın Ukrayna’da tavizi vermesini sağlayabilir. Asya hükümetleri barışa destek verecek bölgesel düzenlemeleri tercih edebilir.

Ama öyle görünüyor ki kaydedilebilecek başarıyı, ülkelerin kendi iç siyasetleri, uluslararası uzlaşmanın yokluğu ve Amerikan nüfuzunun azalması sınırlandırabilir. Sonuç ise Soğuk Savaş sonrası döneme kıyasla çok daha az barışın, çok daha az refahın olduğu ve karşı karşıya kaldığı meydan okumalarla baş etmekte çok daha az mahir bir dünya.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder