15 Mart 2016 Salı

G.FRIEDMAN - İSRAİL’İN STRATEJİK KIRILGANLIĞI



İSRAİL’İN STRATEJİK KIRILGANLIĞI
Goerge Friedman (Amerikalı siyaset bilimci, Stratfor’un kurucusu ve 2015 yılına kadar başkanı, Geopolitical Futures’ın kurucusu ve yöneticisi)
Geopolitical Futures, 26.2.2016

Tercüme: Zahide Tuba Kor

İsrail’in Ortadoğu’daki pozisyonunun gücü son dönemde yazılan makalelere konu oluyor. İsrail’in bölgede güçlü olduğu gayet net, en azıdan şu an için. Asıl konu bunu ne kadar sürdüreceği. Komşularındaki mevcut durum İsrail’in muazzam bir avantaja sahip olduğunu gösteriyor; ama daha dikkatli bir okuma, aslında pozisyonunun görünenden daha kırılgan olduğunu ortaya koyuyor.
İsrail’in güçlü bir stratejik pozisyonu olduğu argümanı ikna edici. Gazze’ye yönelik İsrail-Mısır ortak mücadelesi Hamas’ın operasyonlarını kısıtladı ve bir ölçüde otoritesini zayıflattı. Bu durum Filistin Ulusal Otoritesi’ni güçlendirmedi; nitekim onun da Batı Şeria’daki parçalı Filistin toplumunu bir arada tutma konusunda kendi problemleri söz konusu. İsraillilere yönelik son dönemde artan bıçaklı saldırılar da İsrail’in stratejik pozisyonunu tehdit edemez.
Mısır’ın İsrail’le barış antlaşması bölgenin en kalıcı özelliklerinden biri (…) ve bu ilişki, bölgedeki büyük güçlere karşı iki ülke arasında bir derece işbirliğini beraberinde getiriyor. Ürdün İsrail’in stratejik şemsiyesi altında. Baş düşmanlardan olan Suriye iç savaşla o derece paramparça oldu ki, kaosun sonunda ortaya ne çıkacağını bir kenara bırakın, belini doğrultması en az bir nesil alacaktır. Lübnan’da Hizbullah, Suriye savaşına müdahil olarak iyice zayıfladı ve İsrail’le yeniden bir çatışma başlatabilecek bir pozisyonda değil.
Belirli bir toprak parçası üzerinde İslam Devleti’nin yükselişi de gerektiğinde İsrail’in baş edebileceği bir şey. Ama İslam Devleti Suriye ve Irak’ı istikrarsızlaştırmak suretiyle aslında [normalde] İsrail’e karşı kullanılabilecek Arap gücünü çok büyük ölçüde [başka yöne, yani İslam Devletine doğru] saptırdı. Suriye’ye Rus müdahalesi de hem İslam Devleti’nin daha da genişlemesini bloke ederek hem de felce uğrayan Esed rejimini sağlama alarak İsrail’e yaradı ki İsrail için bundan daha iyi bir sonuç olamazdı. Rusya’yla karşı karşıya gelen Türkiye’yi de İsrail’le gergin olan ilişkilerini yeniden gözden geçirmeye zorladı. Ayrıca İslam Devletinin yükselişi Arap Yarımadasındaki devletleri, bilhassa Suudi Arabistan’ı alarma geçirdi ve İsrail’le işbirliğini artırmasına yol açtı.
Son olarak İsrail, İran’a karşı muazzam nükleer avantajını koruyor. İsrail Suriye’deki İran birliklerinin yol açtığı tehditten bahsetse dahi bunu ciddiye almak zor. (…) İran tehdidi teorik kalıyor.
Son olarak İsrail’in ABD’ye bağımlılığı azalmakta. Stratejik durumundaki iyileşme, ABD’ye daha az bağımlı olmasını sağlıyor ve gerektiğinde ona manevra alanı açıyor. İsrail’in en büyük stratejik zafiyeti, üretimden insan gücüne kadar birçok alandaki mevcut kapasitesinin ulusal güvenlik ihtiyaçlarını karşılamaya yetmemesiydi. Bu yüzden bir büyük gücün himayesine ihtiyaç duyuyordu ve bu da İsrail’in en ciddi kırılganlığıydı – eğer çıkarları 1967’den beri baş hamisi olan ABD’yle farklılaşırsa tehlikeli bir duruma düşecekti. Bölgesel tehditlerin azalması İsrail’i, en azından sınırlı da olsa, Amerikan kontrolünden azade kılıyor ve bu da onun stratejik avantajına. En azından şimdilik.
Bu değerlendirmenin problemi, Arap dünyasındaki mevcut geçici durumu kalıcı farz etmesi. Ama aslında öyle değil. Halihazırdaki kaos hali, İngilizler ve Fransızlarca oluşturulan devletlerin çöküşünden kaynaklanıyor ve, kaçınılmaz olarak, korkunç bir savaşın ardından yeni bir devletler ve ilişkiler sistemi ortaya çıkacak. Bu yeni sistemde ana model, yönetimi temelden çöken ve bir dizi hizbin güvenlik ve üstünlük savaşı verdiği Lübnan [olabilir]. Bu dinamik, 1970’lerde başlayarak nesiller boyu devam etti. Çeşitli şekillerde İsrail, ABD, SSCB ve İran’ı da içine çeken çatışmalar, vakti geldiğinde Lübnan’da yeni ve karmaşık bir istikrar yaratan yeni bir anayasayla sonuçlandı. Hiçbir çatışma ebedi değildir ve çatışma sona erdiğinde de ortaya çıkan, sadece yeni değil, aynı zamanda çoğunlukla savaş tecrübesiyle yoğrulan güçlerdir.
İslam Devleti veya ona halef bir yapının zamanla İsrail’i tehdit eden büyük bir güç olarak ortaya çıkması mümkün. Ama bana göre bu büyük bir tehdit değil. Nihai olarak ortaya çıkacak güç Türkiye’dir. Türk hükümetinin halihazırdaki karmaşık hesapları her ne olursa olsun, güney sınırı boyunca devam eden bir kaosu kalıcı olarak kabullenemez. Ruslar bölgeyi sükunete kavuşturmaktan acizler ve nihayetinde –bölgeye Rus müdahilliği, ikmal hatlarının Boğazlar üzerinden geçmesini gerektirdiğinden- Türkiye’nin güvenliği için de bir tehdit. ABD yeni bir Irak’ın tekerrürüne izin vermeyecektir; Irak’ta kararlı bir düşmana karşı sınırlı bir güçle sınırsız bir işgal savaşını yürütmek zorunda kalmıştı.
Bu da bölgeyi istikrara kavuşturmaktan çıkarı olan iki güç olduğu anlamına geliyor: Türkiye ve İran. Türkiye büyük bir güç; İran ise daha zayıf olsa da sahaya önemli bir kuvvet salabilir durumda. Her ikisi de bir Arap devleti değil ve her ikisi de mevcut çatışmanın sonucunda önceki devletlerden daha büyük bir ulus-devletin –yani 1950’lerin sonunda modern Mısır’ın kurucusu Cemal Abdünnasır’ın inşa etmeye çalıştığı Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin gerçek bir biçiminin-  ortaya çıkabileceğinden kaygılı. Bunun alternatifi ise, hiç beklenmedik sonuçlarıyla, giderek tırmanan sürekli bir kaos hali olacaktır. Suriye ve Irak’ın Lübnan modelini takip etmesi her iki Arap olmayan gücü de endişelendirecektir. İran’ın Irak’ta derin çıkarları var. Türkiye de Suriye’de derin bir çıkar gütmek/yakından ilgilenmek zorunda kalacaktır, bilhassa istikrara kavuşmaya başladıkça.
Bu, İsrail’in problemi. İsrail için ideal durum halihazırdaki durumun devam etmesi. Ancak eğer ki bölge giderek istikrar kazanacak olursa, İsrail’e düşman bir birleşik Arap devletinin ortaya çıkması, Türkiye ve İran müdahalesine kıyasla daha az imkan dahilinde. Her iki durumda da İsrail’in stratejik pozisyonu erimeye başlayacaktır. Şu anda İran’ı dikkate almaması/önemsememesi halinde İsrail, uzun vadeli niyetleri net/belirgin olmayacak güçlü bir Türkiye’yle yüz yüze gelecektir. Savunmacı bir problemi çözmek için taarruza geçtiğinde de savunmacı problemler birikmeye başlayacak ve daha fazla taarruz operasyonlarını gerektirecektir.
Mevcut durum tabiatı gereği sürdürülemez. Mantıki sonuç ise Türkiye ve İran’ın muhtemel hasım devletlerin ortaya çıkmasını engellemek için müdahil olmasıdır. Bu durumda Türk askeri birlikleri bir yerden sonra İsrail sınırına uzanacaktır. Buna Ürdünlülerin nasıl karşılık vereceğini de Mısır’ın yükselen bir Türkiye’ye tepkisini de tahmin edemeyiz. Problem şu ki İsrail başka ülkelerin hareketlerini hesaplayamaz durumda. Kaos sayesinde güçlü bir pozisyonda olduğu ise aşikar. Ama işte tam da bu kaos çok daha ciddi bir stratejik tehdit yaratabilir. Mevcut kaos ya rakiplerin uzlaşması ve yeni ve daha bütünleşmiş bir ulus-devletin doğmasıyla ya da diğer bölgesel güçlerin müdahalesini tetikleyecek Lübnanvari bir çözümle sonuçlanacaktır.
Bundan sonra, daha evvel belirttiğim gibi, İsrail-Mısır ve İsrail-Ürdün ilişkilerinin geleceği son derece önemli bir ulus-devletin niyeti ve kapasitesine bağ(ım)lı hale gelecektir. Türkler, fiiliyatta –rakiplerinden kendisini korumak için çeşitli yönlerden olaylara müdahale eden- Osmanlı İmparatorluğu modelini takip edeceklerdir. Tahminim o ki müdahale vakti geldiğinde Türkiye İsrail’i bir rakip olarak görecektir.

Şimdiye kadar İsrail, sınırlarında zayıf ulus-devletlerle yaşıyordu ve ABD’yle yakın ilişkileri sürdürüyordu. Şimdi ise çatışmacı bir sınırla ve ABD’yle zayıflayan bir ilişkiyle karşı karşıya. Bence bu, fırtına öncesi bir sessizlik hali; öyle bir fırtına ki 10 yıl veya daha sonra gelecek dahi olsa [şimdikinden] daha az tehlikeli olmayacak. İsrail ya doğusunda birleşik bir Arap oluşumuyla ya da kuzeyinde Türkiye’yle yüz yüze kalacak. Türk inkişafına/gelişimine ilişkin Amerikan görüşünü de [şimdiden] tahmin edemeyiz. Mesela ABD Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesini teşvik ediyor. Aşikar ki ABD, Türkiye’yi bu problemi çözmede bir anahtar, İsrail’i ise daha az önemi haiz bir aktör olarak görüyor. Bu tarz şeyler devletler arasında değişebilir ama bu, İsrail’in en uyanık ve temkinli olması gereken fikir olmalıdır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder