İRAN’IN
SURİYE’DEKİ MENFAATLERİ
Michael Segall (İsrailli emekli yarbaydır)
Institute for Contemporary
Affairs, Jarusalem Center for Public Affairs, c.15, no.32, 22.10.2015
Tercüme: Zahide Tuba Kor
Son haftalarda
Rusya’nın Esed rejimini kurtarmaya dönük hava harekatıyla birlikte İran, Suriye
çatışmasındaki müdahilliğini daha da derinleştirdi. (Besiç’in eski üst düzey
isimlerinden ve İran’a yönelen “yumuşak savaş”a karşı koymakla sorumlu Ammar
Stratejik Üssünün başındaki) İran’ın Suriye politikasındaki şahinlerden olan
Hüccetü’l-İslam Mehdi Taeb, 2013’te dedi ki “Suriye İran’ın 35. ve stratejik
vilayetini oluşturmaktadır”. O dönemde bu ifadeler abartı gibi görülse de
şimdilerde yeni bir yankı bulmuş durumda.
Taeb
sözlerine şöyle devam etti: “Eğer düşman bize saldırır da Suriye veya Huzistan
bölgesini (Arap azınlığın yaşadığı, İran’ın güneybatısında Irak sınırına yakın
bölge) ele geçirmek isterse İran’ın önceliği Suriye’yi savunmak olacaktır. Zira
İran eğer Suriye’yi koruyabilirse Huzistan’ın bütünlüğünü de garanti altına
alabilir; aksi halde İran Suriye’yi kaybederse başkent Tahran’ı dahi koruyamaz
hale gelir.” Taeb, o dönemde bugün de geçerliliğini koruyan bir perspektifle,
“aslına bakarsanız Suriye’nin bir ordusu olmakla birlikte meskun mahallerde
savaş verme kapasitesi yok” diye ekledi. Ona göre İran’ın savunması Suriye’den
geçmekte ve işte bu nedenle İran yönetimi, -şehirlerde savaş vermek üzere
Suriye ordusunun yerine 60.000 Hizbullah savaşçısıyla kurulan- Besiç
gönüllülerinden oluşan müfrezeler oluşturmayı önerdi.
Taeb’in
beyanatının ardından o dönemde İran, gerçekten de Hizbullah’ı Suriye savaşına
soktu ve hala örgüt, Esed rejimini korumak uğruna üst düzey komutanlarının
ölümü de dahil her gün ağır bedeller ödemeye devam ediyor. Kuzeyde Halep’te ve
güneyde Deraa’da saldırıları planlayıp yürüten, İran Devrim Muhafızları ve
Hizbullah’ın ta kendisi. İran’ın Esed rejimini korumak adına ödediği bedel
giderek büyüyor. Devrim Muhafızlarından birliklerin ve çeşitli ülkelerden gelen
Şii gönüllü savaşçıların sayısı giderek artıyor ve son dönemde üst düzey Devrim
Muhafızları komutanları Suriye topraklarında can veriyor. En son Halep’te ölen
komutan General Hüseyin Hamadani, İran-Irak Savaşı’nın tecrübeli
muhariplerindendi.
İran’ın içinde ise
artan can kayıpları ve ağır maliyete rağmen “Suriye’ye niye girdik” tarzı
herhangi bir eleştiri neredeyse hiç yok. Gerekirse İran, -Esed başta kalsın
kalmasın- kendisi için stratejik bir değer olarak gördüğü Suriye’ye Rusya’yla
koordinasyon içinde yeni yeni birlikler yollayacak. Uluslararası yapıtımlar
nedeniyle üzerinde hareket kısıtlaması olduğu halde şimdiye kadar en az bir
kere Moskova’yı ziyaret etmiş olan Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani üzerinden İran ve Rusya,
en üst düzeyde koordinasyon içinde.
Arap Baharı
isyanlarıyla başlayan Suriye’deki kriz, kemikleşen/müzmin bir bölgesel krizden
yavaş yavaş bölgesel (İran, Suudi Arabistan) ve küresel (Rusya, ABD) güçlerin
müdahil olduğu bir uluslararası savaşa dönüşüyor. İran ve Rusya el ele vererek
kararlılık ve net bir siyasi yönelim gösterirken, ABD öncülüğündeki Batı hala
mütereddit ve kafası karışık bir halde Suriye sahasını (ve Arap Baharıyla
sallanan Ortadoğu’daki diğer alanları) İran’a ve son dönemde de Rusya’ya
bırakıyor.
(…)
Bu arada Amerikan
Merkezi Komutanlığının başındaki General Lloyd J. Austin III, Senato Askeri
Hizmetler Komitesindeki bir oturumda, ABD ordusunca IŞİD’e karşı savaşmak üzere
eğitilenlerden sadece 4-5 kişi kaldığını itiraf etti. Bunun dışında Suriyeli
askerlerden müteşekkil bir ordu kurmanın hedeflendiği yarım milyar dolarlık
plan öldü ve ABD’nin 5.000 Suriyeli asker eğitme hedefine kısa zamanda ulaşması
mümkün değil.
ABD politikası
(tabii eğer gerçekten böyle bir şey varsa) Ortadoğu’da havanda su döverken ve
bölgedeki dramatik değişimlerin hızına yetişebilmek için cebelleşirken, nükleer
anlaşmanın imzalanması ve 18 Ekim’de yürürlüğe girmesinden çok büyük bir
cesaret alan İran, kendi Ortadoğu ajandasının peşinden kararlı bir şekilde
gidiyor. Nükleer anlaşmanın uygulanması ve özellikle yaptırımların yavaş yavaş
kaldırılması, özelde Esed rejimini desteklemek, genelde ise Arap Baharı sonrası
Ortadoğu’sunu İran modeli çerçevesinde yeniden şekillendirmek üzere devam eden
para akışını artırabilir.
İran Ortadoğu’daki
değişimlerin ardındaki potansiyelinin ne olduğunu tespit etmiş durumda ve milli-ideolojik-dini
düzeyde stratejik çıkarlarına hizmet ettiği için Suriye ve Esed’in azınlık
rejimini ayakta tutuyor. İran için Suriye hem İsrail’e karşı ilk savunma hattı
konumunda hem de IŞİD yayılmasına karşı Lübnan’daki Şii nüfusun savunulması
için bir hat. Yine Suriye İran’ın İslam Devletine karşı ana savaş alanlarından
biri. İran, erken davranıp savaşın kendi topraklarına sıçramasının önünü kesmek
için bu savaşı (ABD’yle işbirliği içinde) Irak’ta da veriyor. Yemen’de İran
destekli Husiler birçok başarı kaydettiler ve bunların en büyüğü de başkent
San’a’nın ele geçirilmesi oldu (her ne kadar son dönemde Yemen’deki Suud
öncülüğündeki koalisyonun karşı atağıyla bazı bölgelerden geri çekilmek zorunda
kalsalar da).
İran’ın bölgede
nüfuzunu yayma seferberliği çok-boyutlu olup farklı alanları kapsıyor. Arap
Baharının Ortadoğu’nun birçok yerinde yarattığı boşlukta faaliyet gösteren
bölgesel ve uluslararası aktörlerle işbirliği yapıp onları etkiliyor. Yemen,
Irak, Libya ve Suriye gibi birçok bölgede henüz yeni bir güç merkezi ortaya
çıkmış değil ve bu boşluğu doldurmak için siyasi, kabilevi ve dini mücadeleler
veriliyor. Bazı bölgelerde İran, Arap Baharı daha patlak vermeden çok çok önce
ekmiş olduğu “değerleri” şimdi kullanarak önemli bir rol oynuyor. Başta Bahreyn
olmak üzere Körfez ülkeleri gibi diğer bölgelerde de böyle “değerler”, harekete
geçmek için uygun zamanı ve Tahran’ın yakacağı yeşil ışığı kolluyor. İran’ın bu
güçleri kullanması, ABD ve Suudi Arabistan’ın göstereceği tepkinin boyutunun
değerlendirilmesine bağlı. Geçmişte İran, Şii çoğunluklu olan ve kendi toprağı
olarak gördüğü Bahreyn’i fişeklemeye çalıştı, ama çok kararlı/sert bir Suudi
tepkisiyle karşılaştı. Ama İran krallıkta değişim için yeni fırsatlar kolluyor.
Halihazırda İran
Suriye’deki savaşa (ve ayrıca Yemen’i istikrara kavuşturmaya) odaklanmış
durumda. Suriye’yi eski bölgesel düzenin kritik bir bileşeni ve Ortadoğu’da
yeni bir düzen inşasında kilit olarak görüyor. Tahran Suriye’yi hala İsrail
karşıtı direniş kampının birçok bileşenini birbirine bağlayan “altın hat”
olarak görmeye devam ediyor. İran’a göre bu kamp, “emperyalizm”e ve
“mütekebbirler”e karşı savaşın birçok cephesinde (Gazze ve Batı Şeria’da
Filistinli örgütler şeklinde) İsrail’e karşı ve ayrıca Yemen, Bahreyn, Mısır ve
diğer bağlamlarda kuruldu. Bütün bu cephelerde İran, Lübnan Hizbullah’ı
üzerinden ya doğrudan ya da yerel vekil örgütler aracılığıyla hareket ediyor.
Suriye’deki krizin
kemikleşmiş doğası ve Rusların derin müdahalesi gibi zaman zaman meydana gelen
dramatik gelişmeler, Arap dünyasını dört bir yandan kuşatan krizin zorluğunun
ve bölgenin yeni bir düzenin ortaya çıkmasından henüz ne kadar uzak olduğunun
bir yansıması. İran ve Rusya ABD’nin bıraktığı boşluğu doldurmaya çalışıyor.
Bölgenin farklı yerlerinde giderek artan İran müdahalesi hem İran ile Araplar,
hem Fars ve Türk imparatorlukları, hem de Sünniler ile Şiiler arasındaki
güvensizliği daha da artırıyor. Bunlar önümüzdeki yıllarda Ortadoğu’nun ana
bileşenleri olacak. Küresel ve bölgesel sistemin bir mikrokozmu niteliğindeki
Suriye krizinde bunların hepsi de bir şekilde aktif durumda.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder