20 Nisan 2010 Salı

MUHAMMED NUREDDİN: "OBAMA SADECE VAKİT KAZANMAYA ÇALIŞIYOR"

Muhammed Nureddin ile söyleşi
Anlayış Dergisi, Sayı: 72, Mayıs 2009, sf. 26-29.
Konuşan: Z. Tuba Kor

NOT: Her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.

Se­kiz yıl­lık Ge­or­ge W. Bush yö­ne­ti­mi, ar­dın­da çok kö­tü bir mi­ras bı­rak­tı. Ha­le­fi Ba­rack Oba­ma ise Ame­ri­kan baş­kan­la­rı­na ay­kı­rı bir pro­fi­li bu­lun­ma­sı­nın da et­ki­siy­le ki­mi ke­sim­ler için bü­yük bir umut kay­na­ğı ol­du. Ha­li­ha­zır­da Oba­ma’nın ge­rek Ame­ri­kan ge­rek­se Or­ta­do­ğu po­li­ti­ka­la­rın­da de­ği­şim bek­len­ti­si hâ­kim. Oba­ma ile bir­lik­te Ame­ri­kan yö­ne­ti­mi­nin Or­ta­do­ğu po­li­ti­ka­sın­da bir de­ği­şik­lik olup ol­ma­ya­ca­ğı­nı, önü­müz­de­ki dö­nem­de böl­ge­yi ne­le­rin bek­le­di­ği­ni, Tür­ki­ye’nin Or­ta­do­ğu’ya yö­ne­lik po­li­ti­ka­la­rı­nın ge­rek Arap halk­la­rı ge­rek­se yö­ne­tim­le­rin­de na­sıl bir yan­kı bul­du­ğu­nu ve Oba­ma’nın Tür­ki­ye zi­ya­re­ti­nin an­la­mı­nı; Bey­rut’ta gö­rüş­tü­ğü­müz, düşünce olarak direniş cephesine daha yakın duran Lüb­nan’ın ön­de ge­len ilim adam­la­rın­dan, Tür­ki­ye uz­ma­nı Mu­ham­med Nu­red­din’e sor­duk.
1954’te Lüb­nan’da do­ğan Prof. Mu­ham­med Nu­red­din, Lüb­nan Üni­ver­si­te­si’nde ta­rih, Türk di­li ve kül­tü­rü ders­le­ri ve­ri­yor. Ha­len Bey­rut Stra­te­jik Araş­tır­ma­lar Mer­ke­zi baş­kan­lı­ğı­nı yü­rü­ten Nu­red­din, Şu’un el-Aw­sat (Or­ta­do­ğu So­run­la­rı) ad­lı der­gi­nin de ge­nel ya­yın yö­net­me­ni. Ay­rı­ca es-Sa­fir (Lüb­nan), eş-Şark (Ka­tar), el-Ha­lij (BA­E) gi­bi ga­ze­te­ler­de Tür­ki­ye hak­kın­da ya­zı­la­rı ya­yın­la­nı­yor. Çağ­daş Türk ede­bi­ya­tı ve ta­ri­hi üze­ri­ne çe­şit­li ki­tap­la­rı bu­lu­nan ve ya­kın­da Fa­zıl Hüs­nü Dağ­lar­ca üze­ri­ne ye­ni bir ki­ta­bı da okur­la bu­lu­şa­cak olan Nu­red­din, Arap­ça, Fran­sız­ca, Bul­gar­ca, Rus­ça, Türk­çe ve Os­man­lı­ca bi­li­yor. Nu­red­din’in Tür­ki­ye hak­kın­da bir­çok ki­ta­bı bu­lu­nu­yor: De­ği­şen Za­man­da Tür­ki­ye: Kim­lik Kav­ga­sı ve Ter­cih­le­rin Mü­ca­de­le­si; Te­red­düt­lü Tür­ki­ye Cum­hu­ri­ye­ti: Din, Si­ya­set ve Dış İliş­ki­ler Üze­ri­ne Araş­tır­ma­lar; Şap­ka ve Sa­rık: Tür­ki­ye’de İs­lam­cı Ha­re­ket­ler; Ba­şör­tü­sü ve Nam­lu­lar: Tür­ki­ye’de Ke­ma­lizm ve Kim­lik Prob­lem­le­ri; Tür­ki­ye: Sis­tem ve Rol; Mo­dern Türk Ede­bi­ya­tı: Çiz­gi ve Ör­nek­ler; Bu Ölüm Bi­zim (şi­ir).

Se­kiz yıl­lık Ge­or­ge W. Bush yö­ne­ti­mi bo­yun­ca Or­ta­do­ğu’da iş­gal­ler, ça­tış­ma­lar ve sa­vaş­lar ya­şan­dı hep. Ye­ni baş­kan Ba­rack Oba­ma ile bir­lik­te Ame­ri­kan yö­ne­ti­mi­nin Or­ta­do­ğu po­li­ti­ka­sın­da her­han­gi bir de­ği­şik­lik bek­li­yor mu­su­nuz?
Ame­ri­ka’nın yer­le­şik bir dev­let po­li­ti­ka­sı var­dır. Son el­li yıl­lık sü­re­ce ba­kar­sak eğer, De­mok­rat­lar ve Cum­hu­ri­yet­çi­ler ara­sın­da bu an­lam­da pek de önem­li bir fark ol­ma­dı­ğı gö­rü­lür. Me­se­la Fi­lis­tin me­se­le­si­ni ele ala­lım; alt­mış yıl­dır Fi­lis­tin­li­le­rin hak­la­rı­nı ko­ru­mak üze­re zer­re ka­dar adım at­ma­dı­lar. Oba­ma’nın da bu ko­nu­da ye­ni bir po­li­ti­ka ge­liş­ti­re­ce­ği ka­na­atin­de de­ği­lim. Baş­kan­lık kol­tu­ğu­na otur­duk­tan he­men son­ra bir ko­nuş­ma yap­tı ve Fi­lis­tin için ye­ni hiç­bir şey söy­le­me­di. İkin­ci bir nok­ta, Bush’un tam ter­si­ne Oba­ma, Af­ga­nis­tan’da­ki sa­va­şı da­ha faz­la teş­vik edi­yor. Ame­ri­ka ha­li­ha­zır­da Irak’ta çık­maz­da; an­cak Oba­ma Af­ga­nis­tan’da ye­ni­den sa­va­şı tır­man­dır­mak is­ti­yor. Ay­rı­ca Pa­kis­tan’ı “dün­ya­nın en teh­li­ke­li ye­ri” ilan edi­yor. Üçün­cü nok­ta, İran’ın nük­le­er prog­ra­mı me­se­le­si. Oba­ma tıp­kı Bush gi­bi nük­le­er İran’ı Ame­ri­ka’nın mil­li gü­ven­li­ği­ne yö­ne­lik ola­ğa­nüs­tü bir teh­dit ola­rak gö­rü­yor. Bu se­bep­le ge­lir gel­mez İran’a am­bar­go­yu bir yıl da­ha uzat­tı. Şim­di­ye ka­dar Oba­ma’nın Or­ta­do­ğu’da­ki te­mel me­se­le­le­re iliş­kin po­li­ti­ka­la­rın­da ye­ni ve kök­lü bir de­ği­şim gö­ze çarp­mı­yor. Bel­ki tak­tik­ler de­ği­şir; ama stra­te­jik he­def­ler ay­nı ka­lır. Çün­kü Ame­ri­ka’da ge­lip ge­çen baş­kan­lar pek de be­lir­le­yi­ci de­ğil­dir; ku­rum­sal­laş­mış bir dış po­li­ti­ka, bir dev­let po­li­ti­ka­sı söz ko­nu­su­dur. Alt­mış yıl­dır Ame­ri­ka’nın Or­ta­do­ğu bağ­la­mın­da de­ğiş­me­yen en önem­li stra­te­jik he­def­le­ri, İs­ra­il’in gü­ven­li­ği­ni sa­vun­mak, Arap ve İs­lam ül­ke­le­ri­ni mez­he­bî ve ır­kî çiz­gi­de par­ça­la­mak, böl­ge­nin zen­gin­lik­le­ri­ne (özel­lik­le pet­ro­le) el koy­mak­tır. Tak­tik­ler de­ğiş­se bi­le bu amaç­la­ra ulaş­ma nok­ta­sın­da Cum­hu­ri­yet­çi ve De­mok­rat yö­ne­tim­ler ara­sın­da hiç­bir fark yok­tur.

Amaç­lar de­ğiş­mez ama araç­lar de­ği­şe­bi­lir de­di­niz. Önü­müz­de­ki dö­nem­de araç­lar ne şe­kil­de de­ği­şe­bi­lir?
11 Ey­lül sal­dı­rı­la­rı son­ra­sın­da bas­kı­cı bir üs­lu­bu ve gü­ce da­ya­lı po­li­ti­ka­yı be­nim­se­yen Bush ön­ce Af­ga­nis­tan’a, son­ra Irak’a kar­şı sa­vaş ilan et­ti. Irak iş­ga­li­nin he­men ar­dın­dan Su­ri­ye’yi teh­dit et­ti. Lüb­nan’da Su­ri­ye kar­şı­tı güç­le­ri des­tek­le­di; za­man za­man iç ça­tış­ma­ya va­ran ger­gin­lik­ler ya­şan­dı bu­ra­da. Yi­ne İs­ra­il’i ve sal­dı­rı­la­rı­nı des­tek­le­di, hem 2006’da Lüb­nan’a hem de 2008 so­nun­da Gaz­ze’ye kar­şı. Ama bü­tün bu bas­kı­la­rı­na, gü­cü son rad­de­si­ne ka­dar kul­lan­ma­sı­na rağ­men Ame­ri­ka amaç­la­rı­na ula­şa­ma­dı. Hal böy­le olun­ca Ame­ri­kan sis­te­mi­nin güç odak­la­rı (si­lah, fi­nans ve pet­rol lo­bi­le­ri ile di­ğer­le­ri), ye­ni ara­yış­lar içi­ne gir­di­ler. Bas­kı ve sa­vaş işe ya­ra­ma­yın­ca, üs­lu­bu de­ğiş­ti­re­rek di­ya­log yo­luy­la bu amaç­la­rı­na ula­şa­bi­le­cek­le­ri­ni dü­şün­dü­ler. Araç­lar­da­ki de­ği­şi­min ne­de­ni Ame­ri­kan po­li­ti­ka­sı­nın için­de bu­lun­du­ğu iş­te bu aç­maz. Bir di­ğer ne­den de kü­re­sel eko­no­mik kriz yü­zün­den ar­tık Ame­ri­ka’nın da­ha faz­la sa­vaş aç­ma­ya gü­cü­nün kal­ma­ma­sı. Hem bu aç­maz hem kü­re­sel fi­nan­sal kriz ne­de­niy­le bel­ki Ame­ri­ka ye­ni bir üs­lup kul­lan­ma­ya te­şeb­büs ede­cek. Ama ka­na­atim­ce ana he­def­ler de­ğiş­me­ye­cek.

2008 yı­lı­nın son­la­rın­da Baş­ba­kan­lık baş­da­nış­man­la­rın­dan Ah­met Da­vu­toğ­lu’nun, Was­hing­ton Post ga­ze­te­sin­den Da­vid Ig­na­ti­us’a bah­set­ti­ği do­mi­no te­ori­si hak­kın­da ne dü­şü­nü­yor­su­nuz? Bi­li­yor­su­nuz 2009 yı­lı bo­yun­ca Or­ta­do­ğu’da ar­dı ar­dı­na kri­tik ül­ke­ler­de se­çim­ler var ve bi­ri­nin so­nu­cu di­ğe­ri­ni de et­ki­le­ye­bi­lir, tıp­kı do­mi­no taş­la­rı gi­bi... 2008 yı­lı ba­rış ve ateş­kes gö­rüş­me­le­riy­le nis­pe­ten sa­kin geç­miş­ti; an­cak son gün­le­rin­de İs­ra­il Gaz­ze’ye çok bü­yük bir sal­dı­rı baş­lat­tı. Ar­dın­dan da İs­ra­il’de şid­det yan­lı­sı Ben­ya­min Ne­tan­ya­hu baş­ba­kan ol­du. Önü­müz­de­ki dö­nem­de Lüb­nan’da, İran’da ve Irak’ta se­çim­ler ola­cak. Böl­ge­de ne­ler ya­şa­na­bi­lir? Şid­det ar­tar mı?
Ön­ce­lik­le Ah­met Da­vu­toğ­lu’nun dü­şün­ce­le­ri­ni ve çiz­gi­si­ni tak­dir et­ti­ği­mi ve bü­yük oran­da des­tek­le­di­ği­mi be­lirt­mek is­te­rim. Özel­lik­le de çok bo­yut­lu dış po­li­ti­ka­sı­nı... An­cak do­mi­no te­ori­si ben­ce bi­raz tar­tış­ma­lı bir teo­ri. Baş­ka bir pen­ce­re­den de ba­ka­bi­li­riz Or­ta­do­ğu’da ya­şa­nan­la­ra. Ön­ce­lik­le Or­ta­do­ğu’da­ki ça­tış­ma iki pro­je ara­sın­da. Bi­rin­ci pro­je, ge­nel ola­rak Ame­ri­ka-İs­ra­il-Av­ru­pa pro­je­si ve bu pro­je­nin için­de ba­zı “mu­te­dil” Arap ül­ke­le­ri var; Mı­sır, Suu­di Ara­bis­tan, Ür­dün, Bir­le­şik Arap Emir­lik­le­ri gi­bi. Bu­na kar­şı di­ğer pro­je­nin için­de ise İran, Su­ri­ye, Hiz­bul­lah baş­ta ol­mak üze­re Lüb­nan­lı­la­rın bir kıs­mı ve Ha­mas var. Bu iki pro­je ara­sın­da­ki ça­tış­ma, son iki-üç yıl­da ben­ce bi­raz an­ti-Ame­ri­kan pro­je­nin le­hi­ne ne­ti­ce­ler ver­di. Ge­liş­me­le­re bak­tı­ğı­mız­da bu çok da­ha net gö­rü­lür: Ame­ri­ka Irak’ta çık­maz­da ve bu­nun da et­ki­siy­le İran’ı vur­mak­tan vaz­geç­ti. İs­ra­il hem Lüb­nan hem Gaz­ze’de ye­nil­gi­ye uğ­ra­dı. Lüb­nan’da mu­ha­le­fe­tin bas­kı­sı sa­ye­sin­de, bi­rin­ci pro­je ta­ra­fın­dan des­tek­le­nen ik­ti­dar grup­la­rı ge­ri adım at­mak zo­run­da kal­dı ve Ma­yıs 2008’de im­za­la­nan Do­ha An­laş­ma­sı’nın aka­bin­de mil­li bir­lik hü­kü­me­ti ku­rul­du. Su­ri­ye’ye kar­şı izo­las­yon si­ya­se­ti tut­ma­dı ve şim­di her­kes Şam’a ko­şu­yor. Yi­ne Ame­ri­ka, Af­ga­nis­tan’da da bü­yük bir çık­maz­da. Ben­ce bü­tün bun­lar Ame­ri­kan-İs­ra­il-“mu­te­dil” Arap ül­ke­le­ri­nin pro­je­si­nin çö­küş­te ol­du­ğu­nu ve an­ti-Ame­ri­kan pro­je­nin güç ka­zan­dı­ğı­nı gös­te­ri­yor. An­cak her iki pro­je­nin de des­tek­çi­si güç­ler ara­sın­da bü­yük bir de­ği­şik­lik ol­ma­dı­ğı­nı be­lirt­mek ge­re­kir.
Öte yan­dan Gaz­ze Sa­va­şı’nı İs­ra­il’de aşı­rı sağ­cı­la­rın ha­ne­si­ne ya­zıl­mış bir ka­zanç ola­rak gör­mü­yo­rum. Çün­kü İs­ra­il si­ya­se­tin­de sağ­cı, sol­cu, ra­di­kal vs. de­ni­len grup­lar ara­sın­da as­lın­da her­han­gi bir fark yok. Hep­si ra­di­kal, hep­si aşı­rı mil­li­yet­çi, hep­si din­ci… Bu­nun için se­çim­le­ri Li­kud li­de­ri Ben­ya­min Ne­tan­ya­hu ka­zan­mış, Ka­di­ma li­de­ri Tzi­pi Liv­ni ka­zan­mış, öne­mi yok. Eğer Tzi­pi Liv­ni mu­te­dil ise o za­man aşı­rı olan kim? Hem Ka­di­ma Par­ti­si’nin es­ki li­de­ri ve dö­ne­min baş­ba­ka­nı Ehud Ol­mert hem de ye­ni li­de­ri ve dö­ne­min dı­şiş­le­ri ba­ka­nı Tzi­pi Liv­ni’nin 2006 yı­lın­da Lüb­nan’da ne yap­tık­la­rı­na biz­zat şa­hit ol­duk. Gaz­ze’de de ke­za. Ya­ni en mu­te­dil, en gü­ver­cin de­ni­len po­li­ti­ka­cı­lar bi­le İs­ra­il’de en aşı­rı po­li­ti­ka­la­rı uy­gu­lu­yor.
Bu­nun için iki pro­je ara­sın­da bir ça­tış­ma var ve bu ça­tış­ma de­vam ede­cek. Üs­lup de­ği­şe­bi­lir. Me­se­la şim­di­ler­de Su­ri­ye ile an­laş­mak için te­şeb­büs­ler var. An­cak bu ça­ba­la­rın ama­cı ne? Su­ri­ye’yi İran’dan ayır­mak, ya­ni iyi ni­yet­li, an­laş­mak için yü­rü­tü­len ça­ba­lar de­ğil bun­lar. Onun için ça­tış­ma­nın ana hat­la­rı de­vam ede­cek. Çün­kü prob­lem­ler çok de­rin ve çok kar­ma­şık Or­ta­do­ğu’da, özel­lik­le de Fi­lis­tin me­se­le­sin­de.

Irak ve Af­ga­nis­tan’ın iş­ga­liy­le İran’ın en bü­yük iki düş­ma­nı olan Ta­li­ban ve Sad­dam re­jim­le­ri dev­ril­di. Ar­dın­dan Şi­i­le­rin yük­se­li­şe geç­ti­ği, Şii hi­la­li oluş­tu­ğu en­di­şe­si­ne ka­pı­lan Sün­ni ül­ke­ler bir ara­ya gel­di­ler. Ha­li­ha­zır­da böl­ge­de bir ku­tup­laş­ma var; ki­mi­ne gö­re Sün­ni-Şii ku­tup­laş­ma­sı, ki­mi­ne gö­re ise ılım­lı İs­lam-ra­di­kal İs­lam ku­tup­laş­ma­sı. İs­lam dün­ya­sın­da­ki bu ku­tup­laş­ma­nın so­nu ne­re­ye va­ra­cak?
Irak iş­ga­li­nin he­def­le­rin­den bi­ri­si hem Irak’ı böl­mek hem de Müs­lü­man­lar ara­sın­da fit­ne ya­rat­mak­tı. Ama bu sa­de­ce Irak coğ­raf­ya­sıy­la da sı­nır­lı de­ğil­di. Ame­ri­ka ve İs­ra­il bu­nu di­ğer ül­ke­le­re yay­ma­ya ça­lış­tı. Böl­ge­de­ki ça­tış­ma si­ya­si bir ça­tış­ma, mez­he­bî de­ğil. De­min de bah­set­ti­ğim iki si­ya­si pro­je­nin ça­tış­ma­sı. An­cak dış güç­le­re kar­şı hiç­bir di­renç gös­ter­me­yen ba­zı mu­te­dil Arap ül­ke­le­ri, ken­di za­af­la­rı se­be­biy­le bu ça­tış­ma­yı baş­ka yö­ne çe­vir­me­ye te­şeb­büs et­ti­ler. “Ça­tış­ma­nın özü mez­he­bî; İran böl­ge­yi İran­laş­tır­mak, Şi­i­leş­tir­mek is­ti­yor” de­di­ler. Hal­bu­ki İran böy­le bir şey is­te­ye­cek ol­sa bi­le, bu­nun ger­çek­leş­me­si müm­kün de­ğil. Üs­te­lik eğer ça­tış­ma id­di­a et­tik­le­ri gi­bi Şi­i­ler­le Sün­ni­ler ara­sın­da ise, o za­man “Şi­i” İran ile “Sün­ni” Ha­mas ara­sın­da­ki it­ti­fa­kı ya da “Sün­ni” Tür­ki­ye’nin “Şi­i” İran ve Su­ri­ye’de­ki “Ale­vi-Nu­say­ri” re­ji­mi ile iyi iliş­ki­le­ri­ni na­sıl izah ede­bi­li­riz?

İs­ra­il’in son Gaz­ze sal­dı­rı­la­rın­da Ha­mas bü­yük bir di­re­niş gös­ter­di ve aka­bin­de özel­lik­le Av­ru­pa ül­ke­le­ri Ha­mas’la gö­rüş­me ko­nu­su­na da­ha olum­lu bak­ma­ya baş­la­dı­lar. Yi­ne da­ha ön­ce Dev­let Baş­ka­nı Mah­mud Ab­bas ke­sin­lik­le Ha­mas’la ma­sa­ya otur­mam der­ken şu an­da uz­laş­ma sin­yal­le­ri ve­ri­yor. Bu ge­liş­me­le­ri na­sıl de­ğer­len­di­ri­yor­su­nuz?
Doğ­ru, ama Av­ru­pa’nın gi­ri­şim­le­ri­nin he­de­fi Or­ta­do­ğu’da­ki prob­le­min özü­ne ulaş­mak ve onu çöz­mek de­ğil. Çün­kü prob­le­min asıl kay­na­ğı İs­ra­il’in iş­ga­li. Şu an­da bu iş­ga­li bi­tir­mek­ten bah­se­den, bu ko­nu­yu tar­tı­şan Av­ru­pa­lı var mı? On­lar sü­rek­li prob­le­min di­ğer yön­le­riy­le, ta­li me­se­le­ler­le uğ­ra­şı­yor­lar. Do­la­yı­sıy­la Av­ru­pa’nın Ha­mas’a yö­ne­lik açı­lı­mı ben­ce sa­mi­mi de­ğil. Gaz­ze’ye sal­dı­ra­rak Ha­mas’ı ve di­re­ni­şi bi­tir­me he­de­fi­ne ula­şa­ma­yın­ca, bu kez üs­lu­bu de­ğiş­tir­di­ler. Ama amaç ay­nı. Çün­kü Ba­tı’nın, Av­ru­pa’nın asıl sı­na­vı, İs­ra­il’in iş­ga­li­ni so­na er­dir­me­k, baş­ka birşey de­ğil.

Ha­mas’ın ba­şa­rı­sı­nın ar­dın­dan Fi­lis­tin’de bun­dan son­ra ne ön­gö­rü­yor­su­nuz? Önü­müz­de­ki sü­reç­te den­ge­ler­de bir de­ği­şik­lik ola­bi­lir mi?
Ben o ka­dar iyim­ser de­ği­lim. Çün­kü Fi­lis­tin prob­le­mi­nin özü söy­le­di­ğim gi­bi İs­ra­il’in iş­ga­li. Fi­lis­tin­li­le­rin ve İs­ra­il­li­le­rin önün­de üç ana baş­lık var: Bi­rin­ci­si 1967’de iş­gal ettiği top­rak­la­r­dan çe­kil­mek; an­cak İs­ra­il tam ter­si­ne her gün ye­ni yer­le­şim bi­rim­le­ri in­şa ede­rek ya­yıl­ma­cı po­li­ti­ka­sı­nı sür­dü­rü­yor. İkin­ci nok­ta Fi­lis­tin­li mül­te­ci­le­rin ana­va­tan­la­rı­na dön­me­si; İs­ra­il bu­na da kar­şı du­ru­yor. Üçün­cü nok­ta Fi­lis­tin dev­le­ti­nin baş­ken­ti­nin ne­re­si ola­ca­ğı; ancak İs­ra­il Do­ğu Ku­düs’ten de çe­kil­mek is­te­mi­yor. O za­man hem İs­ra­il hem de Ba­tı, Fi­lis­tin­li­le­re ne ve­re­cek? Hiç­bir şey. Bu du­rum kar­şı­sın­da Mah­mud Ab­bas ve onun çiz­gi­si­nin bir­kaç yıl son­ra mut­la­ka Ha­mas gi­bi ola­ca­ğı­nı dü­şü­nü­yo­rum. Böy­le bir or­tam­da Fi­lis­tin­li­ler ara­sın­da uz­laş­ma gi­ri­şim­le­ri ben­ce sa­nal gi­ri­şim­ler. Çün­kü ge­nel­de bu iki pro­je ara­sın­da, özel­de de Ha­mas ile el-Fe­tih ara­sın­da de­rin ih­ti­laf­lar var. Mah­mud Ab­bas, Ame­ri­ka ve mu­te­dil Arap ül­ke­le­ri­nin pro­je­si­nin bir par­ça­sı; Ha­mas ise di­ğer cep­he­nin. Şim­di­ye ka­dar bu iki cep­he ara­sın­da her­han­gi bir an­laş­ma sağ­la­na­ma­dı. Do­la­yı­sıy­la ben­ce ufuk­ta Fi­lis­tin­li­ler ara­sın­da bir uz­laş­ma gö­rün­mü­yor. Yi­ne bü­tün ça­ba­la­ra rağ­men şim­di­ye ka­dar Suu­di Ara­bis­tan ile Su­ri­ye ara­sın­da­ so­mut bir an­laş­ma sağ­la­na­ma­dı. Çün­kü ze­min bel­li de­ğil. Oba­ma’nın po­li­ti­ka­sın­da ne tür de­ği­şik­lik­ler ola­cak bi­lin­mi­yor. Alt­mış yıl­dır Fi­lis­tin­li­le­re hiç­bir şey ver­me­di­ler, ge­le­cek­te de ver­me­ye­cek­le­ri­ni dü­şü­nü­yo­rum. Çün­kü İs­ra­il bir dev­let de­ğil, bir pro­je ve bu pro­je­nin ana ze­mi­ni, ta­ri­hî Fi­lis­tin top­ra­ğın­da. İs­ra­il, her gün da­ha faz­la Fi­lis­tin top­ra­ğı­na ya­yı­lı­yor. Bu gi­diş­le beş-on yıl son­ra Fi­lis­tin­li­le­rin tek bir met­re top­ra­ğı da­hi kal­ma­ya­cak.

Bu­ra­dan Lüb­nan’a ge­çe­cek olur­sak, bil­di­ği­niz üze­re Ha­zi­ran ayın­da ge­nel se­çim­ler var. Lüb­nan hep Or­ta­do­ğu’da söz sa­hi­bi güç­le­rin nü­fuz mü­ca­de­le­si­ne sah­ne ol­du. Böl­ge ça­pın­da ya­şan­mak­ta olan ku­tup­laş­ma, özel­lik­le 2005’te Re­fik Ha­ri­ri sui­kas­tın­dan son­ra Lüb­nan’a da yan­sı­dı. Se­çim­ler Lüb­nan’da­ki oyun­da bir de­ği­şik­li­ği be­ra­be­rin­de ge­ti­re­bi­lir mi?
Lüb­nan’da­ki bö­lün­me çok de­rin. Ba­tı yan­lı­sı 14 Mart cep­he­siy­le, mu­ha­lif 8 Mart cep­he­si ara­sın­da­ki ih­ti­laf­lar çok de­rin ol­sa da, güç ça­tış­ma­sı den­ge­li. Lüb­nan mez­he­bî-di­nî bir dev­let ve hiç­bir grup bir di­ğe­ri­ni yok ede­mez. Bu ne­den­le bü­tün grup­lar is­tik­rar için ara­la­rın­da uz­laş­mak mec­bu­ri­ye­tin­de. İş­te bu­nun için 14 Mart cep­he­si mec­lis­te ço­ğun­lu­ğu elin­de tut­sa da iki cep­he ara­sın­da bir mil­li bir­lik hü­kü­me­ti ku­rul­du. Se­çim­ler­de eğer mu­ha­le­fet ka­za­nır­sa, ben­ce bü­yük bir de­ği­şik­lik ol­ma­ya­cak. Çün­kü mu­ha­le­fet tek ba­şı­na ik­ti­dar ola­cak ço­ğun­lu­ğa ulaş­sa bi­le, 14 Mart cep­he­si­nin ba­şı­nı çe­ken Ge­le­cek Ha­re­ke­ti li­de­ri Sa’d Ha­ri­ri, İle­ri­ci Sos­ya­list Par­ti li­de­ri Va­lid Can­bo­lat gi­bi di­ğer güç­le­ri hü­kü­me­tin dı­şın­da bı­ra­ka­maz, bu müm­kün de­ğil. Bu­nun için mu­ha­le­fet de ka­zan­sa, ik­ti­dar­da­ki güç­ler de ka­zan­sa, aşa­ğı yu­ka­rı ay­nı for­mül de­vam ede­cek ve iki­si­nin uz­laş­ma­sıy­la bir hü­kü­met ku­ru­la­cak. Hiç kim­se ka­zan­ma­ya­cak, hiç kim­se kay­bet­me­ye­cek. Şu bir ger­çek ki, Lüb­nan’ın is­tik­ra­rı iç di­na­mik­ler­den de­ğil, dış di­na­mik­ler­den kay­nak­la­nı­yor. Çün­kü Lüb­nan böl­ge­de­ki prob­lem­le­rin bir ay­na­sı ni­te­li­ğin­de. Eğer Arap­lar ara­sın­da, özel­lik­le de Suu­di Ara­bis­tan ile Su­ri­ye ara­sın­da yü­rü­tü­len uz­laş­ma gi­ri­şim­le­ri ba­şa­rı­ya ula­şır­sa, ki ben­ce bu o ka­dar da ko­lay de­ğil, o za­man Lüb­nan’da­ki is­tik­rar da­ha sağ­lam ola­bi­lir. An­cak eğer bu gi­ri­şim­ler ba­şa­rı­lı ol­maz­sa, mev­cut güç den­ge­si de­vam ede­cek.

Son yıl­lar­da böl­ge­de önem­li bir oyun­cu olan Su­ri­ye’nin gü­cün­de bir za­yıf­la­ma gö­rü­yor mu­su­nuz? Me­se­la Lüb­nan’dan as­ker­le­ri­ni çek­me­si ve aka­bin­de ya­şa­nan ge­liş­me­ler, Su­ri­ye’nin böl­ge­de­ki gü­cü­nü na­sıl et­ki­le­di?
Ta­bii Su­ri­ye eko­no­mik, as­ke­rî ve je­os­tra­te­jik açı­lar­dan es­ki­si ka­dar güç­lü de­ğil. Su­ri­ye’nin gü­cü elin­de­ki kart­lar­dan kay­nak­la­nı­yor; Ha­mas, Irak’ta­ki di­re­niş, Lüb­nan’da­ki Hiz­bul­lah ve 8 Mart cep­he­si kart­la­rı gi­bi. Da­ha ön­ce elin­de­ki en önem­li kart­lar­dan bi­ri olan Lüb­nan’da­ki as­ke­rî var­lı­ğı­nı çek­me­si, mut­la­ka Su­ri­ye’nin Or­ta­do­ğu’da­ki ko­nu­mu­nu za­yıf­lat­tı. An­cak bu­na rağ­men Lüb­nan’da Su­ri­ye­siz is­tik­rar ola­maz. Çün­kü Su­ri­ye Lüb­nan’ı doğ­ru­dan ve sü­rek­li et­ki­li­yor. Su­ri­ye or­du­su Lüb­nan’ın için­den çe­kil­se de he­men dı­şın­da du­ru­yor. Yi­ne Hiz­bul­lah, Emel ve Mi­şel Avn ha­re­ke­ti­nin ba­şı­nı çek­ti­ği 8 Mart cep­he­si Su­ri­ye’ye ya­kın. Lüb­nan ile Su­ri­ye ara­sın­da­ki iliş­ki­ler hem ta­ri­hî hem coğ­ra­fi hem eko­no­mik hem de ai­le­vi; ya­ni çok bo­yut­lu ve de­rin. Kı­sa­ca Lüb­nan, Su­ri­ye için önem­li bir kart ol­ma­ya de­vam ede­cek. Di­ğer ta­raf­tan Su­ri­ye’nin en önem­li kart­la­rın­dan bi­ri­si Fi­lis­tin­li ra­di­kal ör­güt­le­ri des­tek­le­mek ve on­la­ra ku­cak aç­mak ol­du­ğu için Or­ta­do­ğu prob­lem­le­rin­de Su­ri­ye­siz bir çö­züm müm­kün de­ğil. Do­la­yı­sıy­la gü­cü za­yıf­la­sa da Su­ri­ye, Or­ta­do­ğu coğ­raf­ya­sın­da mar­ji­nal de­ğil, mer­ke­zî bir güç ol­ma­yı sür­dü­re­cek.

Bil­di­ği­niz gi­bi, Gaz­ze sal­dı­rı­sıy­la ke­sil­miş ol­sa da, Su­ri­ye’yle İs­ra­il ara­sın­da Tür­ki­ye ara­bu­lu­cu­lu­ğun­da do­lay­lı ba­rış gö­rüş­me­le­ri var­dı. Su­ri­ye’nin iş­gal al­tın­da­ki Go­lan Te­pe­le­ri’ni İs­ra­il’den ge­ri al­ma kar­şı­lı­ğın­da di­re­ni­şe ver­di­ği des­tek­ten vaz­geç­me ih­ti­ma­li yok mu? Çün­kü Su­ri­ye di­re­ni­şi hep stra­te­jik he­def­le­ri­ne ulaş­ma­da bir koz ola­rak kul­la­na­gel­di.
Su­ri­ye Go­lan’ın ia­de­si kar­şı­lı­ğın­da di­re­niş kar­tı­nı hiç­bir za­man bı­rak­maz. Çün­kü eğer Fi­lis­tin ve Lüb­nan’da­ki di­re­niş kar­tı­nı, İran kar­tı­nı bı­ra­kır­sa, Su­ri­ye’den ge­ri­ye ne ka­la­cak? Bü­tün bun­lar Su­ri­ye’nin güç kart­la­rı. Ben bü­tün söy­len­ti­le­re rağ­men Su­ri­ye’de re­ji­min ana hat­la­rı­nın Ame­ri­kan kar­şıtı ol­du­ğu­nu dü­şü­nü­yo­rum. Ara sı­ra Ame­ri­ka’yla iş­bir­li­ği ya­pa­bi­lir (Kör­fez Sa­va­şı’nda Irak’a kar­şı yap­tı­ğı gi­bi), ama önem­li ko­nu­lar­da iş­bir­li­ği yok. 1979’da Mı­sır Cum­hur­baş­ka­nı En­ver Se­dat ve 1994’te Ür­dün Kra­lı Hü­se­yin İs­ra­il’le bir an­laş­ma im­za­lan­dı­ğı za­man, Su­ri­ye de ay­nı şey ya­pa­bi­lir­di, ama yap­ma­dı. Çün­kü Su­ri­ye re­ji­mi­nin ana çiz­gi­le­ri İs­ra­il ve Ba­tı kar­şı­tı. Şu­nu da vur­gu­la­mak ge­re­kir ki İs­ra­il’in, Ame­ri­ka’nın ve Suu­di Ara­bis­tan’ın ana he­de­fi, Go­lan’ı Su­ri­ye’ye ia­de et­mek de­ğil; Su­ri­ye ile İran ara­sın­da ça­tış­ma çı­kar­mak, Su­ri­ye’yi İran’dan ayır­mak. İş­te bu­nun için Su­ri­ye bu şart­la­rı ka­bul et­me­ye­cek. Ka­bul eder­se eğer, er­te­si gün re­jim dü­şer.

Irak’ın ge­le­ce­ği hak­kın­da ne dü­şü­nü­yor­su­nuz?
Es­ki Irak bit­ti. Şim­di ye­ni bir ha­ri­ta, Arap ve Kürt fe­de­ras­yon­la­rı var. Bu bi­rin­ci bo­yut. İkin­ci­si, Irak es­ki ça­tış­ma­cı Irak ol­ma­ya­cak. İran ile iyi iliş­ki­ler içi­ne gir­mek mec­bu­ri­ye­tin­de. An­cak ma­ale­sef Irak’ın kom­şu­la­rı, güç­lü bir Irak’ı is­te­mi­yor­lar. Bu­nun için de hem bö­lün­müş hem de za­yıf Irak de­vam ede­cek. An­cak Irak ken­di kom­şu­la­rı­na kar­şı düş­man bir ül­ke de ol­ma­ya­cak.

Bu­ra­dan Tür­ki­ye’ye ge­le­lim. Tür­ki­ye’nin son dö­nem­de Or­ta­do­ğu’ya yö­ne­lik po­li­ti­ka­la­rı hak­kın­da ne dü­şü­nü­yor­su­nuz? Bu po­li­ti­ka­lar Or­ta­do­ğu’da ge­rek halk­lar ge­rek­se dev­let­ler ba­zın­da na­sıl bir et­ki yap­tı?
So­ğuk Sa­vaş sı­ra­sın­da çift ku­tup­lu ya­pı­da Tür­ki­ye Ba­tı ek­se­ni­nin bir par­ça­sıy­dı. Ge­rek So­ğuk Sa­vaş sı­ra­sın­da ge­rek­se 90’lı yıl­lar bo­yun­ca Tür­ki­ye, Or­ta­do­ğu’da ne­ga­tif bir rol oy­na­dı; Ame­ri­ka ve İs­ra­il ile bir­lik­te, Arap­la­ra kar­şı... Ben­ce de­ği­şim­de en önem­li dö­nüm nok­ta­sı 2002’de AK Par­ti’nin ik­ti­da­ra gel­me­siy­di. AK Par­ti’nin ye­ni dış po­li­ti­ka­sı ke­sin­lik­le hem Tür­ki­ye hem Arap dün­ya­sı hem Müs­lü­man dün­ya için çok olum­lu. Tür­ki­ye’nin İs­ra­il dâ­hil di­ğer ya­ban­cı ül­ke­ler­le iliş­ki­le­ri­nin he­de­fi­nin Arap dün­ya­sı ol­ma­ma­sı ben­ce çok önem­li. Yi­ne ilk de­fa 2002 yı­lın­dan be­ri Tür­ki­ye hiç­bir Arap me­se­le­si­ne kar­şı çık­ma­dı. En önem­li nok­ta ise bu po­li­ti­ka­nın ta­ri­hî-me­de­nî zih­ni­yet­ten çık­ma­sı. Bu bir­kaç yıl için uy­gu­la­nan, kon­jonk­tü­rel bir po­li­ti­ka de­ğil; zih­nî-ide­olo­jik bir de­ği­şim var Tür­ki­ye’de. Bu çok önem­li. Biz bu po­li­ti­ka­nın gös­ter­ge­le­ri­ni ge­rek son Gaz­ze sal­dı­rı­sı ge­rek­se 2006’da Lüb­nan’da­ki olay­lar sı­ra­sın­da gör­dük. Tür­ki­ye Lüb­nan ve Fi­lis­tin baş­ta ol­mak üze­re böl­ge me­se­le­le­ri­ni ge­nel ola­rak Arap­lar­dan da­ha faz­la sa­hip­len­di. Bu, Tür­ki­ye’de­ki de­ği­şi­min bir gös­ter­ge­si. Ben­ce bu po­li­ti­ka Tür­ki­ye’nin çı­kar­la­rı­na da uy­gun. Da­ha ön­ce Tür­ki­ye’nin kom­şu­la­rıy­la düş­man­ca iliş­ki­le­ri var­dı; ama ar­tık Tür­ki­ye’nin Müs­lü­man dün­ya­sıy­la, Arap ül­ke­le­riy­le, ya­ni bu coğ­raf­ya­da­ki­ler­le iliş­ki­le­ri ol­duk­ça iyi. Arap dün­ya­sı­nın ve ba­sı­nı­nın önem­li bir kıs­mı, Tür­ki­ye’nin, özel­lik­le de Baş­ba­kan Tay­yip Er­do­ğan’ın ge­rek Da­vos’ta­ki çı­kı­şı­nı ge­rek­se da­ha ön­ce­sin­de­ki tu­tu­mu­nu bü­yük tak­dir­le kar­şı­la­dı. Ge­nel an­lam­da Tür­ki­ye’nin ima­jı ol­duk­ça olum­lu ol­sa da Suu­di Ara­bis­tan, Mı­sır gi­bi ba­zı mu­te­dil Arap ül­ke­le­rin­de çe­şit­li şüp­he­ler di­le ge­ti­ri­li­yor. Na­sıl ol­du da Tür­ki­ye son sa­vaş­ta Gaz­ze’nin ya­nın­da, ama Mı­sır’ın kar­şı­sın­da yer al­dı? Bun­dan kuş­ku du­yu­yor­lar. Tür­ki­ye’nin bu fark­lı ba­kış­la­ra dik­kat et­me­si la­zım.

Pe­ki, Arap so­kak­la­rın­da Tür­ki­ye ima­jı na­sıl?
Tür­ki­ye’nin ima­jı yüz­de yüz mü­kem­mel, yüz­de yüz olum­lu. Bil­di­ği­niz gi­bi çağ­daş Arap ta­ri­hin­de en önem­li şah­si­yet, en önem­li kah­ra­man Mı­sır li­de­ri Ce­mal Ab­dun­na­sır idi. Arap ba­sı­nın­da ka­le­me alı­nan ba­zı ya­zı­lar­da, Er­do­ğan’ın Arap­lar için Ab­dun­na­sır gi­bi ol­du­ğu vur­gu­lan­dı, ki Gaz­ze olay­la­rı­nın baş­lan­gı­cın­da bu­nu ilk kul­la­nan ben­dim. Türk ba­sı­nın­da ya­zı­lan ba­zı ma­ka­le­le­ri oku­dum, bu ben­zer­lik eleş­ti­ri­li­yor­du Ab­dun­na­sır Tür­ki­ye’ye kar­şıy­dı di­ye. Ha­yır, Ab­dün­na­sır Arap halk­la­rı­nın, öz­gür in­san­la­rın vic­da­nı ve mil­li mü­ca­de­le­le­ri­nin sim­ge­si idi. Şim­di Er­do­ğan ay­nı ro­lü oy­nu­yor. Ben­ce bu ben­zer­lik ile gu­rur duy­mak ve olum­suz ya­zı­la­rın et­ki­sin­de kal­ma­mak la­zım. Arap so­kak­la­rı hem Tür­ki­ye’nin hem de Er­do­ğan’ın tav­rı­nı yüz­de yüz olum­lu kar­şı­lı­yor. Tür­ki­ye ile Arap dün­ya­sı­nın ve üçün­cü dün­ya­nın so­kak­la­rın­da­ki in­san­la­rın mü­ca­de­le­si ay­nı ve or­tak.

Oba­ma Ka­na­da’dan son­ra ilk res­mî yurt­dı­şı ziyaretini Tür­ki­ye’ye ger­çek­leş­tir­di ve bu zi­ya­ret çok ses ge­tir­di. Si­ze gö­re Oba­ma’nın Tür­ki­ye zi­ya­re­ti­nin ne gi­bi an­lam­la­rı var?
Oba­ma’nın Tür­ki­ye’ye zi­ya­re­ti önem­li ve ol­duk­ça an­lam­lıy­dı: İlk ola­rak, son yıl­lar­da Tür­ki­ye’nin özel­lik­le Or­ta­do­ğu’da­ki ko­nu­mu ve ro­lü epey­ce güç­len­di. Ame­ri­ka in­sa­ni kay­gı­lar­la de­ğil, çı­kar­la­rıy­la ha­re­ket eder. Bu ne­den­le Oba­ma’nın Müs­lü­man ül­ke­ler ara­sın­da ilk zi­ya­re­ti için Mı­sır ve­ya Suu­di Ara­bis­tan ye­ri­ne Tür­ki­ye’yi seç­me­si bir te­sa­düf de­ğil. İkin­ci­si, Ame­ri­ka ve ge­nel iti­ba­rıy­la Ba­tı es­ki­den ol­du­ğu gi­bi Tür­ki­ye’yi ye­ni­den Ba­tı ek­se­ni­nin sa­dık bir oyun­cu­su ha­li­ne ge­tir­me­yi he­def­li­yor. Üçün­cü­sü, Oba­ma ül­ke­si­nin ol­duk­ça kö­tü olan ima­jı­nı dü­zelt­mek için Tür­ki­ye’ye gel­di. Dör­dün­cü­sü, Ame­ri­ka’nın baş­ta Af­ga­nis­tan, Irak, Kaf­kas­ya ve Or­ta­do­ğu ol­mak üze­re bir­çok prob­le­mi­nin çö­zü­mün­de Tür­ki­ye’ye ih­ti­ya­cı var. Be­şin­ci­si, Oba­ma’nın İs­lam dün­ya­sı­na me­sa­jı­nı, bü­tün İs­lam ül­ke­le­riy­le iyi iliş­ki­le­ri bu­lu­nan uz­laş­ma­cı Tür­ki­ye’den ilet­me­si da­ha olum­lu ve et­ki­li olur­du. İş­te bü­tün bu kay­gı­lar­la Oba­ma ilk res­mî yurt­dı­şı ge­zi­si­ni Ka­na­da’dan son­ra Tür­ki­ye’ye ger­çek­leş­tir­di. An­cak şu­nu da ek­le­mek ge­re­kir ki, söz ve ni­yet­ler­den çok da­ha önem­li olan fii­lî adım­lar­dır ve şim­di­ye ka­dar Oba­ma iyi ni­yet gös­te­ri­sin­den baş­ka bir şey yap­ma­dı. Bu­nun ye­ter­li ol­ma­dı­ğı da aşi­kâr.

Son ola­rak, önü­müz­de­ki dö­nem­de Or­ta­do­ğu’da tan­si­yo­nun dü­şü­rü­le­bil­me­si için ne­ler ya­pıl­ma­lı?
Eğer Oba­ma ger­çek­ten sa­mi­miy­se, ilk ola­rak Fi­lis­tin me­se­le­sin­den baş­la­yıp İs­ra­il’in ya­yıl­ma­cı po­li­ti­ka­sı­nı dur­dur­ma­lı. Da­ha son­ra hem Irak hem Af­ga­nis­tan’dan çe­kil­me­li. Dün­ya­nın en iş­gal­ci, sal­dır­gan ve sö­mür­ge­ci gü­cü Ame­ri­ka’dır. Sö­mür­ge­ci po­li­ti­ka bir stra­te­ji­dir Ame­ri­ka’da, mü­es­se­se­leş­miş­tir. Be­yaz Sa­ray’da kim olur­sa ol­sun, is­ter si­yah is­ter­se be­yaz fark et­mez, ic­raa­ta ge­lin­ce hep­si “be­yaz”dır. Ben iyim­ser de­ği­lim. Oba­ma sa­de­ce va­kit ka­zan­ma­yı he­def­li­yor. Tür­ki­ye de dâ­hil bü­tün ül­ke­le­rin sü­rek­li te­yak­kuz­da ol­ma­sı ge­rek­ti­ği­ni dü­şü­nü­yo­rum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder