20 Nisan 2010 Salı

BÜLENT YILDIRIM: "GAZZE'DE SİSTEMATİK BİR SOYKIRIM YAŞANIYOR"

Bülent Yıldırım ile söyleşi
Anlayış Dergisi, Sayı: 81, Şubat 2010, sf.64-68.
Konuşan: Z. Tuba Kor

27 Aralık 2008’de İsrail, Gazze’ye yönelik tarihinin en büyük katliamını başlattı. 22 gün boyunca bölgeye yağdırdığı bir milyon kilogram bombayla 1.400 Filistinliyi katletti, 5.500’ünü de yaraladı; Gazze’nin alt ve üst yapısını yerle bir etti. Hamas’ı iktidara taşıyan Filistinlileri cezalandırmak için 2006’dan bu yana uygulanan uluslararası ambargo devam ediyor, katliamın yaraları da sarılabilmiş değil. 1,5 milyon Gazzeli 365 kilometrekarelik küçücük bir toprak parçasında, İsrail’in (ve Mısır’ın) kuşatması altında hayatta kalma mücadelesi veriyor. İşte bu zulme sessiz kalmamak, ambargoyu kırmak ve Gazzelileri bir nebze olsun rahatlatmak için 6 Aralık’ta İngiltere’den yola çıkan “Filistin’e Yol Açık” yardım konvoyu, uzun ve meşakkatli bir yolculuğun ardından Gazze’ye ancak 6 Ocak 2010’da girebildi, Türk Dışişleri’nin diplomatik girişimleri sayesinde. Konvoyun organizatörü olan İngiliz Avam Kamarası üyesi George Galloway’in “Kesinlikle kahramanlardı… destekleri olmasa yardım götürmemiz mümkün olamazdı” dediği İHH İnsani Yardım Vakfı’nın genel başkanlığını yürüten ve konvoyun her aşamasında bizzat etkili olan Avukat Bülent Yıldırım ile bu konvoyun hikayesini, Mısır’ın engellemelerini, Gazzelilerin yaşadıklarını ve son dönemde faaliyetleriyle büyük ses getiren İHH’yı konuştuk.

Geçen sene Mart ve Temmuz aylarında George Galloway başkanlığında Gazze’ye iki yardım konvoyu gitmişti. İHH olarak siz de zaman zaman yardım götürüyorsunuz bölgeye. “Filistin’e Yol Açık” Konvoyu’nu öncekilerden farklı kılan nedir?
Öncelikle ambargo ile başlayalım. Gazze’ye yönelik ambargonun İslam tarihinde tek bir benzeri var; o da Mekkeli müşrikler tarafından Rasulullah (SAV)’e uygulanan. O dört yıl devam etmişti, Gazze’ye yönelik ambargo da dördüncü yılına girdi. Şu anda tamamen sistematik bir soykırım hadisesi yaşanıyor Gazze’de; fakat dünya buna adeta sessiz kalıyor. Gazze’deki çocukların %60’ı yetersiz beslenmekten dolayı sağlıklı değil. Yahudi tüccarlar Gazze’ye ticari mal sokuyorlar; ama yiyeceklerin kalorilerini sistematik bir şekilde düşürüyorlar. Bu da mevcut nesli, 15-20 sene içerisinde daha sağlıksız hale getirecek.
Savaş sırasında ciddi manada gündeme gelen Gazze’ye yönelik yardımlar, savaştan sonra ortaya çıkan engeller nedeniyle bölgeye ulaşmadı. Birçok kişi, STK ve hükümet Gazze’nin yanında yer aldı; ama tabir yerindeyse bunların hiçbiri karın doyurmadı. Bunun üzerine Gazze’de Ambargoyu Kaldırma Komisyonu oluşturuldu. Bu komisyon üç ayrı alanda çalışma yaptı. Bunlardan birisi de İngiltere’de George Galloway’in başlattığı özgürlük konvoyu. İlk konvoy, biz oradayken savaştan hemen sonra geldi; ama işin doğrusu Gazze’de bile pek ses getirmedi. İkincisi, Afrika üzerinden yola çıktı; ama 28 gün Refah Sınır Kapısı’nda bekletildi ve Mısır tıpkı bize yaptığı gibi taşlarla sopalarla saldırdı konvoya.

Mısır konvoyları engellemekle neyi hedefliyor?
Mısır’ın asıl hedefi, eziyet yaparak, korkutarak bu tip çalışmaların önü kesmek. Yaptığımız görüşmelerde bize açıkça “Akabe’den geçişinize izin verirsek, dünyanın her tarafından yeni konvoylar gelir ve bu da bizi rahatsız eder” dediler. Ancak bu tavrın 1,5 milyon Gazzeliyi ölüme mahkum ettiği açık. Mısır eğer dünyanın dört bir yanından gelecek konvoylara ve yardımlara kapılarını açıp geçişlerine izin verirse, Ortadoğu’nun lideri, yüzyılın kahramanı olabilir. Mısır kendi gücünün farkına varmayan ve kendi kendini yıpratan bir yönetim tarzıyla karşı karşıya.

“Filistin’e Yol Açık” Konvoyu’yla hedeflerinize ulaşabildiniz mi?
Daha önce Mısır “Yollar açık” demesine rağmen her defasında prosedürü uzatarak yardımların girişini engelledi. Getirilen üç-beş yardım da İsrail’in kontrolündeki kapıdan girdi. Mısır egemen bir ülke olmasına rağmen her şeyi İsrail’le ve İsrail’in istediği şekilde yapıyor. İşte biz bunun kırılması gerektiğine inanıyoruz. Bu ambargo bir şekilde ortadan kalkmalı; bu, yüzyılın ayıbı diye düşünüyoruz… Hedefimiz, bu üçüncü konvoyu biraz daha dünya kamuoyuna duyurmaktı. Canlı yayın aracı götürerek her safhada yaşadığımız olumsuzlukları ve güzel şeyleri duyurmaya gayret ettik. Birincisi, Türkiye’de bizim de katılmamızla birlikte, üçüncü konvoy diğer ikisinden çok daha fazla ses getirdi ve ambargonun delinebileceğini ortaya çıkardı. İkincisi, İsrail’in tek başına bu ambargoyu uygulamadığını; Ortadoğu’dan bazı ülkelerin doğrudan, bazılarının da dolaylı olarak ambargoya destek verdiğini görmüş olduk. Üçüncüsü, ambargoya destek veren ülkelerin halklarının buna taraftar olmadığını ve önümüzdeki günlerde yönetimlerini zorlayacağını fark ettik. Dördüncüsü, adalet ve vicdan ekseninde, özelde Türkiye’deki bütün kesimler birleşti; genelde de dünyada birçok STK, siyasetçi ve aydın konvoya destek verdi.

Konvoy normalde saldırının başlangıç tarihinin yıldönümü 27 Aralık’ta Gazze’de olmak istiyordu; ama Mısır’ın engellemeleri nedeniyle 5 Ocak’a kadar bölgeye giremedi. Mısır’da neler yaşadınız?
Biz Aralık’ın 27’sinde Gazze’de olmayı istedik ama olunmayacağını çok iyi biliyorduk. Onun için daha baştan “Hedef ayın 27’si; ama eğer bizi içeri almazlarsa, gerekirse günlerce sahilde, açık alanda yatarız” demiştik. Birbirlerinden çok farklı yüzlerce aktivist, dünyanın çeşitli yerlerinden Mısır’a, Kahire’ye geldiler. Buradan Ariş’e, oradan da Refah’a ulaşıp Gazze’ye gireceklerdi. Hedef, Türkiye’deki başörtüsü eyleminde olduğu gibi, el ele tutuşup Gazze’nin sahil şeridini bir baştan bir başa eylem bölgesi haline getirmek ve dünyanın dikkatini buraya çekmekti. Fakat Mısır çok akıllıca bir taktikle “grev kırıcılığı” yaptı; aralarında bazı Türklerin de bulunduğu 100 eylemciye izin verdi. Ne yazık ki bu taktiği algılayamayıp içeri girdiler. Bunun üzerine konvoy içinde ciddi problemler yaşandı. Geçen Mart’tan beri hazırlıkları yapılan böyle bir eylemin bu şekilde hedefine ulaşamaması bizi üzdü.
Aslında aynı taktiği bize de uygulamak istediler. “Yabancılar provokasyon yapıyorlar, bizim Türklerle problemimiz yok, yabancılardan ayrılıp sadece Türkler içeri girsin” gibi şeyler söylediler bize. Yabancılara da, özellikle İngilizlere “Sizin bu yaptığınız Ortadoğu’da Türkiye’nin Mısır’ın önüne geçmesine yarıyor, onun için siz onlardan ayrılın” dediler. Fakat her iki grup da birbirinden bilgileri saklamadığı için oyuna gelmedi, direndi. Mesela Suriye/Lazkiye’den dört uçakla arkadaşlarımızın hepsini Mısır/Ariş’e taşıdık. İlk heyette biz gitmiştik ve bize “Hiçbir arama olmadan siz çok kolay geçebilirsiniz” dediler. Tam 9,5 saat direndik orada. Biz eğer geçseydik, diğerlerine izin verilmeyecekti ki bu sonradan ortaya çıktı. Kısaca, aktivistlerin aralarındaki birlikteliği bozmayı hedeflediler. Ama konvoy soğukkanlı davranarak oyuna gelmedi.
Mısır’ın bir diğer taktiği de şu oldu: “Yardım malzemelerinizi Ariş Limanı’na getirin, orada Mısır Kızılayı’na teslim edin ve onlar içeriye soksun” dediler. Biz aslında bunu reddetmedik. Ama geçmişte bu usulü uyguladığımız her defasında yardım malzemeleri kadar da gümrükte bekleme ücreti verdik. Çünkü Mısır Kızılayı, yardım malzemelerini 3-3,5 ayda anca teslim alıyor, sonra bunu Gazze’ye sokabilmek için 7-8 ay İsrail’le görüşmelerini yapıyor ama sonunda “Bu iş olmuyor” diyor; zaman uzayınca mecburen yardım malzemelerinizi alıp dönüyorsunuz. İşte Mısır dünyaya kendini haklı çıkarmak için bu yolu gösterdi; fakat bu, doğru bir yol değildi. 18 yıldır faaliyet gösteren ve 120 ülkeyle çalışan uluslararası bir yardım kuruluşu olarak yardım faaliyetlerinin nasıl yapılması gerektiğini gayet iyi biliyoruz. Bu nedenle biz tekrar görüştük Mısırlı yetkililerle. Bütün güzergahımızı biliyorlardı.

İngiltere’den yola çıkan konvoy Türkiye’den Suriye’ye, oradan da Ürdün’ün Akabe Limanı’na gitti; ancak Mısır’ın itirazı üzerine Suriye’ye geri dönüp Lazkiye üzerinden deniz ve hava yoluyla Mısır’a geçebildi.Mısır “Biz daha baştan güzergahı Galloway’e söyledik, Akabe’den geçilmeyeceğini bildirdik ama buna karşı çıktılar” gibi bir propaganda yaptı.
Evet, söylendi ama 21 Aralık’ta. Galloway, ben ve konsolosluk oturup konuştuk ve Galloway Mısır’ın teklifini kabul etmedi. Çünkü “Tamam Lazkiye Limanı’na gidelim, o zaman Ariş’ten siz bizim malzemelerimizin hepsini içeri alacak mısınız?” diye sordu; “Hayır” dediler. “Birincisi, İsrail’den izin almanız gerekir; İsrail’le güvenlik anlaşmamız var. İkincisi, bütün malzemeleri BM’ye bağlı UNRWA teşkilatına vereceksiniz.” dediler. Ancak UNRWA sadece Filistinli mültecilere çalışıyor. Bunlar kabul edilmediği için Ürdün’ün Akabe Limanı’na gidildi. Akabe’de yapılan görüşmelerde bir yazılı metin üzerinde anlaştık. Mısırlılar kendileri, “İstediklerinizi kabul ediyoruz, Lazkiye’ye dönün, Ariş Limanı’na gelin” diye davet ettiler bizi. Dedik ki “Bakın 1.000 kilometre geri gideceğiz. Aramızda yaşlılar, araba kullanan 78-80 yaşında hanımefendiler var. Yolda kaza olur, Allah korusun. Ayrıca Lazkiye’ye gidince, İsrail’in tehdidi olduğu için gemi bulmakta zorlanacağız. Sonra gemilerle insan taşınamayacağı için uçaklar kiralayacağız...” Nitekim öyle de oldu. Tam 5.000 kilometreden fazla arabalarla yol gittik, daha sonra araçlar için gemi tuttuk, İsrail tehdit etti, yolcular için dört sefer uçak kiraladık ve sonuçta Ariş Limanı’na ulaştık. Konsolos bize “Gittiğinizde misafirperverliğimizi göreceksiniz” demişti…

Aslında gördünüz bir bakıma!…
Misafirperverliği gördük tabii. Ama bunların hiçbiri bizim İsrail’e olan karşıtlığımızı Mısır’a çevirmeye sebep değil. Yine de “Düşmanın taşı gelsin bağrımı delsin, dost elinden gelen gül göğsümde al kan olur.” Mısır’ı dost olarak görmek istiyoruz. Nitekim yeni konvoylar yapacağız...

Mısır Dışişleri Bakanı Ahmed Ebu’l-Geyt yardım konvoylarının ülkeleri üzerinden geçişine bir daha izin vermeyeceklerini söyledi ama.
Alacak, eğer insanlığı önemsiyorsa almak zorunda. Almadığı takdirde, -biz bir STK’yız, hiçbir hükümet ve hiçbir siyasi partiye bağlı değiliz- bu konuyu bütün dünyaya duyururuz, mücadelemizi yaparız. Bu ambargo kalkana kadar denizden, karadan, hatta gerekirse havadan yardımlarımızı ulaştıracağız ve sonunda bu ambargo kalkacak. Buna hiçbir ülke, hiçbir devlet, hiçbir ordu engel olamaz.

Siz Ariş’te beklerken taşlar atıldı, yaralananlar oldu; yine Gazzeliler ile Mısır askerleri çatıştı ve bir asker öldü. Bu olayların konvoyun amacını gölgelediği, bir insani yardım konvoyunun siyasi meselelere girmemesi gerektiği yönünde eleştiriler geldi. Bu eleştiriler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu eleştirileri sadece iki kişi dillendirdi ve bunlardan biri diğerinin yazısına atıfta bulundu. İkisi de çok sevdiğimiz, değerli aydınlarımız; ama bence Mısır’ı tanımadıkları, Gazze konusunu da çok irdelemedikleri ortaya çıktı… İnsani yardım kuruluşu olarak biz oraya topla tüfekle gitmedik. 350 kişiyle koskoca Mısır ordusuna savaş açacak da değildik. Aramızda 100’ün üzerinde kadın ve yaşlı vardı. Orada bir insani yardım kuruluşunun yapması gereken müzakereler, anlaşmalar yapıldı. Yanımızda siyasetçiler de vardı. Birdenbire taşlamaya başladılar ve biz kendimizi olayların içerisinde bulduk. Ne olayı siyasallaştırmak ne de kavga boyutuna çekmek gibi bir hedefimiz oldu. Biz yaralılara, ilacı olmayan çocuklara yardımın Mısır topraklarından gitmesi gerektiğini dünyaya duyurmak istedik ve bunda da başarılı olduk. Zannediyorum, bu süreçler çok iyi bilinmediğinden, Mısır’ın resmî söylemlerine göre yapılan tespitler, dışarıdan bakılınca doğru olarak algılanabiliyor.

Gerek Mısır’ın Türkiye Büyükelçisi gerekse Filistin lideri Mahmud Abbas, “Yardımları biz gönderiyoruz; ama Hamas hükümeti kendi siyasi çıkarları için bunu engelliyor” mealinde açıklamalarda bulundular.
Savaş sırasında ve sonrasında ben Gazze’deydim. Doğrudan Mahmud Abbas’a bağlı olan Filistin Kızılayı, hem Batı Şeria hem Gazze’de çalışıyordu, Gazze’deki yönetimle de irtibat içindeydi. Filistin Kızılayı gelen malzemeleri içeri sokabiliyor; ama bu malzemeleri nereden alıyor? İsrail’den. Bu malzemeler ya geciktiriliyor ve bu nedenle son kullanma tarihleri geçiyor ya da bir kısmına el konuluyor. Onun için Gazze’ye çok sağlıklı malzemeler giremiyor. Filistin Kızılayı’na verilen her malzeme zaten dağıtılıyor; ama bu malzemenin doğru dürüst geldiğini kimse iddia edemez.

Mısır, zannedersem sadece ilaçların ve tıbbi malzemelerin girişine izin verdi, çocuk mamalarını dahi acil yardım kapsamında görmeyerek geri çevirdi. Gazze’ye neler götürdünüz, neler yasak kapsamındaydı?
Aslında Mısır, sadece tıbbi malzemelerin bir kısmının, ambulansların ve listelerinde yer alan belirli ilaçların Refah Sınır Kapısı’ndan Gazze’ye girişine izin veriyor; diğerlerini tamamen İsrail’in kontrolündeki kapıya yönlendiriyor. Ama biz İsrail’e güvenmiyoruz. Organ çaldıkları basına yansıyan, hakkında böyle bir kanaat oluşan İsrail’e nasıl güvenebilirsiniz ki? Zaten İsrail gelen yardımları da çok uzun süre bekletiyor sınır kapısında… Biz götürdüğümüz bebek mamalarını içeriye soktuk; ama çok zorlandık. Normalde bebek maması ilaç kapsamında olmadığı için İsrail’in kontrolündeki kapıya gitmesi gerekiyor.

Araçların yaklaşık 50 tanesini Gazze’ye sokamadınız…
43 tane binek arabasının girişine izin vermediler. Taşlama hadisesi de bunun müzakereleri esnasında gerçekleşti. Bu arabaların hikayesi çok ilginç. Amerikalılar geçen sene Gazze’ye yardım götürmek için ellerinde bir miktar parayla Mısır’a gelmişler. Mısırlı yetkililer bunlara, şuradan şu arabaları alabilirsiniz demiş. Bu arabaları almışlar; fakat Mısır, daha sonra binek arabaları oldukları gerekçesiyle, Ariş Limanı’ndan içeriye sokmamış… Aradan bir sene geçti, bu konvoy oluşunca bize başvurdular. Limandaki bu arabaları alıp bizim konvoya katıp içeri girmeyi düşünüyorduk. Ama Mısırlı yetkililer, “Bunları buradan Mısır’a sokamayız. Başka bir ülkeye gidip plakaları değişecek ve öyle gelecek.” dediler. Ariş’ten gemi tutup arabaları Mersin’e getirdik. 500.000 dolar teminat vererek Mersin’de geçici plakalar yaptırdık. Fakat belki konvoya yetişemezler diye Mısırlı yetkililere ilk verdiğimiz listede bu arabalar yoktu. Mısırlılar da Türkiye’de bu araçlar için teminat yatırılıp geçici plaka alınması en az üç-dört gün sürer diye hesaplıyorlardı. Biz bunu bir günde yapınca, hemen ikinci listeyi götürdük. Akabe’den Lazkiye’ye yeni gelmiştik; “Arabalar Lazkiye’ye yetişiyor” dedik. Bize “Tamam” dediler. Bunun üzerine Mersin’den arabaları Lazkiye’ye getirdik ve iki konvoyu birleştirip tekrar gemiye bindirdik, Ariş’e geri getirdik. Ariş’e varınca bu sefer de “Bunlar İsrail’in kontrolündeki kapıdan geçecek” dediler. İsrail’in kontrolündeki bir kapıdan geçecek bu arabaların içerisine ne yerleştirilecek? Bu arabaları kullanacak Gazzeliler yarın öbür gün İsrail bombalarıyla vurulursa, bunun vicdan azabını nasıl çekeceğiz? Bu nedenlerle 43 arabayı geri alıp Suriye, Lübnan ve Ürdün’deki Filistin mülteci kamplarına dağıtmak üzere tekrar gemiyle Lazkiye’ye getirdik. Yani bu arabalar üç kere deniz yolu gördü.

Bir de Mısır konvoydan yedi kişiyi tutuklamaya çalıştı. Bunların da ilginç hikayeleri var.
Tabii oradaki bazı Mısır polislerinin yargılanması lazım. Bu çocuklara işkence yaptılar. Kendileri taş atıp provoke ettiler ki bunların hepsinin kayıtları var bizde; ondan sonra da bu çocukları tutuklama kararı çıkarttılar. Biz de “O zaman hep beraber burada kalır, direniriz” deyince sonunda hepsini bırakmak zorunda kaldılar. Birlikte geri döndük. Ancak biz Mısır’la ikinci bir konvoy için anlaşma yaptığımızdan dolayı bu insan hakları ihlallerini çok fazla gündeme getirmek istemiyoruz. Çünkü Mısır’ın da kendisini bu konuda gözden geçireceğine inanıyoruz. Bu konular çok gündeme gelince, toplumlar İsrail’den ziyade Mısır’a yüklenir ki bu da bizim istediğimiz bir şey değil. Umarım Mısır, yeni konvoyu taşlarla değil, çiçeklerle karşılar ve dünya üzerindeki imajını da tazeler.

Buradan sözü Gazze’ye getirelim. Gazze’ye girdiğinizde karşılaştığınız manzara neydi? Bir senedir İsrail saldırılarının yaraları sarılamadı; üstelik 2006’dan beri de bir ambargo var. Gazzeliler nasıl yaşıyor?
Gazzelileri İstanbul’da yaşadığımız duygularla algılamak çok zor. Gazze’de birkaç gün kalan insan, burada her şeyin çok farklı bir şekilde algılandığını hisseder. Gazzelilerin bir kere özgüvenleri yerinde. Yokluğa sabretmeyi biliyorlar. Direniş kültürleri çok iyi. Konvoyu karşılamaya gelen, ancak Mısır askerinin kurşunuyla belden aşağısı felç kalan 17 yaşında bir çocuk vardı. Hastaneye ziyaretine gittik; çocuk bizi görünce, “Siz gelebildiniz ya” dedi. Ailesi onu hastanede bırakmış, memleketine dönmüş; çünkü zaten aile içerisinde birçok şehitleri var. Yani her şey çok sıradan orada. Oradaki insanlar düğünü de şahadeti de bayram biliyorlar; hepsi bir onlar için. Bu dünya ile öbür dünya arasında sadece bir eşik olduğunu yakinen kabul etmişler. Gazze’de 6.500 tane yatakta olması gereken hasta var; ama hastanelerdeki yatak sayısı 2.000. Bunun yanında beslenme yetersizliği var. Gıda maddeleri karaborsada. Tüneller de kapatılınca her şey Yahudi tüccarların eliyle girecek içeriye. Kısaca Gazze’nin durumu bu… Ama yer gök sevinçti bizi görünce. Zaten konvoy Gazzelilerin talebi üzerine oldu; bunu ne bir siyasetçi ne de bir yardım kuruluşu yaptı. Gazzeliler ölüyor. Gazzeliler yavaş yavaş yok oluyor. Onlar bu sene içinde İsrail’in bir kez daha saldıracağını biliyorlar. Çünkü onlar Yahudileri, Siyonizm’i bizden çok daha iyi tanıyorlar. Biz coğrafi olarak da, kültürel olarak da onlardan uzağız; İsrail’in ne yapacağını bilmiyoruz. Ama Filistinliler onlarla iç içe; 90 yıldır işgal altında ve dünya siyasetini de bizden daha iyi biliyorlar.

El-Fetih ile Hamas arasında çok ciddi bir ayrışma var. Bir uzlaşma olmadan, bu ambargonun veya dramın hafifleyebilmesi mümkün mü?
Geçen sene İsrail’in saldırıları sırasında Refah Sınır Kapısı’ndan geçtik ve yakınımıza bir bomba düştü. 10 tane çocuğu olan bir arkadaş şehit oldu. Eşi bizi görünce “Hamas ile el-Fetih birleşseydi, İsrail bize bunu yapabilir miydi?” dedi… Hamas ile el-Fetih arasındaki barış görüşmelerinin devam etmesi ve mutlaka bir sonuca erişmesi gerekiyor. Ama şunu da unutmamak lazım: Bugün Gazze’ye yönelik bu ambargonun temel sebebi, Hamas’ın 2006’daki seçimlerde yüksek bir oy oranıyla iktidara gelmesi. Hem Filistin’in içerisinde hem Mısır’da hem de dünyada Hamas’ı bitirmek isteyen bir anlayış var. Ama anne-baba Hamas’a oy verdi diye yeni doğan çocukların dahi ambargoyla karşılaşması büyük haksızlık. Filistin yöneticileri ve Mısır, yeni doğan çocukları da mahkum ettiklerini bilmeli ve bir an önce bu anlayıştan vazgeçmeliler. Buradaki asıl problem, Mısır’ın Hamas’a bakışı. Eğer Mısır ve Abbas yönetimi, Filistin’in bütünlüğünü düşünüyorsa, Hamas’a ambargo uygulayarak değil onu özgürleştirerek, aynı masaya oturmak suretiyle bu birliği sağlayabilirler. Çünkü ambargo, sağlık açısından zarar verse de, direnişi ciddi bir şekilde güçlendiriyor.

Buradan İHH’ya geçelim. Bir insani yardım kuruluşundan çok daha ötesiniz. Faaliyet alanınız çok geniş. Mesela İsrail hapishanelerindeki Filistinli milletvekillerinin eşlerini, Irak hapishanelerinde işkence görenleri, Doğu Türkistanlıları getiriyor, dünyanın dört bir yanında yaşanan insan hakları ihlallerini kamuoyunun gündemine taşıyorsunuz.
Biz vakıf olarak, insan hak ve hürriyetleri ile insani yardım ayağını bir arada götürüyoruz. Çünkü bir bölgeye sadece insani yardım olarak ulaşmanın o toplumdaki çatışmaları ortadan kaldıracağına inanmıyoruz. Siyasi meselelerden kaynaklanan ciddi problemler var. Adam gelip saldırıyor ve diyor ki “Ben burayı işgal ettim; siz de vicdanlarınızı biraz rahatlatabilmek için benim vurduğum bu bölgedeki insanların karınlarını doyurun. Hem ben masraftan kurtulayım hem de bu şekilde sempati kazanayım.” İşte bu oyuna, uluslararası işgalcilerin bir parçası haline gelmemek lazım. Sadece insanların karnını doyurmak, saldırgan güçlere “Biz sizin aç değil, tok insan öldürmenizi istiyoruz” demek anlamına gelir. Yardım kuruluşları kendilerini kandırmasınlar, herhangi bir kriz bölgesinde, oradakilerin en fazla %10-15’ine ulaşabilirler; ama savaştan, doğal afetten veya sömürüden etkilenen koskoca bir kitle var. Bunlarla nasıl mücadele edeceksiniz? Mesela Doğu Türkistan meselesini nasıl masaya yatıracaksınız? Doğu Türkistan’daki insanların neler çektiğini bilemiyoruz ki, uluslararası gözlemcilere kapalı o bölge. Onun için mesela biz önümüzdeki aylarda Doğu Türkistan sempozyumu yapacağız. İnsani yardım kuruluşlarının bu yönüyle de ele alınması gerektiği, artık büyük STK’lar tarafından tartışılmaya ve kabul edilmeye başlandı.

Özellikle son senelerde Türk dış politikasında ikincil derecede aktörlerden biri haline geldiniz. Faaliyet gösterdiğiniz bölgelerde Türkiye’ye sempati ve güven duyulmasında büyük bir katkınız olduğunu düşünüyorum. Buna katılıyor musunuz? Bir de Türkiye’nin son yıllarda izlediği dış politika faaliyetlerinizi kolaylaştırıyor mu?
18 yıldır yaptığımız çalışmaların bölgedeki meyvelerini aldığımızı zannediyorum; bu çalışmalar gözlerin ve hislerin Türkiye’ye yönelmesine sebep oldu. Türk dış politikasında bir dönem sadece etnik yapıya dayalı bir çalışma vardı; bugün ise çok unsurlu çalışmalar söz konusu ve bunda bizim büyük katkımız olduğunu herkes söylüyor. Batı’da da Türkiye’de de bu konuyla ilgili üniversitelerde çalışmalar yapılıyor. Ayrıca tabii son dönemde Türk dış politikasının bizim çalışmalarımıza çok faydası olduğu da aşikâr. Çünkü birçok konuda paralel düşünüyoruz ve aynı şeyleri yapıyoruz. Arazide birlikte hareket ettiğimiz çok noktalar var. Yarı resmî veya resmî kuruluşlar birçok dengeyi gözetmek zorundayken, STK’lar hızlı hareket edebiliyorlar. Mesela biz Haiti’ye çok hızlı ulaşabildik. Çünkü Amerika’da ve Dominik Cumhuriyeti’nde arkadaşlarımız var. Hemen oradan malzemeleri alıp deprem bölgesine ulaşabiliyorlar veya yağmacıların olduğu yere girebiliyorlar. Ama resmî kuruluşlar, Haiti’deki resmî birimlerle irtibat kurmak ve güvenlik sorununun aşılmasını beklemek mecburiyetinde. Kısaca şunu belirteyim, STK’lar ne kadar aktif olursa, o STK’ların merkezlerinin bulunduğu ülkeler de dünyada o kadar güçlü hale gelir.

18 yıllık tecrübelerinizden hareketle sormak istiyorum: Sizce dünyada yaşanan problemlerin temel kaynağı nedir? Bunların çözümü için neler yapılmalı?
Bizim de geçmişten beri birçok seyyahın da, özellikle İslam dünyasında ve sömürgeleştirilen toplumlarda tespit ettiği üç temel problem var ki Said-i Nursi Hazretleri de bunu söylüyor: Cehalet, fakirlik ve aradaki ihtilaflar. Eğer siz cehaleti ortadan kaldırıp eğitime ağırlık verirseniz, diğer ikisi kendiliğinden ortadan kalkar.

Peki, bahsettiğiniz konularda siz neler yapıyorsunuz? Faaliyetlerinizden de bahsedebilir misiniz?
Birçok bölgede hastaneler, okullar, su kuyuları açıyoruz. İnsani ihtiyaçları karşılamaya çalışıyoruz. Ayrıca yetimlere önem veriyoruz. Haiti’de de şu anda 700 tane yetimin bakımını üstlendik ve bunun sayısını gittikçe artıracağız. Bunların dışında bizim için asıl önemli olan, problemlerin kaynağına inebilmek, ki indiğimizde önümüze hak ihlalleri geliyor. İHH’nın girdiği alan aslında burası. Sempozyumlar düzenleyerek Mescid-i Aksa’yı, Balkanlar’daki meseleleri vs. gündeme getiriyoruz. Faaliyet alanımız çok geniş olmakla birlikte, hepsi oldukça planlı ve sistematik bir şekilde ilerliyor. Zannediyorum 10 sene içerisinde, dünyanın pek çok ülkesinde eğitim müesseseleriyle beraber, özellikle cehaletle olan mücadelede ciddi bir yol almış olacağız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder