Z. Tuba Kor, Anlayış Dergisi, Sayı: 15, Ağustos 2004, s. 70-71.
NOT: Her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.
İŞGAL altındaki Filistin topraklarında Haziran 2002’de inşasına başlanan “güvenlik duvarı” uluslararası kamuoyunda yoğun tartışmalara yol açtı. 8 Aralık 2003’te Genel Kurul kararıyla konunun Lahey Uluslararası Adalet Divanı (UAD)’na sevkinin ardından, 9 Temmuz’da açıklanan istişarî görüş ile tartışmalar yepyeni bir boyut kazandı. Sadece ABD’li yargıcın muhalefet ettiği karar, Divan’ın 58 yıllık tarihinde bildirdiği en net ve kapsamlı istişarî görüş olması ve İsrail’in hukuk dışı uygulamalarını üzerinde ihtilafa mahal bırakmayacak şekilde ortaya koyması bakımından uzun süre gündemde kalacağa benziyor.
İsrail’in, Divan’ın güvenlik duvarı konusunda görüş bildirme yetkisinin olmadığı ve mevcut barış çabalarını baltaladığı yönündeki itirazları reddedildi. İsrail’in vatandaşlarına yönelik terörist saldırılara meşruiyet sınırları dahilinde karşı koyma hakkı olduğunu vurgulayan Divan; duvarın planlanan rotasıyla Filistinlilerin haklarını ağır biçimde ihlal ettiğini, kendi kaderlerini tayin hakkını ellerinden aldığını ve ulusal güvenlik gerekçesiyle bunların meşrulaştırılamayacağını bildirdi. Bu sebeple duvar inşasına derhal son verilmesi, tamamlanan kısımların en kısa zamanda yıkılması ve topraklarına el konan ve evleri yıkılan Filistinlilere tazminat ödenmesi kararına vardı. Sadece duvara ilişkin görüş bildirmekle kalmayan Divan, İsrail’in işgal altındaki topraklarda yürüttüğü faaliyetleri bir bütün olarak ele aldı. Bu bağlamda yerleşim faaliyetlerinin illegal olduğunu vurgulayarak işgal altındaki toprakların sınırlarını açıkça beyan etti ve bu sınırlar dahilinde İsrail’in uluslararası hukuka uymakla yükümlü olduğunun altını çizdi. Duvar tartışmalarını Filistin-İsrail arasında sınırlı bir konu olarak görmeyip, uluslararası barış ve istikrarın bir parçası olarak değerlendirdi ki bu, gelecekte atılacak adımlar açısından oldukça önemlidir. Çünkü BM kurucu anlaşmasına göre barışa karşı bir tehdit, ihlal veya saldırı varsa ve Güvenlik Konseyi’ndeki daimi üyelerin veto hakkı dolayısıyla harekete geçilemiyorsa, Genel Kurul “uluslararası barış ve istikrarı korumak” amacıyla derhal toplanıp gerekli tedbirleri alabilir. Divan bu şekilde ABD vetosuna takılmadan İsrail’e yaptırım uygulanmasının önünü açmış oldu. Bununla da yetinmeyip tüm devletleri duvar inşasıyla ortaya çıkan gayrimeşru durumu tanımamaları, inşaatın devamını sağlayacak yardımları kesmeleri ve İsrail’in uluslararası hukuka uymasını sağlamaları hususunda uyardı. İsrail hükümetinin duvarın geçici olduğu ve kalıcı bir anlaşmaya varılması durumunda kaldırılacağı güvencesini inandırıcı bulmayan Divan, duvarı ve ortaya çıkardığı sonuçları “emrivaki” olarak nitelendirip, bunun ileride de facto ilhak haline gelebileceğine dikkat çekti.
Filistinlilerin serbest dolaşım, çalışma, mülkiyet, sağlık ve eğitim imkanlarını engelleyen ve en verimli arazilerle su kaynaklarını elinden alan duvar hakkında bu ayrıntılı karar farklı tepkilere yol açtı. Filistin Başbakanı Ahmed Kurey kararı “tarihî” olarak yorumlarken, Arafat Filistin halkı için bir zafer olarak nitelendirdi. Duvarı Filistinli intihar eylemcilerinin sızmasını engellemek için yaptıklarını ve sorunu ancak Filistinlilerle yapacakları görüşmeler yoluyla çözebileceklerini belirten İsrail tarafı beklendiği gibi çok sert tepki gösterdi. Kararı “siyasi” olarak mütalaa eden İsrail, buna karşı tüm yolları kullanarak mücadele edeceklerini ve daha önce İsrail mahkemesinin güzergah değişimi yönünde aldığı karar uyarınca inşaata devam edeceklerini vurguladı. Karardan iki gün sonra Tel Aviv’de düzenlenen intihar saldırısına ilişkin açıklama yapan Şaron, saldırının Uluslararası Adalet Divanı himayesinde düzenlendiğini, İsrail’in duvarın inşa sebebini göz ardı eden Divan’ın “tek taraflı” görüşünü tamamen reddettiğini tekrarladı. İsrail’in takındığı bu tutumun ardında en yakın müttefiki ABD’den aldığı destek olduğu unutulmamalı. 1986 yılında Nikaragua’ya yönelik saldırgan tutumundan dolayı Divan’ın kendisi aleyhine verdiği, üstelik de bağlayıcı olan kararı tanımayan ABD, geçtiğimiz günlerde Temsilciler Meclisi’nden İsrail’in duvar inşasını destekleyen ve bunun BM ve UAD’ye gönderilmesini kınayan bir karar çıkardı.
Divan’ın kuruluşundan bu yana aldığı 24 istişarî görüşten en dikkat çekicisi olan bu karar aslında bağlayıcı değil; ancak Güvenlik Konseyi veya Genel Kurul’un alacağı kararlara zemin teşkil etmesi bakımından büyük öneme sahip. 1971’de Güney Afrika Cumhuriyeti’nin bugünkü Namibya topraklarını işgal etmesi üzerine Divan’da alınan bağlayıcı olmayan benzerî bir kararın ardından yürürlüğe konan siyasi ve ekonomik ambargolar, 90’ların başında ırkçı rejimin yıkılmasını sağlamıştı. Benzerî bir süreç, kararı tanımadığını söyleyen İsrail’in yalnızlaşmasını ve geri adım atmasını sağlayabilir. 19 Temmuz’da Genel Kurul’da 6’ya karşı 150 oyla İsrail’in Divan’ın istişarî görüşüne uyması yönünde bir karar alındı. Ancak bu karar uyarınca İsrail’e karşı atılacak herhangi bir adımın etkili olması, uluslararası toplumun vicdanına ve kararı uygulamaya ne derece hazır olduğuna bağlı. Eğer bu yönde kesin bir kararlılık ortaya konamazsa, tıpkı daha önce İsrail’e yönelik olarak BM’de alınan sayısız karar gibi bu da tarihin çöplüğüne atılacaktır.
Kınanma Rekoru İsrail’de
İsrail’in kendisini hukukun üstünde saymasının tek örneği duvar kararı değil. 6-8 Temmuz tarihleri arasında Atom Enerjisi Ajansı (AEA) Müdürü Muhammed el-Baradey’in nükleer silahlardan arındırılmış bir Orta Doğu vizyonuyla yaptığı ziyarette İsrail, Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması(NPT)’nı imzalamayacağını ve BM’nin denetimine izin vermeyeceğini bir kez daha açıkladı. Orta Doğu’nun NPT’yi imzalamayan ve AEA’nın denetimine karşı çıkan tek ülkesi İsrail, ziyaret sırasında İran’ı hedef göstererek dikkatleri kendi üzerinden kaydırmaya çalıştı.
İsrail son aylarda hukuk dışı uygulamaları dolayısıyla Yeni Zelanda ile de gerginlik yaşıyor. Gerginliğin sebebi Mart ayında sahte pasaport elde etmeye çalışırken yakalanan iki Mossad ajanı. Daha önce Mossad ajanlarının sahte pasaportlarla üçüncü ülkelerde illegal bazı operasyonlar düzenlemesi Yeni Zelanda hükümetini endişelendirdi. Bu durumu egemenliğinin ve uluslararası hukukun ihlali olarak gören hükümet, İsrail’den beklediği özür ve açıklamanın üç aydır gelmemesi üzerine, 15 Temmuz’da bazı diplomatik müeyyideleri yürürlüğe koydu. Ancak konuyla ilgili herhangi bir açıklama yapmaktan kaçınan İsrail hükümeti sessizliğini koruyarak konunun gündemden düşmesini bekliyor.
İzlediği uluslararası hukuka aykırı politikalarla BM’den en çok kınama alan ülke İsrail, en yakın müttefiki ABD’den aldığı destekle tüm dünyaya meydan okumaya devam ediyor. İsrail’in uluslararası hukuku hiçe sayan sayısız uygulamalarına karşı Divan’ın verdiği karar uluslararası kamuoyu için yeni bir fırsat doğursa da bunun iyi bir şekilde değerlendirilebileceği meçhul. Zira İsrail’in devlet terörü uyguladığını açıkça ortaya koyan ve İsrail Başbakan Yardımcısı Ehud Olmert’in Türkiye ziyaretinde kendisine randevu vermeyen Başbakan Erdoğan’a yönelik tepkiler ve benzer şekilde İsrail politikalarını eleştiren kişi ve devletlere karşı takınılan tavırlar dikkate alındığında, Divan kararının uygulanmasının hiç de kolay olmayacağı anlaşılıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder