Z. Tuba Kor, Anlayış Dergisi, Sayı: 65, Ekim 2008, sf. 47, 50-51.
NOT: Her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.
NOT: Her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.
GEÇTİĞİMİZ yüzyıl boyunca Türkiye’nin komşularıyla ilişkileri zaman zaman krizlere varan problemlerle malul oldu: Ortak tarihî tecrübelerden kaynaklanan husumet, rejim farklılıklarının neden olduğu önyargılar, Soğuk Savaş yıllarında ideolojik kutuplaşma, bölgesel rekabet ve/veya ittifaklar, toprak ihtilafları, doğal kaynakların paylaşılamaması ve bütün bunların tetiklediği güvenlik kaygıları... Bu problemlerin kıskacında Türk dış politikası, dört tarafın düşmanlarla çevrili olduğu psikolojisiyle yönetildi. Soğuk Savaş yıllarının kuzeyden gelen komünizm ve Sovyet tehdidi, SSCB’nin yıkılması ve Körfez Savaşı’nın ardından Kürt ayrılıkçılığı ve radikal İslam’la yer değiştirdi; 1992’de İran, Irak ve Suriye yeni düşmanlar olarak ilan edildi. 90’lı yıllar boyunca Türkiye’nin güney komşularıyla ilişkilerini güvenlik kaygıları şekillendirdi.
Husumetten İşbirliğine Türkiye-Suriye İlişkileri
Çok değil bundan tam on sene evvel Türkiye-Suriye ilişkileri, Ankara’nın savaş tehdidiyle en zor günlerini yaşıyordu. Uzun yıllar yazının başında zikrettiğimiz bütün problem alanlarıyla malul olan Şam-Ankara ilişkileri, ne olmuştu da sadece on sene içinde bir başka örneğine zor rastlanacak şekilde her alanda iyileşmişti?
Husumetten işbirliğine geçişte dönüm noktası, Ankara’nın tehditleri karşısında Şam’ın elindeki en önemli dış politika kozunu bırakmak zorunda kaldığı Ekim 1998’deki Öcalan Krizi oldu. Şam’ın Öcalan’ı topraklarından çıkarması ve PKK’ya desteği tamamen kesmesi, Öcalan’ın dört ay sonra yakalanmasına ve örgütün Eylül 1999’da silahları bırakmasına zemin hazırladı. Bu durum sadece ikili ilişkileri değil, genel olarak Türk dış politikasını da rahatlattı. 90’lı yıllar boyunca pek çok ülkeyle ilişkilerimizi esir alan PKK faktörünün -en azından beş sene boyunca- devre dışı kalması ve güvenliğin geri plana düşmesi, Ankara’nın Soğuk Savaş psikolojisinden yavaş yavaş kurtulmasını sağladı. Aralık 1999’da AB’den adaylık statüsü alınmasının da önünü açan bu süreç, içeride reformları ve demokratikleşmeyi başlatırken, dış politikanın “Ortak Güvenlik ve Dış Politika” ve “Komşuluk Politikası” çerçevesinde AB ile uyumlulaştırılması zaruretini beraberinde getirdi. Bu bağlamda İsmail Cem öncülüğündeki dışişlerinin başlattığı açılımlar, Kasım 2002’de iktidara gelen AKP’nin “komşularla sıfır problem” yaklaşımını dış politikanın temel esaslarından biri haline getirmesiyle ivme kazandı.
Başlangıçta temkinli adımlarla ilerleyen ilişkilerde 2003’ten itibaren çok hızlı bir iyileşme yaşandı. Bunda dış etkenler de şüphesiz etkiliydi. ABD’nin Irak’ı işgaliyle bölgede dengelerin değişmesi sonucu Ankara ile Şam’ın tehdit algılamaları örtüşmeye başladı. 1 Mart Tezkeresi’nin TBMM’den geçmemesi ve genel Irak politikası Türkiye’nin Şam nezdinde itibarını artırırken, ABD’nin yoğun baskısına rağmen Suriye’nin ekonomik ve diplomatik tecridine Ankara’nın ortak olmaması güveni pekiştirdi. Güneyde İsrail, doğuda ABD/Irak ile çevrili olan Suriye için kuzeyindeki Türkiye nefes alabileceği tek komşusu haline geldi.
Öcalan faktörünün denklemden çıkması ve güvenlik probleminin çözülmesinin ardından Ankara ile Şam geçmişi unutup rasyonel bir dış politika çerçevesinde geleceğe odaklanmayı tercih etti. 2003’ten itibaren üst düzey yetkililerin giderek artan karşılıklı ziyaretleri ve imzalanan pek çok anlaşma ile ilişkiler tahmin edilemeyecek boyutlara ulaştı. İlişkiler, ideolojik konulara hiç değinilmeden ve Hatay, su gibi temel ihtilafların çözümü zamana bırakılarak ortak çıkar, karşılıklı saygı ve iyi komşuluk ilkeleri temelinde geliştirildi; yeni işbirliği alanları açıldı. Tıpkı AET/AB’nin oluşumundaki gibi, başlangıçta siyasi bir ivmenin ardından sağlanacak ekonomik alanda karşılıklı bağımlılığın, barışçıl metotlarla problem çözümünün önünü açacağı beklentisiyle hareket edildi.
Bugün ulaşımdan ticarete, turizmden tarıma, enerji alanında işbirliğine kadar her alanda sıkı ekonomik ilişkiler geliştiriliyor. Sınırın çatışmadan işbirliği alanına dönüşmesi için ortak projeler üretiliyor. Bu süreçte Hatay ve su ihtilafları ilişkilerin önünde bir engel olmaktan çoktan çıktı. 2004’te Serbest Ticaret Anlaşması’na imza koymak suretiyle Şam mevcut sınırı fiilen kabul etti. Sınırda Asi Nehri üzerinde dostluk barajı kurulması projesi de bunu teyit eder nitelikte. PKK ve terör meselesi bugün önemli bir işbirliği alanına dönüşmüş durumda; askerî alanda eğitim ve teknik-bilimsel işbirliği anlaşmaları imzalandı. Kültürel yakınlaşmaya yönelik de adımlar atılıyor. Böylece yaklaşık bir asırdır entelektüellerin ve yönetici elitlerin kimliklerini ve dünya görüşlerini etkileyen ve dış politika davranışlarını belirleyen tarihî-psikolojik engeller dağıldı. Hatta Türkiye artık Suriye için Batı’yla problemlerini aşmada bulunmaz bir fırsata dönüştü. Uluslararası arenada sıkışmışlığını barış görüşmeleri ile aşma çabasında olan Şam, Türkiye’nin İsrail ile arasında arabuluculuk yapmasından da oldukça memnun. Türkiye’nin bugün Ortadoğu’da etkili bir aktör olmasında ise Suriye ile kurduğu yakın ilişkinin katkısı oldukça fazla.
Zorlu İmtihan: Türkiye-Irak İlişkileri
ABD işgaliyle bütün dengeleri altüst olmuş, parçalanmanın eşiğine gelmiş “özgür ve demokratik” Irak, altı yıldır Ankara’nın en zorlu imtihanlarından biri durumunda. İşgal öncesinde Türkiye’nin inisiyatifiyle başlayan Irak’a Komşu Ülkeler toplantıları, hem Irak ve çıkarları birbirinden çok farklı olan komşuları arasında diyalogların kurulmasına vesile oldu hem de Irak’ın yeniden yapılanmasında etkili bir platform haline geldi. Gerek bu inisiyatif gerekse ABD’nin baskısına rağmen TBMM’nin 1 Mart Tezkeresi’ni reddederek işgale ortak olmaması, Türkiye’nin Irak’a yapacağı açılımların sonuç vermesinde önemli birer başlangıç oldu.
Irak’ta yaşanan iç savaşı andıran çatışmalar bölge genelinde Sünni-Şii kutuplaşmasını su yüzüne çıkarırken, Türkiye tüm gruplarla eşit mesafede siyaset izleyerek ve her biriyle temasını sürdürerek tarafların güvenini kazandı. Sünnilerin seçimlere girmesini teşvik ederek siyasi alanda temsillerini sağlarken, Sünniler ile Şiiler arasında yaşanan siyasi krizlerde arabuluculuk yaptı. Bu adımlar güçlü bir merkezî yönetimin kurulması ve böylece Irak’ın parçalanmasının önüne geçilmesi için de elzemdi.
Irak merkezî yönetimi ve Sünni-Şii gruplarla ilişkiler iyi bir düzeye ulaşsa da, Kuzey Irak’taki yönetim ve Kürtlerle gerginlik tırmandı. Zira bağımsız bir Kürt devleti ihtimali, PKK’nın saldırılarını artırması ve Kerkük’ün kaderi gibi problemler Ankara’nın geleneksel korkularını yeniden alevlendirdi. Karar alıcılar arasında uygulanacak politikalar konusunda Suriye örneğindeki gibi bir uzlaşma olmaması, dahası bir kesimin kaba güce ve tecride dayalı politikaları ısrarla savunması, hükümetin uzun süre yalpalamasına yol açtı. Aralık 2007’de başlayan sınırlı hava ve kara operasyonlarını ise yeni açılımlar izledi. Özellikle Kürt grupları muhatap almanın ilk kez devletin zirvesinde kabul görmesiyle Mart ayında Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin Türkiye’ye gelmesi önemliydi. Bu süreçte siyasi ve askerî gerilimlere rağmen Türk işadamları ve müteahhitlerin Kuzey Irak’taki faaliyetlerini giderek artırdıklarını da vurgulamak gerekir.
Temmuz 2007 seçimlerinden sonra Türkiye ile Irak arasında karşılıklı üst düzey ziyaretler iyice arttı. Bu süreçte enerji ve siyaset-güvenlik alanlarında imzalanan mutabakat muhtıraları ile Terörle Mücadele İşbirliği Anlaşması’nı, Temmuz 2008’de Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi kurulması takip etti. İlişkilerde yepyeni bir döneme işaret eden bu konseyle siyaset, ekonomi, enerji, su kaynakları, kültür ve güvenlik alanlarında işbirliği yapılması ve uzun vadeli Stratejik Ortaklık ilişkisi geliştirilmesi öngörülüyor. İmzalanacak anlaşmalar ve üretilecek ortak projelerle, tıpkı AB örneğinde olduğu gibi, ekonomik entegrasyonun sağlanması ve ortak bir güvenlik alanı oluşturulması hedefleniyor.
Komşularla sıfır problem yaklaşımının en önemli meyvesi olan bu konsey eğer amacına ulaşırsa, Irak’la ilişkiler Suriye’yle ilişkilerden çok daha iyi bir düzeye gelecek; Türkiye’nin iç korkularından kurtulabilmesinin, işgal altında geçmişi yağmalanmış ve geleceği ipotek altına alınmış Irak’ın ve Iraklıların ise daha hızlı toparlanabilmesinin önü açılacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder