Düşünce Gündem Dergisi, Sayı: 22, Eylül 2006
1967 Savaşı’nda altı günde üç Arap ülkesinin ordularını mağlup eden İsrail, 34 günde Hizbullah gerillalarını püskürtemedi ve başlangıçta ilan ettiği hedeflerin hiçbirine ulaşamadı.
İsrail Başbakanı Ehud Olmert, Gazze plajında bir ailenin katledilmesinin ardından “Dünyanın en ahlaki ordusuna sahibiz.” diyordu. 12 Temmuz’da başlayan Lübnan’a yönelik operasyon, İsrail işgal ordusunun ne denli ‘ahlaklı’ olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Operasyonla iç savaşın (1976-91) ve İsrail işgalinin (1982-2000) ardından yaralarını hızla saran ve adeta yeniden inşa edilen Lübnan’ın üçte biri bir kez daha enkaza döndü.
Operasyonun bahanesi, Hizbullah’ın sekiz İsrail askerini öldürüp ikisini kaçırmasıydı. Ancak, ABD’nin Afganistan ve Irak’ı işgalinin ve rejim değişikliklerinin ardından, Ortadoğu’da Suriye ile İran lehine bozulan stratejik dengenin tekrar yerli yerine oturtulması ve nükleer güç olma yolunda ilerleyen İran’ın engellenmesi gerekiyordu. Bunun için de ilk olarak, İsrail’in güvenliğine yönelik temel tehdit olan ve Suriye ile İran tarafından desteklenen silahlı gruplar tasfiye edilmeliydi. İşte operasyonun asıl amacı buydu; zaten ABD Dışişleri Bakanı Rice’ın, “Yeni bir Ortadoğu'nun zamanı geldi.” sözü de bunu doğrulamakta.
Ancak İsrail-ABD ikilisi umduğunu bulamadı. 1967 Savaşı’nda altı günde üç Arap ülkesinin ordularını mağlup eden İsrail, 34 günde Hizbullah gerillalarını püskürtemedi ve başlangıçta ilan ettiği hedeflerin hiçbirine ulaşamadı; ne kaçırılan İsrail askerlerinin serbest bırakılmasını sağlayabildi ne de Hizbullah’ı Güney Lübnan’dan silip, füzelerini yok edebildi. Aksine Hizbullah’ın attığı füzelerle ilk kez kendi evinde bu ölçüde bir saldırıya uğrayan İsrail’de hayat felce uğradı. Askeri gücünün etkinliği ve caydırıcılığı tartışılır oldu. Orduya ve hükümete olan güven sarsıldı.
Savaşın bilançosu ise oldukça ağır. Lübnan tarafında üçte biri 12 yaşından küçük çocuk olmak üzere 1084 sivil hayatını kaybetti. 40 Lübnan güvenlik gücünün yanı sıra, 80 Hizbullah gerillası ile dört BM gözlemcisi ve bir UNIFIL askeri öldü. 3700 kişi ise yaralandı. Nüfusun dörtte biri (yaklaşık bir milyon kişi) yerinden edilirken, 220 bin kişi de Lübnan'ı terk etti. 30 bin ev ve işyeri yok edilirken, 100 bin Lübnanlı evsiz kaldı. 630 kilometrelik karayolu, 145 köprü ve üst geçit, havayolları, limanlar, hastaneler, su arıtma tesisleri ve pompalama istasyonları, elektrik santralleri kısmen ya da tamamen yıkıldı. Akdeniz'e sızan 30 bin ton petrol çevre felaketine sebep oldu. Yıkımın maliyetinin altı milyar dolar olduğu sanılıyor. İsrail ayrıca saldırılarında sivillere yönelik misket bombası ve çeşitli kimyasal maddeler kullandı.
İsrail tarafında ise 117 asker ve 41 sivil öldü. 583 sivil ve 312 asker yaralandı. 500 bine yakın sivil evini terk etti. 4000 civarında Hizbullah füzesi İsrail topraklarına düşerken, İsrail ordusu 100 binden fazla havan topu attı, 12 bini aşkın hava akını düzenledi.
Bu rakamlar aslında Hizbullah'ın sivilleri hedef almama noktasındaki hassasiyetini net bir şekilde ortaya koyuyor. Zira öldürülen İsrailliler içindeki sivillerin oranı yaklaşık %30 iken, Lübnanlı sivillerin oranı %90'lara ulaşıyor. Ancak İsrail bu oranları kabul etmiyor; zira ona göre Güney Lübnan ve Beyrut'un güney mahallelerindeki çoğunluğu Şii olan halk zaten Hizbullah mensubu, yani terörist.
BM Güvenlik Konseyi’nin, kayıpların ve yıkımın bu denli ağırlaşmasının ardından alabildiği 1701 sayılı karar uyarınca 14 Ağustos’ta ateşkes sağlandı. Ancak karar İsrail’i kollayan muğlak ifadelerle dolu. Savaşın başlamasından Hizbullah sorumlu tutulurken, örgütün tüm saldırılarını durdurması ve kaçırılan askerleri derhal ve koşulsuz serbest bırakması isteniyor. Hizbullah'tan tüm saldırılarını, İsrail'den ise sadece “taarruz saldırılarını” durdurmasını isteyen BM kararı, İsrail'in “meşru müdafaa” söylemiyle saldırılarını sürdürmesinin önünü açıyor. İsrail hapishanelerindeki Lübnanlı esirler konusu da zamana bırakılıyor. İsrail’in aleni saldırganlığına rağmen iki tarafın kayıpları eş tutuluyor. Bu haliyle hukuka ve ahlaka sığmayan karar, İsrail’in askeri yoldan başaramadığı Hizbullah’ın silahsızlandırılması görevinin, diplomasi yoluyla Güney Lübnan’a konuşlandırılacak Lübnan ordusu ve uluslararası güce havale edildiği izlenimini veriyor. Ancak işgal kuvvetlerini ülkeden çıkaran meşru bir direniş gücü olarak Lübnan’da resmen kabul gören ve İsrail’e karşı verdiği bu son mücadele ile Sünnisiyle-Şiisiyle tüm Arap ve Müslüman halkları arasında prestiji artan Hizbullah’ın tasfiyesi hiç de muhtemel görünmüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder