20 Nisan 2010 Salı

Z. TUBA KOR: "LÜBNAN, ORTADOĞU'NUN BİR AYNASI"

Z. Tuba Kor ile söyleşi
Anlayış Dergisi, Sayı: 82, Mart 2010, sf. 74-75.
Konuşan: Fatmanur Altun


Türk kamuoyu Lübnan’ı tanımıyor. Zihinlerde medyanın da desteğiyle oluşan, bombaların patladığı, yakılmış-yıkılmış binaların yer aldığı, karmakarışık bir Lübnan imajı var. Siz bu imajları aşan bir çalışma ortaya koydunuz. Lübnan’a olan ilginiz nereden doğdu ve neden böyle bir çalışma kaleme aldınız?
Yüksek lisansta Ortadoğu’nun klasik konularının dışına çıkma isteğimle bağlantılı olarak hazırladığım Lübnan İç Savaşı’na dair iki ödevle başladı Lübnan maceram. Araştırdıkça Lübnan beni kendisine çekti. Çünkü klasik ulus-devlet mantığıyla anlaşılamayacak, oldukça karmaşık ve farklı bir yapı, bir tezatlar ülkesi... Ardından İHH İnsani Yardım Vakfı’nın “İslam coğrafyası” serisi için yazdığım Lübnan: İç Savaşların Gölgesinde kitabı Mart 2006’da yayınlandı. 2008’de üçüncü baskı için güncelleme talebi geldiğinde, kitabı yeniden yazmayı tercih ettim. Çünkü bu süreçte Lübnan’a ilişkin kapsamlı bir Türkçe kitaba ihtiyaç olduğunu değişik vesilelerle defalarca müşahede ettim. Gerek dış politikada gerekse akademik camiada yıllarca ihmal edilmiş olmasının da etkisiyle Lübnan’a dair hatırı sayılır bir literatür oluşmamıştı, her ne kadar son birkaç senedir bu ülkeyi konu alan önemli bazı yayınlar yapılmış olsa da.
Ortadoğu’nun Aynası Lübnan’da bu ülkeyi coğrafyası, nüfus yapısı, sosyo-ekonomik durumu, kültürel hayatı, tarihi, siyasi hayatı, iç savaşları, insan hakları ihlalleri ve uluslararası politikadaki yeri ile birlikte bir bütün olarak ele aldım. Kitap çalışması bağlamında Mart 2009’da Lübnan’a bir ziyaret gerçekleştirmiştim. Hem Lübnanlı siyasetçiler ve akademisyenler ile Filistinli uzmanlarla yaptığım röportajlara hem gezi notları ile fotoğraflara yer vererek, okuyucuya içeriden bir bakış da sunmuş oldum.

Kitabınızın başlığı Ortadoğu’nun Aynası Lübnan. Lübnan neden Ortadoğu’nun aynası? Bu temsil kabiliyeti nereden geliyor?
Lübnanlıların bizzat kendileri ülkelerini “Ortadoğu’nun aynası” olarak nitelendiriyorlar. Aslında Lübnan’ın beni kendisine çeken özelliklerinden biri de buydu. Lübnan’daki her iç karışıklığın, bölgede bir karşılığı vardır mutlaka. Mesela son 5-6 yıldır Lübnan’da yaşanan bütün krizler ve çatışmalar, aslında Arap-İsrail çatışmasından ABD-İran/ABD-Suriye rekabetine, Sünni-Şii geriliminden Filistin meselesine kadar tüm bölgesel problemlerin ve kutuplaşmaların birer izdüşümü. Çünkü 4 milyon nüfuslu Lübnan, 18 etnik grup ile dinî mezhebe ev sahipliği yapıyor. Bu parçalanmış yapıda herhangi bir grup salt kendi gücüyle rakipleri karşısında ayakta duramayacağı için bölgenin ve uluslararası sistemin hâkim güçlerine dayanmaya çalışıyorlar ki bu da dış güçlerin birbirleriyle Lübnan üzerinden kozlarını paylaşmalarına neden oluyor.

Milliyetçilik ideolojisinin özellikle Ortadoğu’da çok yıkıcı etkileri olduğu artık tartışma götürmeyen bir gerçek. Lübnan özelinde milliyetçiliğin etkisi kendisini nasıl gösterdi?
Lübnan’da kimlik-kültürel aidiyet tartışmalarının da kaynağı olan iki tür milliyetçilik akımı söz konusu: Sünnilerin başı çektiği klasik Arap milliyetçiliği ile Hıristiyan Marunilerin ortaya attığı Lübnan milliyetçiliği. İlk akım, Lübnan’ın Arap dünyasına aidiyeti konusunda ısrarcı olurken ve hatta başlangıçta Suriye’yle birleşmeyi savunurken; diğeri, tarihî olarak Fenikelilerin, kültürel olarak da Batı’nın bir devamı oldukları iddiasındaydılar. Bu iki akım, manda döneminden itibaren uzun seneler ülkedeki gerilim ve çatışmaların temel kaynağı oldu.

Lübnan’ın son yüzyıllık tarihi içerisinde kaderini belirleyen birkaç dönüm noktasını ifade etmemiz gerekse hangi başlıklar öne çıkar?
Lübnan’ın bütün dönüm noktaları, küresel ve bölgesel çapta yaşanan önemli gelişmelerle birebir örtüşüyor. Bu bağlamda I. Dünya Savaşı sonunda Fransız mandası hâline geldi, II. Dünya Savaşı sırasında bağımsızlığını kazandı, Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle 15 sene süren iç savaşa nokta kondu. 11 Eylül sonrasının yeni dünya düzen(sizliği) de Lübnan’ı 2004-2005’ten itibaren sarsmaya başladı. Özellikle iç savaş sonrası döneme başbakan olarak damgasını vuran Refik Hariri’nin 2005’te suikasta kurban gitmesi Lübnan’ı çok derinden etkiledi.

Lübnan’ın içinde bulunduğu durumu, 11 Eylül sonrası ABD’nin bölgedeki faaliyetleri çerçevesinden nasıl okumak gerekiyor?
11 Eylül saldırılarının ardından ABD’nin uygulamaya koyduğu “teröre karşı küresel savaş” stratejisi ve “Büyük Ortadoğu Projesi”nin Lübnan ayağında, Suriye’nin askerî ve istihbarat gücünü tasfiye etmek, Suriye yanlısı siyasi iktidarı değiştirmek ve İsrail’i tehdit eden Hizbullah ile Filistinli direniş örgütlerini silahsızlandırmak öngörülüyordu. ABD (İsrail)-AB-“ılımlı” Arap ülkeleri ekseni ile İran-Suriye ekseni arasındaki bölgesel nüfuz mücadelesi, Lübnan’a 2005-2008 döneminde iç savaştan bu yana en sıkıntılı günlerini yaşattı: Suikastlar, Suriye’nin askerî birliklerini geri çekmesi, İsrail ile savaş, bir Filistin mülteci kampının ağır tahribatına yol açan çatışmalar, siyasi krizler, Batı Beyrut’ta kısa ancak kanlı bir iç çatışma… Sonuç ne oldu derseniz, aşağı yukarı başa dönüldü. Herhangi bir grubu, hele de Hizbullah’ı dışlayarak siyasi istikrarın sağlanamayacağı; askerlerini çekse de Suriye’nin denklemden çıkarılarak Lübnan’ın istikrara kavuşamayacağı bir kez daha görüldü.

Obama sonrası dönemde Lübnan için neler değişti?
Mayıs 2008’de Beyrut’taki çatışmaların ve cumhurbaşkanlığı krizinin çözülmesinin ardından Lübnan zaten sakinleşmişti. Kritik aşama 7 Haziran 2009’da yapılan genel seçimlerdi ki Hizbullah ve müttefiklerinin galip çıkmaması ve statükonun değişmemesi, Obama yönetimine rahat bir nefes aldırdı. Obama’nın, ABD’nin Suriye ve İran politikasını yumuşatması ve ardından Suudi Arabistan ile Suriye arasındaki buzların erimesi sayesinde Lübnan’da Kasım ayında bir milli mutabakat hükümeti kurulabildi. Şu anda Lübnan’da tansiyon düşmüş durumda; ama İran’a yönelik muhtemel bir saldırı, Lübnan’ı bir kez daha karıştıracaktır.

İsrail’in özellikle son dönemde tırmanışa geçen saldırgan tutumu ve Gazze saldırısı sonrası oluşan yeni dengelerde Lübnan’ın durumu ne şekilde beliriyor?
Öncelikle şunu belirteyim, geçmişte de bugün de İsrail’in Suriye ve İran ile mücadelesinde kuzey komşusu Lübnan hep bir fiilî veya potansiyel çatışma alanı olageldi. Son yıllarda bölgede İran lehine değişen dengeler ve Tahran’ın nükleer güç olma yolunda ilerlemesi, İsrail’i çok rahatsız ediyor. Nükleer çalışmalarını bahane ederek İsrail, İran’a karşı herhangi bir çılgınlığa girişmek isterse eğer, öncelikle yanı başındaki temel tehdidi yani Hizbullah’ı bir şekilde bertaraf etmesi gerekir ki önceki girişimleri hep fiyaskoyla sonuçlanmıştı. Geçen sene Lübnan’da görüştüğüm Hizbullah yetkililerinin, İsrail’in yakın gelecekte yeni bir savaş açacağı beklentisinde olduklarını da bu vesileyle vurgulamak isterim.

Kitabınızda Lübnan’daki insan hakları ihlallerine ilişkin müstakil bir bölüm mevcut. Lübnan’ın insan hakları çerçevesinden resmini nasıl görüyorsunuz?
İşgalin, savaşın ve iç çatışmanın vurduğu bütün coğrafyalar aslında insan hakları ihlalleriyle maluldür. Bu kaçınılmaz bir akıbet. 15 sene iç savaş yaşayan, 29 sene Suriye’nin ordusu ve istihbaratıyla perde arkasından ülkeyi yönettiği/yönetmeye çalıştığı, 18 sene bilfiil İsrail işgaline uğrayan Lübnan’da insan hakları ihlallerinin boyutunu varın siz düşünün... 2005’ten bu yana yaşanan istikrarsızlığa paralel olarak ülkede ihlaller yeniden arttı. Ama bugün Lübnan’da ihlallerin en ağırını, ülkenin istikrarına ve güvenliğine yönelik bir tehdit olarak görülen ve bu nedenle hayat alanları iyice daraltılmış olan Filistinli mülteciler yaşıyorlar. Onların içler acısı haline kitapta genişçe yer ayırdım.

Bunca yıldır iç savaşların gölgesinde yaşayan Lübnan’dan ne gibi dersler çıkarılabilir?
Lübnanlılar 15 sene birbirleriyle savaştı; yüz binlerce kişi öldü, yaralandı ve ülke yerle bir oldu. Lübnan tecrübesi, ihtilafların -ne kadar derin olursa olsun- sahada silahla, kan dökerek çözülemeyeceğine; er geç masada müzakere edilmek zorunda kalınacağına dair bütün dünyaya bir ders mahiyetinde. Ayrıca Lübnan’ın yakın tarihi, dış güçlerden alınan destekle yola çıkanların, çatışanların er geç hayal kırıklığına uğrayacaklarına dair pek çok örnekle dolu. Yine de şunu eklemek isterim; Osmanlı tecrübesine rağmen Türkiye’nin her alanına sinmiş “tek tipleştirme” politikalarından ve “tekçi” anlayıştan sonra Lübnan’da çok-kültürlü hayatı incelemek gerçekten hoş.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder