11 Haziran 2017 Pazar

M.HUSSAIN: İRAN’IN SUUD’LA SOĞUK ÇATIŞMASI TIRMANABİLİR



TERÖR TEHDİDİYLE DAHA YENİ YÜZLEŞEN İRAN’IN SUUD’LA SOĞUK ÇATIŞMASI TIRMANABİLİR

Murtaza Hussain (The Intercept’te milli güvenlik, dış politika ve insan hakları konusunda yazan gazeteci ve yorumcu; daha evvel yazıları the New York Times, the Guardian ve el-Cezire İngilizce'de yayınlanıyordu)
The Intercept, 8.6.2017

Tercüme: Zahide Tuba Kor

(…)
[Z.T.K. Çarşamba sabahı çifte terör saldırısına maruz kalan İran’ın] Devrim Muhafızları’nın Suudi Arabistan’a ne tür bir misillemede bulunacağı belirsizliğini korurken bunun illa da Suudi topraklarına bir saldırı şeklinde gerçekleşmesi gerekmiyor. Yıllardır İran ile Suudi Arabistan, Ortadoğu’da Suriye, Irak ve Yemen’deki çatışmalarda kanlı bir vekâlet savaşı yürütüyor. İran bunlardan herhangi birinde Suudi müttefiklerini veya personelini hedef alarak çatışmayı tırmandırabilir. (…)
(…)

Cihatçılar neden şimdi İran’ı vuruyor?
İran’da artan terör tehdidi Ortadoğu’daki çatışmayı tırmandırabilecek bir diğer faktör (…). Geçtiğimiz on yılda İran terör saldırılarına pek maruz kalmadı; bu soluklanmanın nedeni, bazılarının iddiasına göre, 11 Eylül saldırılarından sonraki yıllarda İran’ın el-Kaide liderliğiyle yaptığı eski anlaşmalardan kaynaklanıyor.
 (…) ABD’nin 2001’de Afganistan’ı işgalinin ardından el-Kaide’nin birçok üst düzey mensubu ve aileleri İran’a sürgüne kaçtılar ve burada yıllarca Devrim Muhafızları’nın ev hapsi altına yaşadılar. Bu süreçte terör örgütüyle onları zapteden İranlılar arasında zımni bir anlaşmaya varıldığı söyleniyor. Buna göre el-Kaide, liderlerinin bu ülkeye sığınmalarını sürdürme karşılığında, İran içinde herhangi bir saldırı düzenlemekten kaçındı. Bu dönemle ilgili kısa süre evvel yayınlanan İngiliz gazeteciler Cathy Scott-Clark ve Adrian Levy’e ait The Exile (Sürgün) başlıklı kitap, yakın geçmişteki bu tuhaf dönemi İran’da yaşamış eski el-Kaide mensuplarıyla mülakatlar yaparak belgeliyor; el-Kaidecilerin İran Devrim Muhafızları’yla ilişkilerini konu alıyor.
Kitabın belirttiği gibi, sürgünler İran’da görece olumlu bir şekilde karşılandılar. El-Kaide liderleri ve ailelerinin bu ülkede hayatlarını geçirdikleri yıllarda güvenliklerini ve gizliliklerini temin eden İran Devrim Muhafızları’ydı. İlişkileri zaman zaman gerginleşse de İranlılar, el-Kaide sürgünlerini mutlu etmek için nadiren zahmete girdiler (…).
İran, el-Kaide’yle benzer anlaşmalara girişmiş tek ülke olmayabilir de. Usame bin Ladin’in Abbottabad karargâhında ele geçirilen bir mektup bakın neyi içeriyor: İngiliz istihbaratı, ulaştığı el-Kaide aracılarından, “el-Kaide’nin İngiliz menfaatlerini hedef almamaya söz vermesi karşılığında Afganistan’dan çekilme” konusunda İngilizlerle bir anlaşmaya arabuluculuk yapmalarını istemiş. Bu görüşmelerin nerede geçtiği veyahut el-Kaide’nin bu teklifi meşru kabul edip etmediği konusu bu yazışmadan kesin olarak anlaşılamıyor.
Yıllardır İran’daki sürgünler, zaman zaman serbest bırakılıyor veya ülkelerine iade ediliyor ki bunların bazılarının akıbeti Amerikan hapishanelerini boylamak oluyor. İran’ın, 2015’te Yemen’de rehin alınan bir diplomatının serbest bırakılması karşılığında, el-Kaide liderliğinden birçok en üst düzey ismi serbest bıraktığına (bunların da daha sonra Suriye’ye gittiğine) dair haberler dolaşıyor. Bu manidar değiş tokuş, İran’ın bölgesel cihatçı örgütlere karşı elinde büyük bir pazarlık kozuyla hareket etmesi olarak görülebilir.
Vanguard of the Imam: Religion, Politics and Iran’s Revolutionary Guard Corps (İmam’ın Öncü Birliği: Din, Siyaset ve İran Devrim Muhafızları) kitabının yazarı, Amerikan Deniz İhtisas Okulu’nda milli güvenlik uzmanı olan Yrd. Doç. Afshon Ostovar diyor ki “11 Eylül sonrası el-Kaide mensuplarının İran’a sürgünü gerçekten kafa karıştırıcıydı; zira İran siyasi ve ideolojik olarak el-Kaide’yle anlaşmazlık içindeydi ve dahası kendi ülkesinde faaliyet göstermelerine izin vererek devasa bir risk alıyordu.” (…)

Suud’a tam yetki
(…)
Georgetown Üniversitesi Güvenlik Araştırmaları Merkezi kıdemli araştırmacılarından eski CIA analisti Paul Pillar diyor ki “Ben bunu en kötü senaryo olarak görüyorum. Ancak İran’ın Tahran’daki saldırılara bir misilleme olarak Suudi Arabistan’a karşı bir tür asimetrik saldırı düzenleme ihtimalini göz ardı etmiyorum. Tahran’daki saldırılar son derece dikkatlice planlanmış bir operasyondu ve ben bunun planlaması ve hazırlıklarının Trump’ın Riyad ziyaretinden çok önce yapıldığı kanaatindeyim. Ancak zamanlaması yüzünden eminim ki İran Devrim Muhafızları arasında bu saldırılara Suud’un da karıştığına içtenlikle inananlar vardır.”
Trump’ın Suudi Arabistan gezisinin ardından Amerikan yönetiminin Körfez’deki Arap müttefiklerine Ortadoğu’da saldırganca hareketlere girişmeleri için açık çek verdiği kanaati yaygın. (…)
Ancak Suudi Arabistan’la İran arasında filizlenen düşmanlıklar her şeyden çok daha tehlikeli. Bu iki güç arasında sınırlı da olsa bir silahlı çatışma düzeyine çıkacak herhangi bir karşı karşıya geliş, küresel iktisadi istikrarı da etkileyecek şekilde petrol sevkiyatını ve Körfez’deki kritik altyapıyı tehdit edebilir. İşte tam da bu nedenle ABD, geçmişten beri Suud-İran rekabetini kontrol altına almaya çalışırken Trump yönetimi altındaki Washington, bedeli her ne olursa olsun İran’la yüzleşmeye dönük Suudi çabalarını destekleyerek yangına körükle gidiyor.

Pillar diyor ki “ABD’nin Körfez bölgesindeki istikrardan ve Suudilerle İranlılar arasında barışçıl ilişkilerin desteklenmesinden bir menfaati var. Ama bunu yapmak yerine gerilimleri körüklüyoruz; Trump’ın Suudi Arabistan ziyaretinin ana teması da zaten buydu. Trump yönetiminin Suudilerin en kötü heveslerine bu denli yeşil ışık yaktığını görmek çok üzücü.”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder