KATAR İLE KÖRFEZ’DEKİ KOMŞULARI ARASINDAKİ ATIŞMANIN ÜÇ MUHTEMEL
NEDENİ
David Hearst (Middle East Eye internet
sitesi baş editörü; İngiliz Guardian gazetesi eski dış politika başyazarı)
Middle East Eye, 2.6.2017
Tercüme: Zahide Tuba Kor
NOT: Katar Krizi’ni ve Körfez siyasetinde dönen oyunları
daha iyi anlamak için son bir yıldır David Hearst’ten yaptığım 12 tercümeyi
toplu olarak okumanızı tavsiye ederim. TIKLAYINIZ.
Trump
Etkisi, Trump’ın Kendisinden Çok Daha Tehlikeli (Middle East Eye, 24.5.2017)
Suudi
Arabistan Kendi Halkını Desteklemek Yerine Trump’a Haraç Ödemeyi Niçin Tercih
Ediyor? (Middle East Eye, 17.5.2017)
Suudi
Arabistan’da Saray Darbesi (Middle East Eye, 26.4.2017)
Yemen
Cumhurbaşkanına Göre BAE Bir İşgalci Gibi Davranıyor (Middle East Eye,
3.5.2017)
Türkiye ve Rusya Suriye’de İran’ı Püskürtebilir mi? (Middle East Eye, 3.1.2017
Suudi
Arabistan Ektiğini Biçiyor (Middle
East Eye, 2.11.2016)
Halep
Düştükten Sonra Ne Olacak? (Middle East Eye, 7.12.2016)
ABD Acaba
Türkiye’yi Kaybediyor Mu? (Middle East Eye, 23.8.2016 )
Mısır’ın Sisi’si
Yürüyen Bir Mevta (Middle East Eye, 21.9.2016)
Bir iPhone Nasıl
Tankları Mağlup Etti (Middle East Eye, 16.7.2016 )
Birleşik Arap
Emirlikleri, Türkiye’deki Darbe Tezgahçılarına Para Akıttı (Middle
East Eye, 29.7.2016)
Filistin Lideri
Abbas’ı Alaşağı Etmek İçin Gizli Arap Planı (Middle East Eye,
27.5.2016)
BAE ve Suudi kontrolündeki medyanın ağır toplarının Doha’ya salvoya
başlamalarından kısa bir süre sonra Körfez komşuları Katar, bırakın Dünya
Kupasını, hiç kimseye veya hiçbir şeye ev sahipliği yapamayarak için için yanıp
mahvolacaktı. En azından onların safça hayali buydu.
İddialar histerik şekilde şişirildi: Katar bütün teröristleri finanse
ediyordu; Katar’ın “bölgeyi sabote etmesi”ne izin verilemezdi; Katar İran
konusunda artık tarafını seçmeliydi. Ve sonunda Katar Emiri’ne Muhammed
Mursi’nin kaderi hatırlatıldı.
Körfez İşbirliği Konseyi üyesi bir devletin başkanını devirme tehditleri
öyle isimsiz, imzasız şekilde de yapılmadı. Bunu yapan, ABD’de Suudi
çıkarlarını temsil etmekle görevli Suudi-Amerikan Halkla İlişkiler Komitesi
başkanı Selman el-Ensari idi. Ensari şöyle bir twit attı: “Katar Emiri’ne:
Aşırılıkçı İran hükümetinin safında yer alman ve Haremeyn-i Şerifeyn’in
muhafızına [Z.T.K. yani Suudi Kralına] yönelik çirkin sözlerin
ile alakalı olarak, Muhammed Mursi’nin tam da aynısını yapıp sonunda
devrildiğini ve hapsi boyladığını sana hatırlatmak isterim”.
Şimdilerde bu, Suudi basınında birinci sayfa haberi.
Terfiyi hak eden bir editör
Bu, Suudi Arabistan’ın Yemen’le olan güney sınırını koruması için askeri
birlik yollamış bir müttefike söylenecek ilginç bir söz. Hem de askeri birlik
yollamamış Mısır uğruna. Keza İran yanlısı olmakla hücum edildiği gün, Suudi
Arabistan’a bir siyasi muhalifi [Z.T.K. Muhammed el-Uteybi] teslim etmiş bir
yönetime sarf edilecek enteresan bir ifade. Yine bunun Kral Selman’ın Katar’ı
ziyaret edip orada Emir’le birlikte geleneksel dansa eşlik etmesinin ardından
gelmesi de ilginç.
Ama belki de Kral Selman, 31 yaşındaki ikinci veliaht prens olan oğlunun
kendi [yani kral] adına neler çevirdiğinin farkında bile değildir.
24 Mayıs’ta Katar Haber Ajansı’nın hacklenmesi, sadece silahtan
sıkılan başlama fişeğiydi. Gece yarısı 00:14’te yapılan hacklemenin ardından
dakikalar içinde el-Arabiya TV ve Sky News Arapça bu sahte
içeriğin metnini yayınlayıverdi. Sadece 20 dakika içinde ağlardan analizler,
tavsiyeler, alıntılar ve twitler hemencecik akmaya başladı.
Katarlı yetkililere göre, gece 00:51 ile 3:28 arasında bu ağlar, canlı
yayında röportaj yapacak tam 11 siyasetçi ve analist bulmayı başardı. Gece
yarısı aniden ortaya çıkan bir habere “reaksiyon gösteren” görevi başındaki bir
editör için hızlı bir performans. Terfiyi hak eder.
Diğer bir tuhaf tesadüf de bütün bunların öncesinde Amerikan basınında
Katar’ın bölgesel istikrara yönelik teşkil ettiği tehdide dair 14 farklı görüş
yazısının yayınlanması. Bu da bir başka muamma; zira Amerikan medyası yıllardır
Katar hakkında görüş yazısı kaleme almaya tenezzül etmiyordu.
Yani neler olup bittiği gayet açık. Bu, önceden planlanmış bir
saldırıydı. Fazla açık olmayan ise “Niçin ve neden şimdi?” sorusu.
Katar’ın Mısır’ın hem laik hem de İslamcı siyasi sürgünlerine destek vermesi
çoktandır devam eden bir mesele. Yine HAMAS’ın [sürgündeki] eski siyasi
lideri Halid Meşal’e Şam’ı terk etmesinden [2012’den] bu yana ev
sahipliği yapıyor. Keza el-Cezire kanalı herkesin malumu; her ne kadar
bu tür baskılar altında Arap Baharı’nı ekrana taşımakta eskisine kıyasla daha
az tesirli bir ağa dönüşse de…
El-Cezire’nin Donald Trump’ın Riyad ziyareti
yayını, bilakis, utanç vericiydi. Keza Yemen savaşı yayınları da. Suudileri
rahatsız etmemek adına ince elenip sık dokunan türden yayınlar. Peki o halde
fincancı katırlarını ürküten şey ne?
Bunun ardında çeşitli nedenler olabilir.
İlk neden: İşi bitirmek
Gerek Suudi ikinci veliaht prens Muhammed bin Selman gerekse Abu Dabi
veliaht prensi Muhammed bin Zayid, 2013 Haziran’ında Mısır’da Muhammed Mursi’nin
devrilmesiyle başlayan işi bitirmek için Trump’ın Amerikan başkanı olmasını bir
fırsat olarak görüyor. Serbest seçimlerle başa geçmiş hükümetlere karşı
girişilen karşı-devrimler o kadar da iyi yürümemişti. Milyarlarca dolar
akıtılmasına rağmen Mısır hala daha istikrara kavuşmuş değil. Libya’da üç ayrı
hükümet iktidarı ele geçirme yarışı veriyor. Mısır ve BAE’nin Libya’ya atadığı
adamları olan Halife Hafter, Trablus üzerine yürümekte acele etmedi ve Husiler
hala daha Yemen’in başkenti San’a’yı kontrolü altında tutuyor.
Bin Selman, Bin Zayid ve Sisi arasındaki ittifak da öyle sarsılmaz
türden değil. Bu üçlü bir kez daha birbiriyle kolayca kapışabilir, tıpkı
kimsenin yaşamadığı [Akabe Körfezi girişindeki] adaların Riyad’a devri
konusunda Mısır’da alevlenen Nasırcı taşkınlık/heyecan sırasında olduğu gibi.
Keza Bin Selman ve Bin Zayid, [stratejik önemi haiz] Aden’in kontrolü
konusunda birbirine rakip Yemenli gruplara desek veriyor.
Ancak bu ittifak, sözkonusu üçlüyü muhalif tüm Arap devletlerini ezip geçme
ortak misyonunda birleştirmek için yeteri kadar sağlam.
İkinci neden: Kendini güvence altına almak
İkinci neden ise daha şahsi. Katar’a saldırı başlatmak suretiyle sadece
dış muhalefeti susturmayı değil, aynı zamanda içerideki güçleri de
etkisizleştirmeyi hedefliyorlar. Bin Selman açısından, kraliyet ailesi içindeki
muhalefeti susturmak, birinci veliaht prens olan büyük kuzeni Muhammed bin
Nayif’i yerinden etmeden evvel atması gereken hayati bir adım.
Trump’ın vagonuna sımsıkı tutunmak suretiyle Bin Selman ve Bin Zayid
kendi [gelecek]lerini güvence altına aldırdıklarını düşünüyor. Ancak bu,
Trump’ın başkanlık dönemini tamamlayabilmesine bağlı. Gelecek hafta eski FBI
başkanı James Comey’nin Senato İstihbarat Komitesi’ne vereceği ifadeyi veyahut
Senatör Paul Ryan gibi hırslı Cumhuriyetçilerin sadakatlerinin ne kadar
süreceğini bekleyen Washington’daki niceleri, bundan [Z.T.K. yani
Trump’ın görev süresini tamamlayabileceğinden] çok da emin değiller.
Türkiye de hala daha rakip bir bölgesel güç merkezi olarak ayakta, her
ne kadar geçen sene 15 Temmuz’da birkaç saatliğine de olsa aksi bir görüntü arz
etse de. Bu sene Katar’ı hedef alan Suud ve BAE kontrolündeki aynı medya
kuruluşları, Erdoğan’ın askeri darbeyle devrilmiş gibi görüldüğü o saatlerde
keyifle sevinç çığlıkları atıyorlardı.
Dolayısıyla şu anda Katar Emiri’nin devrilişini görmek onların temel
motivasyonu demek mantıklı. Nihayetinde Emir, Suudilerin ve BAE’lilerin hala
daha mücadele ettikleri halk devrimlerini finanse eden kişi.
Üçüncü neden: Yok edici davranış
Katar’a saldırmanın daha da ileri bir amacı var. Aslında onlar Katar’ın
bağımsız bir devlet olarak ortadan kalktığını görmek istiyor olabilirler.
Yaşadığımız yüzyılda bu, çılgınca gelebilir ki aslında öyle de. Her şeyden
evvel Katar, Amerikan Merkezi Komutanlığı CENTCOM’un ileri komuta merkezine ev
sahipliği yapıyor. Bu, BAE’nin Katar’daki Amerikan üssünün taşınmasını sağlamak
amacıyla Washington’da niçin ısrarla kampanyalar yürüttüğünü de açıklıyor olsa
gerek.
Ancak bu kampanyanın ardındaki düşüncenin 21. yüzyılda meydana gelen
olaylarla pek de bir ilgisi olmayabilir. Riyad’da devlet destekli blog
yazarları, 100 yılı aşkın bir süre evvel meydana gelen gelişmeleri kurcalayan
twitler atıyorlar. Arap yarımadasının bu parçası üzerinde yönetici olarak es-Sani
ailesinin seçilmesinde İngiliz rolünü ortaya döküyorlar.
Ne ironik ki onlar, Katar’ın mevcut problemlerini, Sani ailesinin diğer
kabilelere siyasi otoritesini dayatmasının zeminini hazırlayan Muhammed
es-Sani’nin 1868’de İngilizlerle yaptığı anlaşmaya hamlediyorlar.
Suudi gazetesi el-İktisadiyye bakın nasıl twitler attı: “Katar’da
iktidar, babadan en büyük oğla değil, oğullardan tercih edilen birine geçer” ve
“Petrol gelirlerinin %40’ı es-Sani ailesi arasında paylaşılıyor”.
[Z.T.K. Analizlerde hep eksik kalan bir boyutu dördüncü neden
olarak burada belirtmek isterim: 11 Eylül’den bu yana Suud, Vehhabi ideolojisi
nedeniyle topun hep ucundaydı ve geçtiğimiz yıllarda IŞİD’in yükselişiyle
birlikte, özellikle de 11 Eylül saldırıları yüzünden Amerikan bankalarındaki
paralarına el konduğu süreçte kraliyete yönelik eleştiriler giderek artmıştı.
Şimdi Suudi Kraliyeti, bütün suçu Katar’ın üstüne atıp onu ana hedef haline
getirerek kendini bir bakıma temize çıkarmaya çalışıyor.]
Tarihler ve bumeranglar
Bu fasa fisoları kazıp çıkarmak, Suudi kraliyet ailesinin kafası çalışan
herhangi bir mensubu için akıllara durgunluk verici şekilde tehlikeli. Mesela
İngiliz Emperyal onayı olmasaydı Suud ailesi acaba nerede olabilirdi? Kral
Abdülaziz müzesinde Trump’ın kılıç dansı yaptığı yerin hemen üst katında bir
resim galerisi var ve burada kraliyetin kurucusu kadar dikkat çekici bir
İngiliz kadının resmi sergileniyor.
Bu kadın; arkeolog, gezgin, çağının en büyük kadın dağcısı ve emperyal
Britanya’nın becerikli bir siyasi memuru olan Gertrude Bell. Bugünkü adı Irak
olan Mezopotamya devletinin kuruluşunda ve Arabistan’da desteklenecek kabile
liderinin seçiminde büyük bir rol oynamıştı.
Bell, rakip Raşidoğulları kabilesinin merkezi Hail’e gitmiş [Z.T.K.
Raşidoğulları, İkinci Suudi Devleti’ni 19. yüzyılın sonuna doğru yıkan
Osmanlı’ya yakın Arap Yarımadası’ndaki bir kabile olup Suudilerle baş düşmandı]
ve batıdaki Hicazz’da Haşimoğullarıyla [Z.T.K. yani Mekke Şerifi
Hüseyin’le] da tanışmıştı. O dönem 40 yaşındaki İbn Suud’un bunlar arasında
en iyisi olduğu sonucuna vardı. Bakın Bell, ibn Suud’u nasıl tasvir ediyor:
“Deve semerleri
içinde yetişen adamlar arasında yorulmak bilmez bir süvari, yiğitliğinin ispatı
olan gayrinizami kuvvetlerin [Z.T.K. bugünkü IŞİD’in yüzyıl evvelki
nüvesi ve bir benzeri olan İhvan-ı Necd’i kastediyor!] bir lideri olarak
sadece birkaç rakibi bulunduğu söyleniyor. Bu vasıflarına devlet adamlığından
anlayan bir asker olma niteliğini de katması onu kabile üyeleri arasında çok
daha değerli kılıyor. “Bir devlet adamı” olma vasfı belki de takdir ve
tasvibinde nihai nokta.”
Gerçekten de bu bir methiye. Ancak aynı zamanda Suud ailesinin bagajında
taşıdığı şey tam da bu.
Petrol servetinin dağıtımına gelince, bu konuda bir kıyaslama
yapıldığında Suudi Arabistan Katar’dan daha iyi bir konumda çıkmaz. Katar kişi
başına milli gelir bakımından dünyada ilk sırada [Z.T.K. 2016 yılı
CIA Factbook verilerine göre 129.700 dolar] olup Suudi Arabistan’daki kişi
başı milli gelirin [Z.T.K. 54.100 dolar] yaklaşık üç katına
sahip. Katar’da işsizlik neredeyse hiç yok, Suud’da ise işsizlik oranı
resmiyette %12 gibi görünse de gayriresmi olarak %25 civarında.
İktidarın babadan tercih edilen oğla geçişi konusunda gelince, Muhammed
bin Selman da Kral Selman’ın en büyük oğlu değil, aşikâr şekilde kendi tercih
ettiği oğul. Allah muhafaza, komşu aleyhine böyle bir itham, Suud ailesinin en
kötü uygulamalarında bir bumerang gibi geri dönebilir.
İki yüzlü Kraliyet
Modern Suudi Arabistan yabancı kadınlara olan düşkünlüğünü bir türlü
yenemedi. Kral Abdülaziz’in Gertrude Bell’in tavsiyelerine ihtiyaç duyması
gibi, görünen o ki torunu da bir başka yabancı kadının, Ivanka Trump’ın
tavsiyelerine muhtaç.
Muhammed bin Selman’ın mevcut medya savaşında elindeki araçlardan biri
olan Riyad gazetesi Ivanka’yla özel bir röportaj yaptı. Röportajın önem
verdikleri ana sorusu şuydu: Ivanka, Muhammed bin Selman hakkında ne düşündü?
Veliaht prensi Suudi, Arap ve Müslüman gençlere “etkili bir rol model” olarak
niteledi. Zira Ekselansları “halkına ve ülkesine liderlik, azim ve sevgi”
gösteriyordu. Aynı zamanda karizmatikti.
Tabii ki ne Bin Selman ne de Ivanka ataları Abdülaziz veya Bell ile aynı
çapta kişiler. Ancak arada 100 yılı aşkın bir zaman dilimi olsa da bu
hikâyelerde ortak bir tema var: yöneticilerin dışarının onayını araması.
Ancak bu durum genel olarak tüm kadınlara teşmil edilemez, hele de Suudi
kadınlara hiç... Ivanka sahnenin ortasında otururken Suudi kadınlar karanlıkta
tutuluyordu.
Aslında gerçek anlamda değişen hiçbir şey yok. Eğer ki kraliyette kadınlarla
muhataplık haramsa Bell ve Ivanka da bu kapsamda olmalı. Eğer onlarla konuşmak
helalse o halde Suudi kadınlar bu toplantılarda niçin eşit şekilde temsil
edilmiyor? Bir kez daha kraliyetin iki yüzü görülüyor: biri Batılı izleyiciler,
diğeri içerisi için.
Bin Selman ve Bin Zayid sömürge çağına saplanıp kalmış durumda. Onlar,
himaye için haraç ödeyen ve bölge kaynaklarını tüketen kabile yöneticileri.
Onlar, kumpas kurabilirler ve devirebilirler; ama idare edemezler ve istikrara
kavuşturamazlar. Onların bir bölge vizyonu yok. Gözleri kendilerinden başka
kimseyi görmez. İşte tam da bu yüzden altüst ettikleri bölgede önünde sonunda
yeni, özerk ve modern bir Arabistan doğacağı konusunda hala iyimserim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder