KATAR KRİZİ,
ORTADOĞU’DA GERİYE KALAN SON DÜZENİ DE YERLE BİR EDEBİLİR
Beşir Nâfî (El-Cezire
Araştırma Merkezi kıdemli araştırmacısı)
Middle East Eye,
16.6.2017
Tercüme: Zahide Tuba Kor
(…)
Körfez, dünyanın
en hassas bölgelerinden biri olarak görülür. İstikrarı da istikrarsızlığı da
bölgesel ve uluslararası güçleri son derece yakından ilgilendirir.
(…)
2011’den
itibaren yaygın kanaat, Arap dünyasında devrim rüzgârlarını ve değişimi
tetikleyen halk hareketinin aslında monarşilerin değil, cumhuriyet rejimlerinin
içinde bulunduğu kriz halinin bir yansıması olduğu yönündeydi. Körfez bölgesi
Tunus, Mısır, Libya ve Yemen’de yaşananlardan etkilenmemişti.
Ataerkil
rejimlerce yönetilen Körfez monarşileri, halkın huzursuzluğunu kontrol altında
tutabilecek devasa kaynaklara sahipti. Birçoğu, geleneksel araçlarla kontrol
altına alınamayacak tehlikelerle baş etmek için oldukça etkili güvenlik
aygıtları kurabilmişti.
Körfez’in
devrimlerden muaf olduğuna inananlar, Arap isyanlarını salt halklar ile
yöneticiler arasındaki soğukluğun/açmazın bir sonucu olarak görenlerdi. Oysa
Arap devrimlerinin patlak vermesinden bu yana bölgenin şahit olduğu diğer
dinamiği, yani devrimci ve karşı-devrimci güçler arasındaki savaşı göz ardı
ettiler. Artık var olmayan şey sadece devletler değil; zira bu savaş, bütün
bölgesel düzenin çöküşüyle sonuçlandı.
2013 yazında
Mısır’da yaşanan darbeden bu yana karşı-devrimci güçler, iktidardaki rejimlerin
çöktüğü ülkelerde eski statükoyu geri getirme projesine giriştiler. Bu proje
kısmen başarılı da oldu. Demokratik dönüşüm süreci tamamlanamadan önüne bir set
çekildi ve eski yönetici sınıflar öyle veya böyle bir şekilde eski makam ve
mevkilerine geri getirildi.
Ancak
karşı-devrimci rejimler ihtiyaç duydukları meşruiyeti kazanamadı ve halklarının
taleplerine cevap vermekten tamamen aciz kaldılar.
Dahası, Mısır,
Suriye ve Irak gibi ülkelerin maruz kaldığı feci yıkım ve artık eskiye geri
dönüşlerinin neredeyse imkânsız olması da bölgesel bir düzeni yeniden kurma
çabasını –değişim hareketlerine ve demokratik dönüşüme karşı durmaya kıyasla–
çok daha karmaşıklaştırdı.
Bu şartlar
altında şöyle bir düşünce gelişti: [Z.T.K. Daha evvel Arap dünyasının
liderliğine ve birliğine oynamış] Suriye ve Irak paramparça olurken ve
Mısır’ın tekrar ayağa kalkabilmesi için daha onlarca yıla ihtiyaç varken,
hâlihazırda bölgesel düzeni yeniden kurmaya Suudi Arabistan öncülük etmeli. Yeni
bir değerler sistemi dayatmalı, istikrarı yeniden formüle etmeli, her bir bölge
devletinin rolünü belirlemeli ve İsrail, İran ve Türkiye de dahil bölgedeki
ilişkilerin tabiatına karar vermeli. [Z.T.K.
Körfez’deki yazarların kaleme aldıkları yazılardan hareketle benzer bir konuyu
tartışan Mısırlı entelektüel Fehmi Hüveydi’ye ait “Arap Dünyasının Sınırları da
Varlığı da Tehdit Altında” başlıklı yazının tercümesini okumak için TIKLAYINIZ]
Elveda Körfez
İşbirliği Konseyi?
Katar’ın
problemi, son çeyrek yüzyılda bölgedeki gelişmelerin ve dönüşümlerin çoğunda
bir rolünün ve etkisinin olması – ki bunun eski yönetici sınıfları ve eski
bölgesel düzeni yeniden tesis etmeye çalışan güçleri her zaman memnun ettiği
söylenemez.
Ancak Katar ne
tek hedef ne de en sonuncu. Ablukayı ve ilişkilerin bozulmasını meşrulaştıracak
bahane arayışına girmek saçma. Katar’la ihtilafın el-Cezire kanalıyla
veya Yemen’de Husileri destekle ya da İran’la veyahut Suriye’deki İslamcı
radikallerle alakalı olduğu gibi dedikodular, sadece tezatları ima etmekle
kalmaz, asıl kilit noktayı gözden kaçırır.
Zira talep
edilen, Körfez’de ihtilaflı meseleleri görüşüp bir anlaşmaya varmak değil, tam
anlamıyla bir boyun eğme ve teslimiyet. Bölgesel düzeni yeni liderleriyle
yenileme süreci, ancak Katar’ın ve diğerlerinin boyun eğmesiyle başlayabilir.
Ancak bu yolla sözkonusu düzen, kendi değerler sistemini dayatabilir, her
devletin ağırlığını ve rolünü belirleyebilir, Arap çevresindeki dost veya
düşman güçlerle ilişkiler haritasını çizebilir.
Ancak ortada bir
problem var: Bölgenin ve halklarının geleceği için böyle bir vizyonu önerenler,
gerekli tüm faktörleri dikkate almakta başarısız oldular.
Eğer ki
devletlerden biri, bu illa da Katar olmak zorunda değil, boyun eğip teslim
olmayı reddederse onların vizyonu ne ölçüde hayata geçirilebilecek? Eğer ki bu
projeye öncülük eden devletler, bunun nedenleri ve ahlaki gerekçeleri konusunda
kendi halklarını bile ikna etmekte başarısızlığa uğrarsa ne olacak? Veyahut
bölgesel ve uluslararası güçler bunu dikkate almayı reddederse ne yapacaklar?
Bu krizin patlak
vermesiyle şimdiye kadar su yüzüne çıkanlar ışığında diyebiliriz ki, [sürecin]
Körfez İşbirliği Konseyi’nin bizzat kendisi de dahil, bölgesel düzenden geriye
kalanın altını oyarak neticelenmesi kuvvetle muhtemel.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder