KATAR: SUUDİ ACZİYETİNİN BİR GÖSTERGESİ
Kamran
Bokhari (Geopolitical Futures
kıdemli uzmanı, Küresel Politikalar Merkezi kıdemli üyesi, George Washington
Üniversitesi Aşırıcılık Programında bilim kurulu üyesi; Ottawa Üniversitesi
Güvenlik ve Politika Enstitüsü’nde Kanadalı askerlere, istihbaratçılara,
emniyetçilere ve diğer hükümet yetkililerine milli güvenlik ve dış politika
dersleri veriyor; daha evvel Stratfor (2003-2015) Ortadoğu ve Güney Asya
danışmanı ve Dünya Bankası danışmanıydı.)
Geopolitical Futures, 6.6.2017
Tercüme: Zahide
Tuba Kor
Diplomaside münferit bir anlaşmazlığı çözmek ile anlaşmazlığa yol açan
daha derin meseleleri çözüme kavuşturmak arasında bir fark vardır. Şu anda
Basra Körfezi’nde Suudi Arabistan öncülünde altı ülkenin Katar’la ilişkileri
kesmesine yol açan olay işte tam da bu. (…) Gün gelip Katar ile Suudi Arabistan
ilişkilerini yeniden kurabilir; ama asıl mesele bu değil. Yaşanan, bölgeyi
sarsan daha büyük bir hastalığın sadece bir tek semptomu.
Katar ile Suudi Arabistan hiçbir zaman iyi ilişkilere sahip olmadı.
Sınır ihtilafları yüzünden didişmeleri, Katar’ın daha 1971’de İngiltere’den
bağımsızlığını kazanmasının çok evveline kadar geri gidiyor. 1992’deki sınır
çatışmasında iki kişi hayatını kaybetti. Her ne kadar iki taraf 2001’de
sınırlar konusunda bir anlaşmaya varsa da ilişkiler bozulmaya devam etti. Hatta
2014’te bir yıla yakın bir süre Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn Katar’dan
büyükelçisini çekti.
Suud ve Katar arasında zaten bir ihtilaflar tarihi mevcutsa, o halde
şimdi niçin böyle görülmemiş bir diplomatik adım atıldı? Katar, bunu
tetikleyecek yakın geçmişte sıradışı veya korkunç herhangi bir şey yapmışa
benzemiyor. Muazzam doğalgaz rezervleriyle zenginleşen Doha hükümeti, Basra
Körfezi’ndeki yönetimlerin çoğunun aksine, Sünni Arapların fiilî lideri
konumundaki Suudi Arabistan’dan bağımsız bir dış politika izleyebildi. Katar,
bölgenin idaresi de dahil bir dizi konuda Riyad’la ihtilaf içindeydi.
Doha, Suudi öncülüğündeki ittifak sisteminin bir parçası olması
gerektiğinin farkında; ama sadece bu sisteme bağımlı olmak ve sınırlı kalmak da
istemiyor. Bu hareket serbestisi diğer ülkelerle ilişkilerinde pragmatik
olmasını sağlıyor. Bu da Katar’ın niçin Müslüman Kardeşler ve hatta Suriye’deki
Selefi cihatçılar gibi muhalif güçlerle iş tutmak istediğini açıklıyor. Katar
İslamcılarla flört edebiliyor, çünkü kaybedeceği fazla bir şey yok. Ancak
İslamcılar Suudi Arabistan, BAE ve Mısır yönetimlerine yönelik doğrudan bir
tehdit. Yine bu, Katar’ın niçin İran’la ve onun Şii müttefikleriyle iş tutmak
istediğini de açıklar mahiyette. Nitekim Katar, Suudi Arabistan’ı İran’la
dengelemek istiyor. Suud ise İran’ı tamamen yalnızlaştırma arzusunda.
Katar’ın ABD’yle ilişkileri bu dinamikleri karmaşıklaştırıyor. Amerikan
Merkezî Komutanlığı CENTCOM’un merkezi Katar’da ve Katarlılar, ABD’ye sadece
Ortadoğu’da değil, aynı zamanda -Afgan Taliban’ı ile barış müzakerelerine
yardımcı oldukları- Güney Asya’da da destek çıkıyorlar.
Bu politikaların hiçbiri yeni değil. Doha dünyanın tek süper gücüyle
yıllardır dost. Bir süredir bölgesel ihtilaflarda her iki tarafa da oynamakta.
Serveti de yeni keşfedilmiş bir şey sayılmaz. Tabii ki Katarlılar bu
bağlantılarında aşırıya kaçarak Riyad’ın kabullenemeyeceği bir şeyler yapmış
olabilirler. Ama eğer böyle olsaydı Suudiler bu rahatsızlıklarını çoktan
kamuoyu önünde dile getirmiş olurlardı.
Daha muhtemel açıklama ise Suudilerin artık Katar’ın politikalarını hoş
göremeyeceği bir noktaya gelmesi. Riyad muazzam bir mali baskı altında. Petrol
fiyatları düşük; [petrol bağımlılığına karşı] ekonomisini çeşitlendirme
mücadelesi veriyor; Ortadoğu’da artan istikrarsızlık da dahil hem dışarıda hem
de içeride baş etmesi gereken problemler gittikçe artıyor. Riyad’ın Doha’ya
daha evvelki baskı yapma girişimleri başarısızlığa uğradı; dolayısıyla
meseleleri tırmandırmaktan başka bir seçeneği kalmadığına inanmış olabilir.
Suudilerin Katar’ı dizginleme çabasında ABD’nin rolüne gelince, ya
Washington zımni onay verdi ya da devre dışı bırakıldı. Ancak Suudi
Arabistan’ın Washington’ın bilgisi haricine harekete geçmesi pek muhtemel
görünmüyor. Eğer öyleyse bu tür bir adım Amerikan-Suudi ilişkilerinde büyük bir
kopuş anlamına gelir. Amerikan Başkanı Donald Trump’ın gerçekleştirdiği
ziyaretin görece başarısı dikkate alındığında, Riyad’ın bu kadar çabuk
Washington’ı sinirlendirme riskine girmesi mümkün görünmüyor. Daha mantıklı
açıklama, Washington’ın Riyad’ın Katar’ı sindirme planını zımnen onaylaması. [Z.T.K.
zımnen değil, alenen! Krizin ertesi günü attığı twitlerle alenen onayladığını
ortaya koydu]
Kavganın tam sebebi her ne olursa olsun aşikâr ki Arap dünyasının
şimdiye kadar istikrarını koruyabilmiş bu bölgesinde bir çatışmanın eli
kulağında. Ve kavga öyle hızlıca yatışıp sona ereceğe de benzemiyor. Suudi
Arabistan’ın adımları son derece sert. Belki bize daha çok ipucu veren olay,
Katar Emiri’nin ilişkiler kesilmeden hemen evvel, bir krizin patlak vermesini
önlemek amacıyla geçen hafta Kuveyt’te gitmesiydi. Aşikâr ki tavize yanaşmadı.
Katar’la yaşanan olay, Suudi Arabistan’ın Arap birliğini korumak için
mücadele verdiğini gözler önüne seriyor. Bu mücadelenin sonucu Basra
Körfezi’nin Arap kıyılarında bir etki bırakacaktır. İslam Devleti’yle savaşın
ve İran’ın bölgesel ihtiraslarını kontrol altına alma çabalarının altını
oyacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder