ORTADOĞU ŞEKİL DEĞİŞTİRİYOR
Jacob L. Shapiro (Geopolitical Futures Analiz
Direktörü) & Kamran
Bokhari (Geopolitical Futures
kıdemli uzmanı, Küresel Politikalar Merkezi kıdemli üyesi, George Washington
Üniversitesi Aşırıcılık Programında bilim kurulu üyesi; Ottawa Üniversitesi
Güvenlik ve Politika Enstitüsü’nde Kanadalı askerlere, istihbaratçılara,
emniyetçilere ve diğer hükümet yetkililerine milli güvenlik ve dış politika
dersleri veriyor; daha evvel Stratfor (2003-2015) Ortadoğu ve Güney Asya
danışmanı ve Dünya Bankası danışmanıydı.)
Geopolitical Futures, 9.6.2017
Tercüme: Zahide
Tuba Kor
Jeopolitik, çoğunlukla yavaş yavaş, alttan alta açığa çıkar; bu haliyle
çok uzun zaman dilimleri içinde gelişen, kapsamlı, insan unsuru dışındaki
güçlere dayalıdır. Ancak öyle dönemler vardır ki bu kuvvetler kritik bir
aşamaya ulaşır ve önemli olayların ani akışı/dalgalanması, görünüşte birbiriyle
bağlantısız da olsa, dünyayı veya bir bölgeyi veyahut bir ülkeyi yeniden
şekillendirmek üzere hızla iç içe geçer. Ortadoğu hâlihazırda işte böyle bir
dönemden geçiyor.
Geçtiğimiz hafta boyunca yaşananlar bölgenin dönüşümünün bir kanıtı.
Hafta, Suudi Arabistan öncülüğünde 7 ülkenin -terör örgütlerine destek verdiği
ve İran’la iş tutmak istediği iddiasıyla- Katar’la diplomatik ilişkileri
kesmesiyle başladı. Ertesi gün, Kürtlerin baskın olduğu Suriye Demokratik
Güçleri (SDG), Rakka’nın kontrolünü İslam Devleti (İD)’nden geri almak için saldırıya
başladı. Katar kavgası patlak verdikten sadece 48 saat sonra İD, Tahran’daki meclis
binasını ve İran İslam Devrimi’nin mimarı Ayetullah Ruhullah Humeyni’nin
türbesini hedef alarak ilk defa İran’a saldırmış oldu. Sadece saatler sonra
Kuzey Irak’taki Kürdistan Bölgesel Yönetimi bağımsızlık referandumunu 25
Eylül’de yapacağını ilan etti.
Bu olaylar, birbirinden bağımsız gibi görünebilir; ama birlikte
değerlendirildiğinde güçlü bir dönüşümü temsil ediyor. Katar’ın Suudi
Arabistan’a dersini verme eğilimi/istekliliği, İran’ın daha da güçleneceğini
veya Suudi Arabistan’ın daha da zayıflayacağını veyahut her ikisinin eşzamanlı
yaşanacağını gösteriyor. Bu arada Türkiye, bu krizi Katar’ı destekleme ve
kendisini bölgenin lideri olarak konumlandırma fırsatı sayıyor. İD, Irak’ta ve
Suriye’de toprak kaybettikçe oldukça etkili bir isyancı örgüt olarak kendi
köküne geri dönüyor. Ve Iraklı Kürtler, Irak’tan resmen ayrılmaya her
zamankinden daha yakın görünüyor.
İstikrarsızlık Körfez’e yayılıyor
Körfez’deki Arap devletleri, petrol serveti ve nüfuslarının azlığı
sayesinde görece istikrarlı kalabilmişti. Ama artık öyle değil. Bu hafta
manşetlere çıkan Katar’daki oyun, çok daha derin problemlerin bir göstergesi.
Körfez ülkeleri, radikal Sünni gruplar ile İran ve onun Şii müttefiklerini
nasıl idare edecekleri konusunda birbirleriyle ihtilaf içinde. Sünni olmayan Umman
[Z.T.K. Ummanlılar İbadi’dir], hep Körfez bloğunun aykırı ülkesiydi ve İran’la en yakın ilişkilere
sahipti. Kuveyt, Suudilere yakın olmakla birlikte birçok konuda tarafsız
kalmayı başardı ve şu an Katar ihtilafında arabulucu olarak görev yapıyor.
Bahreyn ise Sünni bir rejimin kontrolündeki nüfusu Şii çoğunluklu bir devlet
olup tamamen Suudi Arabistan’a bağımlı. Bu durumda Suud’un gerçek anlamdaki
diğer tek ortağı BAE kalıyor.
Arap Yarımadası’nın görece sakinliği tehlike altında ve Suudi Arabistan,
Katar’a karşı diplomatik bir kampanya başlatarak daha fazla bölünmeyi
engellemek istiyor. Bu riskli bir hamle; ancak Katar’ı yeniden saflarına çekip böylelikle
Suud’un liderliği altında Sünni bloğun ne denli güçlü olacağını gösterebilirse
bunu göze almaya değer. Ancak Katar, Körfez’in diğer Arap ülkelerine karşı
meydan okumaya devam ederse bu hamle geri de tepebilir.
İslam Devleti toprak kaybediyor
(…)
Rakka’yı kaybetmek İD için en büyük darbe olacak. Kısa vadede hilafetini
sürdüremeyeceğinin farkında; ama zihninde daha büyük bir hayalle İD, Suriye ve
Irak çöllerinde yönetilemeyen alanlar üzerinden terör ve gerilla saldırılarını
sürdüren bir isyancı grup olarak köklerine geri dönecek. Bu arada İD’in ortaya
çıkışına yol açan temel toplumsal, siyasi ve iktisadi şartlar Rakka düşse bile
varlığını koruyacak ve eğer ki bu şartları İD istismar etmezse bunu kullanacak
bir başka grup ortaya çıkacak.
İD savaş alanında gücünü kaybettikçe ona karşı birlikte çarpışan
grupların ortak davası da zayıflayacak. İD bölgesel ihtilafları, özellikle de
Sünni ve Şii güçler arasındaki çatışmayı istismar etmeye odaklandıkça,
sözkonusu gruplar birbirleriyle çatışmaya başlayacaklar ve bu da Sünni Arap
liderliğini daha da zayıflatacak.
İran’da ortaya çıkan tehdit
7 Haziran tarihinde 6 saldırgan tarafından intihar yelekleri ve çok
güçlü saldırı tüfekleriyle gerçekleştirilen çifte saldırıda 12 kişi hayatını
kaybetti ve onlarcası yaralandı. İD saldırıları üstlendi. Bu tür saldırıları
gerçekleştirebilmesi İD’in bir süredir İran içinde faal olabileceğinin bir
göstergesi.
İD bu saldırıları tam da uygun bir zamanda gerçekleştirdi, yani Amerikan
Başkanı Trump’ın İran’ı bölgenin ana tehdidi olarak tanımladığı Suudi Arabistan
ziyaretinden sadece üç hafta sonra... Aşağı yukarı aynı tarihlerde Suud Kralı Tahran’la
herhangi bir diyalogu reddetti ve bu ülkeyle mücadelenin İran toprakları içinde
gerçekleşmesi gerektiğini söyledi. Yine Suudi Arabistan’daki ve Bahreyn’deki
Şiilere karşı yoğun baskılara giriştiler.
Tahran’a göre Suudiler, aslında –İran’a ve onun bölgedeki Şii
müttefiklerine karşı hamleye yardımcı olan– İD’in varlığından istifade ediyor.
Gerçekten böyle mi değil mi, bu bizim konumuz değil. Ama İD, İran’ın buna
inanmasını ister; çünkü bu, Tahran ile Riyad arasında bir çatışmaya yol
açabilir. (…)
İran istihbaratı, ülkesindeki İD elemanlarını etkisiz hale getirmeye
çalışacaktır; ama dış operasyonlardan sorumlu Kudüs Gücü daha da ileri giderek
bu saldırılardan dolayı Suudilere karşı bir misillemeye girişebilir. Her
halükarda bu saldırılar, İran ile Suudi Arabistan arasındaki gerilimi daha da
artıracak ve İD bunu daha da tırmandırmak için elinden gelen her şeyi
yapacaktır.
Bağımsız Kürdistanlar?
Bu arada Kürt gruplar, kendilerine ait yeni sınırları çizmek amacıyla bölgenin
bulanıklaşan sınırlarından istifade ediyorlar. Suriye Kürtlerinin İD’le savaşmaktaki
temel motivasyonları, toprak ele geçirip güvence altına almak ve bağımsız
olmasa bile özerk bir Suriye Kürt devleti için ABD’nin desteğini elde etmek. Bu
arada onların Irak’taki uzaktan kuzenleri de Irak tecrübesinin kati olarak
parçalanmasının habercisi olacak tam egemenlik peşinde koşuyorlar.
2003 Irak Savaşı’nı müteakip Bağdat hükümeti, Irak’ın en kuzeydeki üç
vilayetinde özerk Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni tanıdı. Zaman içinde Irak
Kürtleri, nüfuzlarını, Iraklı Sünnilerle toprak ihtilafı yaşadıkları diğer üç
vilayetin genişçe kesimlerini de içerecek şekilde güneye doğru genişletti.
Ancak Şiilerin hâkimiyetindeki merkezî hükümet, IKYB’nin daha fazla
özerkleşmesine uzunca bir süredir karşı. 2014’te İD’in yükselişi ve bilhassa
Musul’u ele geçirmesi, Bağdat yönetimini zayıflattığından ve Sünni bölgelerde İD’e
karşı savaşmak için IKYB’yle işbirliği yapmaya zorladığından fiiliyatta Irak
Kürtlerine yaradı.
Bu ilerlemeyle cesaretlenen IKYB, 7 Haziran’da 25 Eylül tarihinde
bağımsızlık referandumu yapacağını ilan etti. Referandum tarihi ilan edilse de IKYB’nin
bağımsızlık gidişatı hala daha net olmayıp büyük ölçüde Türklerin ve
İranlıların tepkisine bağlı.
Türkiye: Hala kenarda müdahil olmadan izliyor
Bu arada Türkiye olan biteni dikkatle izliyor. Kürt bağımsızlığına karşı
çıkıyor ve Suriye’deki hedefleri, bölgedeki neredeyse diğer bütün güçlerinkiyle
çelişiyor. Ancak Suriye’de kendisine vekâlet eden bazı güçlere mali destekte
bulunmanın ve ülkenin kuzeyinde küçük bir koridor oluşturmanın dışında şimdiye kadar
savaşın dışında kaldı. Arapların iyice zayıflayıp Türkiye’nin gücüne
direnmeleri imkânsızlaşana kadar kendi aralarında savaşmalarına izin vermeyi
tercih ediyor [Z.T.K. doğru
olmayan çok insafsızca bir yorum!]. Bu arada Türkiye, sınırlarının çok çok ötesine kuvvet aktarımı
yapmasını engelleyen iç sıkıntılarla da baş etmeye çalışıyor.
Ancak Katar ihtilafı Türkiye’ye kaçıramayacağı bir fırsat sunuyor.
Türkiye Katar’ın bir müttefiki olup onunla Suudilerin ve diğer Arap
devletlerinin derinden rahatsızlık duyduğu bir ilişkiye sahip. Ancak bu
ülkelerin İran’a karşı koymak için Türkiye’ye ihtiyaçları da var. Araplar,
İran’ın nüfuzunu dengelemek için Türkiye’nin nüfuzunu kabullenmek zorunda
kalacaklardır. Türkiye, Körfez ülkeleri arasındaki bu krizde arabulucu olmaya
çalışıyor ve bu, Arap meselelerinde Ankara’nın daha geniş bir rol oynaması için
bir sıçrama tahtası olabilir. Türkiye’nin rolünün ne denli genişlediğini fiilen
göstermek için TBMM, Katar’a 3000 kişilik askeri birlik konuşlandırmak üzere 7
Haziran’da süratle bir kanunu geçirdi.
Suriye’den kaynaklanan çoklu meydan okumalarla baş etmek için Türkiye’nin
kendisini bölgenin lideri olarak yeniden konumlandırması lazım. Bu amaçla kullandığı
taktiklerden biri, Türkiye’ye sadık ve dolayısıyla Türk menfaatlerini
destekleyecek olan Sünni İslamcı Müslüman Kardeşler’in tarafını tutmak. Problem
şu ki Suudi Arabistan ve Mısır, Türkiye’nin bölgede lider ülke olmasını
istemiyor. İran bugün belki yakın tehdit olabilir; ama Türkiye’nin bölgede bir
hegemon haline gelmesi de uzun vadede daha büyük olmasa da eşdeğer bir tehdide
dönüşecektir.
Ortadoğu’da bölge jeopolitiğini yeniden şekillendiren önemli
gelişmelerle dolu sert bir hafta geçirdik. Bu meselelerin bir kısmının
yakıcılığını yitirmesiyle sonunda sular durularak bir “yeni normal” oluşacaktır;
ama [temel meseleler] ortadan kalmayacağından önümüzdeki süreçte
bugünkünden çok daha önemli sahnelerle karşı karşıya kalacağız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder