2017’DE
ORTADOĞU VE KUZEY AFRİKA’DA NELER YAŞANACAK?
Stratfor,
27.12.2016
Tercüme: Zahide
Tuba Kor
2017 yılında ABD,
Ortadoğu’da 2016’dakinden daha az devrede olmayacak. Ama bu devrede oluş, diğer
ülkelere nüfuz rekabeti için alan açacak şekilde daha makul bir düzeyde
olacaktır. Gerek komşuları gerekse çok daha uzaktaki ülkeleri kapsayacak bu
rekabet, özellikle Suriye-Irak savaş alanları ve çevresinde cereyan edecektir.
Suriye ve Irak içindeki çatışmaların gelişimi, mezhepçi gerilimleri azdıracak
ve Türkiye-İran rekabetini yoğunlaştıracaktır.
Suriye’nin cazibesine direnmek
Beşşar Esed’e bağlı
birliklerin kritik Halep şehrini geri almasıyla birlikte 2017’de Suriye İç
Savaşı’nın sona ereceğini düşünmek oldukça cazip. Fiiliyatta rejim şu anda
birkaç büyük şehri daha kontrolünde tutuyor ve elde ettiği kazanımları
konsolide edebilir durumda. Ancak çatışma en azından 2017 yılı içinde sona
ermeyecektir. Zira rejime sadık gruplar nihai bir zafer elde etmek için çok
fazla yöne odaklanmak zorundalar. Kuzeydeki toprakları ellerinde tutmanın yanısıra
şimdi de Halep-Şam arasında ve Şam etrafındaki bölgelerde bulunan isyancıları
temizlemeleri lazım. Yine hâlihazırda yoldaşlarının kuşatma altında olduğu,
İslam Devleti’nin elinde bulunan doğudaki Deyrezzor şehrine de girecekler.
Palmira çevresindeki enerji kuşağı olan bölgeleri geri almak da bir öncelik.
Diğer bir deyişle, yapmaları gereken hala daha çok iş var ve çatışmalara
saplanmış böyle bir ülkede bir dizi gelişme güç dengesini değiştirebilir.
Rejime sadık
olanların karşı karşıya olduğu zorluklar çatışmanın çözümünü engelleyen
faktörlerden biri. Dış güçlerin varlığı 2016’ya kıyasla 2017’de Suriye savaş
alanını çok daha çetrefilli hale sokacaktır. ABD’nin Suriye stratejisi, daha
seçici davranarak, Esed yönetimiyle savaşanlar yerine İslam Devleti’ne karşı
savaş veren belirli gruplara yardım etmek olacaktır.
Mesela Washington,
Kürt güçleri desteklemeye devam edecek, ama İdlib’deki isyancılara desteği
frenleyecektir. Bunun üç sonucu olacaktır: Birincisi, Türkiye, Katar ve Suudi
Arabistan ABD’nin yüzüstü bıraktığı –daha radikal olanlar da dâhil– isyancılara
desteği artırmak zorunda kalacaktır. İkincisi, Washington’ın geri çekilmesiyle
birlikte denetimi azalırken, bahsi geçen üç ülkenin desteği radikal unsurlara
başarılı olmaları için alan açacaktır. Üçüncüsü, Washington’la yürüttüğü daha
geniş müzakerelerde yaptırımların hafifletilmesi de dâhil tavizler koparmaya
çalışan Rusya, ABD’yle ve müttefikleriyle çok daha taktik düzeyde işbirliği
yapabilecektir.
Rusya, sadece bu
hedeflere ulaşmasına yardımcı olacak kadar işbirliği yapacaktır. Ancak
Moskova’nın Suriye sahasındaki sınırlı nüfuzu dikkate alındığında aslında
yapabileceği çok da fazla bir şey yok. Yine de bu durum Rusya’nın Suriye
müzakerelerinde baş arabulucu olarak Washington’ın yerini alma çabasını
durdurmayacaktır.
Diğer güçler İslam
Devleti’yle savaşmakla meşgulken Türkiye ise Kürt yayılmasını durdurma
zorunluluğuyla harekete geçerek Suriye ve Irak’ın kuzeyinde nüfuz alanını
genişletecektir. Suriye’de Rus birliklerinin varlığı, Türkiye’nin Halep’in
kuzeyinde el-Bab’dan daha güneye inmeye kalkışmasını muhtemelen engelleyecektir.
Türkiye, Kürtlerin elinde tuttuğu bölgeleri bölmek ve böylece onları
zayıflatmak için el-Bab’dan doğuya Menbic’e doğru yönelmeye çalışacaktır.
Türkiye ayrıca Rakka’da İslam Devleti karşıtı harekâtlarda daha büyük bir rol
oynamak için lobi yapacaktır. Ankara, gerek Suriye Kürt birliklerinin
yayılmasını engellemek gerekse İslam Devleti’ni geriletmek için Suriye
çatışmasında daha fazla birlik konuşlandıracaktır.
Türkiye’nin
stratejisinde tabii ki birtakım zorluklar var. Ruslarla ve Suriye Kürt güçleriyle
çatışma riski sözkonusu. Ankara, Washington’ın Kürtlere desteği yüzünden
ABD’yle yaşadığı gerginliklerin üstesinden gelse dahi, savaş alanındaki
güçlükleri aşmak için Moskova’yla daha yakın bağlar kurmaya odaklanmak zorunda.
Türkiye, Irak’ın da
kuzey kesiminde, özellikle bir zamanlar Osmanlı İmparatorluğu sınırının [Z.T.K.
Osmanlı değil, Misak-ı Milli sınırlarını kastediyor olmalı] çizildiği
Sincar-Musul-Erbil-Kerkük hattında nüfuzunu artıracaktır. Bu sırada Musul’da
İslam Devleti’nin yenilgiye uğratılmasıyla ortaya çıkacak güç boşluğunda
İran’la nüfuz rekabetine girecektir. Bağdat yönetimi, İslam Devleti Musul’u
kaybettiğinde [Z.T.K. Musul’un da sınırları içinde olduğu] Ninova
vilayetini kontrolü altına alma mücadelesi verecektir. Bu arada Türkiye, bölge
Sünnilerinin kendisini hami konumuna getirmesi için beraber iş tuttuğu
vekillerini teşvik edecektir.
Türkiye’nin
canlanışı, kuzey Suriye ve Irak boyunca İran’ın nüfuz yayını tehdit edecektir.
Tahran’ın buna karşı mukabele edeceği birçok yol bulunmaktadır. Tahran
yönetimi, Bağdat’taki Şiileri, kendi deyimleriyle, Türk işgaline karşı
direnmeye teşvik edecektir. Ankara’yı engellemek için ihtilaflı bölgelerde Şii
milislere bel bağlayacak ve Irak Kürtleri arasındaki bölünmeleri istismar
edecektir. Irak’ta görece nüfuzu daha az olan Suudi Arabistan ve diğer Körfez
İşbirliği Konseyi üyeleri Irak Sünnilerinin menfaatlerini savunmak için
Türkiye’ye bel bağlayacaktır.
Musul’un düşüşü
Irak Kürtlerini daha da bölecektir. Kaçınılmaz olan toprak ve nüfuz çekişmesi,
Türkiye destekli Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) ile İran’la müttefik olan
Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB)’ni karşı karşıya getirecektir. Petrol
zengini Kerkük şehir özellikle çekişmeli bölge olacaktır. İran destekli Bağdat
yönetimi Kerkük’ü geri almaya çalışırken Barzani’nin KDP’si oradaki
kazanımlarını elinde tutmaya çalışacaktır. Bu da Bağdat ile Irak Kürdistan’ı
arasında enerji üretimi ve gelir paylaşımında sürdürülebilir bir işbirliğini
engelleyecektir.
Türkiye: Nice meydan okumalarla yüz yüze
Türkiye’nin
dışarıda karşı karşıya olduğu meydan okumalara ilaveten ülke içinde de
yüzleştiği meydan okumalar hiç eksik değil. Kürt militanların saldırıları zaten
çok eski bir mesele. Bu yetmezmiş gibi Ankara’nın İslam Devleti’nin Suriye’de
kaçış rotasını boğucu rolü 2017’de Türkiye’yi örgütün ana hedefi haline
getirecektir. Ama bundan çok daha önemlisi, iktidardaki Adalet ve Kalkınma
Partisi’nin Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığını güçlendirme anlamına
gelecek Anayasa değişikliklerini 2017’de referanduma sunması olacaktır.
Seçmenler aşırı kutuplaşmış olsa da AKP hala ciddi bir halk desteğine sahip;
ancak onun idaresi altındaki ekonomi sallantıda. Dolar güçlendikçe Türkiye’nin
dolar cinsinden borcu artacak ve liranın istikrarsızlığı, siyasi baskılardan
zaten teyakkuza geçmiş haldeki yatırımcıların gözünü korkutacaktır. Bu baskılar
Türkiye’nin AB’ye katılım müzakerelerini daha da zorlaştıracaktır. Türkiye bu
bağlamda fazla bir ilerleme kaydetme beklentisinde değildi; ama Batı’daki
zeminini korumak ve AB pazarına erişimini sürdürmek için göçmen kontrolleriyle
ilgili diyalogu devam ettirmeye ihtiyacı var.
2017 yılında
Amerikan-İran ilişkilerinin devamlılığı test edilecek. Yeni Amerikan
yönetiminin, nükleer anlaşmayı doğrudan ihlal etmese dahi İran’ın saldırganlığı
olarak gördüğü –denizde tacizler ve balistik füze denemesi gibi– manevralara
karşı çok daha az hoşgörülü olması bekleniyor. Buna karşı sert bir Amerikan
mukabelesi, İran’ın bakış açısından, anlaşmanın bir ihlali sayılacaktır. Ancak
ilk adım ABD’den geldiği takdirde İran’ın anlaşmaya meydan okuması
beklenebilir. (Bu arada Rusya, Amerikan-İran gerilimlerinden istifade
edecektir. Moskova, ABD’ye karşı bir koz olarak kullanmak maksadıyla –ve
Tahran’ın da nükleer anlaşmanın devamlılığı ve uygulanabilirliği konusunda
sorular belirdiğinde Washington’a karşı dengeleyici bir güç olarak Rusya’yı
kullanacağı bilinciyle– İran’la ilişkilerini iktisadi ve askeri anlaşmalar
imzalamak suretiyle daha da sıkı hale getirecektir.)
Amerikan
yönetiminin aksi yöndeki tehditlerine rağmen nükleer anlaşma bu yıl yürürlükte
kalacaktır. Zira Amerikan-İran ilişkilerine dair tüm ateşli söylemlere rağmen
Washington’ın Ortadoğu çatışmalarına daha fazla saplanmakta pek de bir çıkarı
yok, hele de İran’la. Benzer şekilde İran’ın da kendi ekonomisini geliştirmesi
lazım ve bunu dış ticaret, yatırım ve nükleer anlaşmanın izin verdiği etkileşim
olmadan yapamaz.
Aslına bakarsanız,
İran ekonomisinin durumu, mayıs ayında yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde
muhtemelen belirleyici faktör olacaktır. İran standartlarında ılımlı bir
siyasetçi olan Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, yaptırımların kısmen kaldırılması ve
enflasyon oranının istikrara kavuşturulmasından sıradan İranlıların istifade
edeceği propagandasını yapmaya çalışacaktır. Buna karşın Ruhani’nin İran Devrim
Muhafızları içindeki ödün vermez muhalifleri, cumhurbaşkanını ABD’ye karşı
yumuşak olmakla ve ekonominin kontrolünü çok fazla yabancılara kaptırmakla
suçluyorlar.
Seçim sonuçları her
ne olursa olsun İran, muhafazakâr siyasetçilerin nüfuzu altında kalacaktır. Bu
siyasetçiler de ABD’ye güvenmeyen ve fakat küresel ekonomiye yeniden dâhil
olmak gerektiğinin farkında olan dini lidere kulak veriyorlar. Petrol
üretiminin yavaş yavaş artması bu bakımdan yardımcı olacaktır. Ancak nükleer
anlaşmanın sürdürülebilirliğiyle alakalı sorular, –tabii Amerikan siyasetinin
gidişatından bahsetmeye dahi gerek yok– İran’ın iktisadi hedeflerine ulaşmasını
engelleyebilir.
Suudi Arabistan,
Amerikan-İran ilişkilerinin bozulmasından çok memnun olacaktır. Türkiye gibi
Suudi yönetimi de İran’la bölgesel vekâlet savaşlarına sürüklenecektir. Ancak
Riyad, giderek tırmanan iç baskılar karşısında pahalı dış maceralarını ölçüp
biçmek zorunda kalacaktır. 2016’da sermaye harcamalarını engelledikten ve kamu
sektörü harcamalarını kıstıktan sonra Suudi Arabistan 2017’de bütçe açığını
azaltabilecektir. Yine de reformun yolu yavaş ve engebeli; iddialı 2030 Vizyonu
ile 2020 Vizyonunu, hayatta kalma mücadelesi veren özel sektörünün takip
edebileceği somut talimatnamelere dönüştürebilmesi zor olacaktır. (…)
(…)
Reform baskısı
devam ettikçe Suudi vatandaşları değişim için yaygara koparacak; ancak hükümet,
ekonomiyi toplumsal reforma önceleyecektir. Makul bir toplumsal reform dahi
Suudi dini müessesesinin [rejimden] yabancılaşma riskini taşıyor; oysaki
ülke içinde gelişen cihatçı tehdidi idare etmek için dini müessesenin Suud
Ailesine desteği elzem.
Diğer Körfez
İşbirliği Konseyi (KİK) üyeleri İran nüfuzunu frenlemek ve ortak ekonomik ve
güvenlik tehditlerine karşı bir savunma geliştirmek maksadıyla birlikte hareket
edecektir. Ancak birlik cephesinde kırılmalar sözkonusu. Birleşik Arap
Emirlikleri Yemen’in güneyindeki pozisyonunu pekiştirirken Suudi Arabistan
Yemen’i müzakereler yoluyla bir çözüme yönlendirmek için mücadele edecektir.
Görece tarafsızlığıyla tanınan Umman, KİK’in İran’ı düşmanlaştırma girişimine
katılmayacaktır.
Aynı dinamikler
KİK’in Kuzey Afrika’daki dış politikasında da görülecektir. Suudi Arabistan;
Yemen ve Suriye gibi ülkelerde izlediği dış politikaya destek vermeleri
karşılığında müttefiklerine ekonomik ve güvenlik desteği vermeye devam
edecektir. Ancak BAE çok daha ılımlı bir ses olacağından bu ılımlılığıyla Suudi
Arabistan’ın güvenirliğini baltalayacaktır.
2017’de Mısır,
Suudi menfaatlerinden bağımsız bir dış politika formülleştirecek kadar
iktisaden istikrara kavuşacaktır. Bunun için olabildiğince fazla dış ortaktan
maddi kaynak çekmeye çalışacaktır. Para birimini devalüe eden, IMF’yle bir
anlaşmaya varan ve daha fazla yakıt teşvik reformunu yürürlüğe koyan Kahire,
kamu ücretlerini azaltma ve vergi gelirlerini artırma gibi çok daha temel
yapısal reformları uygulamaya koymak zorunda. Bu çerçevede Mısır Cumhurbaşkanı
Sisi sadece sınırlı bir başarı kaydedecektir. Zira ülkenin iktisadi kırılganlığının
ceremesini çeken insanlar ve yasama organınca eli kolu bağlanacaktır.
Bu arada Mısır
Libya’ya müdahilliğini sürdürecektir; Libya Milli Ordusunu komuta eden
milliyetçi General Halife Hafter’e Mısır ve BAE desteği işe yaramaya başlamış
durumda. Hafter Libya’nın doğusunda askeri ve siyasi kontrolünü artırabilecek
ve Libya’nın batısına doğru da yayılacaktır, ama tamamen değil. Libya Milli
Ordusu kendi davası etrafında milisleri toplamaya çalışacak; ancak milislerin
hepsi Hafter’le aynı safta çatışmak istemeyecektir. Hafter’in bölücü ve
ayrıştırıcı tavrı, BM öncülüğünde bir milli birlik hükümeti kurma ve onaylama
müzakerelerine engel çıkarmaya mahkûmdur. Bu yüzden Libya, 2017’de kalıcı bir
barış ihtimalini sınırlayacak şekilde rakip milisler arasında bir savaş alanı
olmayı sürdürecektir. Bu rekabeti her kim kazanırsa Libya’nın petrol
zenginliğini elde etmiş olacaktır.
Bu arada İslam
Devleti [Libya’nın kıyı kesimindeki] gücünün çoğunu kaybedecek; ancak
ülkenin derinliklerinde kendisine sığınılacak bir liman ve müttefikler
bulacaktır. Eşzamanlı olarak el-Kaide bağlantılı milisler nüfuzlarını sessiz
sedasız yaymaya devam edecektir.
İslam Devleti
başka yerlerde de gücünü yitirecektir. Irak ve Suriye’deki askeri operasyonlar,
konvansiyonel bir askeri güç olarak örgütü geriletecek; ancak terörist ve
isyancı gücünü pek de kıramayacaktır. Bir zamanlar kontrolleri altında
tuttukları topraklara dağılacak İslam Devleti kalıntıları, Irak ve Suriye’de
etnik ve mezhepçi ayrılıkları istismar ederek varlıklarını koruyacaktır. Bu
yüzden terör saldırıları dikkat çekici bir biçimde Irak’a geri dönecektir.
(Irak’ta askeri gerilemesine rağmen İslam Devleti, mücadelenin çok daha
karmaşık/çapraşık olduğu Suriye’de biraz daha fazla serbestçe hareket
edecektir.)
Ancak İslam
Devleti’nin saldırıları dış dünyada çok daha sınırlı bir tehdit olacaktır. Irak
ve Suriye’den vatanlarına geri dönen militanlar hiç şüphesiz Batı ülkeleri için
bir risk; ancak bu risk, artan bilinçle, istihbarat denetimiyle ve
kısıtlamalarla kontrol altına alınabilir. Yoğun ağlara ve yeteneklere sahip
olmak zorunda olmayan tabandaki iş bilir teröristler, 2017’de özellikle Batı
için İslam Devleti’nden çok daha büyük bir tehdit olacaktır.
İslam Devleti
uluslararası toplumun dikkatini çekerken el-Kaide, sahnelere geri dönüş için
birçok alanda yeteneklerini bileyerek sessiz sedasız kendisini yeniden
örgütlüyor. El-Kaide ağlarının Libya, Cezayir, Mali, Tunus, Mısır ve Yemen’de
farklı isimler altında kendini yeniden biçimlendirerek daha aktif ve etkili
olması muhtemel. Arap Yarımadası el-Kaide’si bilhassa endişe verici. Örgütün
Yemen’de Suudi Arabistan’la zımni anlaşması çöktü ve böylelikle Suudi Kraliyeti
cihatçı grup için uygun bir hedefe dönüştü.
Her ne kadar
saldırıları görece daha basit olsa da cihatçılar başka bölgelerde de aktif
olacaktır. Eğer ki Endonezya ve Bangladeş gibi ülkelerdeki saldırılar daha
karmaşık bir hale gelirse bu demek olur ki Ortadoğu’daki daha tecrübeli
savaşçılar başarılı bir şekilde evlerine geri dönebilmişler.
Nijerya’da Batı
Sudan Vilayeti, veya daha iyi bilinen eski ismiyle Boko Haram, el-Kaide’nin
–sivillere ve Müslümanlara saldırmaktan kaçınan ama orduya ve Batılı hedeflere
odaklanan– hedef alma stratejilerini benimsemeyi sürdürecektir. Ancak Ebubekir
Şekau liderliğindeki fraksiyon camilere, Müslümanlara, çarşı pazara, sivillere
ve diğer hassas hedeflere saldırılarını sürdürecektir.
İsrail cesaretlenecek
2017 İsrail için
birtakım fırsatlar sunuyor ve bunların en büyüğü, onun güvenlik garantörü olan
ABD’den gelecektir. Cumhuriyetçilerin Amerikan yönetiminin yasama ve yürütme
erklerini sıkı kontrolü altına almasıyla birlikte İsrail, herhangi bir
siteme/paylamaya maruz kalmadan çıkarlarının peşinden koşmada eli
serbestleşecektir. İsrail, İran konusunda çok daha iddialı bir Amerikan
politikasından istifade edecek ve Washington üzerinden İran’ın uranyum
zenginleştirmesine daha fazla sınırlandırma getirtebilecektir. Nihayetinde yeni
Amerikan yönetimi, İran’la ilgili toplanan istihbarata, hele de nükleer
anlaşmanın ihlallerine işaret edenlere karşı çok daha duyarlı olacaktır. Bundan
cesaret alan İsrail, muhtemelen Batı Şeria’daki Yahudi yerleşim faaliyetlerini
–Filistinli militanların saldırılarını kışkırtsa dahi– hızlandıracaktır.
İsrail-Filistin uyuşmazlığında bir tırmanma, İsrail’in –her ikisi de kendi
içinde baskılarla karşılaşan– Ürdün ve Mısır’la ilişkilerini gerecektir.
(Filistin meselesi muhtemelen Türkiye ve Mısır arasında bir rekabet kaynağı
olacaktır. Ankara, bir yandan Filistinli gruplarla daha iyi ilişkiler
geliştirmeye çalışırken, diğer yandan İsrail’le normalleşmiş ama hala gergin
ilişkileri çekip çevirecektir.)
Yine de 2017
İsrail için bir dizi meydan okumaları da beraberinde getirecektir. Kuzeyinde,
Suriye İç Savaşı’na yoğun katılımı sayesinde çok daha güçlendiği ve tecrübe
kazandığı iddia edilen Hizbullah’la mücadele etmek zorunda kalacaktır. Ancak
Hizbullah’ın işi başından aşkın: Suriye’de rejime sadık olanlar adına mevcut
toprak kazanımlarını konsolide edecek, Lübnan’da siyasi meydan okumaları
savuşturacak ve bu arada gözü İsrail’in üzerinde olacaktır. İsrail’in
Hizbullah’ın askeri gücünden endişe ederek –üstelik artık bir fırsat
penceresine sahip olduğunun ve Washington’ın sitemlerine maruz kalmayacağının
da bilinciyle– Hizbullah’ı zayıflatmak ve ileri teknoloji ürünü silahlara
erişimini sınırlandırmak maksadıyla Suriye ve Lübnan’da operasyonlarını
yoğunlaştırması muhtemeldir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder