5 Şubat 2017 Pazar

STRATFOR: 2017’DE ORTADOĞU VE KUZEY AFRİKA’DA NELER YAŞANACAK?



2017’DE ORTADOĞU VE KUZEY AFRİKA’DA NELER YAŞANACAK? 

Stratfor, 27.12.2016

Tercüme: Zahide Tuba Kor

2017 yılında ABD, Ortadoğu’da 2016’dakinden daha az devrede olmayacak. Ama bu devrede oluş, diğer ülkelere nüfuz rekabeti için alan açacak şekilde daha makul bir düzeyde olacaktır. Gerek komşuları gerekse çok daha uzaktaki ülkeleri kapsayacak bu rekabet, özellikle Suriye-Irak savaş alanları ve çevresinde cereyan edecektir. Suriye ve Irak içindeki çatışmaların gelişimi, mezhepçi gerilimleri azdıracak ve Türkiye-İran rekabetini yoğunlaştıracaktır.

Suriye’nin cazibesine direnmek

Beşşar Esed’e bağlı birliklerin kritik Halep şehrini geri almasıyla birlikte 2017’de Suriye İç Savaşı’nın sona ereceğini düşünmek oldukça cazip. Fiiliyatta rejim şu anda birkaç büyük şehri daha kontrolünde tutuyor ve elde ettiği kazanımları konsolide edebilir durumda. Ancak çatışma en azından 2017 yılı içinde sona ermeyecektir. Zira rejime sadık gruplar nihai bir zafer elde etmek için çok fazla yöne odaklanmak zorundalar. Kuzeydeki toprakları ellerinde tutmanın yanısıra şimdi de Halep-Şam arasında ve Şam etrafındaki bölgelerde bulunan isyancıları temizlemeleri lazım. Yine hâlihazırda yoldaşlarının kuşatma altında olduğu, İslam Devleti’nin elinde bulunan doğudaki Deyrezzor şehrine de girecekler. Palmira çevresindeki enerji kuşağı olan bölgeleri geri almak da bir öncelik. Diğer bir deyişle, yapmaları gereken hala daha çok iş var ve çatışmalara saplanmış böyle bir ülkede bir dizi gelişme güç dengesini değiştirebilir.
Rejime sadık olanların karşı karşıya olduğu zorluklar çatışmanın çözümünü engelleyen faktörlerden biri. Dış güçlerin varlığı 2016’ya kıyasla 2017’de Suriye savaş alanını çok daha çetrefilli hale sokacaktır. ABD’nin Suriye stratejisi, daha seçici davranarak, Esed yönetimiyle savaşanlar yerine İslam Devleti’ne karşı savaş veren belirli gruplara yardım etmek olacaktır.
Mesela Washington, Kürt güçleri desteklemeye devam edecek, ama İdlib’deki isyancılara desteği frenleyecektir. Bunun üç sonucu olacaktır: Birincisi, Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan ABD’nin yüzüstü bıraktığı –daha radikal olanlar da dâhil– isyancılara desteği artırmak zorunda kalacaktır. İkincisi, Washington’ın geri çekilmesiyle birlikte denetimi azalırken, bahsi geçen üç ülkenin desteği radikal unsurlara başarılı olmaları için alan açacaktır. Üçüncüsü, Washington’la yürüttüğü daha geniş müzakerelerde yaptırımların hafifletilmesi de dâhil tavizler koparmaya çalışan Rusya, ABD’yle ve müttefikleriyle çok daha taktik düzeyde işbirliği yapabilecektir.
Rusya, sadece bu hedeflere ulaşmasına yardımcı olacak kadar işbirliği yapacaktır. Ancak Moskova’nın Suriye sahasındaki sınırlı nüfuzu dikkate alındığında aslında yapabileceği çok da fazla bir şey yok. Yine de bu durum Rusya’nın Suriye müzakerelerinde baş arabulucu olarak Washington’ın yerini alma çabasını durdurmayacaktır.
Diğer güçler İslam Devleti’yle savaşmakla meşgulken Türkiye ise Kürt yayılmasını durdurma zorunluluğuyla harekete geçerek Suriye ve Irak’ın kuzeyinde nüfuz alanını genişletecektir. Suriye’de Rus birliklerinin varlığı, Türkiye’nin Halep’in kuzeyinde el-Bab’dan daha güneye inmeye kalkışmasını muhtemelen engelleyecektir. Türkiye, Kürtlerin elinde tuttuğu bölgeleri bölmek ve böylece onları zayıflatmak için el-Bab’dan doğuya Menbic’e doğru yönelmeye çalışacaktır. Türkiye ayrıca Rakka’da İslam Devleti karşıtı harekâtlarda daha büyük bir rol oynamak için lobi yapacaktır. Ankara, gerek Suriye Kürt birliklerinin yayılmasını engellemek gerekse İslam Devleti’ni geriletmek için Suriye çatışmasında daha fazla birlik konuşlandıracaktır.
Türkiye’nin stratejisinde tabii ki birtakım zorluklar var. Ruslarla ve Suriye Kürt güçleriyle çatışma riski sözkonusu. Ankara, Washington’ın Kürtlere desteği yüzünden ABD’yle yaşadığı gerginliklerin üstesinden gelse dahi, savaş alanındaki güçlükleri aşmak için Moskova’yla daha yakın bağlar kurmaya odaklanmak zorunda.
Türkiye, Irak’ın da kuzey kesiminde, özellikle bir zamanlar Osmanlı İmparatorluğu sınırının [Z.T.K. Osmanlı değil, Misak-ı Milli sınırlarını kastediyor olmalı] çizildiği Sincar-Musul-Erbil-Kerkük hattında nüfuzunu artıracaktır. Bu sırada Musul’da İslam Devleti’nin yenilgiye uğratılmasıyla ortaya çıkacak güç boşluğunda İran’la nüfuz rekabetine girecektir. Bağdat yönetimi, İslam Devleti Musul’u kaybettiğinde [Z.T.K. Musul’un da sınırları içinde olduğu] Ninova vilayetini kontrolü altına alma mücadelesi verecektir. Bu arada Türkiye, bölge Sünnilerinin kendisini hami konumuna getirmesi için beraber iş tuttuğu vekillerini teşvik edecektir. 
Türkiye’nin canlanışı, kuzey Suriye ve Irak boyunca İran’ın nüfuz yayını tehdit edecektir. Tahran’ın buna karşı mukabele edeceği birçok yol bulunmaktadır. Tahran yönetimi, Bağdat’taki Şiileri, kendi deyimleriyle, Türk işgaline karşı direnmeye teşvik edecektir. Ankara’yı engellemek için ihtilaflı bölgelerde Şii milislere bel bağlayacak ve Irak Kürtleri arasındaki bölünmeleri istismar edecektir. Irak’ta görece nüfuzu daha az olan Suudi Arabistan ve diğer Körfez İşbirliği Konseyi üyeleri Irak Sünnilerinin menfaatlerini savunmak için Türkiye’ye bel bağlayacaktır.
Musul’un düşüşü Irak Kürtlerini daha da bölecektir. Kaçınılmaz olan toprak ve nüfuz çekişmesi, Türkiye destekli Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) ile İran’la müttefik olan Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB)’ni karşı karşıya getirecektir. Petrol zengini Kerkük şehir özellikle çekişmeli bölge olacaktır. İran destekli Bağdat yönetimi Kerkük’ü geri almaya çalışırken Barzani’nin KDP’si oradaki kazanımlarını elinde tutmaya çalışacaktır. Bu da Bağdat ile Irak Kürdistan’ı arasında enerji üretimi ve gelir paylaşımında sürdürülebilir bir işbirliğini engelleyecektir.

 

Türkiye: Nice meydan okumalarla yüz yüze

Türkiye’nin dışarıda karşı karşıya olduğu meydan okumalara ilaveten ülke içinde de yüzleştiği meydan okumalar hiç eksik değil. Kürt militanların saldırıları zaten çok eski bir mesele. Bu yetmezmiş gibi Ankara’nın İslam Devleti’nin Suriye’de kaçış rotasını boğucu rolü 2017’de Türkiye’yi örgütün ana hedefi haline getirecektir. Ama bundan çok daha önemlisi, iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığını güçlendirme anlamına gelecek Anayasa değişikliklerini 2017’de referanduma sunması olacaktır. Seçmenler aşırı kutuplaşmış olsa da AKP hala ciddi bir halk desteğine sahip; ancak onun idaresi altındaki ekonomi sallantıda. Dolar güçlendikçe Türkiye’nin dolar cinsinden borcu artacak ve liranın istikrarsızlığı, siyasi baskılardan zaten teyakkuza geçmiş haldeki yatırımcıların gözünü korkutacaktır. Bu baskılar Türkiye’nin AB’ye katılım müzakerelerini daha da zorlaştıracaktır. Türkiye bu bağlamda fazla bir ilerleme kaydetme beklentisinde değildi; ama Batı’daki zeminini korumak ve AB pazarına erişimini sürdürmek için göçmen kontrolleriyle ilgili diyalogu devam ettirmeye ihtiyacı var.

Amerikan-İran ilişkileri bir testten geçecek
2017 yılında Amerikan-İran ilişkilerinin devamlılığı test edilecek. Yeni Amerikan yönetiminin, nükleer anlaşmayı doğrudan ihlal etmese dahi İran’ın saldırganlığı olarak gördüğü –denizde tacizler ve balistik füze denemesi gibi– manevralara karşı çok daha az hoşgörülü olması bekleniyor. Buna karşı sert bir Amerikan mukabelesi, İran’ın bakış açısından, anlaşmanın bir ihlali sayılacaktır. Ancak ilk adım ABD’den geldiği takdirde İran’ın anlaşmaya meydan okuması beklenebilir. (Bu arada Rusya, Amerikan-İran gerilimlerinden istifade edecektir. Moskova, ABD’ye karşı bir koz olarak kullanmak maksadıyla –ve Tahran’ın da nükleer anlaşmanın devamlılığı ve uygulanabilirliği konusunda sorular belirdiğinde Washington’a karşı dengeleyici bir güç olarak Rusya’yı kullanacağı bilinciyle– İran’la ilişkilerini iktisadi ve askeri anlaşmalar imzalamak suretiyle daha da sıkı hale getirecektir.)
Amerikan yönetiminin aksi yöndeki tehditlerine rağmen nükleer anlaşma bu yıl yürürlükte kalacaktır. Zira Amerikan-İran ilişkilerine dair tüm ateşli söylemlere rağmen Washington’ın Ortadoğu çatışmalarına daha fazla saplanmakta pek de bir çıkarı yok, hele de İran’la. Benzer şekilde İran’ın da kendi ekonomisini geliştirmesi lazım ve bunu dış ticaret, yatırım ve nükleer anlaşmanın izin verdiği etkileşim olmadan yapamaz.
Aslına bakarsanız, İran ekonomisinin durumu, mayıs ayında yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhtemelen belirleyici faktör olacaktır. İran standartlarında ılımlı bir siyasetçi olan Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, yaptırımların kısmen kaldırılması ve enflasyon oranının istikrara kavuşturulmasından sıradan İranlıların istifade edeceği propagandasını yapmaya çalışacaktır. Buna karşın Ruhani’nin İran Devrim Muhafızları içindeki ödün vermez muhalifleri, cumhurbaşkanını ABD’ye karşı yumuşak olmakla ve ekonominin kontrolünü çok fazla yabancılara kaptırmakla suçluyorlar.
Seçim sonuçları her ne olursa olsun İran, muhafazakâr siyasetçilerin nüfuzu altında kalacaktır. Bu siyasetçiler de ABD’ye güvenmeyen ve fakat küresel ekonomiye yeniden dâhil olmak gerektiğinin farkında olan dini lidere kulak veriyorlar. Petrol üretiminin yavaş yavaş artması bu bakımdan yardımcı olacaktır. Ancak nükleer anlaşmanın sürdürülebilirliğiyle alakalı sorular, –tabii Amerikan siyasetinin gidişatından bahsetmeye dahi gerek yok– İran’ın iktisadi hedeflerine ulaşmasını engelleyebilir.

Körfez’de reforma doğru gidiş
Suudi Arabistan, Amerikan-İran ilişkilerinin bozulmasından çok memnun olacaktır. Türkiye gibi Suudi yönetimi de İran’la bölgesel vekâlet savaşlarına sürüklenecektir. Ancak Riyad, giderek tırmanan iç baskılar karşısında pahalı dış maceralarını ölçüp biçmek zorunda kalacaktır. 2016’da sermaye harcamalarını engelledikten ve kamu sektörü harcamalarını kıstıktan sonra Suudi Arabistan 2017’de bütçe açığını azaltabilecektir. Yine de reformun yolu yavaş ve engebeli; iddialı 2030 Vizyonu ile 2020 Vizyonunu, hayatta kalma mücadelesi veren özel sektörünün takip edebileceği somut talimatnamelere dönüştürebilmesi zor olacaktır. (…)
(…)
Reform baskısı devam ettikçe Suudi vatandaşları değişim için yaygara koparacak; ancak hükümet, ekonomiyi toplumsal reforma önceleyecektir. Makul bir toplumsal reform dahi Suudi dini müessesesinin [rejimden] yabancılaşma riskini taşıyor; oysaki ülke içinde gelişen cihatçı tehdidi idare etmek için dini müessesenin Suud Ailesine desteği elzem.
Diğer Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) üyeleri İran nüfuzunu frenlemek ve ortak ekonomik ve güvenlik tehditlerine karşı bir savunma geliştirmek maksadıyla birlikte hareket edecektir. Ancak birlik cephesinde kırılmalar sözkonusu. Birleşik Arap Emirlikleri Yemen’in güneyindeki pozisyonunu pekiştirirken Suudi Arabistan Yemen’i müzakereler yoluyla bir çözüme yönlendirmek için mücadele edecektir. Görece tarafsızlığıyla tanınan Umman, KİK’in İran’ı düşmanlaştırma girişimine katılmayacaktır.

Kuzey Afrika
Aynı dinamikler KİK’in Kuzey Afrika’daki dış politikasında da görülecektir. Suudi Arabistan; Yemen ve Suriye gibi ülkelerde izlediği dış politikaya destek vermeleri karşılığında müttefiklerine ekonomik ve güvenlik desteği vermeye devam edecektir. Ancak BAE çok daha ılımlı bir ses olacağından bu ılımlılığıyla Suudi Arabistan’ın güvenirliğini baltalayacaktır.
2017’de Mısır, Suudi menfaatlerinden bağımsız bir dış politika formülleştirecek kadar iktisaden istikrara kavuşacaktır. Bunun için olabildiğince fazla dış ortaktan maddi kaynak çekmeye çalışacaktır. Para birimini devalüe eden, IMF’yle bir anlaşmaya varan ve daha fazla yakıt teşvik reformunu yürürlüğe koyan Kahire, kamu ücretlerini azaltma ve vergi gelirlerini artırma gibi çok daha temel yapısal reformları uygulamaya koymak zorunda. Bu çerçevede Mısır Cumhurbaşkanı Sisi sadece sınırlı bir başarı kaydedecektir. Zira ülkenin iktisadi kırılganlığının ceremesini çeken insanlar ve yasama organınca eli kolu bağlanacaktır. 
Bu arada Mısır Libya’ya müdahilliğini sürdürecektir; Libya Milli Ordusunu komuta eden milliyetçi General Halife Hafter’e Mısır ve BAE desteği işe yaramaya başlamış durumda. Hafter Libya’nın doğusunda askeri ve siyasi kontrolünü artırabilecek ve Libya’nın batısına doğru da yayılacaktır, ama tamamen değil. Libya Milli Ordusu kendi davası etrafında milisleri toplamaya çalışacak; ancak milislerin hepsi Hafter’le aynı safta çatışmak istemeyecektir. Hafter’in bölücü ve ayrıştırıcı tavrı, BM öncülüğünde bir milli birlik hükümeti kurma ve onaylama müzakerelerine engel çıkarmaya mahkûmdur. Bu yüzden Libya, 2017’de kalıcı bir barış ihtimalini sınırlayacak şekilde rakip milisler arasında bir savaş alanı olmayı sürdürecektir. Bu rekabeti her kim kazanırsa Libya’nın petrol zenginliğini elde etmiş olacaktır.
Bu arada İslam Devleti [Libya’nın kıyı kesimindeki] gücünün çoğunu kaybedecek; ancak ülkenin derinliklerinde kendisine sığınılacak bir liman ve müttefikler bulacaktır. Eşzamanlı olarak el-Kaide bağlantılı milisler nüfuzlarını sessiz sedasız yaymaya devam edecektir.

İslam Devleti’nin durumu
İslam Devleti başka yerlerde de gücünü yitirecektir. Irak ve Suriye’deki askeri operasyonlar, konvansiyonel bir askeri güç olarak örgütü geriletecek; ancak terörist ve isyancı gücünü pek de kıramayacaktır. Bir zamanlar kontrolleri altında tuttukları topraklara dağılacak İslam Devleti kalıntıları, Irak ve Suriye’de etnik ve mezhepçi ayrılıkları istismar ederek varlıklarını koruyacaktır. Bu yüzden terör saldırıları dikkat çekici bir biçimde Irak’a geri dönecektir. (Irak’ta askeri gerilemesine rağmen İslam Devleti, mücadelenin çok daha karmaşık/çapraşık olduğu Suriye’de biraz daha fazla serbestçe hareket edecektir.)
Ancak İslam Devleti’nin saldırıları dış dünyada çok daha sınırlı bir tehdit olacaktır. Irak ve Suriye’den vatanlarına geri dönen militanlar hiç şüphesiz Batı ülkeleri için bir risk; ancak bu risk, artan bilinçle, istihbarat denetimiyle ve kısıtlamalarla kontrol altına alınabilir. Yoğun ağlara ve yeteneklere sahip olmak zorunda olmayan tabandaki iş bilir teröristler, 2017’de özellikle Batı için İslam Devleti’nden çok daha büyük bir tehdit olacaktır.
İslam Devleti uluslararası toplumun dikkatini çekerken el-Kaide, sahnelere geri dönüş için birçok alanda yeteneklerini bileyerek sessiz sedasız kendisini yeniden örgütlüyor. El-Kaide ağlarının Libya, Cezayir, Mali, Tunus, Mısır ve Yemen’de farklı isimler altında kendini yeniden biçimlendirerek daha aktif ve etkili olması muhtemel. Arap Yarımadası el-Kaide’si bilhassa endişe verici. Örgütün Yemen’de Suudi Arabistan’la zımni anlaşması çöktü ve böylelikle Suudi Kraliyeti cihatçı grup için uygun bir hedefe dönüştü.
Her ne kadar saldırıları görece daha basit olsa da cihatçılar başka bölgelerde de aktif olacaktır. Eğer ki Endonezya ve Bangladeş gibi ülkelerdeki saldırılar daha karmaşık bir hale gelirse bu demek olur ki Ortadoğu’daki daha tecrübeli savaşçılar başarılı bir şekilde evlerine geri dönebilmişler.
Nijerya’da Batı Sudan Vilayeti, veya daha iyi bilinen eski ismiyle Boko Haram, el-Kaide’nin –sivillere ve Müslümanlara saldırmaktan kaçınan ama orduya ve Batılı hedeflere odaklanan– hedef alma stratejilerini benimsemeyi sürdürecektir. Ancak Ebubekir Şekau liderliğindeki fraksiyon camilere, Müslümanlara, çarşı pazara, sivillere ve diğer hassas hedeflere saldırılarını sürdürecektir.

İsrail cesaretlenecek

2017 İsrail için birtakım fırsatlar sunuyor ve bunların en büyüğü, onun güvenlik garantörü olan ABD’den gelecektir. Cumhuriyetçilerin Amerikan yönetiminin yasama ve yürütme erklerini sıkı kontrolü altına almasıyla birlikte İsrail, herhangi bir siteme/paylamaya maruz kalmadan çıkarlarının peşinden koşmada eli serbestleşecektir. İsrail, İran konusunda çok daha iddialı bir Amerikan politikasından istifade edecek ve Washington üzerinden İran’ın uranyum zenginleştirmesine daha fazla sınırlandırma getirtebilecektir. Nihayetinde yeni Amerikan yönetimi, İran’la ilgili toplanan istihbarata, hele de nükleer anlaşmanın ihlallerine işaret edenlere karşı çok daha duyarlı olacaktır. Bundan cesaret alan İsrail, muhtemelen Batı Şeria’daki Yahudi yerleşim faaliyetlerini –Filistinli militanların saldırılarını kışkırtsa dahi– hızlandıracaktır. İsrail-Filistin uyuşmazlığında bir tırmanma, İsrail’in –her ikisi de kendi içinde baskılarla karşılaşan– Ürdün ve Mısır’la ilişkilerini gerecektir. (Filistin meselesi muhtemelen Türkiye ve Mısır arasında bir rekabet kaynağı olacaktır. Ankara, bir yandan Filistinli gruplarla daha iyi ilişkiler geliştirmeye çalışırken, diğer yandan İsrail’le normalleşmiş ama hala gergin ilişkileri çekip çevirecektir.)

Yine de 2017 İsrail için bir dizi meydan okumaları da beraberinde getirecektir. Kuzeyinde, Suriye İç Savaşı’na yoğun katılımı sayesinde çok daha güçlendiği ve tecrübe kazandığı iddia edilen Hizbullah’la mücadele etmek zorunda kalacaktır. Ancak Hizbullah’ın işi başından aşkın: Suriye’de rejime sadık olanlar adına mevcut toprak kazanımlarını konsolide edecek, Lübnan’da siyasi meydan okumaları savuşturacak ve bu arada gözü İsrail’in üzerinde olacaktır. İsrail’in Hizbullah’ın askeri gücünden endişe ederek –üstelik artık bir fırsat penceresine sahip olduğunun ve Washington’ın sitemlerine maruz kalmayacağının da bilinciyle– Hizbullah’ı zayıflatmak ve ileri teknoloji ürünü silahlara erişimini sınırlandırmak maksadıyla Suriye ve Lübnan’da operasyonlarını yoğunlaştırması muhtemeldir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder