4 Şubat 2017 Cumartesi

G.N.BARDOS: BALKANLAR: BOZULMA, İFLAS VE SAVUNMASIZLIK



BALKANLAR: BOZULMA, İFLAS VE SAVUNMASIZLIK

Gordon N. Bardos (New York’ta yaşayan Balkan siyaseti ve güvenliği uzmanı)
World Affairs Journal, Ağustos 2016

Tercüme: Zahide Tuba Kor


(…)
(…) Geçen sene Almanya Başbakanı Angela Merkel, eğer ki Avrupa göçmen krizini çözemezse Balkanlarda çatışma yaşanabilir diye uyarmıştı.
Sıcak çatışma şu an için mümkün görünmese de göçmen endişesinin çok ötesinde Avrupa ve Balkan ülkelerinin teyakkuza geçmesi gereken nice meseleler var. 
Altı yıldan beri Freedom House’un Geçiş Sürecindeki Ülkeler Endeksi Balkanlarda demokrasi alanında geriye gidişi kayıt altına alıyor. Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün 2016 Yolsuzluk Algılaması Endeksine göre, Avrupa’nın en fazla yolsuzluğa bulaşmış ülkeleri (eski Sovyet Cumhuriyetlerinin yanısıra) Arnavutluk, Bosna-Hersek ve Kosova. Ayrıca kişi başına cihatçı gönüllü oranı bakımından da diğer Avrupa ülkelerine kıyasla Bosna-Hersek ve Kosova başı çekiyor. Hırvatistan’da İkinci Dünya Savaşı’nın faşist Ustaša hareketi nostaljisi alarm verici seviyelere ulaştı ve ayrıca Zagreb [Hırvatistan] ile Belgrad [Sısbistan] ilişkileri en azından son on yılın dip noktasında. Makedonya’da aylar süren hükümet karşıtı gösteriler ve Arnavutluk’la Makedonya arasında artan gerginlikler, önde gelen bir siyaset gözlemcisine şöyle bir yorum yaptırdı: “Parçalanmakta olan bir ülkeyiz.” Sırbistan’da gazeteciler, bugün Milošević döneminden çok daha az basın özgürlüğü olmasından şikâyetçiler. Son iki senedir Saraybosna ve Üsküp’te çeteler devlet binalarını kundaklamakta ve Kosova meclisi oturumlarında göz yaşartıcı gaz kapsüllerinin patlatılması artık sıradan bir vaka.
Niçin bu gerginlikler Güneydoğu Avrupa’da giderek artıyor? Bu büyük oranda Brüksel ve Washington’dan gelen politikalara dayandırılabilir:
Birincisi, AB ve NATO üyeliğinin cazibesi Balkanlardaki liderleri ciddi demokratik reformlar yapmaya teşvik edecek faraziyesinin aşırı iyimser olduğu artık ispatlandı. Dahası, Batılı diplomatlar demokratik reformları teşvikten ziyade bölgede Kremlin nüfuzunun azalmasına daha fazla odaklandılar. Washington’da ve Brüksel’de baskın olan Balkanlarda “her ne pahasına olursa olsun NATO” yaklaşımına ilişkin Besnik Pula’nın kısa süre evvel yaptığı analiz şuna işaret ediyor:
Yeni bir despotlar nesli bölge yönetimini ele geçirmekte, hem de bazen gayretkeş Amerikalı politika yapıcılarla ve şaşkın Avrupalı yetkililerle doğrudan suç ortaklığı içinde… Gerek Amerikalı gerekse Avrupalı politika yapıcılar, bölge yönetimlerini saran yolsuzlukları görmezden gelmeye istekliydiler; içeride demokratik ilkelerin ve hukuk devletinin altını göz göre göre oyarken Batılı diplomatlara duymak istediklerini söyleyen despot yöneticilerin yavaş yavaş yükselişlerini ya önemsizmiş gibi gösterdiler ya da göz ardı ettiler. Amerikalı ve Avrupalı politika yapıcılar, bölgede Batı yanlısı oligarşilerin, despotların ve siyaseten yozlaşmışların yönetiminin acaba Putin’inkinden daha mı iyi olduğunu veyahut bölgede Batı’nın uzun vadeli çıkarları için bunların daha mı faydalı olduğunu kendi kendilerine sormalılar.
İkincisi, uluslararası toplumun bölge diplomasisi, iyi niyetli olsa da, nihayetinde hızlı çözüm arayışında basiretsizliğini ele verdi. 1990’larda Batı’nın dayattığı kurumların ve süreçlerin çoğu, beklenenin aksine, uzlaşmayı sağlamak ve istikrarı teşvik etmek yerine düşmanlıkları dondurdu ve zayıf ve yozlaşmış devletler yarattı; şimdi de hayatta kalmak ve kıt kanaat de olsa geçinebilmek için tamamen uluslararası topluma bağımlı hale geldi. Uzlaşmayla alakalı olarak bölge, bitmek tükenmek bilmez, bezdirici uluslararası adli süreçler kördüğümüne saplanmış durumda. Nuremburg Mahkemeleri 1 yıldan daha kısa ve Tokyo Savaş Suçları Mahkemesi 2,5 yıl sürmüşken Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi 20 yılı aşkın süredir hala devam ediyor. Benzer şekilde, İkinci Dünya Savaşı sonrası Almanya’da Batı denetimi on yıl içinde sona ermiş ve Irak’ın tam egemenliği 2003 işgalinden 16 ay sonra Iraklılara devredilmişken Bosna’nın uluslararası garantörlüğü 20 yılı aşkın bir süredir devam ediyor.
Bu arada AB’ye katılım kuralları, Balkanlardaki üye devletler tarafından komşularının girişini engellemek üzere manipüle ediliyor. Yunanistan, Makedonya’nın AB’ye girişini on yılı aşkın bir süredir engelliyor; aynısını Slovenya yıllarca Hırvatistan’a karşı yapmıştı ve şimdi de Hırvatistan aynısını Sırbistan’a karşı yapmaya niyetleniyor. Eğer sıra gelirse Bosna, Kosova ve Sırbistan’ın da birbirlerinin başına çorap öreceği aşikâr. Eşzamanlı olarak Birliğin yaşadığı genişleme yorgunluğu, Yunan borç krizi, mülteci krizi ve şimdi de Brexit, Brüksel’i bütüncül bir Balkan stratejisi geliştirmekten ve uygulamaktan alıkoyuyor. Çileden çıkmış bir bölge diplomatının Brüksel’le ilişkiler konusunda dikkat çektiği üzere, “Amerikalılar reddedemeyeceğiniz teklifler yaparken Avrupalılar anlayamayacağınız tekliflerde bulunuyor.”

Üçüncüsü, bölgeye yönelik uluslararası ekonomi politikası birçok bakımdan aksi sonuçlar doğuruyor. Borç veren ülkelerce ve uluslararası kurumlarca Yunanistan’a dayatılan mali kemer sıkma tedbirleri, Paul Krugman’ın da iddia ettiği üzere, borçların GSYH’ye oranını daha da artıracak şekilde ülkedeki iktisadi faaliyetlere darbe vurucu nitelikte. Bu arada Bosna ve Kosova Avrupa’da en yüksek genç işsizlik oranına sahip. Her ne kadar tarihteki en büyük uluslararası yardım programlarının bazılarından istifade etseler de bunların çoğu iktisadi mantıktan ziyade Washington çevresindeki lobicilerin ve özel çıkar gruplarının talepleri doğrultusunda şekilleniyor.
Brüksel’in ve Washington’ın Güneydoğu Avrupa için yeni bir gidişat belirlemesi şart. Balkan ülkelerinin AB’ye ve NATO’ya katılımı inkâr edilemeyecek kadar olumlu hedefler içerse de mevcut stratejilerimiz bölgenin demokratikleşme ve uzlaşma süreçlerini fazlaca saptırdı.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder