BALKANLAR: BOZULMA,
İFLAS VE SAVUNMASIZLIK
Gordon N. Bardos
(New
York’ta yaşayan Balkan siyaseti ve güvenliği uzmanı)
World Affairs
Journal, Ağustos 2016
Tercüme: Zahide Tuba Kor
(…)
(…) Geçen sene
Almanya Başbakanı Angela Merkel, eğer ki Avrupa göçmen krizini çözemezse
Balkanlarda çatışma yaşanabilir diye uyarmıştı.
Sıcak çatışma şu
an için mümkün görünmese de göçmen endişesinin çok ötesinde Avrupa ve Balkan
ülkelerinin teyakkuza geçmesi gereken nice meseleler var.
Altı yıldan beri
Freedom House’un Geçiş Sürecindeki Ülkeler Endeksi Balkanlarda demokrasi
alanında geriye gidişi kayıt altına alıyor. Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün
2016 Yolsuzluk Algılaması Endeksine göre, Avrupa’nın en fazla yolsuzluğa
bulaşmış ülkeleri (eski Sovyet Cumhuriyetlerinin yanısıra) Arnavutluk,
Bosna-Hersek ve Kosova. Ayrıca kişi başına cihatçı gönüllü oranı bakımından da
diğer Avrupa ülkelerine kıyasla Bosna-Hersek ve Kosova başı çekiyor.
Hırvatistan’da İkinci Dünya Savaşı’nın faşist Ustaša hareketi nostaljisi alarm
verici seviyelere ulaştı ve ayrıca Zagreb [Hırvatistan] ile Belgrad [Sısbistan]
ilişkileri en azından son on yılın dip noktasında. Makedonya’da aylar süren
hükümet karşıtı gösteriler ve Arnavutluk’la Makedonya arasında artan
gerginlikler, önde gelen bir siyaset gözlemcisine şöyle bir yorum yaptırdı:
“Parçalanmakta olan bir ülkeyiz.” Sırbistan’da gazeteciler, bugün Milošević
döneminden çok daha az basın özgürlüğü olmasından şikâyetçiler. Son iki senedir
Saraybosna ve Üsküp’te çeteler devlet binalarını kundaklamakta ve Kosova
meclisi oturumlarında göz yaşartıcı gaz kapsüllerinin patlatılması artık
sıradan bir vaka.
Niçin bu
gerginlikler Güneydoğu Avrupa’da giderek artıyor? Bu büyük oranda Brüksel ve
Washington’dan gelen politikalara dayandırılabilir:
Birincisi, AB ve
NATO üyeliğinin cazibesi Balkanlardaki liderleri ciddi demokratik reformlar
yapmaya teşvik edecek faraziyesinin aşırı iyimser olduğu artık ispatlandı.
Dahası, Batılı diplomatlar demokratik reformları teşvikten ziyade bölgede
Kremlin nüfuzunun azalmasına daha fazla odaklandılar. Washington’da ve
Brüksel’de baskın olan Balkanlarda “her ne pahasına olursa olsun NATO”
yaklaşımına ilişkin Besnik Pula’nın kısa süre evvel yaptığı analiz şuna işaret
ediyor:
Yeni bir despotlar nesli bölge yönetimini
ele geçirmekte, hem de bazen gayretkeş Amerikalı politika yapıcılarla ve şaşkın
Avrupalı yetkililerle doğrudan suç ortaklığı içinde… Gerek Amerikalı gerekse
Avrupalı politika yapıcılar, bölge yönetimlerini saran yolsuzlukları görmezden
gelmeye istekliydiler; içeride demokratik ilkelerin ve hukuk devletinin altını
göz göre göre oyarken Batılı diplomatlara duymak istediklerini söyleyen despot
yöneticilerin yavaş yavaş yükselişlerini ya önemsizmiş gibi gösterdiler ya da
göz ardı ettiler. Amerikalı ve Avrupalı politika yapıcılar, bölgede Batı
yanlısı oligarşilerin, despotların ve siyaseten yozlaşmışların yönetiminin
acaba Putin’inkinden daha mı iyi olduğunu veyahut bölgede Batı’nın uzun vadeli
çıkarları için bunların daha mı faydalı olduğunu kendi kendilerine sormalılar.
İkincisi,
uluslararası toplumun bölge diplomasisi, iyi niyetli olsa da, nihayetinde hızlı
çözüm arayışında basiretsizliğini ele verdi. 1990’larda Batı’nın dayattığı
kurumların ve süreçlerin çoğu, beklenenin aksine, uzlaşmayı sağlamak ve istikrarı
teşvik etmek yerine düşmanlıkları dondurdu ve zayıf ve yozlaşmış devletler
yarattı; şimdi de hayatta kalmak ve kıt kanaat de olsa geçinebilmek için
tamamen uluslararası topluma bağımlı hale geldi. Uzlaşmayla alakalı olarak
bölge, bitmek tükenmek bilmez, bezdirici uluslararası adli süreçler kördüğümüne
saplanmış durumda. Nuremburg Mahkemeleri 1 yıldan daha kısa ve Tokyo Savaş
Suçları Mahkemesi 2,5 yıl sürmüşken Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi
20 yılı aşkın süredir hala devam ediyor. Benzer şekilde, İkinci Dünya Savaşı
sonrası Almanya’da Batı denetimi on yıl içinde sona ermiş ve Irak’ın tam
egemenliği 2003 işgalinden 16 ay sonra Iraklılara devredilmişken Bosna’nın
uluslararası garantörlüğü 20 yılı aşkın bir süredir devam ediyor.
Bu arada AB’ye
katılım kuralları, Balkanlardaki üye devletler tarafından komşularının girişini
engellemek üzere manipüle ediliyor. Yunanistan, Makedonya’nın AB’ye girişini on
yılı aşkın bir süredir engelliyor; aynısını Slovenya yıllarca Hırvatistan’a
karşı yapmıştı ve şimdi de Hırvatistan aynısını Sırbistan’a karşı yapmaya
niyetleniyor. Eğer sıra gelirse Bosna, Kosova ve Sırbistan’ın da birbirlerinin
başına çorap öreceği aşikâr. Eşzamanlı olarak Birliğin yaşadığı genişleme
yorgunluğu, Yunan borç krizi, mülteci krizi ve şimdi de Brexit, Brüksel’i
bütüncül bir Balkan stratejisi geliştirmekten ve uygulamaktan alıkoyuyor.
Çileden çıkmış bir bölge diplomatının Brüksel’le ilişkiler konusunda dikkat
çektiği üzere, “Amerikalılar reddedemeyeceğiniz teklifler yaparken Avrupalılar
anlayamayacağınız tekliflerde bulunuyor.”
Üçüncüsü,
bölgeye yönelik uluslararası ekonomi politikası birçok bakımdan aksi sonuçlar
doğuruyor. Borç veren ülkelerce ve uluslararası kurumlarca Yunanistan’a
dayatılan mali kemer sıkma tedbirleri, Paul Krugman’ın da iddia ettiği üzere,
borçların GSYH’ye oranını daha da artıracak şekilde ülkedeki iktisadi
faaliyetlere darbe vurucu nitelikte. Bu arada Bosna ve Kosova Avrupa’da en
yüksek genç işsizlik oranına sahip. Her ne kadar tarihteki en büyük
uluslararası yardım programlarının bazılarından istifade etseler de bunların
çoğu iktisadi mantıktan ziyade Washington çevresindeki lobicilerin ve özel
çıkar gruplarının talepleri doğrultusunda şekilleniyor.
Brüksel’in ve Washington’ın Güneydoğu Avrupa için yeni bir gidişat belirlemesi şart. Balkan ülkelerinin AB’ye ve NATO’ya katılımı inkâr edilemeyecek kadar olumlu hedefler içerse de mevcut stratejilerimiz bölgenin demokratikleşme ve uzlaşma süreçlerini fazlaca saptırdı.
Brüksel’in ve Washington’ın Güneydoğu Avrupa için yeni bir gidişat belirlemesi şart. Balkan ülkelerinin AB’ye ve NATO’ya katılımı inkâr edilemeyecek kadar olumlu hedefler içerse de mevcut stratejilerimiz bölgenin demokratikleşme ve uzlaşma süreçlerini fazlaca saptırdı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder