ABD TAHRİKLERE
KAPILMAMALI
Jacob L. Shapiro (Geopolitical Futures Analiz Direktörü)
Geopolitical
Futures, 4.11.2016
Tercüme: Zahide
Tuba Kor
Gün yok ki
Filipinler Devlet Başkanı Rodrigo Duterte ABD’ye hakaret etmek için yeni ve
yaratıcı bir yol bulmasın. Senatonun muhalefeti üzerine Amerikan Dışişleri
Bakanlığının 26.000 saldırı tüfeğinin Filipinler polis teşkilatına satışını
durdurduğunu açıklamasından iki gün sonra Duterte, televizyondaki bir
konuşmasında “Şu şebeklere bir bakın, istediğimiz 26.000 silahı bize
satmayacaklarmış. (…) bizim zaten kendi ürettiğimiz silahlarımız var, size mi
kaldık! Bu Amerikalılar budala!” dedi.
Duterte’nin sarf
ettiği bu ve benzeri her sözle birlikte ertesi gün manşetlerimiz basit
öngörülerle doluveriyor: ABD Asya-Pasifik’te önemli bir müttefikini kaybediyor.
Amerika’nın gücü gözlerimizin önünde eriyip gidiyor. Çin bölgenin egemen gücüne
dönüşüyor... Ardından haber akışı normal seyrinde devam ediyor. Duterte birkaç
günlüğüne susuyor ve ABD ile Filipinler 65 yıldır aralarında Ortak Savunma
Antlaşması bulunan iki müttefik olarak işbirliğine devam ediyorlar, ta ki
Duterte yeniden ortalığı karıştıran bir şeyler söyleyene ve haber döngüsü
tekrarlanana kadar.
Duterte tipik bir
Amerikan karşıtı siyasetçi. Ama ABD’nin, liderleri kendisine hakaret eden daha
nice ülkeyle ilişkileri var. Mesela ABD’nin dünyadaki en önemli
müttefiklerinden biri olan Türkiye’yle ilişkilerini bir düşünün. Türkiye’deki
başarısız darbe teşebbüsünden sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan toplumun
birçok kesiminde tasfiyelere gitti. ABD bu yüzden Türkiye’yi eleştirdi. Erdoğan
da ABD’ye parmağını sallayıp Washington’ın darbenin arkasında olduğunu
söyleyerek çok sert bir karşılık verdi.
Türk-Amerikan
ilişkilerinde çok ciddi gerginlikler var. Bunun nedeni, Erdoğan’ın Amerikan
Başkanı Obama’dan veya daha genel olarak ABD’den duyduğu derin nefret değil.
Türkiye yükselen bir güç ve ihtiyaç duyduğu her an ABD’nin
emirlerini/isteklerini yerine getirmek istemiyor. Türkiye’nin varoluşsal
çıkarı, ABD’nin 2003’teki ikinci Irak Savaşı’nın ardından Irak’ta başarısız
devlet inşası çabalarıyla Türkiye’nin güney sınırında ortaya çıkmasına katkıda
bulunduğu kaosa bir düzen getirmek. Türkiye masada önemli bir aktör olmak
istiyor. Rusya’yla inişli yokuşlu ilişkileri ve Suriye ile Irak sınırı boyunca
dikkat çekici hareketlilikleri de dâhil tüm adımları bu realiteden
kaynaklanıyor. Erdoğan istediği gibi ABD’yi suçlayabilir; ama bu, her iki
tarafın da şu anda birbirine ihtiyaç duyduğu gerçeğini değiştirmez.
Bu yanılgının diğer
bir örneği ABD’nin İsrail’le ilişkileri. Obama ile İsrail Başbakanı
Netanyahu’nun birbirlerini pek de sevmedikleri gerçeği, birçok saygın haber
kaynağı tarafından detaylarıyla belgelenmiş durumda. Netanyahu, Duterte’nin
sözlerinin yarısını dahi dillendirmemiş olmakla birlikte çok daha beterini
yaptığı kanısındayım. 2015 Mart’ında Netanyahu, Cumhuriyetçilerin Washigton’ı
ziyaret davetini kabul etti ve Amerikan Kongresi’nin kürsüsünde yaklaşık bir
saatlik konuşmasıyla Obama’nın İran’la nükleer anlaşmayı sürdürme kararının
içini boşaltmaya çalıştı.
ABD’yle İsrail’in
son yıllarda birbirinden ayrı düştüğü doğru. Amerikan-İsrail ilişkilerinin
temeli Soğuk Savaş’tı ve bundan sonra Ortadoğu’daki güç dengesi değiştikçe
Amerikan çıkarları bakımından İsrail eski önemini kaybetti. İki ülke hala daha
müttefik; ama ABD artık İsrail’i dört kilit bölgesel güçten [Z.T.K. diğer
üçü Türkiye, İran ve Suudi Arabistan] biri olarak görüyor. İsrail de her
zamankinden çok daha güçlü ve kendini emniyete almış durumda. Amerikan güvenlik
garantilerine bağımlı olsa da İsrail, kendi çıkarlarını -Washington’ın
talimatlarıyla tamamen aynı çizgide gitmese dahi- sürdürme noktasında artık
kendisini daha güçlü hissediyor. Bunların hiçbiri Obama ve Netanyahu arasındaki
soğuk ilişkilerle alakalı değil. ABD geçtiğimiz eylül ayında İsrail’le 38
milyar dolarlık askeri yardımı öngören 10 yıllık bir anlaşma imzaladı. Netanyahu’nun
Kongre kürsüsünden Obama’yı sıkıştırıp küçük düşürme gayreti, işin sonunda çok
da belirleyici olmadı.
Şu anki başkan
adayları da saldırganca açıklamalardan muaf değil. İngiltere’nin mevcut
dışişleri bakanı ve eski renkli Londra belediye başkanı olan Boris Johnson,
2007’de The Telegraph gazetesinde kaleme aldığı yazısında o dönem başkan
aday adaylığı için yarışan Hillary Clinton’a hakaret etmişti: (...)
Clinton önümüzdeki
seçimlerde başkan seçilirse İngiltere’yle ABD ilişkilerinin sırf bu yüzden gerginleşeceği
endişesine hiç kimse sahip değil. (...) Her iki geminin de dümenine her kim
geçerse geçsin bu ilişkiler devam edecektir.
Amerikan müttefiki
devletlerin liderlerinin ABD’ye hakaretlerine dört örnek verdik. Hiçbirinde
ilişkiler kesilmedi. Filipinler, Türkiye ve İsrail örneklerinde sözkonusu
hakaretler, bu ülkelerin ABD’ye göre zayıflığının bir yansıması olabilir.
Nitekim her biri, ilişkileri ortadan kaldırma tehdidiyle ABD’yi istemediği bir
şeyleri yaptırmaya kalkıştı. Hiçbirinde ABD oltaya gelmedi ve ilişkiler olduğu
gibi devam etti.
Yukarıdaki türden
renkli açıklamalar çoğu zaman epeyce dikkat çeker; ancak ifşa ettiklerinden çok
daha fazlasını örtbas ederler. ABD’nin zikrettiğim ülkelerle ilişkileri
sıkıntılı, ama her biri belirli bir düzeyde Amerikan müttefiki olmaya devam
ediyor. Yaygaraya fazlaca kulak asarsan farklı düşünürsün.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder