1988 CEZAYİR BAHARI HATIRALARI – I. BÖLÜM
Cemal Kaşıkçı (Suudi kraliyet ailesi ve
istihbaratına en yakın gazetecilerden. Daha evvel Suudi Arabistan’ın ABD
Büyükelçisi Prens Türki el Faysal’ın basın müşavirliğini yürüttü. Yine birçok
Arap ülkesinde muhabirlik yaptı. Şu anda yazılı ve görsel birçok Arap medya
kuruluşunda yazılarıyla ve yorumlarıyla öne çıkıyor)
(İngilizcesi) Arab News, 13.10.2015 / (Arapçası) el-Hayat, 10.10.2015
Tercüme: Zahide Tuba Kor
(…) 5 Ekim 1988’de Cezayirliler giderek kötüleşen hayat şartları
karşısında isyan ettiler. Arap otoriter rejimlerinde hep olduğu gibi hükümet
500 kişiyi öldürerek öfkeli halkı bastırdı. Ancak protestolar devam etti ve
öfke arttı.
Bu, bizim henüz var olmayan el-Cezire’den seyredemediğimiz bir Arap
Baharıydı. Sonunda dönemin cumhurbaşkanı kendisi ve halkı için en iyi olanı
seçerek anayasal, siyasal ve çoğulcu reformlar ve serbest seçimler vaadinde
bulunarak tek parti yönetimine son verdi. Buna rağmen yönetim başarısız oldu ve
üretim, ekonomi, hizmetler, eğitim ve hayat şartları daha da kötüleşti.
(…) Bir gazeteci olarak Cezayir Baharını [yerinde] izledim ve [herhangi
bir] yorum yapmaksızın bazı hatıralarımı sizinle paylaşacağım.
(…)
Daha sonra keşfettim ki İslami Selamet Cephesi’nde bazı problemler
vardı, bilhassa Abbas Medeni bana bir üyeden bahsetmişti: “Kötü bir çevrede
yetişmiş ve bu da onun düşünme biçimini bozmuş.” Abbas Medeni, Selefilerle ve
Müslüman Kardeşler’le yaşadığı problemleri anlattı ama hiçbir yerde yazmam
kaydıyla. (…)
Bu olayların analizi 25 yıl evvelki Cezayir’in durumunu ortaya koyuyor.
Maalesef pek de bir şey değişmemiş durumda. Çoğulcu demokrasi bir yanılsamadan
ibaret, seçimlerin sonuçları önceden belli. Cumhurbaşkanları ve hükümetler
gelip gidiyor ama aynı sınıf hala yönetimde, tıpkı diğer Arap cumhuriyetlerinde
olduğu gibi. Yönetimde başarısız durumda, vatandaşlarının gelişme fırsatlarını
boşa harcamada ise gayet başarılı.
1988 CEZAYİR BAHARI HATIRALARI – II. BÖLÜM
(İngilizcesi) Arab News, 20.10.2015 / (Arapçası) el-Hayat, 17.10.2015
Bu ay yıldönümünü icra
ettiğimiz 1988 Cezayir Baharı, ardında öğrenmediğimiz birçok dersler bıraktı.
Yönetici elitin iktidara sıkıca sarılma kararlılığıyla aynı hatalar tekrarlanıp
duruyor. Aşağıdaki hatıralarda bunu görmeniz mümkün:
o
Cezayir’de
Aralık 1991’de gerçekleştirilen ilk ve son serbest seçimlerin sonuçlarını ilan
etmek üzere yapılan basın toplantısına koştum. Toplantıya geç vardım ve
meslektaşlarımı sessizce salonu terk ederken buldum. Cezayir konusunda uzman
yeni arkadaş olduğum meslektaşım Qosi Darwish’e henüz daha yeni başlamış olması
gereken basın toplantısında neler olduğunu sordum. Dedi ki: “Şimdiye kadar
katıldığım en kısa ve en tehlikeli basın toplantısıydı. Sonuçlar karşısında
hepimiz şaşkına döndük. İslami Selamet Cephesi (FIS) oyların %80’inden
fazlasını alarak kazanmış. İçişleri bakanının sonuçları açıklamasından sonra
salon sessizliğe büründü.” Cezayirli gazetecilerin ve siyasetçilerin bir araya
geldiği akşam yemeğinde sorular gelmeye başladı: “İkinci tur yapılacak mı?
Seçim sonuçları iptal mi edilecek?”
o
Yeni yıl
arifesinde Cezayir Oteli’nde düzenlenen partide yönetici elit, diplomatlar ve
gazeteciler şu şakayı yapıyordu: “Acaba bu son yeni yıl partisi mi olacak?”
o
Birkaç gün
sonra FIS’in başındaki Abdülkadir Haşani’yle görüşmeye gittim. Parti merkezi
gayet sade ve sessizdi. Herkes endişe içindeydi. (…) seçimlerin ikinci turuyla
ilgili hazırlıkları konuştuk. Cevabı basitti: hazırlık yapılmıyordu, kimseyi
provoke etmek istemiyorlardı. Seçimler yapılırsa zaten kazanacaklardı.
Dikkatimi çeken şey görüntüsüydü, alışılageldik Arap siyasetçilerden tamamen
farklıydı. İşçi sınıfından geliyordu. O zaman anladım ki Arap dünyasındaki
çatışma –birçok yazarın anlattığı üzere– farklı hareketler arasında değildi,
farklı sınıflar arasındaydı.
o
“Sivil ve
liberal” bir alternatifin temsilcisi Sosyalist Güçler Birliğinin lideri Hocine
Ait Ahmad’in çağrısıyla gerçekleşen milyonların katıldığı gösteriye gittim.
Seçimlerden ikinci çıkarak FIS’in gerisinde kalmış ama iktidar partisini aldığı
oylarla geçmişti. Gösterinin sloganı şuydu: “İslami partiye hayır, polis
devletine hayır”. İslamcıların yükselişine karşı sivil güçlerin isyanı gibiydi.
Ordu onların sadece ilk sloganına karşılık verecekti.
o
Arkadaşım
Mohamed Said Tayeb’in mekanında her salı gerçekleşen bir toplantıya katıldım.
Cezayir’den henüz döndüğümden herkes merakla soruyordu: “Ne olacak? Ordu
müdahale edecek mi?” emin bir şekilde cevapladım: “Hiç zannetmiyorum. Eğer ki
ordu müdahale ederse Cezayir’de cehennemin kapıları açılır.”
o
Darbeden
sonra Cezayir’e gittim. Bir hafta sonra herkes FIS’in caddelerde bir
hareketlenme başlatıp başlatmayacağını görmek için bekliyordu. (…) Cuma
namazından çıktıktan sonra insanlar sokaklarda gösteriye başladı. (…) biz
gazetecileri en yakın karakola götürdüler. (…)
o
Aşağıdaki
olayın doğrudan şahidi değilim ama videoda seyrettim. FIS lideri Abbas Medeni
temmuz ayındaki bir oturma eyleminde kalabalıklara şöyle sesleniyordu: “Eğer ki
onlar (ordu) tanklarıyla dışarı çıkarlarsa onları canlı canlı yiyeceğiz.”
Videoyu seyreden hükümet yanlısı bir Cezayirli gülerek dedi ki “canlı canlı
yenecek olan onlar.” Ordunun saldırısını ve zorla oturma eylemini dağıtmasını
ima ediyordu. Bundan sonra İslamcılar derin devletin şiddetini test etmemeyi
öğrendiler.
o
Son acı
hatıram da yönetimde yargının merkeziliğine inananlara. FIS liderleri Medeni ve
Ali Belhadj’ın yargılanmasından evvel bir hakimle karşılaştım. Emin bir şekilde
bana “İdam edilmeyecekler ama sadece 12 yıla mahkum edilecekler” dedi. Mahkeme
henüz yapılmadığı halde bunu basına nasıl ifşa etmişti? Bu açıklamayı, o
dönemde muhabirliğini yaptığım Londra’daki el-Hayat gazetesinin bürosuna
faksladım. Ancak aldığım birçok telefondan anlaşılıyordu ki bu haber
çıkarılacaktı. Sonradan öğrendim ki üst düzey bir Cezayirli yetkili bu konuda
ana bürodaki meslektaşlarımla temas kurmuşlardı. Genel yayın yönetmenine
hâkimin sözlerini kaydettiğimi anlattım, ancak gazetenin çıkarları “onları 12
yıla mahkum edeceğiz” sözünün çıkarılmasını gerektiriyordu. Gerçekten de
yargılama sonunda 12 yıla mahkum edileceklerdi.
Bu acı hatıralar hiç
değişmeyen bir dünyaya ait. 28 yıl sonra Cezayir hala Ekim 1988’deki gençlerin
bıraktığı yerde sayıyor. Bununla birlikte, insanların ölüm kayıklarında
Avrupa’ya gitmeye çalıştığı veya bombardımandan kaçmak için bir köprü altına
sığındığı diğer Arap ülkelerine kıyasla çok daha iyi bir durumda.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder