6 Aralık 2016 Salı

C.KAŞIKÇI: 1988 CEZAYİR BAHARI HATIRALARI



1988 CEZAYİR BAHARI HATIRALARI – I. BÖLÜM

Cemal Kaşıkçı (Suudi kraliyet ailesi ve istihbaratına en yakın gazetecilerden. Daha evvel Suudi Arabistan’ın ABD Büyükelçisi Prens Türki el Faysal’ın basın müşavirliğini yürüttü. Yine birçok Arap ülkesinde muhabirlik yaptı. Şu anda yazılı ve görsel birçok Arap medya kuruluşunda yazılarıyla ve yorumlarıyla öne çıkıyor)
(İngilizcesi) Arab News, 13.10.2015 / (Arapçası) el-Hayat, 10.10.2015

Tercüme: Zahide Tuba Kor

(…) 5 Ekim 1988’de Cezayirliler giderek kötüleşen hayat şartları karşısında isyan ettiler. Arap otoriter rejimlerinde hep olduğu gibi hükümet 500 kişiyi öldürerek öfkeli halkı bastırdı. Ancak protestolar devam etti ve öfke arttı.
Bu, bizim henüz var olmayan el-Cezire’den seyredemediğimiz bir Arap Baharıydı. Sonunda dönemin cumhurbaşkanı kendisi ve halkı için en iyi olanı seçerek anayasal, siyasal ve çoğulcu reformlar ve serbest seçimler vaadinde bulunarak tek parti yönetimine son verdi. Buna rağmen yönetim başarısız oldu ve üretim, ekonomi, hizmetler, eğitim ve hayat şartları daha da kötüleşti.
(…) Bir gazeteci olarak Cezayir Baharını [yerinde] izledim ve [herhangi bir] yorum yapmaksızın bazı hatıralarımı sizinle paylaşacağım.
(…)
Daha sonra keşfettim ki İslami Selamet Cephesi’nde bazı problemler vardı, bilhassa Abbas Medeni bana bir üyeden bahsetmişti: “Kötü bir çevrede yetişmiş ve bu da onun düşünme biçimini bozmuş.” Abbas Medeni, Selefilerle ve Müslüman Kardeşler’le yaşadığı problemleri anlattı ama hiçbir yerde yazmam kaydıyla. (…)
Bu olayların analizi 25 yıl evvelki Cezayir’in durumunu ortaya koyuyor. Maalesef pek de bir şey değişmemiş durumda. Çoğulcu demokrasi bir yanılsamadan ibaret, seçimlerin sonuçları önceden belli. Cumhurbaşkanları ve hükümetler gelip gidiyor ama aynı sınıf hala yönetimde, tıpkı diğer Arap cumhuriyetlerinde olduğu gibi. Yönetimde başarısız durumda, vatandaşlarının gelişme fırsatlarını boşa harcamada ise gayet başarılı.

1988 CEZAYİR BAHARI HATIRALARI – II. BÖLÜM
(İngilizcesi) Arab News, 20.10.2015 / (Arapçası) el-Hayat, 17.10.2015

Bu ay yıldönümünü icra ettiğimiz 1988 Cezayir Baharı, ardında öğrenmediğimiz birçok dersler bıraktı. Yönetici elitin iktidara sıkıca sarılma kararlılığıyla aynı hatalar tekrarlanıp duruyor. Aşağıdaki hatıralarda bunu görmeniz mümkün:
o       Cezayir’de Aralık 1991’de gerçekleştirilen ilk ve son serbest seçimlerin sonuçlarını ilan etmek üzere yapılan basın toplantısına koştum. Toplantıya geç vardım ve meslektaşlarımı sessizce salonu terk ederken buldum. Cezayir konusunda uzman yeni arkadaş olduğum meslektaşım Qosi Darwish’e henüz daha yeni başlamış olması gereken basın toplantısında neler olduğunu sordum. Dedi ki: “Şimdiye kadar katıldığım en kısa ve en tehlikeli basın toplantısıydı. Sonuçlar karşısında hepimiz şaşkına döndük. İslami Selamet Cephesi (FIS) oyların %80’inden fazlasını alarak kazanmış. İçişleri bakanının sonuçları açıklamasından sonra salon sessizliğe büründü.” Cezayirli gazetecilerin ve siyasetçilerin bir araya geldiği akşam yemeğinde sorular gelmeye başladı: “İkinci tur yapılacak mı? Seçim sonuçları iptal mi edilecek?”
o       Yeni yıl arifesinde Cezayir Oteli’nde düzenlenen partide yönetici elit, diplomatlar ve gazeteciler şu şakayı yapıyordu: “Acaba bu son yeni yıl partisi mi olacak?”
o       Birkaç gün sonra FIS’in başındaki Abdülkadir Haşani’yle görüşmeye gittim. Parti merkezi gayet sade ve sessizdi. Herkes endişe içindeydi. (…) seçimlerin ikinci turuyla ilgili hazırlıkları konuştuk. Cevabı basitti: hazırlık yapılmıyordu, kimseyi provoke etmek istemiyorlardı. Seçimler yapılırsa zaten kazanacaklardı. Dikkatimi çeken şey görüntüsüydü, alışılageldik Arap siyasetçilerden tamamen farklıydı. İşçi sınıfından geliyordu. O zaman anladım ki Arap dünyasındaki çatışma –birçok yazarın anlattığı üzere– farklı hareketler arasında değildi, farklı sınıflar arasındaydı.
o       “Sivil ve liberal” bir alternatifin temsilcisi Sosyalist Güçler Birliğinin lideri Hocine Ait Ahmad’in çağrısıyla gerçekleşen milyonların katıldığı gösteriye gittim. Seçimlerden ikinci çıkarak FIS’in gerisinde kalmış ama iktidar partisini aldığı oylarla geçmişti. Gösterinin sloganı şuydu: “İslami partiye hayır, polis devletine hayır”. İslamcıların yükselişine karşı sivil güçlerin isyanı gibiydi. Ordu onların sadece ilk sloganına karşılık verecekti.
o       Arkadaşım Mohamed Said Tayeb’in mekanında her salı gerçekleşen bir toplantıya katıldım. Cezayir’den henüz döndüğümden herkes merakla soruyordu: “Ne olacak? Ordu müdahale edecek mi?” emin bir şekilde cevapladım: “Hiç zannetmiyorum. Eğer ki ordu müdahale ederse Cezayir’de cehennemin kapıları açılır.”
o       Darbeden sonra Cezayir’e gittim. Bir hafta sonra herkes FIS’in caddelerde bir hareketlenme başlatıp başlatmayacağını görmek için bekliyordu. (…) Cuma namazından çıktıktan sonra insanlar sokaklarda gösteriye başladı. (…) biz gazetecileri en yakın karakola götürdüler. (…)
o       Aşağıdaki olayın doğrudan şahidi değilim ama videoda seyrettim. FIS lideri Abbas Medeni temmuz ayındaki bir oturma eyleminde kalabalıklara şöyle sesleniyordu: “Eğer ki onlar (ordu) tanklarıyla dışarı çıkarlarsa onları canlı canlı yiyeceğiz.” Videoyu seyreden hükümet yanlısı bir Cezayirli gülerek dedi ki “canlı canlı yenecek olan onlar.” Ordunun saldırısını ve zorla oturma eylemini dağıtmasını ima ediyordu. Bundan sonra İslamcılar derin devletin şiddetini test etmemeyi öğrendiler.
o       Son acı hatıram da yönetimde yargının merkeziliğine inananlara. FIS liderleri Medeni ve Ali Belhadj’ın yargılanmasından evvel bir hakimle karşılaştım. Emin bir şekilde bana “İdam edilmeyecekler ama sadece 12 yıla mahkum edilecekler” dedi. Mahkeme henüz yapılmadığı halde bunu basına nasıl ifşa etmişti? Bu açıklamayı, o dönemde muhabirliğini yaptığım Londra’daki el-Hayat gazetesinin bürosuna faksladım. Ancak aldığım birçok telefondan anlaşılıyordu ki bu haber çıkarılacaktı. Sonradan öğrendim ki üst düzey bir Cezayirli yetkili bu konuda ana bürodaki meslektaşlarımla temas kurmuşlardı. Genel yayın yönetmenine hâkimin sözlerini kaydettiğimi anlattım, ancak gazetenin çıkarları “onları 12 yıla mahkum edeceğiz” sözünün çıkarılmasını gerektiriyordu. Gerçekten de yargılama sonunda 12 yıla mahkum edileceklerdi.
Bu acı hatıralar hiç değişmeyen bir dünyaya ait. 28 yıl sonra Cezayir hala Ekim 1988’deki gençlerin bıraktığı yerde sayıyor. Bununla birlikte, insanların ölüm kayıklarında Avrupa’ya gitmeye çalıştığı veya bombardımandan kaçmak için bir köprü altına sığındığı diğer Arap ülkelerine kıyasla çok daha iyi bir durumda.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder