ABD’NİN
İHTİYACI OLAN KRİTİK DIŞ POLİTİKA TARTIŞMASI
David
Ignatius (Washington
Post gazetesi köşe yazarı, ödüllü gazeteci ve kitapları en çok satanlar
listesinde yer alan casusluk romanı yazarı)
Washington
Post, 10.9.2015
Tercüme:
Zahide Tuba Kor
ABD’nin
çoğu zaman en büyük dışişleri bakanlarından biri olarak görülen Dean Acheson, Present
at the Creation adlı hatıratının son bölümünde “illüzyon üzerinden politika
mücadelesi” diye bir ifade kullanır.
Acheson,
kendisinin ve meslektaşlarının jeopolitikle ilgili inandığı şeylerin çoğunun
yanlış olduğunu yazar. “19. yüzyıldan tevarüs ettiğimiz tüm dünya düzeni ve
yapısının artık ortadan kalktığı, yavaş yavaş kafamıza dank edebildi” der.
Dünyanın
altüst olduğu/her şeyin değiştiği hissiyatına son 50 yıldır Amerikan
dışişlerinin başındaki neredeyse her yetkili kapılmıştır. Henry Kissenger
dışişleri bakanlığı yıllarını anlattığı kitabının başlığı İsyan Yılları/Years
of Upheaval’dır. Eski bakanlardan
George Shultz’un hatıratının ilk bölümünün başlığı Kargaşa İçindeki
Dünya/The World in Turmoil’dır.
Amerikan
gücünün düzensiz bir dünyayı en iyi nasıl etkileyebileceği ikilemi, Barack
Obama’nın başkanlığının sonlarına yaklaştığı bu dönemde yeniden yaşanıyor.
Obama, Irak’ta olduğu gibi, kuvvet kullanmak suretiyle geçmişte yapılan
hataları önlemek üzere çok fazla yaratıcı olmaya çalıştı. Ancak büyük oranda
dünyada -yüreklenen Rusya ve yükselen Çin’i kontrol altına almakta başarısız
olan ve ABD’yi Ortadoğu’dan çıkarma çabaları çözümden ziyade çok daha fazla
problem doğuran- görece zayıf bir lider olarak değerlendirildi.
ABD
geri çekilirken diğerleri ilerliyor. Bu, kesin olarak Ortadoğu’da belirgin
durumda – bir zamanlar Amerikan hegemonyasına boyun eğen bir dizi devlet şu
anda çok daha bağımsız ve saldırgan bir şekilde hareket ediyor. Algılanan bu
boşluğu doldurma iddiasındaki devletler listesinde Rusya, Suudi Arabistan,
Mısır, Türkiye ve İran ve hatta küçük Katar ve BAE de yer alıyor. Bunlarının tamamının
ortak arzusu, Amerika geri adım atmışken bir adım öne çıkmak.
Dış
politika meydan okumalarını Obama’nın sözde zayıflığına bağlayarak
şahsileştirme, meselenin ciddiyetini azaltıyor. Obama’nın halefi olma
arzusundaki Cumhuriyetçilerin çoğu, baskıyı artırarak ve kuvvet kullanma
konusunda daha fazla isteklilik göstererek Amerika’nın üstünlüğünün yeniden
tesis edilebileceğini ima ediyorlar. Bu “geleceğe dönüş/back to the future”
retoriği, dünyanın artık değiştiğini ve eski moda Amerikan gücünü daha az anlamlı
hale getirdiğini birçok yönden ıskalıyor.
Eski
dışişleri bakanı ve yeni aday adayı Hillary Clinton, Çarşamba günü Brookings
Enstitüsünde gerçekleştirdiği dış politika konuşmasında daha dikkatli
eleştiriler yaptı. Konuşması genel olarak Obama’yı destekler mahiyetteydi; ama
Rusya ve Suriye konusunda daha iddialı politikalar uygulamalıydı eleştirisinde
bulundu, tıpkı Zor Tercihler/Hard Choices başlıklı hatıratında dile
getirdiği gibi. Brookings’te [Obama yerine olsaydı kendisinin] Amerikan
gücünün geleneksel çizgilerine daha yakın duracağı ve politikalarında daha
ileri atılımlar yapacağı hissini uyandırdı.
Acaba
Clinton, küçük değişikliklerle Amerikan üstünlüğünün yeniden tesis
edilebileceği konusunda haklı mı? Yoksa –mesela dünyanın diğer büyük güçlerince
desteklenen İran nükleer anlaşmasını kabul etmeme gibi– tek taraflı Amerikan
gücünün daha radikal bir restorasyonu konusunda ısrar eden Cumhuriyetçiler mi
haklı? Peki ya 21. yüzyılın –teknoloji ve iletişimin ulusları ve ittifakları
parçaladığı ve güç projeksiyonuna çok farklı bir şekilde meydan okuyan–
gerçeklerine daha uygun alternatif bir Amerikan gücü vizyonuna ne demeli?
Bu
seçim kampanyası sezonunda ABD’nin yürütmesi gereken dış politika tartışması
işte bu. Ve bu tartışma, Acheson’ın ABD’nin dünyanın biçimini, güçlerin
dengesini veya yükselen isyanlara karşı mücadele yöntemini her zaman bilmediği
itirafıyla yönlendirilmeli. Zamanında doğru gibi görünen şeylerin feci halde
yanlış olduğu tecrübeyle anlaşılabilir, tıpkı Vietnam’da, Irak’ta ve Arap Baharı’nda
olduğu gibi. Diplomatlar, araziyi görmenin zorlaştığı “siyasetin sisi” altında çalışıyorlar, tıpkı
savaşçıların meşhur “savaşın sisi”yle mücadele ettikleri gibi.
Bu
Amerikan gücü ikilemi konusunda işadamı bir arkadaşıma sorular yönelttiğimde
aykırı bir görüş serdetti: ABD’nin küresel nüfuzu bakımından doğru “pazar payı”
nedir? “1946’da pazar payımız %90’sa bu, bugünkü sözgelimi %30 pazar payımızdan
hakikaten daha iyi anlamına mı gelir? Bizim için? Dünya için?” İş dünyasının
yöneticileri küresel bir ekonominin sıfır toplamlı bir oyun olmadığını kabul
eder hale geldiler; Çin’in kazancı aynı zamanda ABD’nin de kazancı olabilir.
Bir
sonraki başkan, istikrarsız küresel sistemi istikrarlı bir hale getirmek
zorunda kalacak. Amerikan gücü[nü tesis için] yeni, yaratıcı
uygulamalara olan bu ihtiyaç Acheson, Kissinger, Shultz ve diğerlerinin yüz
yüze kaldığı problemlerden tamamen farklı da değil. Maalesef bugünlerde
verimsiz ve çoğunlukla da hiç de dürüst olmayan dış politika tartışmaları
yaşıyoruz. Bunun değişmesi lazım. Belki de Clinton’ın bu hafta içindeki
konuşması bir başlangıç olur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder