Vali Nasr (Johns Hopkins
Üniversitesi İleri Uluslararası Araştırmalar Okulu dekanı ve “The Shia Revival” ile “The Dispensable Nation” kitaplarının yazarı)
The Atlantic, 11.1.2018
Tercüme: Zahide Tuba Kor
NOT: Lütfen kaynak göstermeden tercümenin bir kısmını veya
tamamını kullanmayınız, alıntılamayınız, yayınlamayınız
Birçok İran şehri ve
kasabasında patlak veren son protestolar dünyayı şaşırttı ve İran hükümeti ile
müesses nizamı sıkıntıya soktu. Ancak protestoların bir halk isyanına
dönüşeceği ve İslam Cumhuriyeti’ni çözeceği beklentisi gerçekleşmedi. İran’ın
yöneticileri, bundan cesaret alabilirler; ancak protestolarla devreye giren
İran ekonomisi ve siyasetinin geleceği konusundaki daha büyük tartışmaları
önleyemezler.
Yaşananlar iktisadi temelli
protestolardı. İktisadi durgunluk, kötü yönetim ve yolsuzluklardan duyulan
derin hayal kırıklıklarının ve büyüyen gelir adaletsizliğinin yanısıra servetin
bariz bir şekilde yukarıda birikmesinin bir yansımasıydı. Protestoların
yayıldığı coğrafya, başta başkent Tahran olmak üzere büyük şehir merkezleri ile
küçük şehirler ve kırsal kesim arasındaki –yani kabaca Ruhani’nin siyasi tabanı
ile muhafazakâr ve taviz vermeyen rakipleri [arasındaki ayrışmaya] tekabül eden– giderek derinleşen uçurumu gözler
önüne seriyordu. Protestolar birçok küçük şehre hızla yayıldı ve –Devrim
mesajıyla en yakından bağlantılı– toplumun sıkıp suyu çıkarılmış hoşnutsuz alt
kesimi arasındaki öfkeli sesleri harekete geçirdi.
Bu protestoların ne
olmadığını belirtmek de aynı derecede önemli. Toplumsal ve kültürel değişim,
ifade hürriyeti ve siyasi katılım isteyen zengin vatandaşların geçmişteki
şehirli ve seküler isyanının bir tekrarı değildi bu. İslam Cumhuriyeti için iyi
haber işte tam da burada. Sisteme yönelik en ciddi tehdit, geleneksel olarak
başkent Tahran’ın isyana kalkışmasıdır; tıpkı Haziran 2009’da cumhurbaşkanlığı
seçim sonuçlarına karşı başlayan protestolarda olduğu gibi. Bu noktada
öğrenciler ve kozmopolit şehirliler yığını geniş kalabalıklar oluşturarak
şehirlerin kontrolüne ve dolaylı olarak müesses nizamın istikrarına yönelik
acil bir tehdit haline gelmişlerdi.
Son protestolardaki önemli
faktör, tepki vermesi beklenirken sessiz kalan kesimler (Trump’ın tweetlerinde
resmetmeye çalıştığı şekilde bunun niçin tiranlığa karşı bir mücadeleye
benzemediğini de bu kesimler gösteriyor). Şehirli muhalif sesler popülist
iktisadi adalet çağrısına katılmadılar. Niçin? Birincisi, şehirliler –iktisatçı
Djavad Salehi-Isfahani’nin de belirttiği üzere– Hasan Ruhani’nin iktisadi
liberalleşme politikalarından ve ılımlılıktan bahsetmesinden asıl istifade
edenlerdi ve nükleer anlaşmanın en büyük destekçisi de onlardı. Nükleer
anlaşmanın İran’ın uluslararası tecridini sonlandıracağını, iktisadi faydalar
sağlayacağını ve içerideki siyasi iklimi iyileştireceğini ummuşlardı.
Ruhani’de sistemli değişime
giden bir yol gördüler. Bu şehirlilerin birçoğu, protestoların ülkeyi kaosa
sürüklemesinden veya İran siyasetini, can düşmanları popülist demagog eski
Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad lehine çevirmesinden korktular.
Protestolar Tahran
katılmadığı sürece hiçbir zaman İslam Cumhuriyeti’ne yönelik varoluşsal bir
tehdit oluşturamaz. Hiçbir rejim, şehir merkezlerinde ve en önemlisi başkentte
kontrolü kaybetmediği sürece gerçek anlamda tehdit altına girmiş sayılmaz. İran
güvenlik güçleri, çok sayıda küçük şehirde aynı anda patlak veren protestoları
kontrol altına almaya uygun şekilde örgütlenmiş değildi ve dolayısıyla
hazırlıksız yakalandılar. Böyle olsa bile güvenlik güçleri, Tahran’a
sıçramadığı sürece, protestoları sonunda kendi kendini yakacak küçük yangınlar
olarak düşünmekle yetinebilirlerdi ki zaten son olaylarda da böyle düşünmüşe
benziyorlar.
Şehirli orta sınıf ile fakir
kesim –1979’da olduğu gibi– ortak bir dava etrafında buluşmadığı sürece yeni
bir devrim yaşanmayacaktır. Bu istikrar hesabına göre Tahran ve büyük şehir
merkezlerini mutlu kılmak çok daha önemli. Devrim Muhafızları Komutanı’nın
protestolara ilişkin kamuoyuna ilk açıklamasında, kargaşadaki rolünün
soruşturulduğu imasında bulunarak, protestocuların eski Cumhurbaşkanı
Ahmedinejad’la bağlantısını kurması bir tesadüf değil.
Tahran’ı sessiz kılan şey,
sadece bir Jakoben [devrimlerde
şiddeti başlatan] isyan korkusu değil, aynı zamanda Ruhani’nin siyasi
vaatleri. Ruhani, cumhurbaşkanlığı seçimlerini 2012 ve 2015’te iki defa
–şehirli orta sınıflar nezdindeki popülaritesi ve Tahran’daki oylara sıkıca
tutunması sayesinde– kazandı [Z.T.K.
tarihler yanlış, doğrusu 2013 ve 2017 olacak]. Protestolar, Ruhani’nin fakir kesim arasında
popüler olmadığını, ancak Tahran’ın orta sınıf şehirlilerinin de aynı seviyede
bir memnuniyetsizliği paylaşmadığını gösterdi. Eğer ki istikrar Tahran’a
bağlıysa bu durumda protestolar sadece ve sadece Ruhani’nin siyasi konumunu
güçlendirmiş oldu.
Gerçekten de Ruhani’nin
gündemi Tahran’a yarıyor. Benzin fiyatlarını yükseltirken sübvansiyonları
kesti, yolsuzluklarla baş etmekte başarısız oldu ve nükleer anlaşmanın ardından
bir anda iktisadi bolluğa erişme vaatlerini hayata geçiremedi. İlk defa aralık
ayında İran bütçesinin ayrıntıları kamuoyuyla paylaşıldı ki bu adım sosyal
medyada bir velveleye yol açtı. Ruhani, bu tür bir şeffaflıkla aslında elinin
kolunun bağlı olduğunu, kaynakları güvenlik güçlerinden ve dini kurumlardan
alıp da [halka yönelik
sağlık, sosyal güvenlik, işsizlik ve refah gibi] programların finansmanına
aktarmakta serbest olmadığını göstermeyi ümit etmişti. Ama bu onu
protestocuların gazabından kurtaramadı.
Müesses nizam bundan böyle
daha büyük bir isyanın patlak vermesinden endişe duymayabilir; ama
endişelenmesi gereken husus, protestoların bir sonraki parlamento ve
cumhurbaşkanlığı seçimlerini nasıl etkileyeceği. Aslında son protesto dalgası,
ilk olarak muhafazakârların kalesi ve dini lider Ayetullah Hamaney’in memleketi
kutsal Meşhed şehrinde Ruhani’nin muhafazakâr eleştirmenleri tarafından
cumhurbaşkanlığını geri kazanma kampanyasının bir ilk adımı olarak
kışkırtılmıştı.
Ancak bu adım protestoların
hızla yayılması, yoğunluk kazanması ve bir bütün olarak müesses nizam aleyhine
dönmesiyle geri tepti. Gösteriler şimdilik kontrol altına alınmış olabilir; ama
İslam Cumhuriyeti, gösterilerin açığa çıkardığı derinlerde yatan iktisadi
rahatsızlıklara çözüm bulmak zorunda hissedecektir kendisini. Bunu başaramamak,
muhafazakâr kesimde derin bir yarığın açılması riskini ve eğer ki protestolar
yeniden patlak verirse bu defa şehirli orta sınıfın farklı bir şekilde tepki
gösterebileceği endişesini beraberinde getirecektir.
İran’ın yöneticileri arasında
hiç kimse fakirleri susturmak için popülizme dönmeye hevesli değil. Zira
Ahmedinejad tarzı siyasete geri dönüş anlamına gelecek böyle bir adım, İran’ı
daha da tecrit edecek, ekonomiyi zayıflatacak ve şehirli orta sınıfı
yabancılaştıracaktır. İran’ın küçük şehirlerdeki muhtemel istikrarı, Haziran
2009’da şahit olduğu türden çok daha tehlikeli bir şehirli siyasi huzursuzluğa
öncelemesi anlamına gelecektir.
Tek alternatif, “Ruhaninomics”e [Z.T.K. Ruhani’nin ekonomi politikalarına] devam etmektir; yani
liberalleştirici iktisadi reform, –dokunulmazlığı olan vakıfların ve devlet
kurumları ile Devrim Muhafızlarının iktisadi nüfuzunu kırmak da dahil– yeniden
yapılanma ve uluslararası iktisadi baskıyı azaltarak dış yatırımları ülkeye
çekmeye çalışmanın bir karışımı… Ümit edilen şey, şehirli orta sınıfları
kazanan iktisadi stratejinin aynı zamanda siyasi istikrarı teminat altına almak
üzere alt orta sınıfları ve fakirleri de tatmin edebilmesi.
Ruhani, bu hafta başında
protestolarla ilgili yaptığı açıklamada kargaşayı tetikleyen iktisadi
yakınmaları kabul etti, ama insanların nasıl yaşamaları gerektiği konusunda
dayatma istemediklerini de sözlerine ekledi. Bu, dargın fakirlerle şehirli orta
sınıf tabanı bir araya getirebilecek kapsayıcı bir siyasi platformun yolunu
döşemenin önemli bir ilk adımıydı.
Yakın gelecekte radikal bir
değişim olmayacak. Değişime karşı direniş gösterilecek ama artık kaçınılmaz
şekilde daha büyük tartışma konusu, daha fazla iktisadi büyümenin nasıl
başarılacağı olacak. Bu tartışmalar net bir yola işaret etmeyecek ama herkesin
zihninde tazeliğini koruyan protestolarla Ruhani bir avantaja sahip olacak.
Protestolar İslam Cumhuriyeti’ni devirmedi ama 2012’de [Z.T.K. doğrusu 2013’te] Ruhani’yi cumhurbaşkanı
seçtiğinde başladığı güzergâhta devam etmeye daha güçlü teşvik edebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder