Mahan Abedin (İran
siyaseti uzmanı ve Dysart Danışmanlık araştırma grubu direktörü)
Middle East Eye,
5.1.2018
Tercüme: Zahide
Tuba Kor
NOT:
Lütfen kaynak göstermeden tercümenin bir kısmını veya tamamını
kullanmayınız, alıntılamayınız, yayınlamayınız
İran’da
bir hafta süren protestolar ve isyanlar gözlemcilerin çoğunu şaşırttı. Ancak
İranlı yetkililerin Meşhed’de ilk protestoların patlak vermesinden haftalar
evvel ülkede bir kargaşa beklediklerine dair işaretler var. Kaynaklar, Middle
East Eye’a, Meşhed’de protestolar başlamadan en az bir hafta evvel güvenlik
kuvvetlerinin (gösterilerin sıkça yaşandığı) Tahran Üniversitesi çevresine
konuşlandığını söyledi. Dahası, yöneticiler ödenmeyen maaşlar, tükenen
emeklilik fonları ve güvenilmez kredi kuruluşlarının çöküşü yüzünden aylardır
yaşanan küçük çaplı oturma eylemleri ve protestolar konusunda önceden uyarılmış
olmalı.
Ne
beklenmedik ne de kendiliğinden bir anda ortaya çıkan
Kısaca,
geçen hafta patlak veren protestolar ne beklenmedikti ne de kendiliğinden bir
anda ortaya çıkan türdendi. Şartlar, yılların ve hatta on yılların iktisadi
kötü yönetimi, yolsuzluklar ve refah devletinin küçülmesi çerçevesinde oluştu.
Son
protestolar 2009’dakine kıyasla çok daha küçük ölçekli olsa da etkisi çok daha
derin olabilir.
Kısa
vadede, önümüzdeki yıllarda ara ara huzursuzluklar yaşanacağı beklentisi,
Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin neoliberal ekonomik politikalarına meydan okumak
için düşmanlarının eline koz veriyor.
Daha
derine inildiğinde ise, son protestoların şokunun (ve önümüzdeki aylarda ve
yıllarda çok daha fazlasının yaşanması beklentisinin) daha büyük bir sistemik
kaynaşmayı üretmesi ve hizipçi sınırları eritmesi muhtemel görünüyor.
Bu
gelişmeler nihai olarak liderliğin intikali tartışmasını etkileyecektir. (…)
Ruhani
ve müttefikleri, Meşhed’deki ilk protestoları köktenci ve muhafazakâr
rakiplerine hamletmekte pek de vakit kaybetmedi. Görünüşe göre bu itham
inandırıcı da; zira Meşhed, muhafazakârların kalesi ve üstelik muazzam bir
özerk hayır işleri imparatorluğu niteliğindeki Astan Quds Razavi’nin başı [İmam
Rıza Türbe ve Külliyesi Vakfı başkanı] ve mayıs ayındaki cumhurbaşkanlığı
seçimlerinde Ruhani’nin baş rakibi olan İbrahim Reisi’nin de memleketi.
Ancak
gerçek şu ki ilk protestoların ve müteakip kargaşanın kıvılcımını ateşleyen
şartların tam anlamıyla neler olduğunu çok az biliyoruz. Dolayısıyla
protestocuların demografik yapısı ve gerçek motivasyonları konusunda konuşmak
için henüz çok erken.
Yaşananlar
işçi sınıfının protestoları olarak nitelenmekte olup itici gücün merkezî
hükümetin ihmaline taşranın duyduğu rahatsızlık olarak görülüyor.
Muhafazakâr
bir komplo mu?
Bu
analiz büyük ölçüde 2009’daki son büyük protestolarla mukayese edilerek
yapılıyor. (…)
2009’un
aksine son protestolar lidersiz, örgütsüz ve (protestocuların çatışan
sloganları dikkate alındığında) kafa karıştırıcı görünse de, eğer ki devam
ederse, ne şekil alacağını ve ne türden bir liderlik üreteceğini tahmin etmek
için henüz çok erken.
Protestoların
kıvılcımını tamamen muhafazakârlara hamledemeyiz. Ancak hükümete muhalif
olanların beş yıldır dur durak bilmeden Ruhani yönetimi aleyhine medya
üzerinden kışkırtmalar yaparak protestolar ve kargaşa için uygun bir iklim
yattıkları da inkâr edilemez.
Öte
yandan Ruhani’nin kendisi de temize çıkarılamaz. Merkezci-reformcu koalisyon
ile muhafazakâr-köktenci muhalifler arasındaki bölünmüşlüğü abartmak suretiyle
mayıs ayında kutuplaştırıcı bir seçim kampanyası yürütmüştü.
Seçim
kampanyası vaatleri ve müteakip performansa gelince, Ruhani’nin aşırı vaatlerde
bulunduğu ve bunları pek yerine getiremediği yetersiz bir ifade olur.
Beklentileri iyice yükselterek ve ardından da yerine getiremeyerek ve bazı
hallerde –mesela hükümete muhafazakârlardan bakanlar atamak suretiyle– kampanya
vaatlerinden tamamen çark ederek Ruhani, kendi seçmen kitlesi arasında
ümitsizlik ve kargaşa yarattı.
Karizması
da olmayan Ruhani, halkına vaktinde hitap ederek ve protestocuların radikalliği
ve vahşeti konusunda güçlü milli endişeleri hafifleterek liderlik etmekte de
başarısız oldu. Olaylar patlak verdikten ancak üç gün sonra kargaşa hakkında
kamuoyu önünde bir açıklama yaptı.
Protestoların
en büyük kaybedeni muhtemelen Ruhani olacak. Geçen hafta yaşananların şoku
hükümetin havasını söndürmeye/gücünü kesmeye başladı ve onu müesses nizamın
lobicililiğine ve baskısına daha açık bir hale getirdi.
Son
derece önem arz eden iktisadi alanda hükümet, protestocuların dertlerini
dikkate almak ve özellikle de kalkınma ve refah odaklı yerel taleplere çözüm
bulmak için neoliberal ve kemer sıkma politikalarının keskin uçlarını
törpülemek zorunda kalabilir.
Rejimin
daha fazla kaynaşması
Ülke
çapındaki gösterilerin iki çarpıcı özelliği var: Birincisi, gerek –isyancıların
polis karakollarına ve askerî üslere saldırmaya kalkışması açısından– vahşeti
gerekse –müesses nizamın devrilmesi çağrısı yapan sloganların da gösterdiği
üzere– radikalizmi bağlamında gösteriler benzeri görülmemiş türdendi.
İkincisi,
protestocular Yeşil Hareketi ve liderlerini tamamen göz ardı ettiler. Müesses siyasi
topluluğu bir bütün olarak reddedişleri “Reformcular, köktenciler, oyun bitti!”
sloganıyla özetlendi.
Reformcuların
son protestoları onaylamaması hiç de şaşırtıcı değildi. Eski Cumhurbaşkanı
Muhammed Hatemi (ki kendisi reform hareketinin manevi lideri olarak görülür)
protestocuları en güçlü ifadelerle kınadı; tıpkı ana reformcu örgütlerden
Direnişçi Din Adamları Topluluğu gibi.
Ancak
bazı reformcu ideologlar hiç acımadan gösterileri bastırma çağrısı yapacak
kadar ileri gittiler. (…)
(…)
Bu aynı zamanda iktisadi kötü yönetimin ve yaygın yolsuzlukların yanısıra
devrimci tükenmişliğe rağmen İslam Cumhuriyeti’nin tekrarlanan isyanlara
dayanacak yeteri kadar ideolojik iç bütünlüğe sahip olduğu varsayımına
dayanıyor.
Aşırı
sol arka planlarıyla uyumlu olarak ve müesses nizamla daimi mücadelelerine
rağmen, önde gelen reformcu ideologlar kendilerini devrimin öncüsü ve İslam
Cumhuriyeti’nin gerçek sahibi olarak görüyorlar.
Hasım
dış çevrenin körüklediği iç kargaşa tehdidinin İran’da hizipçi sınırları
aşındırması ve sosyoekonomik, güvenlik ve hatta kültürel politikalarda daha
büyük bir uzlaşma üretmesi muhtemel görünüyor.
Liderliğin
intikali meselesi
Son
olarak, protestoların Velayet-i Fakih ve İslam Cumhuriyeti’nin lideri olan
Ayetullah Hamaney’in yerine geçecek uygun bir halef tartışmasını da etkilemesi
muhtemel. Her ne kadar Uzmanlar Meclisi yeni lideri seçmekle görevli resmî
kurum olsa da gerçekte devletin tüm kilit kurumları bu tartışmanın içinde.
Bunlar arasında Devrim Muhafızları da var ki aslında hem ideolojik hem de
operasyonel anlamda liderliğe en yakın kurum.
Protestolardan
önce de iktisadi huzursuzluk, kamuoyunun ilgisizliği ve hasım dış çevre
karşısında liderliğin intikali meselesinde gizli kapaklı istişareler
yapılmaktaydı.
Resmen
birkaç uygun isim zikredilirken ilk spekülasyonlar muhtemel aday olarak İbrahim
Reisi üzerinde yoğunlaşıyordu. Ancak mayıs ayındaki cumhurbaşkanlığı
seçimlerinde Reisi’nin zayıf performansıyla birlikte fiilen üstü çizilmiş oldu.
Her
ne kadar Ruhani hiçbir zaman muhtemel halef olarak zikredilmese de birçokları
onun bu makama gözünü diktiğine inanıyor (…). Son protestolara eşlik eden
Ruhani’den yaygın hayal kırıklığı onu fiilen ekarte etmiş oldu.
Devam
edip giden huzursuzlular, başta Devrim Muhafızları olmak üzere kilit kurumları
liderliğin intikali sürecini radikal bir şekilde yeniden düşünmeye
zorlayabilir. Velayet-i Fakih kurumu zaten meşruiyet kriziyle kuşatılmış
durumda.
Ayetullah
Hamaney alandan uzaklaştığında bu krizin tırmanması muhtemel; zira o, merhum
Ayetullah Humeyni’nin iç halkasından hayatta kalan tek kişi ve dahası, onun
devrimci kimliği ve karizmasıyla aşık atabilecek hiç kimse yok.
Velayet-i
Fakih kurumunda herhangi bir değişiklik anayasa değişikliğini gerektiriyor ve
bu da ancak ve ancak yeterli siyasi uzlaşma yani hizipler arası bütünlük olursa
gerçekleşebilir. İstikrarsızlık ve dış tehditlerin artması bu uzlaşmayı
yaratacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder