22 Kasım 2017 Çarşamba

R.SILVERSTEIN: TRUMP’IN ORTADOĞU BARIŞ PLANI: DAHA DOĞMADAN ÖLDÜ MÜ?




Richard Silverstein (“İsrail milli güvenlik devletinin aşırılıklarını ifşa etme”yi görev edinen Tikun Olam bloğunun yazarı. Yazıları aynı zamanda Haaretz, the Forward, the Seattle Times ve the Los Angeles Times’ta yayınlanıyor)
Middle East Eye, 21.11.2017

Tercüme: Zahide Tuba Kor

NOT: Lütfen kaynak göstermeden tercümenin bir kısmını veya tamamını kullanmayınız, alıntılamayınız, yayınlamayınız. 

Başkanlığının daha neredeyse ilk gününden bu yana Amerikan Başkanı Donald Trump, İsrail-Filistin çatışmasını çözeceği konusunda yüksekten atıyor. İddiaları arasında şimdiye kadar hiçbir Amerikan başkanının yapamadığını başarma yer alıyor: “nihai anlaşma”
Şimdiye kadar dünyanın ekseriyeti, Trump’ın kendini beğenmiş boş bir palavracı olduğunu ve böbürlendiği şeylerin gerçeklikle neredeyse hiçbir bağının olmadığını biliyor.

Muğlâk bir plan
Ancak geçtiğimiz hafta the New York Times ve İsrail medyası, Trump’ın barış planının şekillendiğini yazdı. Planının tam içeriği konusunda kaynaklar muğlâk olsa da, bütün haberlerin ortak özelliği, ABD’nin genel anlaşmanın bir parçası olarak Filistin devletini tanıyacağı vurgusu.
Geçtiğimiz hafta İsrail haber programı “Hadaşot, kendisine sızdırılan barış planının maddelerini yayınladı. Anlaşma, bir devletin tanınması dışında Filistinlilere neredeyse fazla bir şey sunmayacak. Kudüs, Filistin’in milli başkenti olarak kabul edilmeyecek. Hiçbir yerleşimci tek bir yerleşimi dahi boşaltmak zorunda kalmayacak. İsrail, bugüne kadar istediği, ama önceki Amerikan başkanlarından elde edemediği neredeyse her şeyi alacak. ABD, İsrail birliklerinin Ürdün sınırı boyunca uzanan askeri varlığı da dâhil, İsrail’in açıkladığı güvenlik ihtiyaçlarının ekseriyetini kabul edecek.
Habere göre Netanyahu, bütün Filistin topraklarında İsrail güvenlik kontrollerini sürdürmek için bastırıyor. Bu, Netanyahu’nun kamuoyu önünde açık açık istediği şey olup eğer ki elde ederse Filistinlilerin tam egemenliğe kavuşamayacakları anlamına gelecektir.
The New York Times’ın daha evvelki bir haberine göre, anlaşma maddeleri uyarınca İsrail, Arap dünyasıyla ticarete başlayacak ve havayollarının Körfez hava sahasında uçmasına izin verilecek. The Times, Arap devletlerinin, özellikle de Suudi Arabistan, Mısır, BAE ve Ürdün’ün “İsrail yolcu uçaklarının uçuşu, işadamlarına vize ve telekomünikasyon ilişkileri gibi kendi taahhütlerini de ekleyebileceklerini” belirtiyor.
“Toprak takası” da yapılacak. Ancak hiçbir yerleşimin veya yerleşimcinin yerinden edilmeyeceği dikkate alındığında hangi toprağın takas edileceği ve bunun niçin yapılacağı belirsiz. Hadaşot’un haberine göre, “Sınırlar ille de 1967 öncesi sınırlara dayanmak zorunda değil.”

Yanlış faraziyeler
“Niçin bir Filistinli böyle bir anlaşmayı kabul etsin ki?” diye sorabilirsiniz. Trump ile Netanyahu’nun, Arapları, birkaç milyar Suudi petro-doları uğruna, doğuştan kazanılmış haklarından vazgeçecek denli parayla satın alınabilir cinsten varlıklar olduğuna inandığı aşikâr.
Habere göre, Sünni Arap devletleri ve diğerleri, –Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas’ı anlaşmayı kabule teşvik etmek maksadıyla– bu plan çerçevesinde Filistinlilere yüz milyonlarca dolar ekonomik yardım yapacaklar.
(…)
Bu türden bir strateji, Filistin meselesinin aslen siyasi değil iktisadi olduğuna dair yanlış bir faraziyeden kaynaklanıyor. Amerikan dışişleri bakanları ve İsrail başbakanları yıllar yılı çatışmayı çözme yolu olarak Filistin ekonomisinin geliştirilmesi taktiğini pazarladı.
Bu, yanlış ve aşağılayıcı bir faraziye. Ancak eğer ki bu planın şimdilerde neden veya nasıl sızdırıldığını merak ediyorsanız Netanyahu’nun dört ayrı yolsuzluk skandalıyla baş etmeye çalıştığını hatırlayın. Başbakan, bu hafta içinde altıncı defa İsrail polisi tarafından sorguya çekildi.
Netanyahu gündemi değiştirme noktasında çaresiz. Diğer hiçbir İsrail liderinin şimdiye kadar başaramadığını, yani İsrail’in Arap komşularıyla kalıcı bir barışı sağlayabileceğini İsrail kamuoyuna sızdırmaktan daha iyi bir başka dikkat dağıtıcı olabilir mi?
El-Cezire’nin yayınladığı bir görüş yazısı [İbrahim Fraihat, “Suudi-İsrail normalleşmesi niçin tehlikeli olabilir?”, El-Cezire İngilizce, 19.11.2017] Filistinlilere yapılan teklifin Suudilerin 2002’de kendi hazırladıkları barış planını anlamsızlaştırmakla kalmayıp aynı zamanda inkâr ettiğine dikkat çekiyor:
“… [Trump’ın damadının öncülüğünde hazırlanın] Kushner anlaşması, Filistin milli projesine asgari düzeyde dahi hakkını vermeyecek. Anlaşma İsrail’e –Suudi Arap boykotunu sonlandırma gibi– stratejik kazanımlar sağlasa da Filistinlilere –mali yardım, mahkûmların salınması ve büyük yerleşim blokları dışındaki yerleşim faaliyetlerini sessizce ve kısmen dondurma gibi– sadece taktik faydalar sağlıyor.
Kushner anlaşması, Suudi inisiyatifinde ortaya atılan ve İsrail’in 1967’de işgal ettiği Arap topraklarından geri çekilmesi karşılığında ilişkileri tamamen normalleştirmeyi teklif eden 2002 Arap Barış Planı’nı fiilen paramparça ediyor. Suudi liderliği, Abbas’a anlaşmayı kabul etmesi için baskı yaparak kendi inisiyatifinin altını oyuyor – İran’a karşı ittifak karşılığında İsrail’le ilişkileri kısmen normalleştirmeyi kabul ederek.”

Abbas’a Suudi mesajı
Her ne kadar Amerikan yönetimi, kendi yaklaşımının önceki barış planlarından farklı oluşunu, kabulü için hiçbir tarafa baskı yapılmayacağına ve hiçbir tehditte bulunulmayacağına dayandırsa da bu iddia medyada çıkan, Filistinlilerin [planı] reddetmemeleri konusunda tehdit edildiklerine dair iki haberle çoktan çelişmiş durumda.
Bunlardan ilki, İsrail medyasında çıkan bir haber. Buna göre Suudi Kralı Selman, Mahmud Abbas’ı Riyad’a davet ettiğinde Filistin lideri, teklif edilen anlaşmanın herhangi bir Filistinlinin kabul edebileceğinden çok daha azını içerdiğine işaret etti. Suudiler bunu kabul etmediler ve –büyük bir ihtimalle– ona eğer ki anlaşmayı reddederse hayatını tam anlamıyla cehenneme çevireceklerini söylediler. Bu durumda Abbas istifa etmek zorunda kalacak.
Bu da muhtemelen Suudilerin, şu an Dubai’de keyif çatan Muhammed Dahlan gibi isteklerini yerine getirecek çok daha sakin [Z.T.K. işbirlikçi demek daha doğru olur] bir kişiliği [Abbas’ın yerine] geçirmelerini sağlayacak. Zaten el-Cezire’nin görüş yazısına göre, tam da Abbas Riyad’dayken Dahlan Suud’un başkentine davet edilmiş. Suud’un Abbas’a mesajı netti: Söylediğimizi sana yaptıramazsak bunu yerine getirecek bir başkasını bulacağız.
Lübnan Başbakanı Saad Hariri’yi daha yeni başarılı bir şekilde istifaya zorladıklarını hesaba katarak Suudiler bunun Abbas için bir gözdağı olacağını düşündüler. Ancak Filistin Yönetimi lideri, eğer Filistin davasını satarsa tarihin onu küçük duruma düşüreceğinin farkında.
Geçen hafta Amerikan Dışişleri Bakanlığı, eğer ki Filistinliler İsrail’in savaş suçlarını soruşturması için Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne çağrı yaparlarsa ABD’nin Washington’daki FKÖ misyonunu kapatması gerektiğine dair 1994 tarihli pek de bilinmeyen bir kanunu “mucizevi bir şekilde” yeniden gündemine aldı.
ABD, Abbas’ın geçtiğimiz sonbaharda BM Genel Kurulu’ndaki konuşmasının tam da bunu yaptığına dikkat çekti: Abbas, üyeleri arasına Filistin’in de girdiği Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne, 2014 Koruyucu Hat Operasyonu sırasında Gazze’de sivillerin büyük can kaybından İsrail’i sorumlu tutması çağrısı yapmıştı.

Trump’ın anlaşması bir göz boyamadan ibaret
Bu haberlerde dile getirilmeyen şey, eğer ki Filistin Yönetimi Trump’ın barış planını reddederse ABD’nin Washington’daki FKÖ misyonunu kapatacağına dair öyle bir bakışta hemen fark edilmeyen tehditti.
(…)
Bütün bunlar nazarı dikkate alındığında, Trump’ın anlaşmasının neleri içereceği ana hatlarıyla görülebilir: Anlaşma maddeleri son derece İsrail lehine olacak ve Filistinlileri önemsemeyecek. Filistinlilerin anlaşmayı reddetme arzusu, Suudi kraliyetinin kabul için uygulayacağı bunaltıcı baskıyla hafifletilecek.
Açıkça söylemek gerekirse, bunun iyi bir anlaşma olduğuna dair İsrail, ABD ve Suudi Arabistan’ın neredeyse genel uzlaşısına ve kabul etmesi için Filistinlilere yapacakları muazzam baskıya rağmen bunu becerebileceklerini zannetmiyorum.
(…) Bahse girerim ki dünya, bu teklif edilen anlaşmayı Filistinlilere yutturulmaya çalışılan bir göz boyama olarak görecek. Harvard Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Belfer Profesörü Stephen Walt bana şunu söyledi:
“Kushner, [Z.T.K. ABD’nin İsrail Büyükelçisi David] Friedman ve şürekâsının işe yarar bir anlaşma ortaya atacağına inanmak çok zor. Zira bu aşamada İsrail (40 yıllık politikasını tersyüz ederek) muazzam tavizler vermeden yaşayabilir bir Filistin devletinin kurulması imkânsız. Mevcut İsrail hükümeti bunu yapmayacak.”

İran faktörü
Ortadoğu gözlemcileri şu aşamada bir anlaşmayı yüreklendiren uzun vadeli bir başka faktöre dikkat çekiyorlar: İran. Hem İsrail hem de Suudi Arabistan, İran’ı Filistinlilerden çok daha fazla zorlu ve aşılması güç bir engel olarak görüyor. Eğer ki küçük problemi (Filistin’i) çözebilirlerse İran ve Hizbullah’la kapışma noktasında saldırganca yaklaşıma dünyanın çok daha olumlu gözle bakacağına inanıyorlar.
İsminin açıklanmasını istemeyen Batılı bir diplomat dedi ki “Araplar ve İsrailliler iki düşmanla yüzleşiyorlar: İran ve terörizm. Bunlarla mücadele etmek için bir ittifak kurmak zorundalar. Ancak bu ittifak Filistin meselesi çözülmeden kurulamaz; Suudi Arabistan, Filistin meselesi çözülmeden ve Filistinlilerin bizzat kendileri böyle bir eksene dâhil olmadan İran’a karşı İsrail’le alenen iş tutamaz.”
Her ne kadar Trump’ın müzakerecileri, bu meseleyi çözmek için tarafları herhangi bir zaman çizelgesine veya son tarihe bağlı kalmaya zorlamayacaklarını ilan etseler de İsrail medyasında yer alan bir habere göre Trump, ocak ayı gibi erken bir tarihte planı kamuoyuna açıklamayı düşünüyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder