Richard Silverstein (“İsrail milli güvenlik devletinin aşırılıklarını
ifşa etme”yi görev edinen Tikun Olam bloğunun yazarı. Yazıları aynı zamanda
Haaretz, the Forward, the Seattle Times ve the Los Angeles Times’ta
yayınlanıyor)
Middle East Eye,
21.11.2017
Tercüme: Zahide
Tuba Kor
NOT: Lütfen kaynak göstermeden tercümenin
bir kısmını veya tamamını kullanmayınız, alıntılamayınız, yayınlamayınız.
Başkanlığının
daha neredeyse ilk gününden bu yana Amerikan Başkanı Donald Trump,
İsrail-Filistin çatışmasını çözeceği konusunda yüksekten atıyor. İddiaları
arasında şimdiye kadar hiçbir Amerikan başkanının yapamadığını başarma yer
alıyor: “nihai anlaşma”
Şimdiye kadar
dünyanın ekseriyeti, Trump’ın kendini beğenmiş boş bir palavracı olduğunu ve
böbürlendiği şeylerin gerçeklikle neredeyse hiçbir bağının olmadığını biliyor.
Muğlâk bir plan
Ancak geçtiğimiz
hafta the New York Times ve İsrail medyası, Trump’ın barış
planının şekillendiğini yazdı. Planının tam içeriği konusunda kaynaklar muğlâk
olsa da, bütün haberlerin ortak özelliği, ABD’nin genel anlaşmanın bir parçası
olarak Filistin devletini tanıyacağı vurgusu.
Geçtiğimiz hafta
İsrail haber programı “Hadaşot”, kendisine sızdırılan barış planının
maddelerini yayınladı. Anlaşma, bir devletin tanınması dışında Filistinlilere
neredeyse fazla bir şey sunmayacak. Kudüs, Filistin’in milli başkenti olarak
kabul edilmeyecek. Hiçbir yerleşimci tek bir yerleşimi dahi boşaltmak zorunda
kalmayacak. İsrail, bugüne kadar istediği, ama önceki Amerikan başkanlarından
elde edemediği neredeyse her şeyi alacak. ABD, İsrail birliklerinin Ürdün
sınırı boyunca uzanan askeri varlığı da dâhil, İsrail’in açıkladığı güvenlik
ihtiyaçlarının ekseriyetini kabul edecek.
Habere göre
Netanyahu, bütün Filistin topraklarında İsrail güvenlik kontrollerini sürdürmek
için bastırıyor. Bu, Netanyahu’nun kamuoyu önünde açık açık istediği şey olup
eğer ki elde ederse Filistinlilerin tam egemenliğe kavuşamayacakları anlamına
gelecektir.
The New York
Times’ın daha evvelki bir haberine göre, anlaşma maddeleri uyarınca
İsrail, Arap dünyasıyla ticarete başlayacak ve havayollarının Körfez hava sahasında
uçmasına izin verilecek. The Times, Arap devletlerinin, özellikle de
Suudi Arabistan, Mısır, BAE ve Ürdün’ün “İsrail yolcu uçaklarının uçuşu,
işadamlarına vize ve telekomünikasyon ilişkileri gibi kendi taahhütlerini de ekleyebileceklerini”
belirtiyor.
“Toprak takası”
da yapılacak. Ancak hiçbir yerleşimin veya yerleşimcinin yerinden edilmeyeceği
dikkate alındığında hangi toprağın takas edileceği ve bunun niçin yapılacağı
belirsiz. Hadaşot’un haberine göre, “Sınırlar ille de 1967 öncesi
sınırlara dayanmak zorunda değil.”
Yanlış faraziyeler
“Niçin bir
Filistinli böyle bir anlaşmayı kabul etsin ki?” diye sorabilirsiniz. Trump ile
Netanyahu’nun, Arapları, birkaç milyar Suudi petro-doları uğruna, doğuştan
kazanılmış haklarından vazgeçecek denli parayla satın alınabilir cinsten varlıklar
olduğuna inandığı aşikâr.
Habere göre,
Sünni Arap devletleri ve diğerleri, –Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas’ı
anlaşmayı kabule teşvik etmek maksadıyla– bu plan çerçevesinde Filistinlilere
yüz milyonlarca dolar ekonomik yardım yapacaklar.
(…)
Bu türden bir
strateji, Filistin meselesinin aslen siyasi değil iktisadi olduğuna dair yanlış
bir faraziyeden kaynaklanıyor. Amerikan dışişleri bakanları ve İsrail
başbakanları yıllar yılı çatışmayı çözme yolu olarak Filistin ekonomisinin
geliştirilmesi taktiğini pazarladı.
Bu, yanlış ve
aşağılayıcı bir faraziye. Ancak eğer ki bu planın şimdilerde neden veya nasıl
sızdırıldığını merak ediyorsanız Netanyahu’nun dört ayrı yolsuzluk skandalıyla
baş etmeye çalıştığını hatırlayın. Başbakan, bu hafta içinde altıncı defa
İsrail polisi tarafından sorguya çekildi.
Netanyahu gündemi
değiştirme noktasında çaresiz. Diğer hiçbir İsrail liderinin şimdiye kadar
başaramadığını, yani İsrail’in Arap komşularıyla kalıcı bir barışı
sağlayabileceğini İsrail kamuoyuna sızdırmaktan daha iyi bir başka dikkat
dağıtıcı olabilir mi?
El-Cezire’nin yayınladığı
bir görüş yazısı [İbrahim Fraihat, “Suudi-İsrail normalleşmesi niçin tehlikeli olabilir?”, El-Cezire İngilizce, 19.11.2017] Filistinlilere yapılan teklifin Suudilerin 2002’de kendi hazırladıkları
barış planını anlamsızlaştırmakla kalmayıp aynı zamanda inkâr ettiğine dikkat
çekiyor:
“… [Trump’ın damadının öncülüğünde
hazırlanın] Kushner anlaşması, Filistin milli projesine asgari düzeyde dahi
hakkını vermeyecek. Anlaşma İsrail’e –Suudi Arap boykotunu sonlandırma gibi–
stratejik kazanımlar sağlasa da Filistinlilere –mali yardım, mahkûmların
salınması ve büyük yerleşim blokları dışındaki yerleşim faaliyetlerini sessizce
ve kısmen dondurma gibi– sadece taktik faydalar sağlıyor.
Kushner anlaşması, Suudi inisiyatifinde
ortaya atılan ve İsrail’in 1967’de işgal ettiği Arap topraklarından geri
çekilmesi karşılığında ilişkileri tamamen normalleştirmeyi teklif eden 2002
Arap Barış Planı’nı fiilen paramparça ediyor. Suudi liderliği, Abbas’a
anlaşmayı kabul etmesi için baskı yaparak kendi inisiyatifinin altını oyuyor – İran’a
karşı ittifak karşılığında İsrail’le ilişkileri kısmen normalleştirmeyi kabul
ederek.”
Abbas’a Suudi
mesajı
Her ne kadar
Amerikan yönetimi, kendi yaklaşımının önceki barış planlarından farklı oluşunu,
kabulü için hiçbir tarafa baskı yapılmayacağına ve hiçbir tehditte
bulunulmayacağına dayandırsa da bu iddia medyada çıkan, Filistinlilerin [planı]
reddetmemeleri konusunda tehdit edildiklerine dair iki haberle çoktan çelişmiş
durumda.
Bunlardan ilki,
İsrail medyasında çıkan bir haber. Buna göre Suudi Kralı Selman, Mahmud Abbas’ı
Riyad’a davet ettiğinde Filistin lideri, teklif edilen anlaşmanın herhangi bir
Filistinlinin kabul edebileceğinden çok daha azını içerdiğine işaret etti. Suudiler
bunu kabul etmediler ve –büyük bir ihtimalle– ona eğer ki anlaşmayı reddederse
hayatını tam anlamıyla cehenneme çevireceklerini söylediler. Bu durumda Abbas
istifa etmek zorunda kalacak.
Bu da muhtemelen
Suudilerin, şu an Dubai’de keyif çatan Muhammed Dahlan gibi isteklerini yerine
getirecek çok daha sakin [Z.T.K. işbirlikçi demek daha doğru olur] bir kişiliği
[Abbas’ın yerine] geçirmelerini sağlayacak. Zaten el-Cezire’nin
görüş yazısına göre, tam da Abbas Riyad’dayken Dahlan Suud’un başkentine davet
edilmiş. Suud’un Abbas’a mesajı netti: Söylediğimizi sana yaptıramazsak bunu yerine
getirecek bir başkasını bulacağız.
Lübnan Başbakanı
Saad Hariri’yi daha yeni başarılı bir şekilde istifaya zorladıklarını hesaba
katarak Suudiler bunun Abbas için bir gözdağı olacağını düşündüler. Ancak
Filistin Yönetimi lideri, eğer Filistin davasını satarsa tarihin onu küçük
duruma düşüreceğinin farkında.
Geçen hafta
Amerikan Dışişleri Bakanlığı, eğer ki Filistinliler İsrail’in savaş suçlarını
soruşturması için Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne çağrı yaparlarsa ABD’nin
Washington’daki FKÖ misyonunu kapatması gerektiğine dair 1994 tarihli pek de bilinmeyen
bir kanunu “mucizevi bir şekilde” yeniden gündemine aldı.
ABD, Abbas’ın
geçtiğimiz sonbaharda BM Genel Kurulu’ndaki konuşmasının tam da bunu yaptığına
dikkat çekti: Abbas, üyeleri arasına Filistin’in de girdiği Uluslararası Ceza
Mahkemesi’ne, 2014 Koruyucu Hat Operasyonu sırasında Gazze’de sivillerin büyük
can kaybından İsrail’i sorumlu tutması çağrısı yapmıştı.
Trump’ın
anlaşması bir göz boyamadan ibaret
Bu haberlerde
dile getirilmeyen şey, eğer ki Filistin Yönetimi Trump’ın barış planını
reddederse ABD’nin Washington’daki FKÖ misyonunu kapatacağına dair öyle bir
bakışta hemen fark edilmeyen tehditti.
(…)
Bütün bunlar
nazarı dikkate alındığında, Trump’ın anlaşmasının neleri içereceği ana hatlarıyla
görülebilir: Anlaşma maddeleri son derece İsrail lehine olacak ve
Filistinlileri önemsemeyecek. Filistinlilerin anlaşmayı reddetme arzusu, Suudi
kraliyetinin kabul için uygulayacağı bunaltıcı baskıyla hafifletilecek.
Açıkça söylemek
gerekirse, bunun iyi bir anlaşma olduğuna dair İsrail, ABD ve Suudi
Arabistan’ın neredeyse genel uzlaşısına ve kabul etmesi için Filistinlilere
yapacakları muazzam baskıya rağmen bunu becerebileceklerini zannetmiyorum.
(…) Bahse
girerim ki dünya, bu teklif edilen anlaşmayı Filistinlilere yutturulmaya
çalışılan bir göz boyama olarak görecek. Harvard Üniversitesi Uluslararası
İlişkiler Belfer Profesörü Stephen Walt bana şunu söyledi:
“Kushner, [Z.T.K. ABD’nin
İsrail Büyükelçisi David] Friedman ve şürekâsının işe yarar bir anlaşma
ortaya atacağına inanmak çok zor. Zira bu aşamada İsrail (40 yıllık
politikasını tersyüz ederek) muazzam tavizler vermeden yaşayabilir bir Filistin
devletinin kurulması imkânsız. Mevcut İsrail hükümeti bunu yapmayacak.”
İran faktörü
Ortadoğu
gözlemcileri şu aşamada bir anlaşmayı yüreklendiren uzun vadeli bir başka
faktöre dikkat çekiyorlar: İran. Hem İsrail hem de Suudi Arabistan, İran’ı
Filistinlilerden çok daha fazla zorlu ve aşılması güç bir engel olarak görüyor.
Eğer ki küçük problemi (Filistin’i) çözebilirlerse İran ve Hizbullah’la kapışma
noktasında saldırganca yaklaşıma dünyanın çok daha olumlu gözle bakacağına
inanıyorlar.
İsminin
açıklanmasını istemeyen Batılı bir diplomat dedi ki “Araplar ve İsrailliler iki
düşmanla yüzleşiyorlar: İran ve terörizm. Bunlarla mücadele etmek için bir
ittifak kurmak zorundalar. Ancak bu ittifak Filistin meselesi çözülmeden
kurulamaz; Suudi Arabistan, Filistin meselesi çözülmeden ve Filistinlilerin
bizzat kendileri böyle bir eksene dâhil olmadan İran’a karşı İsrail’le alenen
iş tutamaz.”
Her ne kadar
Trump’ın müzakerecileri, bu meseleyi çözmek için tarafları herhangi bir zaman
çizelgesine veya son tarihe bağlı kalmaya zorlamayacaklarını ilan etseler de
İsrail medyasında yer alan bir habere göre Trump, ocak ayı gibi erken bir
tarihte planı kamuoyuna açıklamayı düşünüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder