David Ignatius (Washington
Post gazetesi köşe yazarı, ödüllü gazeteci ve kitapları en çok satanlar
listesinde yer alan casusluk romanı yazarı)
Washington Post, 9.11.2017
Tercüme: Zahide Tuba Kor
NOT: Lütfen kaynak göstermeden tercümenin
bir kısmını veya tamamını kullanmayınız, alıntılamayınız, yayınlamayınız.
Suudi Arabistan modern Ortadoğu siyasetinin ilk günahını
işliyor: Bölgesel savaşlarını Lübnan üzerinden vermek ve bu kırılgan ülkeyi bir
kez daha iç savaşa sürüklemek.
Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın Lübnan’daki
hedefi, Suudilerin ezeli düşmanı İran’ın destek verdiği, ülkenin baskın siyasi
gücü olan Hizbullah. Tahran’la doğrudan çatışma riskini göze almak istemeyen
Veliaht Prens, İran’ın Beyrut’taki vekil güçlerini hedef alıyor.
Vekâlet savaşı geçen hafta tırmandı. Önce geçen cumartesi
günü Suudiler, Lübnan Başbakanı Saad Hariri’ye istifa etmesi için baskı yaptı;
saatler sonra (…) Muhammed bin Selman, rakip prenslere ve işadamlarına karşı Riyad’da
çok kapsamlı bir tutuklama dalgası başlattı. Perşembe günü Suudi hükümeti
vatandaşlarından Lübnan’ı terk etmelerini istedi ve seyahat uyarısında bulundu.
Muhammed bin Selman’ın bu adımı, İran’dan korkup lanet
okuyan Sünni Arap dünyasında belki revaç bulabilir. Veliaht Prens, gerek
yurtiçinde gerekse –Irak’ın Saddam Hüseyin’inden bu yana hiç görülmemiş
şekilde– bölgede, kaba kuvvet uygulayan son on yılların en güçlü (aynı zamanda
fevri) Sünni lideri olarak ortaya çıkıyor.
Suudilerin adımları, Lübnan siyasi kadrosunu sarsıyor ama
finans sektörünü panikletmiş değil. 25 yıldır Lübnan Merkez Bankası
başkanlığını yürüten Riad Selame, bankaların 44 milyar doları aşkın rezervleri
bulunduğunu, bunun da istikrarı tesis için yeterli olduğunu söyledi. Bu da piyasaları
yatıştırdı.
Lübnanlı yetkililer, bir sonraki adımın Katar’a yapıldığı
gibi daha geniş çaplı bir iktisadi tecrit olmasından korkuyorlar. Perşembe günü
telefonla görüştüğüm Lübnanlı kaynaklara göre, Suudiler Hizbullah’ı hükümetten
ve meclisten ayrılmaya zorlamak istiyorlar. Bu, Riyad için anlaşılabilir
olmakla birlikte gerçekçi değil.
Suudi Arabistan’ın asıl kozu, Körfez’de çalışan yaklaşık
500.000 Lübnanlı işçinin her sene ülkesine kabaca 3 milyar dolar yollaması, ki
Lübnan’ın finans ve emlak piyasasını ayakta tutan da bu işçi dövizleri. Eğer ki
Körfez’deki Lübnanlılar kovulursa anavatanlarında dramatik bir aşağıya doğru
sürekli düşüş başlayacaktır. [Z.T.K. Aynısı 1990-91’de Körfez
Savaşı’na karşı çıkan ülkelerin vatandaşlarına da yapılmış; 1 milyon Yemenli ve
400 Filistinli Körfez’deki işlerinde çıkartılarak sınırdışı edilmiş ve bu durum
Yemen’i de FKÖ’yü de Ürdün’ü de ciddi bir krize sürüklemişti.]
Lübnan için bu aşina oldukları bir hikâye. 1950’lerden bu
yana bölgesel ve küresel güçler, ülkenin son derece esnek/itilip çekilebilir
mezheplerini kendi menfaatlerine göre manipüle ettiler.
Lübnan Sünnilerini önce Mısır’ın Cemal Abdünnâsır’ı, daha
sonra da Filistin lideri Yaser Arafat manipüle etti ki Arafat’ın merkezî
hükümete meydan okuması 1975-76 iç savaşını tetikleyerek felaketvari sonuçlar
doğurdu [Z.T.K. Abdünnâsır’ın etkisi de kısa süren 1958 iç savaşını
tetiklemişti]. İsrailliler de Hristiyan ve Şii Müslümanları vekil güç
olarak kullanarak ve sonunda 1982’de bütünüyle işgale girişerek Lübnan’daki
Filistinlilerle savaştı. Suriye rejimi Lübnan’ı 1976’dan 2005’e kadar rehin
aldı; ta ki öfkeli Lübnanlılar, Saad Hariri’nin babası Refik Hariri’nin
suikasta uğramasının ardından Şam’ın geri çekilmelerini isteyene kadar.
Hizbullah, kısmen İsrail’in mantıksızca işgalinin yol
açtığı istikrarsızlıkta Lübnan’da hâkim güç olarak ortaya çıktı. İran destekli
milisler Lübnan demokrasisini çökerttiler ve Tahran’ın tehlikeli bir ileri
karakoluna dönüştüler. Suriye İç Savaşı 2011’de başladığında birçok uzman
kırılgan Lübnan’ın bir kez daha kaosa sürükleneceği tahmininde bulunmuştu [Z.T.K.
Lübnan’da yaygın bir söz vardır, “Suriye hapşırırsa Lübnan grip olur” diye…].
Ama Hizbullah huzursuzluğu kontrol altında tutmak için sessiz sedasız Saad
Hariri ve diğer Lübnanlı liderlerle çalıştığından bu gerçekleşmedi, en azından
şimdiye kadar.
Peki, bu sessiz işbirliği devam edebilir mi? Suudiler
–Hizbullah’ı cezalandırma girişimi olarak niteledikleri– Lübnan ekonomisini
sabote etmezlerse devam edebilir.
ABD için Lübnan tekerrür eden bir meydan okuma: Muhammed
bin Selman’ın Suudi Arabistan’ı ve bölgeyi uçuruma sürüklemeden kraliyeti
modernleştirme çabaları nasıl teşvik edilecek?
Buna Muhammed bin Selman açmazı da denebilir: Dik başlı
veliaht prens, Amerikalı yetkililerin deyimiyle Yemen’de akılsızca bir savaşa
atladı; ABD’nin çözüm bulma çabalarına rağmen hala çatışmalar kontrol
edilemiyor.
Muhammed bin Selman, işgüzar/her işe karışan komşusu
Katar’la kan davasını daha da tırmandırdı; Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’ın taraflar
arasında arabulma çabası başarısız oldu. Bu hafta Lübnan’da ABD, Büyükelçi Elizabeth
Richard’ın Lübnan ordusuna 42 milyar dolar verme ve “istikrarlı, güvenli,
demokratik ve müreffeh bir Lübnan”a destek sözüyle yine bir hasar kontrol
politikası yürütüyordu.
İran ile Suudi Arabistan arasındaki rekabet, terör
örgütleri ve iki ülkenin Şii ve Sünni müttefikleri arasında vekâlet savaşları
üreterek, 1979 İran Devrimi’nden bu yana Ortadoğu’nun yapısını paramparça
ediyor. Bu mezhepçi kan döküş, güçlü ve kibirli İran’ın zayıf ve karmakarışık bir
Suudi Arabistan’la karşı karşıya kaldığında durdurulmaz görünüyor.
Muhammed bin Selman, sonunda bölgeyi dengeleyebilecek –ve
istikrarı getirecek büyük pazarlığın yolunu açabilecek– güçlü bir Sünni lider
olacağını ümit edebilir. Bu makbul bir sonuç. Ama kısa vadede Washington için
temel meydan okuma, bu sözde diktatörün kendisini ve komşularını havaya
uçurmasını engellemektir.
Ortadoğu’da yeni bir çökmüş devlet ABD’nin menfaatine
değildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder