ABD VE İSRAİL BİRBİRİNDEN UZAKLAŞIYOR
George Friedman (Amerikalı siyaset bilimci, Stratfor’un kurucusu ve
2015 yılına kadar başkanı, Geopolitical Futures’ın kurucusu ve yöneticisi)
Geopolitical Futures,
9.3.2016
Tercüme: Zahide
Tuba Kor
Amerikan Başkan
Yardımcısı Joe Biden, Amerikan-İsrail ilişkilerinde yeni bir anlamsız krizin
akabinde 8 Mart’ta İsrail’e gitti. Diplomatik çevreler, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun, sadece [kendisine
gelen] Washington’a ziyaret davetini geri çevirmekle kalmayıp, üstelik bir
de Beyaz Saray’ı resmen bilgilendirmeden evvel kararını basına sızdırması
karşısında oldukça heyecanlılar. Amerikan-İsrail ilişkileri duayenlerine göre
bu, Netanyahu ile Amerikan Başkanı Barack Obama arasındaki derin karşılıklı
antipatiden kaynaklanıyor ve bu antipati Amerikan-İsrail ilişkilerini
yönlendiriyor.
İki lider
birbirine antipati duyuyor olabilir. Bu sızdırma, Netanyahu’nun kasıtlı bir
hakareti olabileceği gibi, –tıpkı ABD’deki gibi– İsrail’de de yaygın olan tipik
bir sızıntı da olabilir. İşin aslı hangisi olursa olsun, Amerikan-İsrail
ilişkilerini yönlendiren bu değil; [gerek Amerika’da gerekse İsrail’de
yönetimin değişmesi halinde gelecek] yeni başkan ve başbakan da, birbirlerini
sevseler dahi aynı gerilimlerle yüzleşecekler. [Zira bu,] şahsi bir
gerilim değil, Amerikan ve İsrail menfaatlerdeki temel değişimlerden kaynaklanıyor.
Şunu
hatırlamakta fayda var: ABD ve İsrail 1967 Savaşı öncesine kadar birbirine
yakın değildi. İsrail’in silahlarının ekseriyetini temin eden Fransa’ydı ve
ABD’nin sağladığı silah neredeyse yok gibiydi. 1967 Savaşı’yla Fransa’nın
İsrail’le ilişkilerini kesmesinden sonra ABD İsrail’in başlıca
bağışçısı/destekçisi konumuna yükseldi. Ve İsrail’e yüklü miktarda [Amerikan]
silahı ve yardım akışı da ancak İsrail, Suriye ve Mısır arasındaki 1973
Savaşı’ndan sonradır. Buna dikkat çekmekteki amacım, İsrail ile ABD arasındaki
can ciğer ilişkilerin İsrail tarihinin ilk 25 yılında var olmadığını açıklığa
kavuşturmaktır. Bu ilişki verili bir ilişki değildir, dolayısıyla yıpranması da
sürpriz olmamalıdır.
İlişkinin iki
veçhesi vardı: İsrail’in kendi mali ve endüstriyel kapasitesini aşacak derecede
güvenlik ihtiyaçları sözkonusuydu. Kendisini ancak milli güvenliğini sağlama
alan bir büyük güçle savunur hale gelebilirdi. Böyle bir gücü yanına
çekebilmesi için de İsrail’in, hem söz konusu büyük güce bir faydası dokunmaya
hem de dış politikasına büyük gücün menfaatlerine de uyacak şekilde çekidüzen
vermeye hazırlıklı olmalıydı. 1967’ye kadar Fransa İsrail’e önem verdi; ama bu
savaş Fransa’nın menfaatlerine hizmet etmediği için bu tarihten sonra
ilişkileri kesti. Bundan sonra İsrail’in dış politikası, ABD için önem arz
edecek ve onunla müttefik olacak şekilde inşa edildi.
İsrail’in Amerikan menfaatlerine uygun bir stratejik değer olarak öne
çıkması, aslında Soğuk Savaş’ın akışındaki şu büyük değişime kadar
gerçekleşmedi: 1960’ların ortalarında Suriye ve Irak’ta Sovyet yanlısı askeri
darbeler yaşandı. Bölgede ABD’nin kritik müttefiki olan Türkiye kuzeyden
Sovyetlerin baskısı altındaydı. Eğer [Sovyet] baskı[sı]
güneyden de gelirse Türkiye [Sovyetlere] boyun eğmek
zorunda kalabilirdi. İran Iraklıları kıstırma görevini üstlenirken İsrail de
bir yandan Suriyelileri kıstırıyor diğer yandan Sovyetlere yakın Mısır’a
yönelik stratejik bir tehdit hizmeti görüyordu. Bu şartlar altında İsrail’e
yardım bir bakıma Amerikan milli güvenliğine de yatırım anlamına geliyordu.
İsrail, Ortadoğu’daki Amerikan stratejisinin temeli olan Şah’ın İran’ıyla
birlikte, Sovyetlerin elindeki değerleri
maliyeti düşük bir şekilde tehdit ediyordu.
Soğuk Savaş 25 yıl evvel sona
erdi ve bundan sonraki süreçte büyük ölçüde [Amerikan-İsrail] ilişkileri
devam etti. Bu kısmen alışkanlıktan, kısmen paylaştıkları diğer ortak
menfaatlerden dolayıydı. Ancak geçen on yılda stratejik ilişkilerin temelleri
giderek zayıfladı ve zayıfladıkça karşılıklı memnuniyetsizliğin davul sesleri
biteviye çalmaya başladı.
İsrail zaviyesinden bakıldığında,
milli güvenliğini sağlama alacak bir büyük güce artık ihtiyaç duymuyor. Mısır
resmen tarafsız pozisyonda ve bir dizi güvenlik meselesinde İsrail’le işbirliği
içinde. Suriye kaosla boğuşuyor. İsrail’in Ürdün’le yakın ilişkileri sözkonusu.
Hatta Hizbullah’ın bile Suriye’de, İsrail’le savaşmaktan çok daha büyük
kaygıları var. İsrail’in İran’da soyut/farazi bir düşmanı var, ama o da hem çok
uzakta hem de nükleer kapasitesi nihayetinde hala teorik bir düzeyde. Stratejik
tehdidin azalmasıyla birlikte artık İsrail’in eskisi kadar ABD’ye ihtiyacı yok.
Geçmişe kıyasla ABD’nin yardımları, İsrail GSYH’nin çok küçük bir oranına
tekabül ediyor. Ama İsrail ABD’yle bağları koparmak istemiyor. ABD hala
değerli, ama Amerikan dış politikasında İsrail’i bünyesinde tutmasına imkan
verecek denli değil.
ABD’nin de bölgedeki menfaatleri
değişti. Irak tecrübesi ABD’ye öğretti ki hasım bir devleti işgal etmek zordur,
pahalıdır ve sonunda temel hedeflere ulaşılamayabilir. ABD Irak’ı terörizmle
savaş için bir fırsat olarak görmüştü. Ama Irak’ı huzura kavuşturamadı,
başarılı olsaydı dahi İslami terörizmin ortadan kalkma ihtimali yoktu.
Yine ABD anladı ki devasa bir
askeri güce başvurmadan gerek İslam Devleti’ni mağlup etme gerekse ardından
ortaya çıkacak direnişi kazanma ihtimali, en iyi durumda dahi pek mümkün değil
ve muhtemelen de imkânsız.
Bu yüzden ABD, Ortadoğu’nun
akışını kendi haline bırakabilir veya bölgedeki büyük güçlerle –İran, Suudi
Arabistan, Türkiye ve İsrail’le– ilişkiler üzerinden bu akışı yönetmeye
çalışabilir. İran zaten, tıpkı ABD gibi, Bağdat rejimine destek vererek Irak’a
angaje olmuş durumda. Suudi Arabistan petrol fiyatlarının çöküşüyle birlikte
iyice zayıflamış halde. Türkiye daha ziyade Kürtlere odaklanıyor ve İslam
Devleti’yle savaşın maliyeti altına girmekte pek de istekli değil. 160 bin
kişilik İsrail ordusunun küçük bir kısmı muharip birlik. Yedek birlikleri
oldukça büyük olsa da her yedek birlik gibi kalitesi oldukça değişken. Ayrıca
İsrail, İslam Devleti’nden de epeyce uzakta ve böyle bir mesafede uzunca bir
süre askeri birliklerini tutmak için lojistik imkânı da sınırlı.
Eğer ki ABD bölgeyi kendi
kaderine terk etmeye karar verirse İsrail’in stratejik değeri çok büyük ölçüde
azalacaktır. Eğer ABD savaşın yükünü paylaşmaya hazır diğer devletlerle bir
koalisyon oluşturmaya karar verirse, bu durumda İsrail’in böyle bir kuvvetle
askeri bağlantısı asgari düzeyde olacak, [hatta bunun önünde] siyasi
bir engel teşkil edecektir. İsrail’in varlığı ABD’nin inşa etmeye çalıştığı her
türlü koalisyona zarar verecektir. Suudi Arabistan büyük bir askeri güç değil,
bu da demek oluyor ki ABD’nin ana odağı Türkiye ve İran olacaktır. Ve bu da
bizi geri çekilmeyi yeniden düşünmeye sevk etmektedir.
İsrail, bu savaşa dahil olmayı
tercih etse dahi, ABD’nin yerini tutan/vekil bir güç olamaz. Soğuk Savaş’ta
değeri paha biçilemezken bu savaştaki etkisi önemsizden olumsuza kayacak. Bu
yüzden İsrail’in bazı adımlarına karşı Amerikan müsamahasının asgari düzeye
inmesi hiç de sürpriz değil. Öte yandan İsrail bölgesel güçlerce tehdit
edilmiyor ve şimdilik büyük bir gücün himayesine de bağımlı değil. Artık ABD’ye
eskiden olduğu kadar ihtiyaç duymuyor. ABD bir sigorta poliçesi, ama yüksek sigorta primini de üstlenemez.
Obama ile Netanyahu’nun şahsi
ilişkilerine odaklanmak önemli noktanın gözden kaçırılmasına yol açıyor. [İki
ülke arasındaki] gerilim değişen milli menfaatlerden kaynaklanıyor.
Menfaatler farklılaştıkça her iki tarafta da muhtelif taleplere müsamaha
giderek azalıyor. Azaldıkça da ilişkilerin arka planında gürültü patırtı
cereyan ediyor; ama sadece arka plan gürültüsü... Asıl olaylar ise sessiz
sedasız gerçekleşiyor, ama herkesin gözleri önünde. İsrail ile ABD, ihtiyaç
duyduklarında birbirine yakınlaştılar ve göze alabildiklerinde de birbirinden
uzaklaşıyorlar. Bu onların düşman olduğu anlamına gelmez. Ama bundan sonra dost
da değiller. Devletlerin kalıcı dostları da kalcı düşmanları da yoktur. Sadece
menfaatler bakidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder