25 Mart 2018 Pazar

R.N.HAASS: LİBERAL DÜNYA DÜZENİNİN RUHU ŞAD OLSUN





Richard N. Haass (Dış İlişkiler Konseyi başkanı; daha evvel Amerikan dışişleri bakanlığı politika planlama direktörü (2001-2003), Amerikan Başkanı George W. Bush’un Kuzey İrlanda özel elçisi ve Afganistan’ın Geleceği koordinatörü idi. “A World in Disarray: American Foreign Policy and the Crisis of the Old Order” kitabının yazarı)
Project Syndicate, 21.3.2018

Tercüme: Zahide Tuba Kor

NOT: Lütfen kaynak göstermeden tercümenin bir kısmını veya tamamını kullanmayınız, alıntılamayınız, yayınlamayınız.

1000 yıla yakın hüküm sürdükten sonra son demlerini yaşayan Kutsal Roma İmparatorluğu -Fransız filozof ve yazar Voltaire’in alaycı deyimiyle- ne kutsaldı ne Romalıydı ne de bir imparatorluktu.  Yaklaşık 2,5 asır sonra bugünkü problem de, son demlerindeki liberal dünya düzeninin -Voltaire’in ifadelerinden ilhamla- ne liberal ne dünya çapında ne de düzen içinde olması.
ABD, İkinci Dünya Savaşı akabinde Birleşik Krallık ve diğerleriyle yakın işbirliği içinde liberal dünya düzenini kurdu. Hedef, otuz yıl içinde iki dünya savaşına yol açan şartların bir daha asla ortaya çıkmamasını temin etmekti.
Bu amaçla demokratik ülkeler, -hukuk devletine ve devletlerin egemenliği ve toprak bütünlüğüne saygıya dayalı olma bağlamında- liberal bir uluslararası sistem kurmaya koyuldular. İnsan hakları korunacaktı. Bütün bunlar gezegenin her yerinde uygulanacaktı; aynı zamanda buna katılım herkese açık ve gönüllülük esasına dayalı olacaktı. Barışı temin (Birleşmiş Milletler), iktisadi kalkınma (Dünya Bankası) ve ticaret ve yatırım (Uluslararası Para Fonu ve yıllar sonra Dünya Ticaret Örgütüne dönüşecek yapının nüvesi) için kurumlar tesis edilecekti.
Bütün bunlar ve daha fazlası, -saldırganlığı caydırmak üzere- ABD’nin iktisadi ve askeri gücüyle, Avrupa’ya ve Asya’ya uzanan ittifaklar ağıyla ve nükleer silahlarla desteklendi. Yani liberal dünya düzeni sadece demokrasiyi kucaklayan ideallere değil, kaba kuvvete de dayanıyordu. Bunların hiçbiri, bütünüyle liberalizm aleyhtarı olan SSCB, Avrupa’da ve dünya çapında düzeni tesis için bambaşka düşünce ve eğilimlere sahip diye yitirilmedi.
Liberal dünya düzeni, Soğuk Savaş’ın sona erip SSCB’nin çökmesiyle birlikte çok daha güçlü ve sağlammış izlenimi verdi. Ancak yaklaşık çeyrek asır sonra bugün bu düzenin geleceği belirsiz. Gerçekten de bunun üç bileşeni -yani liberalizm, evrensellik ve düzenin kendisini muhafaza etmek- yetmiş yıllık tarihlerinde daha evvel hiç olmadığı şekilde meydan okumalarla yüz yüze.
Liberalizm geriliyor. Demokrasiler artan popülizmin etkilerini enselerinde hissediyor. Siyasi uçlarda yer alan partiler Avrupa’da zemin kazanıyor. İngiltere’de AB’den ayrılma yanlılarının kazandığı referandum, elit nüfuzunun yitirildiğinin bir kanıtı. ABD bile kendi başkanının Amerikan medyasına, mahkemelerine ve kanunları uygulayan kurumlarına yönelik daha evvel görülmemiş saldırılarıyla yüzleşiyor. Çin, Rusya ve Türkiye de dâhil otoriter sistemler çok daha gözde hale geldi. Macaristan ve Polonya gibi ülkeler kendi genç demokrasilerinin kaderini umursamıyorlar.
Dünyadan bir bütünmüş gibi bahsetmek artık giderek zorlaşıyor. Her biri nevi şahsına münhasır bölgesel düzenlerin -veya en açık şekliyle Ortadoğu’da görüldüğü üzere düzensizliklerin- ortaya çıkışına şahit oluyoruz. Küresel çerçeveler oluşturma çabaları başarısızlığa uğruyor. Korumacılık yükselişte; küresel ticaret müzakerelerinin son turu sonuç vermedi. Siber alanın kullanımını düzenleyen çok az kural var.
Aynı zamanda büyük güçlerin rekabeti geri dönüyor. Rusya, Avrupa’nın sınırlarını değiştirmek için silahlı gücünü kullanarak uluslararası ilişkilerin en temel normunu ihlal etti; keza 2016 başkanlık seçimlerini etkileme çabasıyla Amerikan egemenliğini de çiğnedi. Kuzey Kore nükleer silahların yayılmasını engellemeye dönük güçlü uluslararası uzlaşmayı deldi geçti. Suriye’de ve Yemen’de insani kâbuslar yaşanırken dünya seyirci kalmakta; Suriye yönetiminin kimyasal silah kullanmasına cevaben BM’de veya diğer platformlarda çok az şey yapılmakta. Venezüella batmakta olan bir devlet. Bugün dünyada her yüz kişiden biri ya mülteci ya da ülke içinde yerinde edilmiş durumda.
Bütün bunların neden meydana geldiği ve niçin şu anda yaşandığının birçok açıklaması var. Popülizmin yükselişi, -büyük ölçüde yeni teknolojilerden kaynaklanan, ama ithalata ve göçmenlere hamledilen- gelirlerin yerinde sayması ve iş kayıplarına kısmen bir tepki niteliğinde. Milliyetçilik, -özellikle iktisadi sıkıntıların ve siyasi şartların ortasında- liderlerin kendi otoritelerini takviye etmek için gittikçe daha fazla başvurdukları bir araç. Küresel kurumlar da yeni güç dengelerine ve teknolojilere ayak uydurmakta başarısız olmuş durumda.
Ancak liberal dünya düzeninin zayıflaması, diğer her şeyden çok daha fazla, ABD’nin tutum değişikliği yüzünden. Donald Trump’ın başkanlığı altında ABD, Trans-Pasifik Ortaklığına katılmaktan vazgeçti ve Paris İklim Anlaşması’ndan geri çekildi. Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması ve İran’la nükleer anlaşmadan da geri çekilmekle tehdit ediyor. Başkalarının da kullanabileceği bir gerekçeye (milli güvenlik) dayanarak, çeliğe ve alüminyuma tek taraflı olarak gümrük vergileri getirdi ki bu durum süreç içinde dünyayı ticaret savaşları tehlikesiyle karşı karşıya getirecek. NATO ve diğer ittifak ilişkilerine yönelik taahhütlerine dair soru işaretleri belirmiş durumda. Ve [Başkan Trump] nadiren demokrasi veya insan haklarından bahsediyor. “Amerika Öncelik” [söylemi] ve liberal dünya düzeni birbiriyle bağdaşmaz görünüyor.
Amacım sadece ABD’yi seçip eleştiri topunun ağzına yerleştirmek değil. Bugün diğer büyük güçler (AB, Rusya, Çin, Hindistan ve Japonya) de ne yaptıkları, ne yapmadıkları veya her ikisi için de eleştirilebilir. Ama ABD öyle herhangi bir ülke değil. Liberal dünya düzeninin baş mimarı ve temel destekçisiydi. Aynı zamanda bundan en çok nemalanan da oydu.
Dolayısıyla ABD’nin yetmiş yılı aşkın süredir oynadığı rolü bırakma kararı bir dönüm noktası. Liberal dünya düzeni kendi başına ayakta kalamaz; zira diğerleri ya bunu hayatta tutmak için gerekli araçlardan yoksunlar ya da düzenin devamını kendi çıkarlarına görmüyorlar. Sonuç, gerek ABD gerekse diğer herkes için daha az özgür, daha az müreffeh ve daha az barışçıl bir dünya olacak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder