21 Nisan 2024 Pazar

M.MAHLUL: “KUZEY SURİYE’DE ANNE VE ÇOCUKLARIN %5-6’SI YETERSİZ BESLENME NEDENİYLE TAKİBİMİZ ALTINDA”


“KUZEY SURİYE’DE ANNE VE ÇOCUKLARIN %5-6’SI YETERSİZ BESLENME NEDENİYLE TAKİBİMİZ ALTINDA”

Dr. Mustafa Mahlul (Çocuk doktoru ve Halep’in kuzey kırsalında tıbbi projeler koordinatörü)

Azez/Suriye, 29.2.2024

NOT: Blogda yer alan 900 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.

 

Suriye’nin kuzeyinde sağlık şartları ve tıbbi imkanlar ne durumda?

Suriye’nin genelinde, özellikle de kuzeyde gerek toplumsal şartlar gerekse tıbbi imkanlar vasatın altında. 12 yıldır devam eden savaş şartları, sınır kapılarının kapanması, yolların kesilmesi, defalarca yerinden olma ve özellikle Türkiye’nin güneyi ile Suriye’nin kuzeyini yıkıp her iki tarafta da çok fazla ölüme yol açan 6 Şubat depremleri gibi felaketler genel sağlık şartlarını kötüleştirdi. Tıbbi kadronun önemli bir kısmı ya yurtdışına göç etti ya hapishanelerde kaybedildi ya da bombardımanlarda hayatını kaybetti. Nitelikli eğitim kurumlarının yokluğu yüzünden uzun süredir yeterli miktarda yeni kadrolar da yetiştirilebilmiş değil. Toplumun önemli bir kısmının iktisadi seviyesinin gerilemesi, temel sağlık hizmetlerine periyodik erişimlerini azalttı. Eskiden sağlık masraflarını kendisi ödeyerek doktora giden hastalar, artık bunu yapamıyor, ücretsiz sağlık merkezlerine başvurmak zorunda kalıyor ki bu merkezler zaten yetersiz.

Mevcut sağlık merkezlerinin sayısı, kuzeydeki kalabalık nüfusun tedavi ihtiyacını karşılayamıyor. Tıbbi projelerin çoğu on küsur yıl evvel STK’larca başlatıldı ve bunların çoğu, stratejik değil, yerel ihtiyaçlara cevap veren projelerdi. Yani stratejik düşünce, uzun vadeli planlama ya da sürdürülebilirlik içermiyor, sadece paraya bağlı yürüyordu. Bağış yapıldıkça yürüyor, kesildiğinde proje de, sunulan sağlık hizmeti de duruyordu. Tabii ki bazı gönüllü hizmetler mevcut. Ancak sağlık hizmeti verenler bu işi sürekli gönüllü yapamazlar. İhtiyaçlar çok büyük olduğundan buna -kendi maddi imkanlarıyla- yetişebilmeleri mümkün değil. Geçmişte Şam Kırsalı’nda, Humus’ta ve Deraa’da görev yapmış tıbbi kadroların büyük bir kısmı Suriye’nin kuzeyine göç ederken kendileri de her şeylerini geride bırakıp birer muhacire dönüştüler. Bazıları ise Suriye’yi tamamen terk ederek Türkiye’ye veya Avrupa’ya yerleştiler.

Hastaların en temel ihtiyaçları neler?

Birinci basamak sağlık hizmetlerinin sağlanması en temel ihtiyaç. Yani sağlık durumlarına bakılmaksızın tüm hastalara eşit olarak sağlanması gereken bakım hizmetini kastediyorum. İkincisi, belli alanlarda uzmanlaşmış bakım hizmetleri ihtiyacı var. Bunun için özel bakım merkezleri gerekiyor; kalp cerrahisi merkezi, bulaşıcı hastalıkların tedavisi için merkezler, cilt hastalıkları, kronik hastalıklar, hamile kadınların ve yeni doğanların bakımı için gelişmiş doğum merkezleri gibi. Bölgemizde bu hastalara ileri tedavi imkânı bulunmadığından Türkiye’ye gitmek zorunda kalıyorlar. Mesela kanser hastalarının çoğu periyodik ilaç alımı ve tedavi için artık Türkiye’ye yönlendiriliyor. Burada tedavi edilmeye çalışılanlar az da olsa var; ama düzenli ilaç alamadıklarından sonuç Türkiye’deki gibi olmuyor. Burada teşhisi, takibi, hatta tedavisi dahi mümkün olmayan bazı hastalıklar var. Mesela bazı genetik ve metabolik hastalıklar. Bunlar da Türkiye’ye sevk ediliyor. Ama sevk mekanizması ve Türkiye içindeki merkezlerin yoğunluğu nedeniyle bu sürecin tamamlanması sıkıntı olabiliyor; bazılarının hastalıkları ilerliyor, hatta Türkiye’ye gidemeden ölebiliyor.

En yaygın hastalıklar neler?

Hastaları yaş gruplarına göre sınıflandırabiliriz. Yaşlılarda yüksek tansiyon ve diyabet, kalp hastalıkları, astım ve pulmoner amfizem gibi solunum yolu hastalıkları var. Bunlar kronik hastalıklar olup hastaların sürekli pahalı ilaçlara ve entegre bir tedavi programına ihtiyacı oluyor. Bir de dönemsel hastalıklar veya salgınlar var. Dört yıl önceki koronavirüs pandemisini hatırlarsınız. Elimizdeki imkanlar dahilinde pandemiyle baş etmeye çalıştık; ama mevcut sağlık sektörü bu kadar ağır bir yükü kaldıramadı. Büyük ülkeler bile pandemide acziyete düşmüşken altyapının yetersiz olduğu bölgemizde biz nasıl baş edelim? Gerekli altyapımız, yani yoğun bakım ünitelerimiz olmadığından hayatını kaybeden koronavirüs hastalarımız oldu. Yine kalp yetmezliği çeken hastaları tedavi için de ücretsiz merkezler yok. Bir de büyük ameliyatlar olması gerekenler var; ama kuzeydeki cerrah kadrosu özellikle beyin, kalp-damar ve çocuk cerrahisi gibi belirli ihtisas dallarında yetersiz. Çocuk cerrahı sayısı sadece iki-üç tane ki bu en önemli eksiklik. Bu da sağlık sektörü üzerinde ciddi bir yük.

Yetersiz beslenme konusunda uzman doktor olduğunuzu öğrendim. Bu meseleyi de sizden dinlemek isterim.

Çocuk doktoru olarak 2016’dan itibaren yetersiz beslenenleri tedaviye odaklandım. Tabii ki bu, savaştan sonra gelişen yeni bir alan. Gıda güvenliğindeki düşüş, bütün toplum kesimlerinin sosyoekonomik ve sağlık şartlarındaki gerileme, bombardıman ve yerinden olma gibi ani faktörler, gelişmiş sağlık merkezlerinin bulunmaması ile birleşince böyle bir mesele ortaya çıktı. Mevcut şartlar altında çocuklar da, hamile ve emziren anneler de yeterli bakımı alamıyor. Yetersiz beslenme, beş yaş altındaki çocukları ve altı aya kadar hamile ve emziren kadınları ilgilendiriyor. Bu konuda Azez’de çeşitli STK’larla birlikte çalışıyorum. Hızlı müdahale ekipleri diye anılan mobil ekiplerimizle yetersiz beslenenlere evlerinde ulaşmaya odaklanıyoruz.

Mesela çalıştığım bölgedeki kamp sayısı yaklaşık 40 olup her kamp 1000 ile 5000 arasında bir nüfusu barındırıyor, yani 200 ila 800 kadar aile. Bu kamplarda kadınların ve çocukların oranı %50’den fazla. Hamile veya emziren oranı kadınların %10’unu aşıyor. Bizim hedef kitlemiz olan beş yaş altı çocuklar da bütün çocukların %25’i.

Yetersiz beslenmenin de orta ve şiddetli dereceleri var. En önemlisi şiddetli yetersiz beslenme olup bu hastalara tedavi edici ilaçlar ve maddeler, orta derecede yetersiz beslenenlere ise takviye gıdalar veriyoruz. Bu hastaları şifa bulana kadar takip ediyoruz. Ayrıca toplumsal davranış, genel hijyen, doğru beslenme alışkanlığı ve beslenme çeşitliliği konusunda bilinçlendirerek toplumsal farkındalığı sağlamaya çalışıyoruz ki sadece hasta değil, bütün aile ve hatta toplum tedavinin bir parçası olabilsin.

Yetersiz beslenme zihinsel, fizyolojik ve psikolojik olarak ne gibi sorunlara yol açar?

 

En önemli yönü, vücudun gücü ve hastalıklara karşı bağışıklığıdır. İyi beslenen bünyeler hastalıklara çok daha iyi karşı koyar ve daha az hastalanır. Yetersiz beslenen vücudun ise bağışıklığı düşer, daha fazla hastalığa yakalanır ve üretkenliği azalır. Bu yüzden çocuk okulda veya iş hayatında kaybolur gider. Evinde veya evi dışında görevlerini yerine getiremeyebilir. Yakalanacağı akut veya kronik hastalıkların oranı artar ki bu da tedavi masrafını artırır. Biz yetersiz beslenmeyi tedavi ederek veya baştan keşfedip tedbirini alarak müstakbel hastalıkların ortaya çıkma oranını azaltıyoruz.

Yetersiz beslenmenin ana etkisi kilo kaybıdır ki bu da çocuğun bedeninde ihtiyaç duyduğu temel elementlerin eksikliği demektir. Yani makro besinler dediğimiz proteinler, şekerler ve yağların ve mikro besinler olan mineraller, tuzlar ve vitaminlerin eksikliği... Bunlar çocukların gelişimini doğrudan etkiler. Yetersiz beslenen çocukların zihinsel melekeleri ve psikolojik gelişimleri eksik kalır. Bu yüzden daha hamileliğin başında besin takviyeleri, demir hapları, vitaminler veriyoruz ki fetüste deformasyonlar veya erken doğum veya düşük riski ve doğumdan önce veya sonra çeşitli hastalıklar olmasın. Anne iyi beslenebilmeli ki bebek bedensel olarak sağlıklı doğsun ve doğumdan sonra bebeğini doyurabilsin. Yani hamile ve emziren anneleri takip etmek yetersiz beslenmeyi tedavide en önemli adımdır. Çocuklara gelirsek onların zihinsel ve bedensel gelişiminin gerçekleştiği ilk üç yıl en kritik aşamadır. Bu aşamada yetersiz beslenen çocuk bir ömür bunun neticelerini çeker. Gelişim eksikliği, yaralanma, sakatlık ve bazı kronik hastalıklara duçar olur.

Yani bu çocuklar büyüdüğünde vücutlarını şifaya kavuşturmak mümkün olmaz diyebilir miyiz?

Yetersiz beslenmenin bazı sonuçlarını ilk beş yılda tedavi etmek mümkün, ama bazılarını değil. Bazı değişiklikler geriye döndürülemez. Bedensel bozuklukları düzeltmek pek mümkün değil veya mümkün olsa da birçok ameliyat gerektirdiği için çok pahalı.

Bedensel bozukluklar dediniz. Mesela neler?

Fetüslerde veya doğumdan sonra bebeklerde gördüğümüz en önemli deformiteler nörolojik deformitelerdir. Mesela hamilelikte fetüsün sinir sisteminin gelişmemesi çocukları olumsuz etkileyebilir. Serebral atrofi [nöron adı verilen beyin hücrelerinin kaybı ve bu duruma bağlı küçülmesidir], bazı motor fonksiyonlarının gelişememesi, motor yaralanmaları gibi. Ayrıca kalpte çeşitli bozukluklara ve hastalıklara yol açabilir. Keza doğum sırasında bulaşıcı hastalıkları tetikleyebilir.

Suriye’nin kuzeyinde yetersiz beslenme yaygın mı?

Kuzey Suriye’de yetersiz beslenme programına dahil edilenler, toplam anne ve çocukların yaklaşık %5-6’sı. Bu oran yüksek tabii. Düşürmek için elimizden geleni yapıyoruz. Yetersiz beslenme kaynaklı hastalıkların görülme sıklığı da biraz yüksek.

Peki, yetersiz beslenme yüzünden ölümler oluyor mu?

Yetersiz beslenmenin tetiklediği hastalıklar uzun vadede, yavaş yavaş belirir ve sonunda ölüme yol açabilir. Ölümler çok yüksek değil ama yine de alarm zilleri çalıyor. Çünkü ölümle neticelenmese bile engellilik, üretkenliğin azalması, hastalıkların artışı gibi kötü hayat kalitesine yol açıyor. Bu arada yetersiz besleneni iyileştirme adımları, eğer ciddi hastalıkları yoksa, bir-iki günde hızla sonuç veriyor. Asıl problem, kuzeyde genel olarak fiziki ve sıhhi şartların kötü olması hastalığı keşfetmeyi zorlaştırıyor ve geciktiriyor, bu da tedaviyi zorlaştırıyor.

Yetersiz beslenen hastalarınız ne düşünüyor, ne hissediyor?

Yetersiz beslenmeyle birlikte genel sağlıkları da bozulduğu için kendilerini yorgun ve bitkin hissediyorlar. Bazılarında depresyon ve tembellik belirtileri oluyor. Çalışamayacaklarına, okula gidemeyeceklerine inanıyorlar. Tedaviye başladığımızda kendilerini daha iyi hissettikçe ruh halleri de iyileşiyor. Bazıları hemen işe gidebilir veya işlerine devam edebilir hale geliyor. Sayıları az bir kısmın ise hastanelerde uzun süre tedavi edilmesi gerekiyor.

İntihar vakaları yaygın mı?

Ruh sağlığı konusu toplumsal boyutla alakalı. Göç, evsiz kalma, işsizlik ve iktisadi şartlar bunda etkili. Genellikle gençler ve ergenlik çağındakiler intiharı düşünüyor veya tevessül ediyor. Özellikle eğitimdeki başarısızlık ruh sağlığını etkiliyor. Depresyonla ilgili danışacağı yetkin kimseye erişememe problemi var. Toplumsal hayatın tabiatı ve muhafazakâr ortam psikologlardan veya psikolojik danışmanlardan destek almayı azaltıyor.

Savaş ve göç kadınların hayatını nasıl etkiledi?

Kadınlar iki tür baskıya maruz kalıyor: Geçmişten beri kadın üzerinde zaten bir toplumsal baskı vardı ve bu devam ediyor. Buna bir de bu bölgede yaşayan kadın-erkek, büyük-küçük herkesin maruz kaldığı baskılar eklendi; yani güvenlik baskısı, ekonomik baskılar, göç ve yersiz yurtsuz kalmanın yol açtığı baskı. Erkekler güvenlik ve ekonomik bakımdan baskıya maruz kalırken kadınlar bunlara ilaveten toplumsal baskı yaşıyorlar.

Devrimin başından itibaren birçok kadın sivil toplum hareketlerine katıldılar ve STK'larda etkin roller oynadılar.  Artık birçok STK’nın kadrolarında ve yönetiminde kadınlar var. Projelerin yürütülmesinde, kontrolünde ve değerlendirilmesinde rol alıyorlar. Birçok kadın doktor, eczacı ve sağlık çalışanı var. Toplumumuz muhafazakâr olduğundan evlere hizmet götüren mobil ekiplerimiz hep kadın. Beslenme ve sosyal hizmet uzmanları veya toplum sağlığı çalışanları genellikle kadın olup ailelere hayatla ilgili konularda, şahsi temizlik, kadınların desteklenmesi, tacizin ve sömürünün önlenmesi konularında bilinçlendirici faaliyet yürütüyorlar. Ev ev gezip ailelerle daha iyi iletişim kurabilen ve mesajı daha insani şekilde iletebilenler hep kadınlar.

Öte yandan bütün savaş bölgelerinde kadınların üstünde ilave baskılar söz konusudur. Çünkü daha savunmasız ve mazlum taraftır… STK’ların çoğu, çalışan kadınların şartlarını dikkate almıyor. Kadınları desteklemeye odaklı projeler anneleri içermiyor. Çalışan kadın destekleniyor, ama çalışan anne destek görmüyor. Doğum izninin süresi en fazla üç-dört ay. Çocuklar için kreş veya bakıcı yok. Bu yüzden ya işi bırakmak ya da çocuğu için bakıcı bulmak veya kendilerinden uzak bir yere vermek zorunda kalıyorlar.  Bu da hem iş hem anne hem de çocuk açısından olumsuz.

Peki, savaş ve göç yüzünden çocukların hayatı nasıl değişti?

Çocukların çoğu savaş ve göç sırasında doğdu. Benim de bütün çocuklarım göç ettiğimiz yerlerde dünyaya geldi. Bu çocuklar memleketlerine dair hiçbir şey bilmiyor, geçmişe dair hatıraları yok. Dünyada bir çocuğun yaşayabileceği en büyük psikolojik travmaya belki de bizim çocuklarımız maruz kalıyor. Bir garip, bir yabancı olarak yetişiyorlar. Kuzeyde istikrarlı bir sosyal ortam ve kurumlar yok. Bazı çocuklar, kurtarılmış bölgelerin tüm sakinleri gibi, defalarca bombardımana ve yerinden edilmeye maruz kaldı ve bu da çocukların dayanamayacağı ve anlamlandıramayacağı bir psikolojik şiddet. Ebeveynler olarak çocuklarımızın psikolojik sağlığını koruma, onlara psikolojik destek sağlama konusunda hakikaten büyük sıkıntı çekiyoruz. Yaşadığımız şartlar gereği zaten hepimiz baskı altındayız. Öyle ki savaş yüzünden yerinden olmamışlar da bu duyguyu geçen sene deprem sırasında tattılar.

Çocukların birçoğu kötü muameleye ve zorlu psikolojik koşullara maruzlar. Maalesef ki çocuklarda psikolojik farklılık yaratabilecek yeterli sayıda ehil kadro ve projeler yok. Yük hep aileler üzerinde. Ayrıca dünyadaki tüm akranları gibi bizim çocuklarımız da “elektronik vahşet”e maruz kalıyor. Yani saatlerce cep telefonunun, ekranın veya internetin karşısında oturuyorlar. Bu da daha evvel bilmediğimiz bir hastalık kategorisi ortaya çıkmaya başladı: sosyal davranışlarla bağlantılı hastalıklar; saldırganlık, yatak ıslatma, otizm, konuşma ve öğrenme güçlüğü vakalarında artış vs. Bunlar sadece bizde artış göstermiyor, aynı gidişat dünyada da mevcut. Ancak şartlarımız gereği biz de daha fazla yayılıyor. Birçok insanın yaşadığı yerin yakınında park, bahçe ve oyun alanı olmadığından çocuklar evlerinde yaşamaya mahkûmlar. Bu da elektronik oyunlara ve internete dalmalarına yol açıyor.

10 sene sonra nasıl bir Suriye öngörüyorsunuz?

12 sene geçti ama hâlâ olumlu yönde herhangi bir değişim, bir ilerleme yok; Suriyeliler olarak hâlâ hayatta kalmaya çabalıyor, mücadele ediyoruz ve görünen o ki bir 10 yıl, belki 20 yıl daha böyle sürüp gidecek. Yükümüz çok ağır. Büyük bir ortak çabaya, bir stratejiye ihtiyacımız var. Hem yerel hem de uluslararası düzeyde toplumsal işbirliği gerekli. Uzun vadeli stratejik planlar geliştirmek lazım; eğitim, sağlık, psikolojik destek bizim için çok önemli konular ve maalesef bu alanlar hâlâ zayıf. Allah korusun, eğer yerinden olma, bölgelerin paylaşımı ve bölgeler arası ulaşım zorlukları böyle devam ederse, bu pek de hayra alamet olmaz. Yine de denemeye, umut etmeye devam edeceğiz. Bir şekilde hayatta kalacağız.

 

 


20 Nisan 2024 Cumartesi

XX: “SURİYE’NİN KUZEYİ, ÇOCUKLUKLARINI YAŞAMAYAN ÇOCUKLARLA DOLU”


SURİYE’NİN KUZEYİ, ÇOCUKLUKLARINI YAŞAMAYAN ÇOCUKLARLA VE GENÇLİKLERİNİ YAŞAYAMAYAN GENÇLERLE DOLU

XX (Azez’de yaşayan Tel Rıfatlı 17 yaşında bir genç kız. Altı kardeşin ikincisi. 2013-2017 yılları arasında Türkiye’de yaşamış. Babasının görevi nedeniyle Suriye’ye geri dönmüşler. Şu an lise son sınıf öğrencisi.)

Suriye/Azez, 26.2.2024

NOT: Blogda yer alan 900 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.

 

Suriye’nin kuzeyinde gençlerin hayatı nasıl, günlerini nasıl geçiriyorlar?

Çok şükür ailemin maddi durumu nispeten iyi. Ama Suriye’de yaşamak maddi-manevi her açıdan zor. Hayat pahalılığı yüzünden Suriye’nin kuzeyinde artık çok fazla çocuk ve genç çalışmak zorunda. Kız-erkek fark etmiyor. Küçük çocuklar bile çiçek vs. satıyor. Bu çocukların birçoğu ailelerini ya savaşta ya depremde ya da pandemide kaybettiler. Veya ailelerinde hastalar var. Burada özellikle kanser hastalığı iyice yayıldı. Kanserliler için bağış toplama organizasyonu oluyor; çünkü bazılarının beş kuruş bile parası yok. O yüzden çocuklar çalışmak zorunda.

Annem, az önce mahallemizdeki beş çocuklu bir aileden bahsetti. Annenin zihinsel problemleri olup çok hastaymış. Baba da anneye baktığı için çalışamıyormuş; hanımını tedavi ettirebilmek için dört ay evvel böbreğini satmış. Oturdukları ev çok kötüymüş. Yiyebilecekleri yemekleri bile yokmuş. En büyük kızı on yaşında olup ilkokul ikinci sınıfa gidiyormuş. Küçük kardeşlerine bakabilmek, onlara annelik yapabilmek için okulu bırakmak zorunda kalmış... Burası, çocukluklarını yaşamayan çocuklarla, gençliklerini yaşayamayan gençlerle dolu.

Özellikle erkek çocukların birçoğu hem okuyor hem çalışıyor. Daha iyi imkânı olan çocuklar mahallede arkadaşlarıyla oyun oynuyor. Lise öğrencilerinin temel derdi ise soruların Türkiye’den geldiği mezuniyet sınavları. Nasıl geçeceğiz diye kara kara düşünüyorlar. Birçok üniversite öğrencisi ise maddi sıkıntılarla boğuşuyor. Üniversitelerdeki gençlerin kız-erkek neredeyse hepsi harç ödeyebilmek için artık hem çalışıp hem okumak zorunda, ki harçlar öyle büyük meblağlar da değil. Yaklaşık 200 dolar. Nice başarılı öğrenci sırf üniversite harçları yüzünden okuyamıyor.

Halihazırda eğitim şartları kötü. Özellikle pandemi başarımızı olumsuz etkiledi. Ayrıca öğretmen maaşları çok az olduğu için okullarda eğitim süresi de kısaldı. Hatta bazen maaş düşüklüğünden öğretmenler grev yapıp okula gelmiyor. [Şubat ayındaki Suriye ziyaretlerimde öğretmen maaşını sorduğumda 70 ila 100 dolar arasında değiştiği söylendi.]

Pandemi döneminde eğitim oldu mu? Mesela bizde uzaktan eğitim yapıldı.

Koronavirüs burada Türkiye’deki kadar yayılmadığı halde pandemi yüzünden okullar iki yıl tamamen kapalı kaldı. Sadece 9. ve 12. sınıflarda eğitim oldu. Kuzey Suriye, Türkiye’ye bağlı olduğundan orada alınan kararlar burada uygulanıyor. Mesela ben 7. ve 8. sınıftaydım; hiç eğitim görmedik, sadece sınavlara girdik. Bazı özel okullarda uzaktan eğitim programı takip edildi sadece. Bazı aileler çocuklarını evde çalıştırdı. Ama çoğunluk eğitim görmedi. Bir de bizim eğitim programımız Türkiye’de hazırlanıyor. Haftada sadece iki saat Türkçe dersi görüyoruz ve henüz A1 seviyesinde değiliz; ama sınavlarda bize B1 konularını soruyorlar. Çok zorlanıyoruz.

Peki, çocuklar ve gençler boş vaktini nasıl geçiriyor?

Erkekler, arkadaşlarıyla sokakta vakit geçiriyorlar. Biz kızlar ise erkekler kadar özgür hareket edemiyoruz. Burası Türkiye gibi değil. Genç kızların çoğu anneleriyle ev işi yapıyorlar.

Özellikle 16-20 yaş aralığındaki genç erkeklerde uyuşturucu kullanımı epeyce arttı. Bu arada çocuklarda bile uyuşturucu kullanımı var. Geçenlerde bir arkadaşı amcamı arayıp 14 yaşındaki oğluna ağrı kesici Parol diye uyuşturucu verildiğini anlatmış. Oğlunu hastaneye götürüp kan aldırdığında doktorlar vücudunda az miktarda uyuşturucu tespit etmiş. Çocuk içtiğinin uyuşturucu olduğunun farkında değil. Ne kadar yaygınlaştığını bu örnekten anlayın. Kurtarılmış bölgeleri yöneten bir lider, bir başkan yok. Bu şartlar altında uyuşturucuyu önlemek çok zor.

Savaştan evvel Suriyeliler parklarda ve bahçelerde çok gezerler, sık sık ev ziyaretleri yaparlardı. Bu gelenek devam etmiyor mu?

Eskisi gibi dışarıda gezip dolaşacak yerler pek yok. Zaten tüm Azez’de bir tane park bahçe var. Orada da çok fazla olay yaşanıyor. Bir de bazılarının âdetinde kızların gezip dolaşması ayıptır. O yüzden pek dışarı çıkmıyorlar.

Çocuklar ve gençler savaştan nasıl etkilendi?

Çocuklar savaştan fiziksel olarak zarar gördüler, güçsüzleştiler. Gazze’de şu an olanların benzerini biz yıllar boyunca yaşadık. Dinde de, uluslararası hukukta da kullanımı yasak olan kimyasal silahlara maruz kaldılar ve bu silahların sağlık üzerindeki olumsuz etkilerini şimdilerde görüyoruz. Akciğer kanseri çocuklar var. Bazıları soluk borusu iltihabından muzdarip. Çeşitli akciğer hastalıkları var. Su kaynaklı hastalıklar da mevcut.

Gençlerde intihar eğilimi çok diye duyuyorum. Doğru mu?

Doğru. Arkadaşlarımdan biri bana “Haram olmasa çoktan intihar etmiştim” dedi. Böyle düşünenlerin sayısı az değil. Azez'de büyük bir alışveriş merkezi var. Bir hafta evvel bir genç orada intihar girişiminde bulundu; fotoğrafları ve videoları her yerde paylaşıldı. Genç, videoda Hayat çok zor ve artık yaşamaya değer bir şey kalmadı diyordu. Birçok genç intihar etmeyi aklından geçiriyor. Bu yaşadığımız nasıl bir hayat? diye sorguluyorlar. Böyle kötü bir hayatı hak etmediklerini düşünüyorlar. 

Arkadaşlarının veya senin mutlu olduğunuz, üzüldüğünüz ve endişe duyduğunuz şeyler neler?

Ben güven içinde yaşıyorum, yeterli gelirimiz var ve anne-babam hayatta. Çok şükür. Beni en çok üzen, buradaki birçok çocuğun yetim veya öksüz olması. Birçoğu savaşta ailesinden kayıplar verdi. Bugün acaba yemek yiyebilecek miyiz endişesiyle yaşayanlar var. Paraları yok, yardım yok. Çünkü yardım derneklerine yapılan bağışlar, Türkiye’deki deprem ve Gazze’deki savaş nedeniyle çok azaldı. Sınıfımda bir kız öğrenci var; dört senede bir, sadece tek bir çift ayakkabı satın alabiliyorlar.

Başarılı birçok öğrenci maddi imkânsızlık yüzünden üniversiteye gidemiyor. Zaten buradaki -Gaziantep ve er-Râî dışındaki- üniversitelerin de diplomalarının uluslararası geçerliliği yok. Buradaki bazı gençler üniversiteyi Türkiye’de okuyabilmek için çok çaba harcıyor. Buna mukabil Türkiye’de yaşayan Suriyeli öğrenciler için Türk üniversitelerinde harçlar çok yüksek olduğundan Suriye’ye geri dönüp burada eğitimine devam eden gençler de var.

Tekrar sormak istiyorum. Seni ve arkadaşlarını mutlu eden şeyler neler? Hangi anlarda mutluluk hissediyorsunuz?

Bizi mutlu eden bir şey yok. Belki betonarme okulu olmak ve doğru düzgün sınıfta ders görmek bir mutluluk sebebi olabilir. Benim okulum konteyner. Yazları sınıflar çok sıcak, yanıyoruz; kışları çok soğuk, donuyoruz. Suriye’de yaşamak gerçekten çok zor. Birçok öğrenci depresyonda ya da içe çekilmiş, kendisini toplumdan soyutlamış durumda. Belki psikolojik destek almak kişiye kendisini iyi hissettirebilir. Ama burada yeterince psikolog ve psikiyatrist de yok.

Türkiye’de dört sene yaşamışsın, kıyas imkânın vardır. Türkiye’deki hayat ile Suriye’deki arasında ne gibi farklar var?

Türkiye Suriye’deki gibi bir savaş yaşamadı ve buradaki savaş da hala bitmiş değil. Dolayısıyla iki ülkedeki hayat birbirinden çok farklı. İstanbul’un okullarıyla buradakiler arasında büyük farklar var. Alışveriş mekanları da öyle. Suriye’de hayat özellikle gençler için çok zor, maddi-manevi baskı altındalar. Ev düzecek paraları olmadığı için evlenemiyorlar. İleride ailelerinin, çocuklarının geçimini nasıl sağlayacaklarını, onlara onurlu bir hayatı nasıl sunacaklarını kara kara düşünüyorlar. Suriye’de gençler her şeye kendi çabalarıyla ulaşmak zorundalar. Ebeveynleri de dahil kimse onların ihtiyaçlarını karşılayamıyor. Bir de Türkiye’de kızların tek başına dışarı çıkma özgürlüğü var. Burada ise kötü gözle bakıldığından, hatta laf atıldığından biz bunu yapamayız. Üniversite okuma arzusu kızlar arasında artmış durumda. Ama bazı aileler kızlarını üniversiteye göndermiyor; zaten eş ve anne olacak, üniversite eğitimi almasına gerek yok diye düşünüyor. Maddi kaygılar da bunda etkili. Bir de burada kız çocuklar fidye için kaçırılıyor. Uyuşturucu sorunundan daha evvel bahsettim.

Kız çocukları kaçırma yaygın mı?

Kaçırma olayları son iki senede arttı. En büyük sebep ailelerinden para almak. Burada doğru düzgün iş yok maalesef. İnsanlar böyle suçlara meyledebiliyor.

Peki, çocukların ve gençlerin anne-babalarıyla ilişkileri nasıl? Anlattığın şartlar yüzünden aralarında problemler çıkıyor mu?

Çocuklarla değil, üniversite çağındaki gençlerle aileleri arasında sorunlar yaşanıyor. Bazı gençler Suriye dışına çıkmak, Türkiye’ye veya Avrupa’ya gitmek istiyorlar; aileleri ise buna izin vermiyor. Sıkıntılar işte bundan çıkıyor. Yoksa sıkıntı yok. Ebeveyn-çocuk ilişkisi sevgi üzerine kuruludur, kavga değil.

Kamplarda yaşayan arkadaşların var mı? Kamplardakiler ile ilçedekiler arasında ne gibi farklar var?

Kamplardaki aileler arasında özel alan ve mahremiyet diye bir şey yok. Orada yaşamak her açıdan çok zor. Bazılarının kışın sobası ve herhangi bir ısınma imkânı yok. Kamplardaki öğrencilerle ilçede yaşayanların eğitim başarısı arasında ise pek bir fark yok.

Savaştan evvelki hayatın nasıldı? Neleri özlüyorsun? Memleketini, evini hatırlıyor musun?

2007 doğumluyum, savaş ben 4-5 yaşlarındayken başladığı için öncesini pek hatırlamıyorum. Ama sık sık Halep’e giderdik ve Halep o zamanlar çok güzel bir şehirdi. Savaştan sonra aileler birbirinden koptu; bazıları Avrupa’ya, bazıları Türkiye’ye gitti, bazıları da Suriye’de kaldı. Yaşım küçük olsa da savaşa dair birçok şey hatırlıyorum; saldırıları, bombardımanları, bazı anlarda anneme öleceğim dediğimi... Mesela 2011’de bayramın ikinci günü gece çok geç bir saatte rejimin adamları evimizi basıp babamı, amcamı ve halamın eşini alıp götürdüler. Eve baskın yaptıklarında amcamın eşi hamileydi; bebeği düşsün diye karnına vuruyorlardı. Çok korkmuştum, babam bir daha geri dönemeyebilir diye. Dört gün sonra geri döndüğünde babamı tanıyamadım. Çünkü dövmüşler, dişleri kırılmış, gözünü yaralamışlar. Eve geldiğinde gözünden kanlar akıyordu. İşkencecilerden biri ayağını babamın kafasına bastırarak öpmesini istemiş; babam direnince adam kafasını tekmelemiş. Sonra hareket halindeki arabanın arkasına bağlayıp yollarda sürüklemişler. Yerinden kendi başına kalkamıyor, tuvalete gitmek için bile yardıma ihtiyaç duyuyordu. Babamla birlikte amcam ve halamın eşi de geri döndü; ama sadece babam vahşice bir işkenceye maruz kalmış.

Peki babanı neden dört günde serbest bıraktılar?

Babamı kaçırmalarının nedeni bir yanlış anlaşılmaymış. Babamla aynı isimli başka birini arıyorlarmış.

Ben savaş sırasında çekirdek ailemle Türkiye’ye gittim, diğer akrabalarımız burada kaldı. Saldırılara bağlı olarak Türkiye ile Tel Rıfat arasında gidip geldik; çünkü annem kardeşime hamileydi ve bombardımandan çok korkuyordu. Amcalarım 2016’da memleketimiz Tel Rıfat’tan çıktılar. Evimizi biraz hatırlıyorum; çünkü memleketimiz Tel Rıfat’ta Türkiye’den daha az yaşadım.

Ailen göç sırasında neler yaşadı?

Beş amcam vardı. Hepsi de Tel Rıfat ilçesinin farklı yerinde yaşıyorlardı. Çok fazla saldırı ve bombardıman oldu. Bu saldırılarda bir amcam 2015’te vefat etti. Ailesi çok sıkıntı çekti. Vefat ettiğinde en büyük çocuğu 9 yaşındaydı. Bir keresinde diğer amcam araba sürerken tam arkasına bomba düşmüş; bir saniye geride olsa ölebilirdi. Amcalarım 2016’da hiçbir şeysiz, parasız, yiyeceksiz, kıyafetsiz memleketten ayrılmak zorunda kaldılar. Hepsi de üniversite mezunu; ama hiçbiri diplomasını bile yanına alamadı. O zamanlar Türkiye’ye giriş de zorlaşmıştı. Bu yüzden Azez’de çadırda yaşamaya başladılar. Şubat ayıydı ve hava çok soğuktu, dondular.

Hayallerin ve hayattan beklentilerin neler?

Hayalim, her şeyin tekrar eski günlerine geri dönmesi. Asıl memleketim Tel Rıfat’a dönmek. Anneannem dört sene evvel Halep'te vefat etti. Vefatında yanında değildik, zaten hayatının son dört senesinde de onu görememiştik. Düşünün, annem annesini en son sekiz sene evvel görebildi. Geriye bir tek babası kaldı, ama o da Halep'te yaşıyor; gidip ziyaret edebilmemiz mümkün değil. Diğer hayalim, uluslararası denkliği olan iyi bir üniversitede mimarlık okumak. Türkiye’ye bağlı er-Râî Üniversitesinde tıp dışında yeni bölümlerin açılacağı söyleniyor. Eğer açılırsa oraya gidebilirim.

Son olarak eklemek istediğin şeyler var mı?

Gençlerin şu an en büyük hayali uluslararası denkliği olan bir üniversiteye, özellikle de Türkiye’deki üniversitelere gidebilmek. Suriyeli gençler sahip oldukları becerileri ve yetenekleri burada kullanamıyorlar maalesef; çünkü yaşadıkları coğrafya buna hiçbir şekilde imkân vermiyor. Türkiye, şu an kurtarılmış bölgede yaşayan Suriyelileri destekleyen tek ülke. Başka umudumuz yok.

  


EVİ HASTALARLA DOLU İKİ SURİYELİ HANIMIN HİKAYESİ


“HAYATIM AÇLIKLA VE KRONİK HASTALIKLARLA BOĞUŞARAK GEÇİYOR”

XX (Ailesinde dört kronik hastaya bakan, kendi kalbi de delik olan, dört çocuk annesi 34 yaşında bir hanım)

Tel Abyad/Suriye, 23.2.2024

NOT: Blogda yer alan 900 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.


“Eşim doğuştan hemofili hastası, engelli ve yürüyemiyor. Yaklaşık iki ay evvel burada bir saldırı oldu, kurşun isabet etti. Vücudunda kırıkları oluştuğu için platin takıldı. Bu ameliyat için para istiyorlar; bizde para yok. Dahası, hemofili tedavisi için ömür boyu her gün 8 iğne vurulması gerekiyor; her iğnenin fiyatı 6000 ila 10.000 TL arasında. Eğer vurulmazsa kan kusuyor ve ayakları, vücudu şişiyor.

Dört çocuğumdan sadece bir kızım sağlıklı. 12 yaşındaki diğer kızım hemofili hastası; karaciğer büyümesi de var. Kızıma geçici koruma belgesi çıkartabildiğim için iğneleri [Yerel Meclis tarafından] ücretsiz temin ediliyor. Sağlık durumuna göre iğne sayısı belirleniyor; onunki bir-iki tane. Önümüzdeki hafta kızımı Şanlıurfa’ya ameliyata götüreceğim. Geçen gün de oğlumu ameliyata götürmüştüm. Sürekli birini hastaneye taşıyorum. Ben de sağlıklı değilim ki; kalbim delik.

Bir oğlumun nörolojik hastalığı ve zihinsel geriliği var. Diğeri babası gibi hemofili hastası olup vücudu kitlelerle dolu. Damarları ters doğduğu için dört ameliyat geçirdi, başka da ameliyat olması lazım.

Eğer biri bize ekmek veya yemek getirirse karnımız doyuyor, yoksa aç kalıyoruz. Eşimin hemofili hastalığından ölen kardeşinin eşi ve iki yetim kızına da bakıyoruz. İğneler temin edilemediği için kayınbiraderimin sürekli kanaması vardı, öldü.

[Birçok Suriyeli aile, kendisi maddi sıkıntıda olsa bile, hayatını kaybeden yakın akrabalarından kalan yetimlere ve dullara bakıyor. Geçen sene görüştüğüm Türkiye’deki Yetim Vakfı kurucularından biri, dünyanın birçok Müslüman ülkesinden yetimlere baktıklarını, Suriyelilerin diğerlerinden farklı olarak kendi yetimlerini sahiplenip kolay kolay başkalarına bırakmadıklarını anlatmıştı.]

Eşim toplamda 9 kız, 10 erkek kardeş. Erkeklerin hepsi hemofili hastası, kızların hepsi sağlıklı. Erkeklerden 3’ü hemofiliden vefat etti. Kayınvalidem ve kayınpederim sağlıklıydı; hastalık, genetik olarak eşimin dayılarından geçmiş.

Eşim geçmişten beri çalışmıyor. Savaştan evvel Halep’te yaşarken de yardımlarla geçiniyorduk. Hem hemofili hastası hem de engelli; çalışabilmesi mümkün değil. Sadece elektrikli sandalye istiyoruz ki kendi kendine hareket edebilsin.

[Doğuştan hasta biriyle neden evlendiğini sorduk.] Bana sahip çıkacak bir erkek kardeşim yoktu. Üvey annemin eline kalmıştım. O beni evlendirdi. Babam görme engelli. Şu an üvey annemle Kayseri’de yaşıyor. İlk hanımı olan annemden beş kızı oldu. İkinci evliliğinden de dört oğlu var. Öz kız kardeşimin hepsi evli.

Hayatım açlıkla ve hastalıklarla boğuşarak geçiyor. Ben çalışıp para kazanabilecek durumda değilim. [Hüngür hüngür ağlamaya başladı.] Evde kalmama fırsat bile yok. Sürekli çocuklarımdan birini Türkiye’ye tedaviye götürüp getiriyorum. Burada hastalıklarını tedavi imkânı yok maalesef. Artık ayaklarımda derman kalmadı. Daha geçen gün cebimde sadece 10 liram kalmıştı; fırına gittim, ekmek vermedi. Aç kaldık. Ekmeğin paketi 30 TL. Fırıncı paketi açıp içinden 10 TL’lik ekmek vermeyi kabul etmedi. Çocuklar da yemek istiyoruz deyip duruyor; param yok ki. Her şeye hamdolsun. Ama artık inanın takatim kalmadı. Geçen gün tekerlekli sandalyesi olmadığından eşimi hastaneye mecburen omzumda taşıyarak götürdüm. Bu yüzden beni de acile kaldırdılar. Kalbimde delik olduğunu söylemiştim. Türkiye’ye hasta taşıyıp durmaya yetişemiyorum. Dokuzuncu sınıftaki sağlıklı kızım bana destek oluyor sadece.

Dört çocuğumdan üçünün hasta olacağını bilmiyordum ki. Belki sağlıklı doğarlar diye ümit etmiştim. Ama artık yeni bir çocuk dünyaya getirmek istemiyorum.”


 ***


“ELHAMDÜLİLLAH HER HALİMİZE AMA BETERİN DE BETERİNE DOĞRU GİDİYORUZ”

XX (Ailesi hastalarla dolu olan, kendisi de tiroid hastası, dört çocuklu 50'sine yaklaşmış bir hanım)

Azez/Suriye, 11.2.2024


Halep Kellâseliyiz. Göç edeli on seneden fazla oldu. Yaşadığımız yer savaşta bombalandı. Arkadaşlarımızdan, komşularımızdan on dört kişiyi kaybettik. Biz kurtulduk çok şükür. İlk önce kırsala gittik, sonra Halep’in batısına, en son da kuzeye geldik.

On kişilik bir aileyiz: ben, eşim, kızım, damadım, üç erkek ve üç de kız çocuk. Kızlardan ikisi kızımın çocuğu.

Özel bakıma muhtaç ikiz oğullarım var. [Yaşlarını sormayı unuttum, ama yatağa bağımlı bu ikizler 20’li yaşlarda görünüyordu.] Biri gözünden dört kere ameliyat oldu. Kanındaki iltihap oranından dolayı bağışıklığı çok düşük.

Savaş döneminde yaşadığı şiddetli üzüntüler ve sıkıntılar yüzünden eşimin beyninde kitle oluştu, ama iyileşti çok şükür. Şimdi ise böbreğinde kitle var ve onun tedavisi bulunmuyor. Eşim savaştan evvel manavdı. Artık çalışmıyor, hem hastalığından dolayı hem de 56 yaşında. [Azez’deki bir klinikte doktorlarla yaptığım röportajda kamplarda yaşayanların ömürlerinin 50-55 seneye düştüğünü söylediler. Yani artık 50’li yaşlardakiler Suriye’de yaşlı kategorisine giriyor.]

Damadım ise engelli; ama savaş nedeniyle değil, savaş sonrasında olduğu ameliyatlar yüzünden. Kendi ikiz çocuklarıma, engelli damadıma ve onun küçük kızına ben bakıyorum. Torunum şiddetli astım hastası. Beyninde de 7 milimetrelik tümör var. Bende de kronik tiroit iltihabı var. Sol elimden de ameliyat oldum. Hastaların hepsine yetişemiyorum, ihtiyaçlarını karşılayamıyorum artık. Elhamdülillah her halimize. Ama sürekli beterin de beterine doğru gidiyoruz.

Evimiz yok. Bir ay önce kız kardeşimi trafik kazasında kaybettikten sonra eşyalı evdeki bu odayı geçici süreliğine bize verdiler; ama kira ödüyoruz tabii ki. Aylık 70 dolar, yani 2500 lira. Ev ilçe merkezine yakın olduğu için kira böyle yüksek. [Suriye’de öğretmen, imam gibi memur maaşı bile 70-100 dolar arasında değişmektedir]. Depremden sonra konut krizi yaşandı. Çünkü evlerin birçoğu depremde zarar gördü. Bu evden başkasını bulamadık. Önceden yaşadığımız ev çok rutubetli olduğundan gözlerimiz iltihaplandı, göz tansiyonu olduk.

Ben herkesin pansumanını evde yapıyorum, ilaçlarını veriyorum, iğnelerini vuruyorum, psikomotor terapi uyguluyorum. Hepsini tıraş ediyorum, kremlerini sürüyorum, vücut temizliklerini yapıyorum, çevre kirliliğinden mikrop kapmamaları için dezenfekte ediyorum. Problem şu ki ev, bunları doğru düzgün yapmaya elverişli değil. Daha fazlasını harcayabileceğim bir gelirimiz de yok. Azez’de özel bakıma muhtaç hastalar için taşımalı hizmet bulunmuyor, yaşlı ebeveynler için eve doktor çağırma hizmeti de yok. Sıkıntılarımız saymakla bitmez. Cilt rahatsızlıkları için gerekli kremler yok. Hatta tıraş makinesi yok. Kıyafet ihtiyacımız bile var. Ama elhamdülillah.

Savaştan önce hayatımız çok daha iyiydi. Sadece ekmek ve soğan yesek bile çok çok daha iyiydi. İlim merkezlerine, sağlık kuruluşlarına yakındık. Buralar ücretsiz hizmet alabildiğimiz yerlerdi. Yaşadığımız yer çok güzeldi.

Özel bakıma muhtaçların ihtiyaçlarının giderilmesini istiyoruz. Temizlik malzemelerine, özel bakıma muhtaçlar için gerekli gıda ve mamaya, hasta bezine, krem ve tıraş makinesine ihtiyacımız var. Gelen yardımlar çok sınırlı. Özel ihtiyaç sahipleri içinse herhangi bir merkez yok. Diş doktoru ya da seyyar berber yok. Ayrıca normal hastaneye gitmek için de araç sorunu var. Hastalarımı götüremiyorum. Ama her halimize hamdolsun, elhamdülillah, elhamdülillah.

[Bu hanımla tanışmama vesile olan TDV’nin Suriyeli görevlisi şunu söyledi: Kamplarda ilgilendiğimiz yaklaşık 1000 engelli var. Bizzat gördüğüm şu ki, engelli çocuklarına en büyük ihtimamla bakan, şahsi temizliklerini yapan, tedavileri için özveriyle çalışan bu hanım.]


3 Nisan 2024 Çarşamba

XX: “IŞİD DİNDEN NEFRET ETTİRDİ, RAKKA MAHVOLDU”


“IŞİD DİNDEN NEFRET ETTİRDİ, RAKKA MAHVOLDU”

Suriye, 24.2.2024

NOT: Blogda yer alan 900 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.

 

IŞİDin kontrolüne geçen Rakka’dan 2014’te ayrılmış, Suriye’nin kuzeyinde yaşayan 30’lu yaşlarında iki hanımla röportaj:

 

Kendinizi tanıtır mısınız?

AA: Ben de, eşim de savaştan evvel Suriye eğitim bakanlığına bağlı çalışan öğretmenlerdik. Devrimi desteklediğimiz için rejim maaşlarımızı kesti. Savaş uçakları evlerimizi bombalamaya başladı. En sonunda Rakka’da ne ev kaldı ne de iş. IŞİD geldikten sonra 2014’te Rakka’dan mecburen ayrıldık. Bir müddet Türkiye’ye sığındık. Isparta’da yaşadım ve sevdim. Hatta ders verdim, bu süreçte ülkenize entegre olmaya da başladım. Ama eşim yüzünden Suriye’ye geri döndük. Türkiye tarafından IŞİD’den temizlenen bu bölgeye yerleştik. Burada karı-koca çalışıyoruz.

BB: İngiliz edebiyatı mezunuyum. Eşimin psikoloji yüksek lisansı vardı. Ben 1 Nisan 2014’te evlendim. Evliliğimin ertesi günü IŞİD Rakka şehrine girdi ve kocamı alıp gitti. Benim için bu evlilik bir Nekbe (Büyük Felaket) oldu diyebilirim. Evliliğimin ikinci gününden itibaren oradan oraya yer değiştirip durdum, eşim nedeniyle çekmediğim sıkıntı kalmadı. Çünkü eşimi sadece IŞİD değil, daha evvel rejim, daha sonra Amerikan müttefikleri de hapsetti. Yani Rakka'ya kim girdiyse eşimi tutukladı. Girmediği, görmediği hapishane kalmadı. 

Eşiniz neden tutuklanıp durdu?

BB: 2012’de olayların başında rejime karşı çıkıp devrime katılmış. Dolayısıyla tutuklanıp bir müddet hapis yatmış. IŞİD geldiğinde hakiki devrimcileri düşman sayıp hapse atmaya veya öldürmeye başladı. Çünkü IŞİD’e göre devrim için sokağa dökülenler dinden çıkan mürtetti. Dini dar bir yoruma hapsederek insanlara şiddet uyguladı ve hatta onları katletti. Eşim Allah’ın rahmeti sayesinde kurtuldu. Bir de bizim IŞİD’e katılan akrabalarımız vardı, onlar eşimi saldı.

IŞİD’ci akrabalarınıza ne oldu?

BB: Hepsi 2016’da Rakka’da öldürüldü.

IŞİD dönemi nasıldı, neler yaşadınız?

AA: IŞİD, eşim devrimcilerden olduğundan ve fikirlerine karşı çıktığından bizi evimizden zorla çıkardı ve yıktı. Ben ve eşim sürekli IŞİD’cilere yanlış yoldasınız, İslam böyle bir din değil diyorduk. Bir gece yarısı Fırat Nehri yakınındaki tarım arazimize kaçtık. Çadır kurup orada yaşamaya, ziraatla uğraşmaya başladık. Günlerimizi tarım arazisinde geçirip bazı geceler eve gidebiliyorduk ki gözden ırak olabilelim. Çarşı pazarda kadınları kocalarının gözü önünde dövüyorlardı. Zulüm çoktu.

Yeğenimi, Fırat Kalkanı harekâtı sırasında Türkiye ve ÖSO safında olduğu için el-Bab alınırken keskin nişancı ateşiyle katlettiler.

IŞİD’cilerin çoğu Suriye halkından mıydı, yoksa yabancılar mıydı?

AA: Her ikisi de vardı. Hatta akrabalarımızdan bile IŞİD’e katılanlar oldu.

Onlar savaştan evvel de benzer görüşte miydi, yoksa IŞİD’le birlikte fikirleri mi değişti?

AA: Hayır, hiç böyle görüşleri yoktu. Onların birçoğu psikolojik hastaydı aslında. IŞİD gelince yetki ve söz onlara geçti. Onlara göre biz dinen yanlış yoldayız; çünkü din kolaylık değil, zorluktur. Bu yaptıklarıyla insanları dinden nefret ettirdiler. IŞİD’in başındaki ana liderlerin çoğu Suriyeli değil, yabancıydı. Tunuslu, Faslı, Cezayirli, Mısırlı, Fransız, Alman vs. herkes buraya aktı. Komuta yabancılardaydı; Suriyeliler daha ziyade sahada çarpışan askerî unsurlardan ibaretti.

Yabancı savaşçı akını toplumsal dokuya da çok zarar verdi, öyle değil mi?

BB: Evet, çok zarar verdi. Bazı aşiret mensubu hanımlar, gerçek isminin ne olduğunu bilmediği yabancılarla evlendi. Adam adına mesela Ebu Ahmed Kahtani diyor. Gerçekte kimdir, necidir bilinmez. Evlendiler, çocukları oldu; sonra bu adamlar öldürüldü ve kadınlar çocuklarla kalakaldı. Adamın ailesi ve akrabaları kim, gerçek memleketi/ülkesi neresi hanımları bunu bile bilmiyor.

AA: Yani çocukların soyu sopu belli değil. Düşünsenize, bu çocuklar ileride amcaları, dayıları, halaları veya teyzeleriyle evlenebilirler ki böyle bir evlilik İslam’da haramdır. Kısaca insanları ve toplumu perişan ettiler. Bütün dünya Suriye'ye aktı ve Rakka vilayeti muhacirlerle dolup taşarak mahvoldu.

BB: 2011’den itibaren ta ki 2014’te IŞİD ortaya çıkana kadar Suriye’nin %75’i muhaliflerin eline geçmişti. IŞİD geldikten sonra muhalifler sıfıra döndü. En sonunda IŞİD de ABD ve müttefiklerinin bombardımanıyla temizlendi.

Savaş nasıldı, neler yaşadınız?

BB: Savaş başladığında üniversite öğrencisiydim. Fakülte kapısı önünde yakınıma varil bombası düştü, paramparça can verenler oldu, kimlikleri bile tespit edilemedi. Gazze’deki gibi gece uyurken bile bomba yağardı. Dayanamadık, 2015-2016’da Denizli’ye gelip bir sene kaldık. Ama vatanımı çok sevdiğim ve özlediğim için geri döndüm. Bu süreçte evimizden, ailemizden, her şeyimizden olduk. Annemi sekiz yıldır göremiyorum. Yanımıza sadece diplomalarımızı alabildik, nereye gidersek onunla iş bulup çalışıyoruz.

SDG yönetimi altında hiç yaşadınız mı?

BB: Yedi ay yaşadım. Daha evvel de söylediğim gibi, müttefik kuvvetler eşimi tutukladı. IŞİD’li biriyle isim benzerliği yüzünden altı ay hapis yattı. Ben hapiste ölür artık diye düşünüyordum. Allah’ın rahmeti ve mucizesiyle salındı. Tabii hakkında hiçbir delil de bulunamadı.

Ama hapisten çıktıktan sonra eşim anormalleşti, tabii psikolojisi bozulmuştu. Son dönemde burada çok fazla dul ve yetim var demeye başladı; onlardan biriyle ikinci evliliğini yapmayı düşünüyor, sanki yeni bir aileye bakacak parası varmış gibi. Öğretmen maaşıyla ikinci bir eşe nasıl bakacak? Burada dullar evlenmeden evvel erkeklerden hiçbir şey istemez; ama evlendikten sonra talepleri başlar, öyle ki ilk hanımı saf dışı bıraktırır ve evini de elinden aldırır. (Gülerek) Eşim onca hapishaneden sağ çıktı; ama gerçekten yeni bir hanım alırsa bu sefer onu ben kendi ellerimle öldüreceğim!

Peki, SDG yönetimi nasıl?

BB: IŞİD yönetiminin tam aksi. IŞİD kadınları nasıl kapatmaya çalıştıysa SDG de tamamen açmaya çalışıyor. IŞİD sürekli şiddet uyguladı ve şiddetin ölçüsünü giderek artırdı; SDG ise gelince insanları tamamen serbest bıraktı, öyle ki kaos çıkacak kadar.

Kaosla kastınız nedir?

BB: Emniyet yok. Çocuklar kaçırılıyor. Uyuşturucu kullanımı da çok.

Rakka’da yabancı STK’lar çok. Dünyanın bütün önemli STK’ları ve kuruluşları orada. Amerikan, Fransız, hepsi. SDG bölgesini ayağa kaldırmaya çalışıyorlar.

Rakka’da kalan akrabalarınız var mı?

BB: Bütün ailem ve akrabalarım Rakka’da; aşiret halinde köylerde yaşıyorlar. Malları, ekip diktikleri arazileri ve işleri var. Rakka’nın şehir merkezi mahvoldu, köyler etkilenmedi.

İktisadi durum nasıl?

BB: Arazisi olanlar ziraatla uğraşıyor. STK’larda çalışan çok ve maaşları 300 ila 1000 dolar arasında değişiyor. Bizim maaşlardan çok daha yüksek yani. Diploması olmayanlar da sahte diplomayla işe giriyor. Halbuki sahte belgeyle yapılan işten kazanılan para haramdır. Kısaca maaş bakımından orada hayat daha iyi. Ama mesela kızlar, hem de aşiret kızları, ailelerinden kaçıp dağa silahlı eğitim almaya gidiyorlar ve aileleri hiçbir şey yapamıyor.

Bu kızlar Kürt mü, Arap mı?

BB: Sadece Kürtler değil, Araplar da var.

Peki Arap kızlar neden PYD’ye katılıyor?

BB: Mesela ağabeyinden dayak yiyor, öfkeyle dağa çıkıyor. Kendisini aşiret ve aile geleneklerinden koruyacak bir güç olarak dağı görüyor.

Hangi dağa çıkıyorlar? Burada dağ yok. Kuzey Irak’ta mı?

BB: Evet, Kandil’e gidiyorlar.

SDG bölgesinde şu an hayat nasıl?

BB: İnsanların birçoğu için artık ilkeler ve ideoloji değil, maddi durum önemli. İşi, maaşı, arabası varsa ve iyi-kötü bir yönetim yapısı mevcutsa başka bir şey aramıyorlar. SDG’nin ideolojisi insanların umuru değil.

Türkiye'nin kontrolündeki bu bölgede maaşlar nasıl?

AA: Polis maaşı daha yeni 2500 TL oldu; daha önce 1050 TL idi. Doktorların 5000 TL; ama onların kendi özel muayenehaneleri de var. Benim maaşım 2000 TL. Dört çocuğum var. Elde avuçta hiçbir şey kalmıyor. Zam istiyoruz. Buradaki mallar Türkiye’den geliyor; sizde fiyatlar neyse burada da benzer. 2000-3000 TL maaşla bir ay nasıl geçinilir? Memurların mesaisi 9.00-16.00 arası olduğundan sonrasında ikinci bir iş yapma imkânı da yok. Zaten iş imkanı burada çok kısıtlı.

BB: Burada dört yıldır gönüllü çalışan öğretmenler var; düşünebiliyor musunuz, ayda sadece 200 TL alıyorlar. Bunlardan biri dul olup beş çocuğu var. Maaşsız eğitim veriyor bu insanlar.

Son olarak, IŞİD ile SDG’nin hapishanelerini kıyaslar mısınız?

BB: Eşimin tecrübesi üzerinden şunu söyleyebilirim: PYD hapishanesinde üç-dört ay hiç gün ışığı görmedi, daracık bir hücrede kaldı. PYD, Türkiye’ye veya ÖSO’ya bağlı olanları on-on beş sene hapse mahkûm ediyor. En az ceza on yıl. IŞİD’de ise hapse giren bir daha geri dönemezdi, öldürürlerdi.

AA: IŞİD ya kırbaçlar ya da öldürürdü. Sigara içmek, namaza geç gitmek gibi hafif suçların cezası kırbaçtı. Bu yüzden bazı insanlar camiye abdestsiz gidip korkudan namaz kılardı. İdam ise Türklerle ve ÖSO’yla işbirliği yapanlara verilen bir cezaydı.


XX: “ESED REJİMİ IŞİD’İN GELİŞİNİ KEYİFLE İZLEDİ; ABD GELENE KADAR IŞİD’İ VURMADI”

 

“ESED REJİMİ IŞİD’İN GELİŞİNİ KEYİFLE İZLEDİ; ABD GELENE KADAR IŞİD’İ VURMADI”

Rakkalı bir aile

Şanlıurfa, 23.3.2024

NOT: Blogda yer alan 900 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.

 

2014 sonunda Şanlıurfa’ya sığınan Rakkalı bir aileyle 23 Şubat’ta röportaj yaptım. Aşağıdaki ilk röportaj hanımla, ikincisi 2013 başında ordudan firar eden ailenin reisiyle…

Devrimle birlikte Rakka’da neler yaşandı?

Bildiğiniz gibi devrim Deraa’da başladı, sonra Suriye’nin birçok şehrine yayıldı. Rakka uzakta kaldığından yaşananları sadece duyuyorduk. Diğer şehirlerdeki aile fertlerimiz, kardeşlerimiz ve ordudaki gençler için korkuyorduk. Bu gençlerden biri de Deraa’da askerlik yapan eşimdi. Çatışmalarda birçok genç ölüyordu. 2013’te bir fecir vakti bomba ve kurşun sesleriyle uyandık. Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) Rakka şehir merkezinde rejimin ordusuyla çatışmaya başladı.

Bu, 2012’de değil miydi?

Kırsalda 2012’deydi; ama benim yaşadığım Rakka şehir merkezinde çatışmalar 2013 Mart’ında başladı. Ben o sırada kızıma hamileydim. Çatışmaların üçüncü günü uçaklar bombardımana başladı. Hava bombardımanı sesini ilk defa duyuyor, korkuyorduk. Binaların bodrum katlarına sığındık. O gün hiçbir şey yiyip içemediğimi hatırlıyorum. Her uçak sesi duyduğumuzda üzerimize iniyor sanıyorduk. Ertesi gün Rakka’dan ayrılıp ata toprağımız olan Halep’in bir köyüne gittik ve yirmi gün kaldık. Bu süreçte Rakka’da bombardıman devam etti ve birçok insan öldü. Ama sonra yersiz yurtsuz yaşamaktan yorulup evimize dönmeye karar verdik, insanların ekseriyeti gibi. Ve kaderlerimize boyun eğdik, savaşla birlikte yaşamaya başladık. Ama her uçak gelişinde istisnasız herkes öleceğini hissediyordu. Her seferinde Allah’ın seçtiği bir aileye isabet ediyordu. Sonra okullar da dahil her yer kapandı, sadece serbest işler devam etti. Bu süreçte eşim ordudan firar edip Rakka’ya gelmişti. Firari asker olarak aranıyordu. 2013 yılı sonuna kadar böyle geçti. 2014 başında IŞİD Rakka’ya girdi.

IŞİD Rakka’ya nasıl girdi, neler yaşandı? IŞİD’li günler nasıldı, anlatır mısınız?

ÖSO ile IŞİD arasındaki çatışmalar sonucunda ÖSO geri çekilirken IŞİD şehri ele geçirdi. Şehre artık “İslam Devleti”nin hükmettiği ilan edildi. Durum başta normaldi, sükûnet geldi; ama bir süre sonra işler kötüleşmeye başladı. Şöyle ki IŞİD peçeyi zorunlu tuttu, kadınlar sokağa çıkmaktan korktu. Büyük sıkıntılar yaşandı. İnsanların kafasını kesmeye başladıklarında korku katlandı. Bu, tepemizden ölüm yağdıran savaş uçaklarından farklıydı. Uçaklar üstte, IŞİD ise yerdeydi. Yer de, gök de birer korku kaynağıydı.

Eşim öğretmendi. İş olmadığından sadece evlerde özel ders veriyordu. Ama IŞİD evde ders verirken gördüğü kişiye kısas cezası uygulayacağını duyurdu. Dolayısıyla eşim ekmek parası için mesela liseli bir kız öğrencinin evine ders vermeye korku içinde gidiyordu. Her şey ama her şey çok korkunçtu. Elhamdülillah bize bir şey olmadı; ama başkalarının başına gelenleri duyuyor, görüyorduk.

Bu arada rejim IŞİD’e karşı Rakka’yı bombalıyoruz diyordu ama sadece sivilleri bombalayıp öldürüyordu. Ölenler IŞİD’li değildi.

Peki, IŞİD’liler kimlerdi? Yabancılar mı, şehir halkı mı?

Önce yabancılar geldi, sonra özellikle Rakkalı gençlerin beynini yıkamaya başladılar. Bazı gençler onlara katıldı. Yani IŞİD’lilerin arasında hem dünyanın her yerinden göçenler hem de şehir halkından kimseler vardı.

IŞİD nasıl beyin yıkıyordu? Bu kadar basit mi beyin yıkamak?

Örgüte katılanların ekseriyeti zaten cahil cühela kimselerdi.

Fakirlik de bir diğer katılma sebebi değil miydi? 2014 Haziran’ında Irak’ın ikinci büyük şehri Musul’u ele geçirdikten sonra çok büyük paralara kavuştular ve bir ara Suriye’de savaşçılarına en fazla maaş veren örgüt IŞİD haline geldi.

Doğru, fakirlik yüzünden onlara katılan birçok genç oldu. İş gücün olmadığı bir ortamda başka ne yapabilirlerde ki. IŞİD iyi maaş veriyordu. Örgüt mensupları çok iyi yaşıyordu. Lokantalar, kıyafet mağazaları hep IŞİD’lilerindi. Sıradan insanlar bunlardan mahrumdu. Tanıdığım insanların çoğu örgüte ya para için katıldı ya da din için. Sahih din bu diyorlardı.

Türkiye’ye gelmeye ne zaman ve nasıl karar verdiniz?

Biz aslında Suriye’den çıkmak istemedik. Ama yaşadığımız evin yanında IŞİD mensuplarının sıkça gelip gittiği bir cami vardı. Herkes bu caminin bombalanacağını söylüyor, ben de korkuyordum. Eşime bu evden çıkalım dedim. Ev zaten kiralıktı. Eşim önce karşı çıkıp uçakların ne zaman ve nereden geleceğini bilmiyoruz ki dedi. Sonra razı geldi. O evden taşındıktan iki hafta sonra bina bombalandı. Güya camiyi hedef almışlardı! Komşularımız öldü. Bizim daha alacak nefesimiz varmış. İşte o gün eşim Türkiye’ye gelmeye karar verdi, 2014 sonuydu. Önce o Türkiye’ye geldi, kırk gün sonra da ben iki çocuğumla geldim.

Akrabalarınızdan Rakka’da yaşayanlar var mı?

Kendi anne-babam Lazkiye’deler; ama eşimin ailesi, kız kardeşim, amcalarım ve dayılarım Rakka’dalar. Ben de yakın zamanda gidip yirmi gün kaldım.

Rakka’ya nasıl gidebildiniz?

Türk vatandaşlığım var. Irak üzerinden gittim. Önce Habur Sınır Kapısı’ndan Kuzey Irak’a, oradan da Semelka Sınır Kapısı’ndan Suriye’ye geçtim.

Rakka’da hayat nasıldı, neler gördünüz?

Maddi bakımdan akrabalarımızın hayatı iyi, paraları var. Ama şehrin %70-80’i yıkıldı. Altyapı çok kötü. Elektrik çok az, geceleri hiç yok. Mahallelerde kurulu büyük jeneratörlerden elektrik alıyorlar. Çamaşır makineleri elektrik azlığı yüzünden sadece soğuk suyla çalışıyor. Sular temiz değil. Doğru düzgün park bahçe yok. Yani insanlarda para olsa bile temel ihtiyaçları karşılanmıyor. Savaştan muzdarip bir şehir ne durumda olabilir ki?

Yeniden inşa başlamadı mı?

Yeniden imar ve inşa şahsi olarak yapılıyor. SDG yönetiminin yaptığı bir imar faaliyeti yok. Yabancı bir kuruluşun bu alana odaklandığını duydum ama çok yetersiz. Ailemin evinin de tamir edilmesi gerekiyor.

Yıkılan evinin enkazında yaşayan aileler var mı?

Var. Çünkü bazı ailelerde hiç erkek yok; sadece kadın ve çocuklar olduğundan ev kiralayacak durumda değiller. Mecburen enkazda yaşıyorlar.

Rakka’nın fotoğrafını çektiniz mi? Son durumu görmek isterim.

Hiç fotoğraf çekmedim. Güzel hiçbir şey yok ki neden çekeyim?

Lazkiye’deki ebeveyniniz ile Rakka’daki akrabalarınızın durumunu kıyaslar mısınız?

Lazkiye’de de elektrik çok az ama en azından devlet var. Mesela pasaporta ihtiyaç duyan Lazkiye’de alabiliyor; Rakka’daki alamaz, çünkü orada devlet yok. Lazkiye’de üniversite var, Rakka’da yok. Ama Lazkiye’de para yok. Rejim çok düşük maaş veriyor. Memur maaşı takriben 20 dolar. İnsanların bir kısmı yurtdışından gelen paralarla ayakta. Mesela Lazkiye’deki ailem, Dubai’deki kardeşlerimin gönderdiği parayla yaşıyor.

Rakka’da maaşlar nasıl?

Maaşlar geçinebilecek kadar iyi. İnsanların birçoğu STK’larda çalışıyor ve dolar bazında maaş alıyor. Bazılarının maaşı 500 dolar, bazılarının daha az. Bazıları Kürtlerle çalışıyor, bazılarıysa serbest iş yapıyor. Kimisi iyi kazanıyor, kimisi kazanmıyor.

Devlet yapısı hiç mi yok? SDG’nin Fırat’ın doğusunda bir yönetim kurmaya çalıştığını duyuyoruz.

Evet var, ama zayıf bir yapı. Dışarından destek geliyor; ama bu desteği alanlar Kürtler, halk değil. Sadece SDG ile birlikte çalışanlar yönetimin nimetlerinden faydalanabiliyor. En azından ben böyle duydum.

Rakka’nın eski sakinlerinin birçoğu ya diğer bölgelere ya da yurtdışına gitti herhalde, öyle değil mi?

Evet. Halihazırda bütün fertleri Suriye’de yaşayan herhangi bir aile kalmadı. Anne-baba kalsa bile çocukları gitti. Mesela eşimin ailesinden üç erkek Türkiye’de, geri kalanları Rakka’da. Kendi ailem beş ülkeye dağılmış halde. Ailemin bazısı Suriye’de kaldı, bir kız kardeşim Rakka’da, diğer kız kardeşim Umman’da, ben ve öbür kız kardeşim Türkiye’de, erkek kardeşlerim BAE’de yaşıyor.

Rejim bölgesinde kadın, çocuk ve yaşlıların yaşadığı, erkeklerin çok az olduğu söyleniyor. SDG bölgesinde durum nasıl?

Evet, rejim bölgesine genç erkek hakikaten çok az. SDG’nin hakimiyetinde olan bölgede rejim tarafındakine kıyasla daha çok genç erkek var.  Ama oradan da dışarıya büyük bir göç yaşanıyor.

SDG bölgesindeki gençler zorunlu askerlik yüzünden göçüyor herhalde.

Zorunlu askerlik var, duyduğuma göre bir sene. Ama bazı insanlar rüşvet vererek askerlik görevinden kaçıyor, hepsi yurtdışına gitmiyor.

Biz aslında Suriye’den çıkmak istemedik demiştin. Türkiye’ye geldiğin için pişmanlık hissettin mi?

Hayır, hiç pişman değilim. Çünkü biz ölümden kaçıp Türkiye’ye sığındık. Ama bazen, özellikle bazı Türklerin Suriyelilerin varlığından rahatsızlıklarını duyduğumda, kendimi gurbette ve vatansız hissediyorum; burası benim vatanım değil diye düşünüyorum. Vatansız kalan insan kimliksiz ve kıymetsiz demekti. Beni en çok üzen şey işte bu oluyor.

***

Hanımınızla röportaj yaptım, şimdi sizi dinlemek isterim. Devrim ve savaş sırasında neler yaşadınız?

Ben askere gittiğimde devrim de, savaş da yoktu. Her şey askerdeyken başladı. Savaş bir dış düşmana karşı değildi. Halk zalim yönetici yüzünden birbiriyle savaştırıldı. Ben bu süreçten en az hasarla çıkmaya çalıştım.

Askerde göreviniz neydi?

Masa başında bilgisayar işiydi, idari işlerle meşguldüm. Suriye ordusunda rüşvet gayet normal bir şeydir. Ben de aktif savaşa katılıp masum insanları öldürmek zorunda kalmamak için aylık maaşımın tamamını amirime rüşvet olarak veriyordum. Askere gitmeden evvel devlette kadrolu öğretmendim ve maaşım devam ediyordu. Derken durumumuz çok kötü bir hal aldı. Allah bana bir yol açana kadar askerden kaçamadım; ama fırsatını bulduğum anda da firar ettim.

Askerde neler yaşadınız, nelere şahit oldunuz?

Elhamdülillah savaşa hiç katılmadım ama halka karşı kullanılan top ve silah seslerini hep duyuyordum ve elimden hiçbir şey gelmiyordu. Ordudan firar ettikten sonra memleketim Rakka’da rejim uçaklarının sivilleri vurup öldürdüğüne bizzat şahit oldum.

Askerdeyken psikolojiniz nasıldı?

Çok kötüydü. Ordunun halkı öldürdüğünü biliyordum ve bundan çok rahatsızdım; ama kaçana kadar da bir şey yapamadım.

Nasıl firar ettiniz?

1,5 yıllık zorunlu askerlik görevimi tamamlasam da tezkeremi alamadım. Çünkü askerlik süresi dolsa bile kimse terhis edilmiyordu; bazıları 6-7 sene, bazıları daha fazla orduda kaldı. Görev süremi tamamladıktan sonra ordunun Rakka’dan çekilişini bekledim; ardından benden sorumlu olan subaydan ailemi görmek için izin almaya çalıştım. Evliydim ve 1,5 yaşında bir oğlum vardı. Subayı izin konusunda ikna ettim; 2013’te Rakka’ya gittim ve bir daha geri dönmedim.

Askerlik arkadaşlarınıza ne oldu?

Hiçbiriyle iletişimim yok. Kim öldü, kim firar etti bilmiyorum.

Firar eden bazı askerlerin aile bireylerinin tutuklandığını öğrendim.

Ben de işte bu yüzden ailemin başına bir şey gelmesin diye rejimin askerlerinin memleketimden ayrıldığından emin olana kadar kaçamadım. Eğer firar ettiğimde ordu şehrimde olsaydı ben de, ailem de öldürülürdük ya da en iyi ihtimalle hapsedilirdik. Başımız çok ağrırdı.

IŞİD Rakka’yı ele geçirince neler yaşandı?

IŞİD geldikten kısa süre sonra Rakka’dan ayrıldım. Ama başta çok garip bir şey oldu ve insanların çoğu bunu anlatmıyor. Rakka, ÖSO’nun kontrolü altındayken rejime ait uçaklar halkı sürekli bombalıyordu. Ama IŞİD geldiğinde sanki hiçbir şey olmamış, sanki savaş yokmuş gibiydi. Artık o korkutucu uçakları görmez olmuştuk ve psikolojik olarak rahatlamıştık. Esed rejimi IŞİD’in gelişini oturup keyifle izledi; ABD ve müttefikleri gelene kadar IŞİD’i vurmadı. Arka planda neler döndü bilmiyorum.

Aynı tespiti 2013-2014’te başkalarından da duymuştum…

Bu çok barizdi. Sanki üzerimizde bir kara bulut vardı ve IŞİD gelince o bulut kaybolmuş, psikolojik olarak çok rahatlamıştık. Çünkü daha evvel sürekli uçaklar gelip havadan gelişigüzel bombalıyor ve pek çok insanı öldürüyordu. Tanıdığımız birçok insan öldü; hepsi de hiçbir şeyle alakası olmayan sivillerdi. Ama IŞİD geldiğinde Beşşar Esed öylece kenarda bekledi.

Geçmişte görüştüğüm IŞİD dönemini yaşamış kişiler şunu söylemişti: ÖSO’nun ele geçirdiği yerleri rejim bombardımanla yıktı. IŞİD gelince yıkılan yerleri imar etmeye ve ekonomiyi canlandırıcı yatırımlar yapmaya başlayınca halk teveccüh gösterdi. Ne dersiniz, doğru mu?

Evet, bazı insanlar IŞİD’den çok umutlandı. Dediğim gibi ben IŞİD dönemini fazla yaşamadım, 2014 sonunda Türkiye’ye sığındım. Ama insanlar maddi olarak umutluydu; ticari hareketlilik yaşanmış, piyasada para artmaya başlamıştı. Ben de bu şekilde duydum.

Rakka’daki ailenizin durumu şu an nasıl?

Oradaki durum hala çok kötü. Hizmet yok, doğru düzgün su ve elektrik yok.

ABD’nin açtığı IŞİD’e karşı savaş nasıldı? Aileniz nasıl hayatta kaldı?

Savaş sırasında 2017’de Rakka’dan çıkıp başka yere sığındılar. ABD ve müttefiklerinin bombardımanı büyük bir felaketti. Ama şunu da belirtmem gerekir: Rusya ve Esed rejiminin silahları güdümlü değildi, gelişigüzeldi; bu yüzden istedikleri hedefi vurmada başarılı değillerdi. Fakat büyük bombalar kullanıp bütün bir bölgeyi mahvediyorlardı. ABD ve müttefiklerinin bombardımanı ise böyle değildi. Tam isabet alan füzeler kullanıyorlar; bu sayede kimi isterlerse sadece onu öldürüyorlardı. Bir binayı vurmak istediklerinde sadece o binayı vuruyorlardı ya da bazen sadece belli bir katı vuruyorlar, bina ayakta kalıyordu. Bu sayede biz biraz rahatladık. Akrabalarımdan 13 yaşındaki Muhammed Hammud isimli çocuk Amerikan müttefiklerinin füze saldırısında öldü. Babası kasaptı ve çocuk, bisikletiyle evlere siparişleri götürüyordu. Füze sokaktaki bir arabayı hedef almış; çocuk da oradan geçtiği için canından oldu. Böyle vakalar da vardı.

Bu durumda Amerikan yıkımı Rus yıkımından daha azdı diyebiliriz… Rus uçakları tam isabetle bombalayamıyor muydu?

Evet, Amerikan bombardımanı daha az yıkıma yol açıyordu. Rus bombardımanı çok daha fenaydı. Ama daha sonra Rusya modern Suhoy uçakları kullanmaya başlayınca füzeler daha fazla hedeflenen yere düşer oldu. Ama Esed’in silahları çok eskiydi, işe yaramıyordu. Varil bombaları kullanmaya ve meşhur Scud füzeleriyle vurmaya başladı. Bu füzenin yıkıcı etkisi çok büyüktü. Scudlar sadece bir-iki binayı yıkmıyor, tüm sokağı yerle bir ediyordu. Rakka şehrinde bu füzeyi defalarca kullandı. Bir keresinde “23 Şubat” isimli bir fırını vurdu. [23 Şubat 1966’da Baas içi kanlı bir darbeyle Hafız Esed ve Alevi subay arkadaşları yönetimi ele geçirmiştir.]

Rakka’yı hangi askerî güç en fazla yıktı? Savaşta neler yaşandı?

IŞİD’den temizlendikten sonra görmedim. Tam olarak hangi bölgelerde ne olduğunu bilmesem de çok büyük bir yıkım yaşandığı kesin. İnsanlar çok ketumlar, konuşmuyorlar. Uzaktan duyduklarımı size anlatayım; tabii işin aslını bilmiyorum. Müttefikler Rakka’da IŞİD’i vurmaya başladığında bütün yolları tutup sivillerin çıkmasına izin vermeyip canlı kalkan olarak kullandıklarını duyduk. İnsanlar Rakka’dan çıkıp canlarını kurtarabilmek için paralarını ve altınlarını vermeye zorlanmış. Bunu kabul etmeyen bazıları indirilip arabaları yakılmış ve hadi bakalım yola yaya devam edin denmiş. Bombalama çok şiddetli olmasına rağmen üstelik. Bazı ailelerin de bombardıman altında tamamen öldüğünü, hiçbir ferdinin hayatta kalmadığını duyduk.

Savaşa dair unutamadığınız şeyler neler?

Bombardımanlar ve savaş uçakları. Onlara yerden öylece bakıp hiçbir şey yapamıyorduk. Eğer biri karşımıza silahıyla çıksaydı elimizden geldiğince savaşırdık; ama havadaki uçağa karşı hiçbir gücümüz yoktu. Bundan daha iğrenci Beşşar Esed’in uçaklarıydı. Bu uçaklar çok eskiydi, yüksekten füze atamıyordu; 1. Dünya Savaşı’nda kullanılanlar gibi, hedeflediği yeri vurmak için önce aşağıya bize doğru yaklaşıyordu. Alçaktan uçtukları için uçakların sesi aşırı yüksekti. Bu sırada hepimiz şehadet getiriyorduk; çünkü neresi ve kim vurulacak bilmiyorduk. Uçak sesi geldikten kısa bir süre sonra patlama oluyordu. O zaman ölüm sırasının henüz bize gelmediğini anlıyorduk. Küçücük yaştaki oğlum bile çok korkuyor, rengi sapsarı oluyordu. Dayımın oğlu artık büyüdüğü halde hala uçakların sesinden korkuyor.

Neden Türkiye’ye geldiniz?

Rakka’da kiralık bir evde yaşıyorduk. IŞİD’liler boş bir ev bulduğunda onu hemen sahiplendiğinden boş evi olanlar korkup kiracı aramaya başladılar, hatta gelin bedava oturun diyorlardı. Ben o günlerde kira ödüyordum ama çalışmıyordum. Ordudan firar ettikten sonra maaşım da kesilmişti. Maddi durumum çok kötüydü, gelirim yoktu. Ne iş bulsam yaparak hayatta kalmaya çalışıyordum. Yine de Türkiye’ye gelmek istemiyorduk; bilmediğimiz bir ülkede ne yapacağız diye korkuyorduk. Savaşa rağmen burada kalacağız diyorduk. Sonra başka bir eve taşındık. Ama eski ev sahibine şimdilik bu evi kimseye kiraya verme, belki biz yeni evde rahat edemeyip geri döneriz dedim ve kirasını ödemeye de devam ettim. İki hafta sonra Esed’in uçakları eski evimizin hemen yanındaki camiyi vurmaya geldi. Camiye dört füze attılar ve bunlardan biri bizim binanın girişine isabet etti. Biz de tam birinci katta otuyorduk. Sokaktaki oynayan birkaç çocuğu da öldürdüler. Bunu görünce ağladım, dayanamadım ve Türkiye’ye gelmeye karar verdim.