30 Ocak 2018 Salı

OCAK 2018 - İÇİNDEKİLER



OCAK 2018 - İÇİNDEKİLER

Blogdaki yayınları https://twitter.com/ztkor Twitter hesabından takip edebilirsiniz.  

BU BLOGDA NELER VAR? (Blogda yer alan 700 küsur içeriğin tamamını içermektedir)

Christopher Phillips (Queen Mary Londra Üniversitesi Uluslararası İlişkiler okutmanı ve Chatham House Ortadoğu ve Kuzey Afrika Programı araştırmacısı)

TÜRKİYE İSTİLA EDİYOR, NATO İSTİFADE EDİYOR (Geopolitical Futures, 25.1.2018)
Xander Snyder (Geopolitical Futures jeopolitik uzmanı)

Karl P. Mueller, Becca Wasser, Jeffrey Martini ve Stephen Watts

ABD’NİN SURİYE’YE İLİŞKİN İLERİYE DÖNÜK MÜLAHAZALARI (Amerikan Dışişleri Bakanlığı/Stanford Üniversitesi Hoover Enstitüsü konuşma metni, 17.1.2018)
Rex Tillerson (ABD Dışişleri Bakanı)

Chris Doyle (Arap-İngiliz Uyumu Konseyi CAABU başkanı)

2018’İN HİKÂYESİNİ ANLATAN BEŞ HARİTA VE GRAFİK (Mauldin Economics, 15.1.2018 ve Geopolitical Futures, 22.1.2018)
Jacob L. Shapiro (Geopolitical Futures Analiz Direktörü)

İDLİB SALDIRISININ ARKA PLANI (Ra’i el-Yevm, 11.1.2018)
KIZILDENİZ ÜZERİNDE BÖLGESEL ÇEKİŞME (Ra’i el-Yevm, 16.1.2018)
Abdülbari Atwan (Arap dünyasının önde gelen gazetecilerinden olup şu an Ra’i el-Yevm haber sitesi genel yayın yönetmeni; daha evvel el-Kuds el-Arabî gazetesi genel yayın yönetmeniydi)

David Hearst (Middle East Eye internet sitesi baş editörü; İngiliz Guardian gazetesi eski dış politika başyazarı)

ABD-TÜRKİYE İTTİFAKI KIRILMA NOKTASINDA (Washington Post, 23.1.2018)
ÇİN’İN PARMAK İZLERİ HER YERDE (Washington Post, 9.1.2018)
David Ignatius (Washington Post gazetesi köşe yazarı, ödüllü gazeteci ve kitapları en çok satanlar listesinde yer alan casusluk romanı yazarı)

Mahan Abedin (İran siyaseti uzmanı ve Dysart Danışmanlık araştırma grubu direktörü)

İRAN PROTESTOLARI NE DEĞİLDİ? (The Atlantic, 11.1.2018)
Vali Nasr (Johns Hopkins Üniversitesi İleri Uluslararası Araştırmalar Okulu dekanı)


Zahide Tuba Kor (Bilim ve Sanat Vakfı, 2017 Güz Seminerleri)
Arap coğrafyasının Osmanlı’dan kopuşu ve iki savaş arası dönemde (1918-1945) yeni Ortadoğu’nun oluşum süreci

Filistin-İsrail meselesinin ortaya çıkışı, Birinci Arap-İsrail Savaşı (1948-1949) ve İkinci Arap-İsrail Savaşı (1956) bağlamında 1940’lı ve 1950’li yıllarda Ortadoğu’nun siyasi dönüşümü

Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdünnasır’ın Ortadoğu’nun dönüşümüne etkisinin yanısıra, Üçüncü Arap-İsrail Savaşı (1967) ve Dördüncü Arap-İsrail Savaşı (1973) bağlamında 1960’lı ve 1970’li yıllarda siyasi dönüşüm

İran İslam Devrimi (1979) ve İran-Irak Savaşı (1980-1988) bağlamında 1980’lerde siyasi dönüşüm

Soğuk Savaş’ın sona ermesi (1989-1991), Körfez Savaşı (1990-1991) ve Filistin-İsrail Barış Süreci (1990-2000) bağlamında 1990’larda yaşanan siyasi dönüşüm

11 Eylül (2001) saldırıları ve Irak Savaşı (2003-2011) bağlamında 2000’li yıllarda siyasi dönüşüm




28 Ocak 2018 Pazar

Z.T.KOR: MODERN ORTADOĞU’NUN SİYASİ DÖNÜŞÜMÜ - 6




MODERN ORTADOĞU’NUN SİYASİ DÖNÜŞÜMÜ - 6
Bilim ve Sanat Vakfı, 2017 Güz Seminerleri
Zahide Tuba Kor, 18 Kasım 2017

Bilim ve Sanat Vakfı’nda 2017 Güz seminer döneminde verdiğim yedi haftalık “Modern Ortadoğu’nun Siyasi Dönüşümü” seminerinin 18 Kasım 2017 tarihli altıncı oturumudur.

Seminerde, 2000’li yıllarda yaşanan siyasi dönüşümü 11 Eylül (2001) saldırıları ve Irak Savaşı (2003-2011) bağlamında ele almaktayım.





Arap coğrafyasının Osmanlı’dan kopuşu ve iki savaş arası dönemde (1918-1945) yeni Ortadoğu’nun oluşum süreci

Filistin-İsrail meselesinin ortaya çıkışı, Birinci Arap-İsrail Savaşı (1948-1949) ve İkinci Arap-İsrail Savaşı (1956) bağlamında 1940’lı ve 1950’li yıllarda Ortadoğu’nun siyasi dönüşümü

Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdünnasır’ın Ortadoğu’nun dönüşümüne etkisinin yanısıra, Üçüncü Arap-İsrail Savaşı (1967) ve Dördüncü Arap-İsrail Savaşı (1973) bağlamında 1960’lı ve 1970’li yıllarda siyasi dönüşüm

İran İslam Devrimi (1979) ve İran-Irak Savaşı (1980-1988) bağlamında 1980’lerde siyasi dönüşüm

MODERN ORTADOĞU’NUN SİYASİ DÖNÜŞÜMÜ - 5
Soğuk Savaş’ın sona ermesi (1989-1991), Körfez Savaşı (1990-1991) ve Filistin-İsrail Barış Süreci (1990-2000) bağlamında 1990’larda yaşanan siyasi dönüşüm

“Arap Baharı/Devrimleri/İsyanları” sürecinin yıl yıl muhasebesi (2011-2017) ve önümüzdeki süreçte Ortadoğu’da karşılaşılabilecek muhtemel meydan okumalar

X.SYNDER: TÜRKİYE İSTİLA EDİYOR, NATO İSTİFADE EDİYOR




Xander Snyder (Geopolitical Futures jeopolitik uzmanı)
Geopolitical Futures, 25.1.2018

Tercüme: Zahide Tuba Kor

NOT: Lütfen kaynak göstermeden tercümenin bir kısmını veya tamamını kullanmayınız, alıntılamayınız, yayınlamayınız

(…)
NATO’nun açıklaması altta yatan bir gerçeğe ışık tutuyor: NATO Türkiye’nin [Afrin’e] müdahalesinden istifade ediyor. NATO genel sekreter yardımcısı, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu tehdidin terörizm kaynaklı olduğunu söylese de NATO’nun asıl korkusu Rusya. Eğer ki Rusya’nın müttefiki Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed ülkesinin tamamı üzerinde kontrolü sağlayacak olursa bu, Moskova’yı Ortadoğu’da çok daha güçlü bir konuma yerleştirecektir. Öte yandan ülkenin tamamının Esed tarafından kontrol edilerek artık Rus askerî desteğine ihtiyaç kalmaması da Rusya’nın birliklerini Suriye’den çekmesine yol açacaktır. Devlet Başkanı Vladimir Putin  ilan ettiği zaferinin gerçek olmasını ve geri çekilmeyi aşırı derecede istese de, Moskova’nın müttefiki [Suriye rejimi]ni tehdit etmeyi sürdüren bir savaş Rus müdahalesinin bu sözde başarısını da tehdit edecektir. Bu arada Avrupa, Rusya’nın Ortadoğu’ya saplanıp kalmasından ve böylelikle dikkatinin ve askerî donanımının en azından bir kısmını Avrupa sınırlarından uzaklaştırmasından oldukça memnun.

Tabii ki NATO, kendi müdahilliği asgari düzeyde kalarak veya tercihen hiç müdahil olmaksızın, Rusya’nın elinin kolunun bağlı kalmasını isteyecektir. Ama bir NATO üyesi tehdit edildiğinde kimsenin konuşmak istemediği aşikâr sorun, NATO Antlaşması’nın temel taşı olan (…) kolektif askerî mukabeleyi gerektiren 5. Madde. Bu madde şimdiye kadar sadece bir kez işletildi, o da 2001’de el-Kaide’nin ABD’ye saldırısının akabinde. (…) Peki, acaba Türkiye 5. Maddenin işletilmesi ve NATO’nun Afrin’e müdahalesini ister mi?

Cevabı zannedildiğinden daha basit. Ne Ankara ne de Avrupa’nın geri kalanı, NATO’nun Türkiye’nin Afrin operasyonuna müdahalesini ister. Türkiye, gücü artarken ve Ortadoğu’ya daha fazla güç aktarımında bulunabilirken kendi başına hareket ederek fırsatlardan istifade etmeye çalışacaktır. Türkiye için kilit önemdeki husus hareket serbestliği; seçeneklerinin -ister ABD isterse NATO olsun- başkaları tarafından dayatılmasına razı gelmez. (…) Türkiye’nin hedefi, sadece sınırındaki terörizm tehdidini bertaraf etmek değil, aynı zamanda Suriye’de İran ve Rus ihtiraslarını dizginlemek.

Türkiye’nin Afrin’e müdahalesinden NATO da istifade ediyor. Zira, tıpkı ABD gibi, NATO da Rus yayılmasından korkuyor. İran’ın yayılmasından da endişeli, ama tabii ki ABD kadar değil. Türkiye Afrin’i alırsa -ki Türk ordusu ile Afrin’i savunanlar arasındaki kuvvetler dengesi dikkate alındığında bu en muhtemel senaryo gibi görünüyor- bu durumda Halep’i üç tarafından çevreleyen bitişik toprak parçası Türklerin (ve vekil güçlerinin) kontrolüne girecektir. Her ne kadar Ankara Afrin’i ele geçirdikten sonra bu taktik durumu sermayeye çevirmeye hemen kalkışmayacak olsa da sözkonusu toprağın Türkiye’nin eline geçmesi yine de Rusya’nın vekil gücü Esed’e yönelik bir tehdit teşkil edecektir. NATO bu işi Türkiye’nin kendi başına yapmasından ve bu süreçte [NATO] askerlerini riske atmamasından son derece memnun olacaktır.

Dikkat çekici husus, NATO’nun Türkiye’nin müdahalesinden çıkarlarının ABD’ninkiyle örtüşmesi. ABD, her ne kadar kamuoyu önündeki açıklamalarında Ankara’nın Afrin’e müdahalesinde temkinli olması gerektiğini dillendirse de, nihayetinde Türkiye’nin Suriye İç Savaşı’nda İran’ın elde ettiği güçlü konumu dizginlemesinden memnuniyet duyuyor. NATO’nun Avrupa kanadı ağırlıklı olarak Rusya’dan endişeli ve Türkiye’nin Afrin’i ele geçirmesi Moskova’yı zor bir duruma sokacaktır. Moskova Türkiye’yle doğrudan çatışmak istemiyor, en azından şimdilik (ve bu nedenle Türkiye de Rusya’yla doğrudan bir çatışma istemiyor). Ancak Moskova, Türkiye ile İran’ın Suriye’de birbirine meydan okumasını umursamayacaktır, tabii ki Türkiye’nin bu mücadelede eli kısıtlı kaldığı ve muzaffer çıkmadığı sürece.

Ancak Türkiye’nin Suriye’deki operasyonları, Rusya’nın Esed rejimine yönelik temel tehditlerden biri olarak gördüğü, ülkenin batısındaki -Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) gibi- bir dizi vekil gruba büyük ölçüde dayanıyor. Bu yüzden ÖSO Rusya’nın hep ana hedeflerinden biri olageldi. Eğer ki Halep’in etrafı kuşatılırsa Rusya, Türkiye’nin vekil güçlerine saldırarak Esed rejimini desteklemeye devam etmek zorunda kalacaktır; ama tabii ki Türk askerlerine saldırmaktan kaçınacaktır. Rusya için en önemli boyut şu: Böyle bir senaryo, Putin’in elde etmek istediği muzaffer imajını mahvedecek ve Ortadoğu’da süresiz olarak elini bağlayarak Rusya’yı riske atacaktır.


Rusya’nın Ortadoğu’da kolay bir çıkış yolu olmayan uzatmalı müdahilliği NATO için net bir zafer olacaktır, özellikle kendi askerî kuvvetlerini meydana sürmek zorunda kalmazsa… Bunun Avrupa’nın doğu kanadına yönelik Rus tehdidini yok etmeyeceği aşikâr; ancak çoktandır iktisadi meydan okumalarla boğuşan Moskova’nın sırtında Suriye ilave bir mali yük olarak kalacaktır. NATO’nun hareketsizliği Afrin’e Türk müdahalesine zımni destek anlamına gelecektir. Ama dışarıda kalıp buna müdahil olmamak memnuniyet verici.

D.IGNATIUS: ABD-TÜRKİYE İTTİFAKI KIRILMA NOKTASINDA




David Ignatius (Washington Post gazetesi köşe yazarı, ödüllü gazeteci ve kitapları en çok satanlar listesinde yer alan casusluk romanı yazarı)
Washington Post, 23.1.2018

Tercüme: Zahide Tuba Kor

NOT: Lütfen kaynak göstermeden tercümenin bir kısmını veya tamamını kullanmayınız, alıntılamayınız, yayınlamayınız

Tampa
Ortadoğu’daki Amerikan birliklerinin komutanı General Joseph Votel’le konuşmak, iş siyasi sonuçları belirlemeye geldiğinde Amerikan askerî gücünün sınırlarını paradoksal bir şekilde hatırlattı. Amerikan bombaları, -Suriye’de İslam Devleti (İD)’ni ortadan kaldırmaya yardımcı olsa da- Suriye ulusu denen bez bebeği tekrar bir araya gelecek şekilde dikemiyor.
Suriye’nin zaten kötü olan durumu, bu hafta Türkiye’nin sınır bölgesi Afrin’i işgal etmesiyle birlikte biraz daha beter hale geldi. Ankara, Afrin’de hâkim olan ve terör örgütü olarak gördüğü PKK adıyla bilinen Suriyeli Kürt örgütten kendisini koruduğunu söylüyor. Problem şu ki, sözkonusu Suriyeli Kürt güçler (farklı bir ad altında) ABD’nin İD’i yenilgiye uğratırken en önemli müttefiki oldular.
Parlama noktası, Suriyeli Kürtlerin ve Amerikalı askerî danışmanların işgali altındaki kuzey Suriye’nin Menbic bölgesi. Geçen hafta Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Menbic’e saldırmakla tehdit etti. Trump yönetiminden üst düzey bir yetkili salı günü bana açık açık şunu söyledi: “Bizim askeri kuvvetlerimize yönelik tehdit, kabul edebileceğimiz bir şey değil”. ABD’nin “NATO ortağı” Türkiye’yle dağılmakta olan ilişkilerinin geldiği nokta tam da şu: askerî gerilimi tırmandırma politikası.
Şu an Suriye’de olan biten, İD’in kanlı bir şekilde dikkatleri üzerine çekmesinin ardından, tarihin kaldığı yerden yeniden akması. Uzun süredir var olan ama ertelenen ihtilaflar, ABD öncülüğündeki koalisyonun Hilafeti yenilgiye uğratmasıyla birlikte, intikam arzusuyla geri dönüyor. Türkiye, İran, İsrail, Ürdün, Rusya ve ABD’nin tamamı kendi menfaatlerinin peşinde koşuyor. Bu kuvvetleri birbirinden ayıran alan çöktü ve bu da Amerikan birliklerini Rusya, Türkiye ve İran’la çarpışmaya tehlikeli bir şekilde yaklaştırıyor.
Amerikan ordusuna bundan üç sene evvel İD’i yok etme görevi tevdi edildi. Votel ve diğer komutanlar, yepyeni ortaklar ve taktikler kullanarak bu görevi büyük ölçüde başardı. Ancak yerel nefretleri gideremediği gibi istikrarlı bir yönetişim de kuramadı.
Geçen hafta buradaki bir eğitim üssünü ziyaretimiz sırasında [Z.T.K. Ignatius’un bu ziyaretle ilgili yazısını okumak için TIKLAYINIZ] karargâhında konuştuğumuz Votel, ABD’nin Suriye’deki ileriki misyonlarını anlatırken temkinliydi. Suriye’de yaklaşık 1500 Amerikan birliğinin kalmasının “şartlara bağlı” olduğunu söyledi. Amerikan birlikleri, ulus inşası yerine -“insanların evlerine geri dönebilmesi için güvenliği sağlama” arayışıyla ve bağımsız ve bütün bir Suriye çağrısı yapan BM Güvenlik Konseyi kararlarını destekleyerek- bölgeyi “istikrara kavuşturma”ya odaklanacak.
Amerikalı yetkililer, İD’in paramparça olmasıyla birlikte, şimdilerde sanki ABD Suriye’de tarafsızmış gibi konuşuyorlar. Tabii ki ABD Suriye’nin etnik mozaiğinde tüm parçaları kucaklamak üzere hareket etmeli. Ancak dostlarını da veyahut şu bilançoyu da asla unutmamalı: İD’in başkenti Rakka’yı geri almak üzere verilen nihai savaşta Kürtlerin öncülüğündeki SDG savaşçılarından 650’si hayatını kaybetti, diyor Votel. Rakka’da Amerikalıların zayiatı ise sıfırdı.
ABD’nin İD’in geri dönmemesi için Suriye’de Sünni Arapları cesaretlendirmesi gerekiyor. Ancak Amerikalı komutanlar, savaşın yükünü çeken ve canını verenlerin (şu an Türklerin yok etmek istediklerini söyledikleri) Kürtler olduğunu biliyor. İD’le çatışmada sivil can kayıpları tam olarak hesaplanabilmiş değil, ama rakamlar korkunç.
Votel pazartesi günü yerle bir olan Rakka şehrini ziyaret etti. Gazetecilere oradaki savaşın “çirkin” ama elzem olduğunu belirtti. Geçen hafta konuştuğumuzda Votel, İD’le mücadelenin son aşamasında, yani aşağı Fırat Vadisi’nde kapana kıstırılan “yüzlerce” İD savaşçısını “imha etme” savaşında, Amerikalı danışmanların ve hava gücünün SDG’yle ortaklık kuracağını söyledi. Amerikalı komutanlar, SDG’li müttefiklerin bu hayati temizleme harekâtını bırakıp işgalci Türklerle savaşa odaklanmasından endişeliler.
Türk gazetesi Yeni Şafak’ın Votel’in savaş alanına gidişine ilişkin attığı şu başlık, Suriye’de İD sonrası yeni bunalımın işaretini veriyor: “Amerikalı komutan… Suriye’nin Rakka’sındaki teröristleri ziyaret ediyor”. Bu hiç de hayra alamet değil.
Diğer üst düzey Amerikalı yetkililer gibi Votel de bana ABD’nin Türkiye’nin “meşru endişeleri”ni kabul ettiğini vurguladı ve Türkiye’yi geçen yıl “sınır güvenliği konusunda gerçekten iyi bir iş” yapan “iyi bir ortak” olarak niteledi. Laf kalabalığını bir kenara bırakıp işin doğrusunu söylemek gerekirse, Trump yönetimi Türkiye’yle ilişkilerin tehlikeli bir şekilde kırılma noktasına yaklaştığını kabul ediyor.
Erdoğan, bu işgaliyle daha da zor ve tehlikeli bir yalnızlığa doğru ilerlerken ABD’nin hedefi, Türkiye ile Kürtler arasında bir diyaloga arabuluculuk etmek olmalıdır; sadece Suriye’de değil, aynı zamanda büyük bir Kürt azınlığı barındıran Türkiye içinde de… Erdoğan en büyük siyasi ve iktisadi başarılarını PKK da dahil Kürtlerle uzlaşmaya çalıştığı yıllarda kaydetti.

İD’le mücadele sona ererken eski bölgesel kan davaları gün yüzüne çıkıyor. ABD Türkiye, Rusya ve İran’ın yanlış yapmasını engelleyemez. Ancak bu, ABD’nin 1500 danışmanını kuzeydoğu Suriye’den çekmesi ve ardında çok daha büyük bir boşluk bırakması için hiç de uygun bir vakit değil.


D.IGNATIUS: ESKİ CIA BAŞKANLARININ TRUMP HAKKINDA KONUŞMALARI




David Ignatius (Washington Post gazetesi köşe yazarı, ödüllü gazeteci ve kitapları en çok satanlar listesinde yer alan casusluk romanı yazarı)
Washington Post, 25.1.2018

Tercüme: Zahide Tuba Kor

NOT: Lütfen kaynak göstermeden tercümenin bir kısmını veya tamamını kullanmayınız, alıntılamayınız, yayınlamayınız

Modern CIA başkanlarının babası sayılan Richard Helms, kamuoyu önünde ağzını sıkı tutmasıyla övünürdü. 1979 tarihli biyografisinin başlığının Sırları Tutan Adam olmasından gayet memnundu.
Ama köprülerin altında çok sular aktı. Günümüzün medya odaklı dünyasında eski istihbarat başkanları kablolu televizyonlara düzenli olarak çıkmaya başladı (…). Beş emekli veya görevi başındaki istihbarat başkanı -John McLaughlin, Michael Hayden, Leon Panetta, Michael Morell ve John Brennan- düzenli olarak televizyonlara çıkıp röportaj veriyorlar. Eski milli istihbarat başkanı James R. Clapper Jr. da bunların arasında. 
(…)
Benim endişem şu ki izleyiciler, Clapper veya Brennan’ı televizyonda Trump’ı eleştirirken gördüklerinde “İşte sonunda gerçek bir uzman!” demeyecekler. Aksine istihbarat başkanlarının popülist başkana karşı harekete geçtiklerini düşünerek öfkelenecekler. Hayali bir “derin devlet”e dair komplo teorileri daha da revaç bulacak ve milli güvensizlik döngüsü daha da beter hale gelecek.
Trump, istihbarat görevlilerini Nazilere benzeten ve FBI’yla “lime lime” diye dalga geçen gözü kara yorumlarıyla istihbaratın siyasallaşmasını besledi. (…)
(…)
İstihbarat profesyonelleri kendilerini sıkışmış ve savunma/savaş durumuna geçmiş hissediyorlar. Ancak eski yetkililer (…) siyasi meseleler hakkında konuştuklarında acaba teşkilatın otoritesinin ve inandırıcılığının altını mı oyuyorlar?
(…)
Eskiler, Trump hakkında fazla ileri gitmeden yeteri kadar şeyi nasıl söyleyebilecekleri konusuyla cebelleşiyorlar. (…)
CBS danışmanı olan Michael Morell, Politico’dan Susan Glasser’a Aralık ayında verdiği mülakatta, 2016’da Hillary Clinton’ı desteklemenin “muhtemel sonuçları”nı ve bunun Trump ve destekçilerince nasıl algılanacağını “tam kapsamlı düşünemediği”ni belirterek sıkı bir özeleştiri yaptı. “O süreçte bizden siyasallaşanlara bunun ciddi olumsuzlukları oldu” diye de ekledi.
MSNBC kanalına çıkan John McLaughlin bu ikilemi şöyle özetledi: “Çoğumuz kariyerimiz boyunca tarafsız kaldık. Ancak gerçekten de ülkenin tehlikeye girdiği kanaatindeyseniz bunu dillendirmekten kendinizi alamazsınız. İstihbarat teşkilatından Trump hakkında konuşanların hiçbiri bunu keyifle veya memnuniyetle yapmıyor. Bu bizim yetiştirildiğimiz kültürel damara da aykırı.”
Ürkütücü kısım ise şu: CIA ve FBI, Rusya’nın Trump’a yardım etmek için çevirdiği entrikayı soruştururken Trump destekçileri buna karşı çıkarak asıl entrikanın istihbarat teşkilatı içinde olduğunu savunuyor. Muhafazakâr medyanın hükmünden hareketle görünen o ki milyonlarca insan Amerikan istihbarat teşkilatının hain olduğuna inanıyor.

Dikkat: Ülkeler, tam da siyasetçiler yalan söylemleri besleyerek halkı koruyan kurumların altını oyduğunda çöküşe geçerler.

J.SHAPIRO: 2018’İN HİKÂYESİNİ ANLATAN BEŞ HARİTA VE GRAFİK




Jacob L. Shapiro (Geopolitical Futures Analiz Direktörü)
Mauldin Economics, 15.1.2018 ve Geopolitical Futures, 22.1.2018

Tercüme: Zahide Tuba Kor

NOT: Lütfen kaynak göstermeden tercümenin bir kısmını veya tamamını kullanmayınız, alıntılamayınız, yayınlamayınız

(…)

HARİTA 1: ÇİN İLE JAPONYA ARASINDA YAKLAŞAN ÇATIŞMA



2017’de (…) Kuzey Kore’nin nükleer programına karşı ABD’nin önalıcı bir saldırı düzenleyeceğini öngörmüştük. Ancak bu saldırı, büyük ölçüde, ABD’yi Kim Jong Un’un füze menzilinden uzak tutacak diye kendi başkenti Seul’u feda etmek istemeyen Güney Kore yönetiminin itirazları yüzünden gerçekleşmedi.
Bunun 2018’de değişmesini beklemiyoruz. [1950’lerdeki] Kore Savaşı’nın bir tekrarı yaşanmayacak. En fazla ABD, Kuzey Kore’nin uzun menzilli nükleer silah üretiminde ilerleyişini yavaşlatmak için sınırlı taktik bir saldırı düzenleyecek. Diğer bir deyişle dünya nükleer bir Kuzey Kore fikrine alışacak. Bu da bölgede odak noktasını, Kim ile Trump arasında uçuşan ileri geri tehditlerden Çin-Japon ilişkilerine doğru kaydıracak.
Çin-Japon ilişkileri haklı olarak on yıllardır durgundu. Nihayetinde Çin ile Japonya’nın birçok ortak iktisadi menfaatleri vardı. Ancak nükleer bir Kuzey Kore bölgedeki oyunu değiştiriyor. Zira bu durum Japonya’ya Amerikan güvenlik garantisinin belki de artık eski değerine sahip olmadığı sinyalini verecek ve Tokyo’nun daha agresifçe kendi menfaatleri peşinde koşmasını sağlayacak. Bu da Çin’e ABD’nin ısırmayıp sadece havladığı ve Trump’ın kâğıttan bir kaplan olduğu işaretini verecek.
2017’de Şi Cinping, Çin’in en yeni diktatörü oldu ve Şinzo Abe, Japonya’da şaşırtıcı bir seçim zaferi kazanarak önümüzdeki yıllar için de koltuğunu sağlama aldı. Bunlar, tarihsel olarak karşılıklı güvensizlik yaşamış iki güçlü ülkenin iki güçlü lideri ve ABD’nin alışıldığı şekilde bölgede ağırlığını koyamayacak kadar çok kendi içine daldığı önsezisine sahipler. Bu da demek oluyor ki Çin ve Japonya Kore Yarımadası’nda, Güneydoğu Asya’da ve -yukarıdaki haritada görüldüğü gibi- üzerinde hak iddia ettikleri alanlarda birbiriyle doğrudan rekabete başlayacak.


HARİTA 2: İRAN YÜKSELİYOR



2017’de Ortadoğu tamamen İslam Devleti’ne karşı savaştaydı. Bu mücadele birbirine zıt kesimlerin aynı dava uğruna bir araya gelmelerine yol açtı. Rusya askerî faaliyetlerini ABD’yle koordine etti. Tarihsel rakipler olan Türkiye ile İran’ın işbirliği görülmemiş derecedeydi. Arap devletleri farklılıklarını ve Beşşar Esed’den rahatsızlıklarını bir kenara bırakıp kaynaklarını İD’i mağlup etmeye adadı.
Görüldüğü üzere savaş başarılı oldu. (…) Bu savaştan İran galip çıktı ve 2018 itibarıyla bölgede en önemli aktör olmaya artık hazır. Yukarıdaki haritada görüldüğü üzere İran, geçmişte birçok defa Ortadoğu’da hâkimiyet kuracak kadar güçlenmişti. İD’in mağlubiyeti İran’ın bölgesel ihtiraslarını hayata geçirmesi için en iyi fırsat oldu.
İran için her şey gayet yolunda. Eski baş düşmanı Irak üzerindeki nüfuzu oldukça güçlü. Esed rejiminin koltuğunu koruması, İran’ın en güçlü müttefiklerinden birinin varlığını muhafazası demek. İD’e karşı savaşın sona ermesi, Hizbullah’ın savaş alanından geri dönerek Lübnan yönetimindeki ağırlığını artırabileceği ve İsrail’in başını ağrıtacağı anlamına geliyor. Ve bütün bunlar demek oluyor ki İran, Akdeniz’e kadar gücünü yayma hayalini başarabilir.
İran’ın tüm hedeflerine ulaşmasını beklemiyoruz. Öncelikle, bölgede güçlü müttefikleri olsa bile, İran’ın coğrafyası gücünü yaymasını zorlaştırıyor. Ancak ikincisi ve daha önemlisi, Türkiye İran’dan çok daha güçlü.  Bununla birlikte Ankara bu gücünü göstermek için henüz daha hazır değil. Bu da demek oluyor ki 2018 İran’ın yılı olacak. Eğer ki mevcut avantajından başarılı bir şekilde istifade etmek istiyorsa adımlarını şimdiden atmak zorunda. Uzun vadede ise yeni bir Pers imparatorluğu hayali gerçekleşemeyecek. Bununla birlikte 2018’de İran’ın imparatorluk peşinde koşması Ortadoğu’daki gidişatı belirleyecek.

Z.T.K. İran’ın yayılmasıyla ilgili daha evvel tercüme ettim şu üç analizi okumanızı tavsiye ederim:
George Friedman, Mauldin Economics, 17.10.2016
George Friedman & Jacob L. Shapiro, Mauldin Economics, 20.3.3017 ve Geopolitical Futures, 27.3.2017
Kamran Bokhari, Stratfor Analiz, 12.5.2015


GRAFİK 3: PETROLÜN CAM TAVANI


Bu grafik, [Alaska ve Hawaii dışındaki] 48 Amerikan eyaleti, Meksika Körfezi ve Kanada’da yeni petrol kuyularının masrafları çıkartıp kâra geçiş fiyat aralığını gösteriyor. Bu kuyuların çoğu için bu kâra geçiş noktası varil başı 60 doların da epeyce aşağısına indi. Bu da demek oluyor ki 2018, yine petrol fiyatlarının düşük seyrederek özellikle İran, Suudi Arabistan ve Rusya’nın temel problemlerini çözmesine imkân vermeyeceği bir yıl olacak.
Bu analizi kaleme aldığımız sırada petrol fiyatları 70 dolara yaklaştı. Bunun bir dizi nedeni var: soğuk havalar, siyasi belirsizlik ve ABD ham petrol stoklarında beklenmedik şekilde büyük düşüş. Şunu unutmamak gerekir ki birçok OPEC üyesi ham petrol üretiminde kesintiye gidecek bile olsa 2018’de arz talebi aşacak.
Bu, İran’ın yurtdışı maceraları için daha az para harcamak durumunda kalması demek. Suudi Arabistan için ise siyasi çalkantı anlamına geliyor; zira yeni genç veliaht prens kendisinden evvel hiçbir Suudi yöneticinin yapamadığını yapmaya kalkıştı: Suudi Arabistan’ı petrol gelirleriyle bir arada tutulan sun’i bir devlet olmaktan çıkarmak. Rusya için bu, sosyal harcamaları ve savunma harcamalarını kesmek veya ekonomisini çökecek hale getirmek arasında bir tercih yapmak demek (ki bunlardan hiçbiri Moskova açısından hoş seçenekler değil).
Büyük ham petrol üreticilerinden birini yere serecek herhangi bir büyük olayın yokluğunda (ki biz 2018’de böyle bir gelişme öngörmüyoruz) petrol fiyatlarının 60 dolar veya belki biraz daha altında kalacağını bekliyoruz. Tam fiyatı tahmin edemeyiz; fakat petrole bağımlı devletlerde problemlerin devam edeceğini ve aynı zamanda ABD’de üretimin tarihî rekora koşacağını öngörüyoruz.


HARİTA 4: AVRUPA’DA KARTLAR KARIŞIYOR


Perspektif haritaları, Geopolitical Futures olarak hazırladığımız, benim en beğendiğim harita çeşidi. Perspektif haritalarda ustaca hazırlanmış en ince değişim dahi bir olaya bakışımızı tamamen değiştirebilir. Yukarıda yer alan İngiltere’nin perspektifinden Avrupa haritası bunun tipik bir örneği. Önümüzdeki yıllarda Avrupa meselelerine yön vermesini beklediğimiz bazı konuların da altını çiziyor.
İngiltere 2019’da AB’den çıkmış olacak. AB-İngiltere müzakereleri manşetleri işgal ederken 2018 yılı epeyce bir siyasi melodram özelliği taşıyacak. Ancak manşetler asıl önemli konuları yakalayamayacak. Zira asıl mesele, İngiltere ile AB arasında bir ticaret anlaşması imzalanıp imzalanmaması değil. Ki biz bir anlaşmaya varılmasını bekliyoruz; zira AB’nin (yani Almanya’nın) İngiltere’yle ticareti yoğun ve İngiltere’nin de AB’yle ticareti fazla. Anlaşmaya varamamak iki tarafın da menfaatine değil.
Fakat İngiltere’nin AB’den ayrılması, Londra’nın Avrupa’yla dış politikasının eski haline geri dönmek zorunda olması demek. Bu sürece girişi, kısa süre evvel Polonya-İngiltere savunma antlaşmasının imzalanmasıyla görmüş olduk. İngiltere’nin hedefi ne? Avrupa kıtasında hiçbir devletin İngiliz Kanalı’nın öte tarafında güç intikaline gidecek kadar güçlenmemesini sağlamak.
Bu haritanın diğer bir şaşırtıcı unsuru, merkezinde -ikili ilişkileri, 2018’de AB’nin gidişatını diğer herhangi birinden çok daha fazla belirleyecek olan- iki ülkenin yer alması: Polonya ve Almanya. Polonya, Almanya’nın AB içindeki orantısız nüfuzundan bıkıp usandı ve AB içinde Almanya’ya karşı dengeleyici güç olan İngiltere’yi kaybetmenin ne anlama geleceğinin farkında olarak kaygı içinde. Önümüzdeki yıl, AB birçok alanda test edilecek ve ayrılıkçılık bitip gitmeyecek; ancak AB’nin geleceği konusunda Polonya-Almanya anlaşmazlığı izlenmesi gereken en önemli konu olacak.


GRAFİK 5: NAFTA’NIN DİRENÇLİLİĞİ



NAFTA müzakereleri o kadar çok ısınıyor ki Kanada bile zorlu bir müzakereciye dönüştü... Şaka bir yana, 2018 için temel tahminlerimizden biri, her ne tehdit yayılırsa yayılsın veya Trump hangi niyet mektuplarını imzalarsa imzalasın NAFTA’nın varlığını koruyacağı yönünde. Yukarıdaki grafik bunu açıklıyor.
Aşırı siyasallaşmış tartışmaları analiz etmenin bildiğimiz tek yolu, söylemleri duymazdan gelmektir. Menfaatler kelimelerin ve siyasetin önüne geçer. Buradaki menfaatler de -her üç ülke için- NAFTA’nın olduğu gibi kalmasını gerektiriyor. Grafiğin de gösterdiği gibi, Kanada ve Meksika için ABD’yle ticaret, ekonomilerinin gidişatı için son derece önemli.
(…) ABD’nin NAFTA ortaklarıyla ticareti büyük, ama dünyanın geri kalanıyla ticaret hacmine kıyasla düşük sayılır. Bununla birlikte şunu unutmamalıyız ki ABD 50 eyaletten oluşmakta ve bunlardan en etkili ikisi -yani Kaliforniya ve Teksas- NAFTA’nın varlığının devamına çokça yatırım yaptı. Üstelik ekonomileri NAFTA ortaklarıyla ticarete dayalı olan eyaletler sadece bu ikisiyle de sınırlı değil.
(…) Bu üç taraf ne kadar beter birbirine hakaret ederse etsin günün sonunda NAFTA’nın ayakta kalacağı beklenmeli.

***
Yukarıdaki beş harita ve grafik, 2017’de Geopolitical Futures olarak hazırladığımız en iyi haritalarımızın ve grafiklerimizin bazıları ve her biri 2018’deki en önemli hikâyelerin neler olacağına ışık tutuyor. Çin ve Japonya Asya’da güç mücadelesine girecek. İran kendi çıkarlarına uyacak şekilde Ortadoğu’yu şekillendirmeye çalışacak. Petrol fiyatları İran, Suudi Arabistan ve Rusya’nın umduğundan çok daha düşük düzeyde kalacak. İngiltere, yabancı konumuna düşerek Kıta Avrupa’sındaki güçleri dengelemeye çalışırken Polonya ve Almanya, Brüksel’de kararları kimin alacağı konusunda birbirine meydan okuyarak kavga pozisyonu alacak. Ve NAFTA yaşanacak tüm siyasi acıklı oyuna rağmen ayakta kalacak. 2018 ilginç bir yıl olacağa benzer.



24 Ocak 2018 Çarşamba

R.TILLERSON: ABD’NİN SURİYE’YE İLİŞKİN İLERİYE DÖNÜK MÜLAHAZALARI





Rex Tillerson (ABD Dışişleri Bakanı)
Amerikan Dışişleri Bakanlığı/Stanford Üniversitesi, 17.1.2018
(ABD Dışişleri Bakanı’nın Stanford Üniversitesi Hoover Enstitüsündeki konuşmasının metni)

Tercüme: Zahide Tuba Kor

NOT: Lütfen kaynak göstermeden tercümenin bir kısmını veya tamamını kullanmayınız, alıntılamayınız, yayınlamayınız

(…)
Bugün burada yapacağım konuşmanın başlığı ve konusu Suriye’de ABD’nin ileriye dönük mülahazaları.
Bütün uluslararası güçleri endişelendiren, Suriye halkının karşı karşıya kaldığı bazı son derece zor şartları geniş bir siyasi ve tarihi bağlam içinde anlatarak konuya gireceğim. [Z.T.K. Bu kısmı çok önemli görmediğimden tercüme etmedim]
Ardından Suriye’de askeri ve diplomatik varlığımızı sürdürmenin, bu çatışmaya bir son verilmesine yardımcı olmanın ve yeni bir siyasi geleceği başarmak için bir yola girerken Suriye halkına yardım etmenin niçin Amerikan milli savunması açısından hayati olduğunu açıklayacağım.
Son olarak terörist tehditlerden ve kitle imha silahlarından kurtulmuş, istikrarlı, bütüncül ve bağımsız bir Suriye’ye erişebilmek için Trump yönetimi olarak attığımız adımları ayrıntılandıracağım.
(…)
Trump yönetiminin terörle mücadele politikası gayet basit: Amerikalıları yurtiçinde ve yurtdışında teröristlerin saldırılarından korumak. Bu politikanın merkezinde de teröristleri ve terör örgütlerini örgütlenme, finansman sağlama, savaşçı devşirme ve eğitme, saldırı planlama ve düzenleme imkânından mahrum bırakmak var.
Başkan Donald Trump göreve gelir gelmez Suriye ve Irak’ta kaydedilen kazanımlara ivme katmak için kararlı adımlar attı. Savunma Bakanı Jim Mattis’e 30 gün içinde IŞİD’i yenilgiye uğratmak için yeni bir plan hazırlaması talimatı verip hızlıca bu planı onayladı. Bu çerçevede sahadaki Amerikalı komutanlara daha fazla yetki vererek hızlı bir sonuç alınacak şekilde bir dizi operasyonu yönetti ve askerî liderlerimize IŞİD’in yenilgiye uğratılmasını sağlayacak en iyi taktiklere karar verip uygulamaları için daha fazla serbestlik tanıdı. Bugün Suriye ve Irak’ta IŞİD tarafından kontrol edilen toprakların yaklaşık %98’i kurtarılmış durumda ve Rakka’daki fiziki “hilafet” de yok edildi. (…)
Biz bugün Suriye’ye temelde şu üç faktörle şekillenen büyük resim üzerinden bakıyoruz:
— IŞİD büyük ölçüde yenilgiye uğratılsa da tamamen bitirilmiş değil.
— Esed rejimi Suriye toprağının ve nüfusunun yarısını kontrol ediyor.
— ABD’ye yönelik süregelen stratejik tehditler, sadece IŞİD ve el-Kaide’den değil aynı zamanda diğerlerinden, bilhassa İran’dan halen daha devam ediyor.
(…)
Özetle, Suriye hala ciddi stratejik tehditlerin kaynağı ve diplomasimize yönelik temel bir meydan okuma.
(…)
ABD Suriye’de şu beş kilit sonucu arzuluyor:
— Birincisi, Suriye’de IŞİD ile el-Kaide’nin kalıcı bir yenilgiye uğraması, vatanımıza yönelik bir tehdit teşkil etmemesi ve yeni bir formda ortaya çıkmaması; Suriye’nin bir daha asla teröristler için bir örgütlenme, adam devşirme, finansman, eğitim ve gerek ülkemizde gerekse dünyada Amerikan vatandaşlarına veya müttefiklerimize karşı saldırı düzenlemede bir platform veya güvenli liman olarak hizmet etmemesi
— İkincisi, Suriye halkı ile Esed rejimi arasındaki temel çatışmanın Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararı çerçevesinde BM öncülüğündeki bir siyasi süreçle çözüme kavuşturulması ve Esed sonrası [yeni bir] liderlik altında istikrarlı, bütüncül ve bağımsız bir Suriye’nin [düzgün] bir devlet olarak işlemesi.
— Üçüncüsü, Suriye’de İran nüfuzunun azalması ve onların kuzey hilali hayalinden mahrum kalması ile Suriye’nin komşularının Suriye’den kaynaklı tüm tehditlerden kurtulması.
— Dördüncüsü, mültecilerin ve yerinden edilmişlerin güven içinde ve gönüllü olarak Suriye’ye dönüşleri için gerekli şartların yaratılması.
— Beşincisi, Suriye’nin kitle imha silahlarından arındırılması.
Trump yönetimi bu nihai hedeflere ulaşmak için yeni bir strateji uyguluyor. Bu süreç, devam edegelen askeri başarılarımızın hemen akabinde diplomatik adımları artırmayı büyük ölçüde gerektiriyor. Diplomatik çabalarımız, istikrara kavuşturucu inisiyatifleri ve Suriye çatışmasının siyasi çözümü için yeni bir vurguyu içerecek.
Açık olmak gerekirse, ABD IŞİD’in yeniden ortaya çıkamamasına odaklanarak Suriye’deki askeri varlığını sürdürecek. Suriye’deki askeri vizyonumuz belirli şartlara dayalı olmaya devam edecek. Irak’tan erken ayrılmamızın el-Kaide’nin varlığını sürdürüp sonunda IŞİD’e dönüşmesine imkân verdiği 2011’deki o hataların aynısını tekrarlayamayız. Bu boşluk IŞİD’in ve diğer terör örgütlerinin ülkeyi mahvetmesine yol açtı. Ve Amerikalılara ve müttefiklerimize karşı saldırılar planlaması için IŞİD’e güvenli bir liman sundu. Suriye’de tarihin tekerrürüne izin veremeyiz. Şu an IŞİD’in bir ayağı çukurda; örgüt bütünüyle yenilgiye uğratılana kadar Suriye’deki Amerikan askeri varlığını koruyarak sonunda onu tamamen mezara gömeceğiz.
(…)
Birçok nedenden ötürü ABD’nin Suriye’de kalması hayati. Özellikle çatışma bölgelerindeki yönetilemeyen alanlar IŞİD ve diğer terör örgütleri için bir üreme alanı. IŞİD’e karşı savaş bitmedi. Çoktan silahlı isyana başlamış IŞİD çeteleri var. Biz ve müttefiklerimiz onları avlayacağız ve öldüreceğiz veya yakalayacağız.
Benzer şekilde, Suriye’nin kuzeybatısında hala daha operasyon üssü ve önemli bir varlığı bulunan el-Kaide’yi engellemekte ısrarcı olmalıyız. (…) IŞİD manşetleri doldursa da el-Kaide hala daha muazzam bir tehdit ve kendisini daha güçlü bir şekilde yeniden yapılandırmanın yollarını arıyor.
Ayrıca bu aşamada Amerikan personelinin tamamen geri çekilmesi Esed’i eski konumuna yükseltecek ve rejim kendi halkına karşı vahşice muamelelerini sürdürecektir. Kendi halkının katili, ülkede uzun vadeli istikrarın tesisi için gerekli güveni yaratamaz. İstikrarlı, bütüncül ve bağımsız bir Suriye’nin başarılı olması nihai olarak Esed sonrası [yeni bir] liderliği gerektiriyor. IŞİD’i kalıcı olarak yenilgiye uğratmak için Amerikan varlığını sürdürmek, aynı zamanda meşru yerel sivil otoritelerin kurtarılmış bölgelerde sorumlu/güvenilir bir yönetim tarzını tesis edebilmesini kolaylaştıracaktır. (…)
ABD’nin Suriye’den geri çekilmesi İran’a Suriye’deki konumunu daha da güçlendirme fırsatı sunacaktır. Tahran’ın resmî söylemlerinden ve yürüttüğü vekâlet savaşlarından gördüğümüz üzere İran, Ortadoğu’da tahakküm kurma ve müttefikimiz İsrail’i yok etme arayışında. (…)
Son olarak (…). Biz Suriyelilere evlerine geri dönme ve hayatlarını yeniden kurma şansı vermeliyiz. Suriyelilerin güvenli bir şekilde geri dönüşü ülkemizin, müttefiklerimizin ve ortaklarımızın da güvenlik çıkarlarına hizmet edecektir. (…) Akdeniz’in bir ucundaki Suriye’de kaos ve adaletsizlikler devam ederse diğer ucundaki Avrupa’da istikrarı sağlamak imkansız olacaktır.
ABD, müttefikleri ve ortaklarıyla birlikte Suriye’ye barış ve istikrarı getirmek için aşağıdaki adımları atacaktır:
Birincisi, kurtarılan bölgeleri istikrara kavuşturucu inisiyatifler (mesela mayınları temizlemek, hastaneleri yeniden açmak, su ve elektrik tesisatlarını tamir etmek ve çocukların okula dönüşünü sağlamak vs.) hayatın normale dönmesi ve IŞİD’in yeniden ortaya çıkmamasını teminat altına almak için elzem. Milyonlarca Iraklının evlerine dönebildikleri Irak’ta bu yaklaşımın başarısı ispatlandı. Ancak, Irak’ın aksine, Suriye’de istikrar çabalarına ortak olacak bir milli hükümet bulunmadığından bu işi diğerleriyle yürütmek zorundayız. (…) Mayıs ayından bu yana ABD olarak BM’yle, IŞİD’e karşı küresel koalisyon içindeki ortaklarımızla ve çeşitli sivil toplum örgütleriyle iş tutarak Suriye’deki etkilenen alanlara ilave diplomatlar yolladık.
Kurtarılan bölgelere hizmet götürülmesinde yerel ve bölgesel otoritelere yardım etmemiz geri dönen yerel nüfus ile yerel liderler arasında güven inşa edecektir. (…)
Net olmak zorundayız: “İstikrara kavuşturma” ucu açık ulus inşası veya yeniden inşayla eşanlamlı değildir. Ama bu hayatidir. Suriye çatışmasında hiçbir tarafın zafer kazanma veya sadece askeri yollardan ülkede istikrarı sağlama kapasitesi yok. Bizim askeri varlığımız, –kurtarılan halkların kendi topluluklarını istikrara kavuşturmasına yardımcı olmak için çoktandır yerel otoritelerle birlikte iş tutan– [Amerikan] Dışişleri Bakanlığı ve USAID ekiplerince de destekleniyor.
İstikrar çabalarıyla eşzamanlı olarak genel çatışmayı yatıştırmak, Esed sonrası bir siyasi anlaşmanın şartlarını oluşturma noktasında da kritik önemde. Temmuz ayından bu yana ABD, Suriye’nin güneybatısında bir çatışmasızlık bölgesi kurmak için Rusya ve Ürdün’le birlikte çalışıyor. Ateşkesi sağlamakta başarılı oldu (…). Buradaki anlaşma, başta Hizbullah olmak üzere İran destekli milislerin İsrail sınırından uzaklaşmasını zorunlu kılarak İsrail’in güvenlik ihtiyacına da hitap etti. Bu çatışmasızlığı hayata geçirmek için Rusya’nın ABD ve Ürdün’le birlikte çalışmasına ihtiyacımız var. Eğer ki bu başarılırsa, rejim ile muhalefetin husumetinin kesilmesi insani yardımların dağıtılmasına, mültecilerin ve yerinden edilmişlerin güvenli bir şekilde geri dönüşünün ve yeniden inşaya başlamak için gerekli güvenliğin sağlanmasına imkân verecektir. Bu çabalarımız sonucunda (…) 2017’de 715 bin Suriyeli evlerine döndü. (…)
Terörle mücadele konusunda müttefiklerimiz ve ortaklarımızla çalışmaya devam edeceğiz, özellikle de Türkiye’yle hem İdlib’deki terör tehdidine hem de diğer yerlerde Ankara’nın PKK’lı teröristlerden endişesine bir çözüm bulma noktasında. (…)
ABD, Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararı çerçevesinde siyasi bir çözüm için BM çabalarını, özellikle de Cenevre sürecini güçlü bir şekilde destekliyor. (…)
(…) ABD ve Rusya olarak, güneybatıdaki çatışmasızlık bölgesinin başarısı için birlikte çalışmaktayız ve yine kuvvetlerimizin güvenliğini sağlamak için Fırat Vadisi çevresinde çakışmayı önleme düzenlemeleri yaptık.
Rusya artık BM öncülüğündeki Cenevre süreciyle nihai çözüm bulma konusunda iki başkanın [yani Trump ile Putin’in] kasım ayında birbirlerine verdikleri taahhütleri gerçekleştirmeli. (…)
ABD, AB ve bölgesel ortaklarımız Esed yönetiminin kontrolü altındaki hiçbir bölgeye yeniden inşa için uluslararası yardım temin etmeyecek. Suriye’nin geleceği konusunda tüm paydaşlarımızdan aynısını yapmasını istiyoruz. Diğer devletleri Esed rejimiyle iktisadi ilişki kurmaktan caydıracağız. Bunun yerine küresel koalisyonun ve onun yerel ortaklarının IŞİD’den kurtardığı alanları yeniden inşa için uluslararası yardımların akıtmasına destek olacağız. Esed rejimi gittikten sonra, ABD olarak, Suriye’yle iktisadi ilişkilerde normalleşmeyi memnuniyetle teşvik ederiz. (…)
2254 sayılı BMGK kararı BM denetiminde Suriye’de serbest seçimlerin yapılmasını öngörüyor. Çatışmalardan kaçan Suriye diasporasının da katılacağı serbest ve şeffaf seçimlerin Esed ve ailesinin iktidardan kalıcı olarak gitmesini sağlayacağına Amerikan yönetimi olarak inanıyoruz. Ancak bu vakit alacaktır; dolayısıyla Esed’in gidip yerine yeni bir liderliğin kurulması konusunda sabır tavsiye ediyoruz. Sağlam bir değişim, bazılarının ümit ettiği gibi öyle hemencecik değil, kademeli bir anayasal reform süreciyle gelebilir ve önünde sonunda değişim meydana gelecektir.
ABD, Suriyelileri IŞİD’den kurtarmakta SDG’nin yaptığı o muazzam fedakârlığı kabul ve takdir ediyor. Ancak onun savaş alanındaki zaferleri, Suriye’nin doğusu ve kuzeyindeki halkların temsili ve yerel yönetimdeki meydan okumaları çözmüyor. Suriye’nin daha geniş siyasi dönüşümünü destekleyen tüm gruplara ve etnisitelere söz hakkı veren geçici yerel siyasi düzenlemeler uluslararası destekle ortaya çıkmalı. Herhangi bir geçici düzenleme tamamen temsil edici nitelikte olmalı ve fakat Suriye’nin hiçbir komşusunu da tehdit etmemeli. Benzer şekilde bu bölgelerdeki Suriyelilerin seslerine Cenevre’de ve Suriye’nin geleceğine ilişkin daha geniş tartışmalarda kulak verilmeli.
Bu noktada ABD olarak NATO müttefikimiz Türkiye’nin endişelerini işitiyor ve ciddiye alıyoruz. (…) Suriye için komşularının da güvenliğini teminat altına alacak şekilde yeni bir geleceğin başarılmasında Türkiye’nin yakın işbirliğini sağlamak zorundayız.
Son olarak Suriye’deki kötücül İran nüfuzunu azaltmak ve def etmek demokratik bir Suriye’nin tesisine bağlı. Yıllar yılı Esed yönetimi altındaki Suriye İran’ın vekil gücü oldu. (…) Çatışmasızlık çabaları ve uluslararası yardımın yeniden akışıyla birlikte, yeni bir hükümet tarafından ulusal egemenliğin yeniden tesisi, hem şiddeti azaltacak hem istikrar için daha iyi şartlar oluşturacak hem de yabancı savaşçıların ülkeyi terk edişini hızlandıracaktır.
(…) Geçmişte Irak’ta ve Libya’da yaptığımız hataları tekrarlamayacağız.
İstikrara kavuşturmaktan ve siyasi stratejilerden bağımsız salt iyi niyetli askerî müdahaleler bir dizi aksi ve beklenmedik sonuçlara yol açar. Bu nedenle Suriye’deki iç savaşı yatıştırma, barışın tesisi için çalışma ve tüm tarafları müzakere masasına oturmaya teşvik etme arayışındayız. Çatışmaların devam etmesinin insani şartları kötüleştirmesi, daha fazla kaos üretmesi ve bölgesel askeri müdahaleyi arttırması muhtemeldir. Odaklandığımız nokta, Suriye halkının iradesine değer veren ve Suriye’nin birliği ve toprak bütünlüğünü sürdüren olumlu bir siyasi gidişatı inşa etmektir.
Hemen hemen tüm dış politika meydan okumalarında olduğu gibi, burada da hedeflerimizi başarmanın adımlarını yalnız başımıza atamayız. Müttefiklerimiz ve ortaklarımızla yakın çalışmaya devam edeceğiz. (…)

(…)