29 Mayıs 2017 Pazartesi

J.L.SHAPIRO: REFERANDUMLAR, SİYASİ LİDERLİĞİN ELİNİ TAŞIN ALTINA KOYMAKTAN VAZGEÇMESİNİN İŞARETİ



REFERANDUMLAR, SİYASİ LİDERLİĞİN ELİNİ TAŞIN ALTINA KOYMAKTAN VAZGEÇMESİNİN İŞARETİ

Jacob L. Shapiro (Geopolitical Futures Analiz Direktörü)
Geopolitical Futures, 19.4.2017

Tercüme: Zahide Tuba Kor

18 Nisan’da İngiltere Başbakanı Theresa May, 8 Haziran tarihinde yapılmak üzere sürpriz bir erken seçim kararı aldı. Aslında bu, İngiltere’nin AB’den çıkıp çıkmamasına ilişkin yeni bir oylama olacak. Geçen ay İskoçya parlamentosu, bağımsızlık için ikinci defa referanduma gitme kararı aldı. Yine geçtiğimiz pazar günü Türkiye, referanduma gidip cumhurbaşkanının yetkilerinin artırılması lehine oy kullandı. İspanya’nın Katalonya bölgesi, bu sene içinde bağımsızlık referandumuna gitmekte ısrarcı. Irak Kürtleri de benzer şekilde 2017 içinde bağımsızlık referandumunu gitmeyi konuşuyor. Fransa 7 Mayıs’ta yeni cumhurbaşkanına kavuşacak ve eğer ki Marine Le Pen seçimi kazanırsa, ülkesinin AB üyeliğinin devam edip etmemesi konusunu referandumda oylatmak isteyecek.
Bu, ayrıntılı bir liste değil. Bu tür oylamaların ne denli yaygınlaştığının sadece küçük bir örneği. Aynı zamanda demokratik siyasetin nasıl işlediğini de gözler önüne seriyor. (…)
(…)
Bugün yaşanan ise siyasetçilerin liderlik yapmaktan ziyade kendi halkları tarafından yönlendiriliyor olması. (…) Siyasi liderin görevi, tek tek bireylerin değil, ülkesinin âlî menfaatleri doğrultusunda hareket etmektir. Liderin her kararında hep tetikte olması amacına hizmet etmez. Sonuç avamın idaresi olur, her ne kadar en medenice şekilde de olsa.
Siyasi liderler çoğunlukla halklarını dört bir yandan saran problemleri çözmekten aciz kalıyor. (…) Siyasi liderlerin yapabilecekleri ile yapmak istedikleri şeyler arasındaki uçurum çok geniş. Onların işi problemleri çözmek değil; zira problemlerin çoğu ya çözülemez türden ya da tek bir kişinin veya bir hükümetin altından kalkabileceğinin çok ötesinde. Dolayısıyla siyasi liderin görevi, durumun maharetle ve halkın âlî menfaatlerine uygun şekilde idare edildiği konusunda halkına güven vermektir.
Bir siyasi lider karar verme işini halkına bırakırsa en iyi olanı kendisinin bilmediğini bir bakıma itiraf etmiş olur. (…)
Mesele, otoriterliğin yükselişi de (…) 1930’ların faşizminin hortlaması da değil. Asıl mesele, siyasi liderlerin karar vermeyi bırakmaları ve temel görevlerinin karar vermek olduğuna dair kendilerine güvenlerini yitirmeleri. Gelinen noktada hükümetler en ciddi meseleleri halkoylamasına götürüyor (…).  Mesele, önerilen politikaların etkili veya etkisiz ya da doğru veya yanlış olduğu değil. Nice insan için asıl konu, problemin ne olduğunu bilen ve bunu çözmeyi vaat eden bir liderin eline kendi özgürlüğünü bıraktığına inanma kapasitesi. İşini kaybeden ve ailesinin geçimini sağlayamayan seçmen için özgürlük, sefaletten başka bir anlam ifade etmez.

Temsili yönetimin en büyük teorisyenleri, hükümetin en temel görevinin vatandaşlarının hayatını, özgürlüğünü ve mülkünü korumak olduğunun farkındaydı. Ancak Fyodor Dostoyevsky şunu fark etti: “İnsanoğlunun varoluşunun sırrı, sadece yaşamak değil, uğruna yaşanacak bir şeye sahip olmaktır.” Trump ve Le Pen gibi liderlerin pozisyonu, kişi milleti için yaşamalıdır ve bir hükümetin en önemli görevi milletini korumaktır şeklinde. Referandum çağrısı yapan liderlerin pozisyonu ise cevabın ne olduğuna dair makul bir ipucuna sahip olmamaları ve sorumlu tutulmamak için halkın karar vermesinin önünü açmaları. Bireylerin dar bir görüşü seslendirme hakkı, ülkenin problemlerini çözmeye önceleniyor. Bu tercihler dikkate alındığında, insanların kendilerine uğrunda yaşanacak bir şey sunan liderleri seçmesi bir sürpriz olmamalı. Onlar kendi özgürlüklerinden özgürleşmek istiyorlar ve bunu kendilerine sunanlara oy vermeye devam edecekler.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder