Shibley Telhami (Maryland Üniversitesi Enver Sedat Barış ve Kalkınma kürsüsü profesörü;
ABD’nin İslam Dünyasıyla İlişkileri Projesinin yanı sıra Ortadoğu Politikası
Merkezi ve Brookings Enstitüsü Dış Politika Programında kıdemli misafir
araştırmacı)
Brookings
Enstitüsü, 5.12.2017
Tercüme: Zahide Tuba Kor
NOT: Lütfen kaynak göstermeden tercümenin bir kısmını
veya tamamını kullanmayınız, alıntılamayınız, yayınlamayınız
Trump yönetiminin, –pazarlaması zor, tartışma yaratacağı kesin olan
Ortadoğu barış planının ayrıntılarını dahi açıklığa kavuşturmadan– Kudüs’ü
İsrail’in başkenti olarak tanımasının ve muhtemelen Amerikan büyükelçiliğini
oraya taşıyacak olmasının mantığını anlamak neredeyse mümkün değil.
Muhtemelen Beyaz Saray, bu türden bir adıma karşı Arap dünyasından
gürültüler yükselse de Suudi Arabistan ve Mısır’daki kilit müttefiklerinin
göstermelik muhalefetlerini sınırlı tutacağı bahsini oynuyor. Ne de olsa bu
müttefikler, militanlıkla mücadele ve İran’a karşı koyma gibi çok daha ivedi
meseleler üzerinden Trump’la ilişkileri korumakla meşguller. Yine Arap ve
Müslüman kamuoylarından yükselecek itiraz ve protestoların da sınırlı olacağı
bahsine giriyor; hem hükümetlerin muhalefeti sınırlandırma çabasını dikkate
alarak hem de Washington’daki yetkililerin Arapların artık Filistin’i ve hatta
Kudüs’ü umursamadıkları argümanına muhtemelen inandığı için.
Bütün bunlar şüphe götürür; ama yönetimin maliyetlerin sınırlı olacağı
değerlendirmesinin doğru olabileceğini bir anlığına düşünelim. Hiç kimse, hatta
Başkan Donald Trump’ın kendisi bile bu türden bir adımın ABD’nin Ortadoğu
politikasına fayda sağlayacağı iddiasında değil. O halde şu soruyu sormak
lazım: Peki Trump bunu niçin yapıyor?
Tabii ki Trump’ın İsrail yanlısı sicilini pekiştirmeye ihtiyacı yok. Üç
önemli Ortadoğu danışmanının İsrail Sağı’na sempati besledikleri biliniyor.
Daha da önemlisi, Cumhuriyetçi damar da dâhil Amerikan kamuoyu, Trump’ın İsrail
yanlısı olduğunu zaten düşünüyor. (Nielsen Scarborough tarafından 1-6 Kasım’da
gerçekleştirilen ve geçen cuma günü Brookings Enstitüsü’nde kamuoyuna açıklanan
2000 Amerikalı yetişkinle yapılmış) Maryland Üniversitesi Kritik Konular
Anketi, Amerikalıların %59’unun İsrail-Filistin çatışmasında Trump’ın her iki
tarafa da meylini tercih etmediklerini ortaya çıkardı. Cumhuriyetçilerin çoğunun
da aralarında bulunduğu Amerikalıların %57’si Başkan’ın İsrail’e meylettiğini
söylüyor. Anketimiz ayrıca Amerikalıların %63’ünün İsrail’deki Amerikan
büyükelçiliğinin Kudüs’e taşınmasına karşı çıktığını gösteriyor ve bunların
%44’ü Cumhuriyetçi.
Peki, desteği Trump için kritik önemde olan ve Kudüs’ün İsrail’in başkenti
olarak ilan edilmesini ve Amerikan büyükelçiliğinin de oraya taşınmasını
desteklediği bilinen Evanjelik Hristiyanlar ne diyor? Evanjeliklerin üçte ikisi
Trump’ın politikasının zaten İsrail yanlısı olduğunu söylüyor ki bu oran
nüfusun geri kalanının da çok üstüde. Amerikan büyükelçiliğinin Kudüs’e
taşınması konusunda dahi bu cenahta öyle ezici bir destek yok: Evanjeliklerin
%53’ü taşınmasını desteklerken %40’ı karşı çıkıyor.
Evanjelik liderlerin bu konuyu Başkan’a açtıklarına şüphe yok; ama
hiçbirisi böyle bir deklarasyonda bulunmadı diye onu terk edecek de değil.
Trump, muhtemeldir ki tarihte Evanjelik Sağ’a diğer herhangi bir Amerikan
başkanından çok daha fazlasını vermiş bir isim: Yüksek Mahkeme Yargıçlığına
Neil Gorsuch ve Eğitim Bakanlığına Betsy DeVos gibi kilit atamalardan tutun
dini okullara yönelik son derece lütufkâr politikalara…
Bu arada Amerikan yönetiminin büyükelçiliği taşımanın sınırlı bir maliyeti
olacağı yönündeki varsayımı da doğruluğu kanıtlanmamış bir inançtan ibaret.
Aslında bu adım, yönetimin Ortadoğu’da kendisi için belirlediği İslami
militanlıkla savaş ve İran nüfuzuyla mücadele gibi önceliklerinin de aleyhine
işleyecek. Nitekim Kudüs, gerek İran gerekse İslamcı militanların ABD’ye ve
onun politikalarına arka çıkanlara karşı destek elde etmek için kullandıkları
mükemmel bir konu.
İsrail hükümetinin açıklamalarının yanısıra, Twitter’da dolanan
#Riyadh-is-more-important-than-Al-Quds (Riyad Kudüs’ten çok daha önemlidir)
etiketi gibi sınırlı olması muhtemel Arap sesleri üzerinden yürütülen propaganda
da bu değerlendirmede bir rol oynamış olabilir. Ama bu da yeni değil. 2000
yılında Başkan Bill Clinton’ın arabuluculuk yaptığı Camp David müzakerelerine
doğru gidilirken de Beyaz Saray’ın Kudüs’ün Filistinliler ve daha geniş ölçekte
Araplar için merkeziliğini ve bu konunun müzakerelerin sonunu getirebileceğini
hafife aldığını görmek zor değildi. Ama neticede böyle yaptı.
Hiç şüphesiz bugün Ortadoğu o dönemkinden çok daha bölünmüş durumda.
Arapların çoğu kendi yanı başlarındaki trajedilere odaklanmış halde;
diğerlerinin Filistin’e ve hatta Kudüs’e bağları azalmış olabilir. Ancak bölge
derinden bölünmüşken Kudüs, bu bölünmüşlüğü aşan bir merkezi sembol olarak duruyor.
Kutuplaşmış bir ortamda dahi hala kitleleri seferber edici bir konu: Araplar kitlesel
olarak sokaklara dökülmeseler dahi böyle bir deklarasyon tabanda planlar
yapanların ekmeğine yağ sürecektir.
Bundan sadece birkaç ay evvel neler olduğunu hatırlamak iyi olur, tam da
aynı Filistin’e ve Kudüs’e ilgisizlik varsayımları yaygınlaşırken… İsrailli
polislerin öldürülmesinin ardından İsrail hükümetinin Mescid-i Aksa’ya ibadete
gelen Filistinlileri aramak üzere güvenlik tertibatları yerleştirme girişimi
Filistinlilerin gösterilerine yol açmış, bu da hızla Arap ve Müslüman kamuoyunu
harekete geçirmiş ve hükümetlerin müdahale etmesini beraberinde getirmiş,
nihayetinde bu güvenlik tertibatlarını sökmeye zorlamıştı.
Tabii ki istikrarı hayati olan Ürdün’ün doğrudan bir etkisi var. Amerikan
müttefiki olan Kral Abdullah, uyarılarında bu kararın kendi toplumu üzerindeki
etkisini açıkça belirtenlerden ilkiydi; ardından Türkiye ve Fransa liderleri de
dâhil diğerleri uyarılarını yaptı. Bunun Filistinliler üzerinde doğrudan etkisi
de var. Bu karar, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ı en azından başlangıçta
müzakerelerden çekip gitmeye zorlayabilir. Ama Trump Abbas’a bu adımı yuttursa
bile (...) Abbas’ın Filistinlileri iknası neredeyse imkânsız bir görev.
O halde tekrar soruyoruz: Trump bunu niçin yaptı?
Baştan beri uzmanların çoğu, [Damat Jared Kushner’in hazırladığı ve 2018
başında ilan edilmesi beklenen Ortadoğu “barış” planına atıfla] “yüzyılın
anlaşması”nın çok büyük ihtimalle gerçekleşmekten uzak olduğunun ve bunun çökmesi
durumunda Başkan Trump’ın, Amerikan büyükelçiliğinin Kudüs’e taşınması ve Batı
Şeria’da İsrail yerleşimlerinin genişletilmesine yeşil ışık yakma türünden
adımlara tutunmasına yol açabileceğinin farkındaydı. Beyaz Saray’ın barış
planını açıklamadan evvel şimdi tutup da Kudüs hakkında tartışmalı bir adım atmasının
iki manası olabilir:
Birincisi, muazzam tecrübesizliklerinin de etkisiyle [Trump’ın]
danışmanları kendi hayal âlemlerinde yaşıyorlar. Aslında bu zaten Amerikan halkının
da bir korkusu. Neredeyse her konuda derin partizanlığa rağmen bir konuda
mutabıklar: Amerikalıların %81’i –Cumhuriyetçilerin de %71’i– Trump’ın Ortadoğu
diplomasisinde tecrübesiz aile bireylerine ve şahsi avukatlarına değil
uzmanlara dayanmasından yana.
Ama ikinci bir ihtimal de var: Trump yönetimi, kendi “yüzyılın
anlaşması”ndan çoktan vazgeçip suçu başkalarına atma yollarını arıyor olabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder