Rebecca Shimoni
Stoil (Amerikan siyasi tarihinde öğretim görevlisi;
daha evvel the Jerusalem Post ve Times of Israel gazeteleri muhabiriydi)
FiveThirtyEight,
8.12.2017
Tercüme: Zahide Tuba Kor
NOT: Lütfen kaynak göstermeden tercümenin bir kısmını
veya tamamını kullanmayınız, alıntılamayınız, yayınlamayınız
(…) Amerikan
büyükelçiliğinin Kudüs’e taşınmasına ilişkin tartışmalı kararın bir
Cumhuriyetçi başkan tarafından hayata geçirilmesi olgusu, İsrail kurulduğundan
bu yana Cumhuriyetçilerin bu ülkeye ilişkin pozisyonunda dramatik bir değişimin
göstergesi.
Birçok Amerikalı
Yahudi’nin nazarında Cumhuriyetçi Parti, bir zamanlar İsrail’i yeterince
desteklemezken şimdilerde birçok Yahudi seçmenin pozisyonunun da ötesine geçen
–ve Evanjelik seçmenlerin görüşleriyle uyumlu– politikalara arka çıkan bir
partiye dönüştü. İsrail’e her iki partiden birden destek akması hali aşınırken
bu tartışmalı hamlenin mevcut parti bölünmesine ivme katma riski var.
Amerikalı Yahudilerin
kahir ekseriyeti, Hitler’i mağlup eden ve [Z.T.K. ABD’yi Büyük
Buhran’dan kurtarma amaçlı tedbirleri içeren] Yeni Düzen politikaları
nedeniyle sevip sayılan Franklin D. Roosevelt’in partisine [Z.T.K. yani
Demokratlara] on yıllarca oy verdiler. Demokrat Başkan Harry Truman,
1948’de kurulur kurulmaz İsrail’e destek verdi. İsrail ile Cumhuriyetçi Parti’nin
ilişkisi ise ilk zamanlarda çalkantılıydı. 1950’lerde Cumhuriyetçi Parti ve
muhafazakâr hareket içinden İsrail’e destek oldukça sınırlıydı. Yahudilerin
kahir ekseriyeti Demokrat olduğundan Cumhuriyetçiler içinden yeni doğan devlete
destek çıkmak için pek de bir itici güç yoktu.
O dönem
Cumhuriyetçilerin iç ve dış politika yönelimi de İsrail’e desteği güçlendirir
türden değildi: Ortadoğu ülkelerinin sosyalist eğilimleri Cumhuriyetçi Parti
içindeki komünizm karşıtlarını ürküttü, ama partinin dış politika pragmatistleri,
İsrail’e desteğin ABD’nin Ortadoğu’nun giderek önemi artan petrol üreten
devletleriyle bağlarına zarar vermesinden endişeliydi.
O dönemde
Cumhuriyetçi hissiyatın tipik bir örneği the National Review’de
yayınlanan İsrail eleştirileriydi. Siyaset felsefecisi Leo Strauss, 1956’da bir
şikâyet mektubu kaleme alacak kadar ileri gitti. Derginin editörü Willmoore
Kendall, meslektaşları arasında ve daha genelde Sağcı çevrelerde İsrail karşıtı
bir önyargı olduğunu kabul etti.
Kendall bu önyargının
ardında Antisemitizmin olduğuna inanmadığını vurgulasa da birçok İsrail yanlısı
Yahudi, Baba Bush yönetimine kadar müteakip Cumhuriyetçi başkanlara temkinli
bir gözle baktı. 1973 Arap-İsrail Savaşı’na destek vermesine rağmen Richard
Nixon’un azgın bir Yahudi aleyhtarı olduğuna inanıldı (onlarca yıl sonra
konuşmalarının tapeleri yayınlandığında bu inancın doğruluğu kanıtlanmış oldu).
Hatta Başkan Ronald Reagan’ın İsrail’e desteği bile [1981’de] Irak’ın
nükleer reaktörlerini bombalaması üzerine Yahudi devletini cezalandırdığında
tartışmaya açıldı.
Ancak 1990’ların
sonunda, büyük ölçüde dünyadaki gelişmeler, Cumhuriyetçi Parti’nin seçmen
kitlesindeki değişimler ve Yahudi cemaatindeki farklılıklar nedeniyle tavırlar
değişmeye başladı. İsrail politikası da tabii ki bunda bir rol oynadı.
Cumhuriyetçi
seçmenlerin İsrail’e desteğinde en önemli dönüm noktası, 11 Eylül
saldırılarının akabinde yaşanan gelişmelerdi; Ortadoğu’da artan Amerikan askeri
müdahilliği, Cumhuriyetçi gündemin içine İsrail yanlısı politikaların çok daha fazla
sızmasıyla neticelendi. İsrail kendi topraklarında terör saldırılarında artışla
mücadele ederken birçok etkili Amerikalı muhafazakâr da İsrail ile ABD’nin
“Batı”nın mensupları olarak diğer kültürlere –bu örnekte İslam’a– karşı aynı hizaya
gelmesini Samuel Huntington’ın medeniyetler savaşı modeli üzerinden okudular.
Ayrıca Yahudi
toplumunun büyük kısmının İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde doğanlardan
oluştuğu bu dönemde artık yeni nesil, ebeveynlerinin Demokrat Parti’ye olan
bağlarını reddederek Amerikan gücünü ve değerlerini yansıtmaya çalışan
Cumhuriyetçi yönetimlerde kendilerini daha emin hissettiler. Partinin seçim kampanyalarında
gerek bağışçı gerekse danışman olarak kilit roller üstlendiler; bu da onların
temel meselelerine daha fazla dikkat çekilmesini sağladı.
Mesela kumarhaneler
kralı Sheldon Adelson, 2004’ten itibaren servetini –kendi değerlerini ve
özellikle de İsrail’e olan desteğini daha iyi temsil ettiğini söylediği–
Cumhuriyetçi adaylara akıtmaya başladı. 2012’de the Wall Street Journal’a,
artık değiştiği ve “Demokrat taban içgüdüsel olarak İsrail karşıtı hareket”in
bir ocağına dönüştüğü için Demokrat Parti’yi terk ettiğini yazdı.
Adelson’ın
değerlendirmesi haklı mı haksız mı tartışılabilir; ama son on yıldır kamuoyu
anketleri, Demokratların İsrail’e desteğinin söndüğü ve Cumhuriyetçi seçmenler
arasındaki desteğin ise arttığını gösteriyor.
Bazı bakımlardan
İsrail politikasının bizzat kendisi Cumhuriyetçi Parti görüşlerindeki değişime
katkı sağladı. 1990’ların ortalarından itibaren İsrail Sağına (…) Benyamin
Netanyahu hâkim oldu. Netanyahu, geleneksel devletçi İsrail Sağı’ndan koparak
Amerikan iktisadi neoliberallerinin izinden giden iktisadi politikaları
desteklemeye başladı. Onunla Cumhuriyetçi birçok üst düzeye büyük destek çıkan
Adelson gibi isimler olduğu gibi Netanyahu da Amerikalı Cumhuriyetçi liderlerle
şahsi ilişkiler kurdu.
Şimdilerde
yüzlerini İsrail’e dönen Cumhuriyetçiler, Netanyahu’ya baktıklarında kendi
temsilcileriyle benzeri ideolojik kumaştan bir lider görüyorlar – sadece dış
politika kanaatleri değil, iktisadi tutumlar bağlamında da. Her ikisi de refah
devletine kuşkuyla bakıp serbest piyasayı benimsiyor. 2015’teki bir anket
sonucuna göre, Cumhuriyetçilerin “en fazla hayran oldukları milli lider veya
dünya lideri” sıralamasında Ronald Reagan’ın yanında Netanyahu yer alıyordu.
Netanyahu’nun dönemin Amerikan Başkanı Barack Obama’yla manşetleri süsleyen
kapışmaları, birçok Demokrat Yahudi’yi yabancılaştırmakla kalmadı,
Cumhuriyetçiler arasında itibarının artmasına hizmet etti.
Ama belki de en
önemlisi şu: 1990’lardan bu yana Evanjelik Hristiyanlar, Cumhuriyetçi Parti
içinde en güçlü ve İsrail yanlısı en şahin kesimi oluşturmaya başladılar.
1970’lere kadar Evanjelikler siyasi aktivizme doğrudan katılmaktan imtina
etmekteydi. 1970’lerin sonunda Jerry Falwell’in din ile siyaseti kaynaştıran
Ahlaki Çoğunluk hareketi ortaya çıktığında İsrail temel konu değildi. Ancak
Falwell, o dönemde Yahudilere ve İsrail’e karşı karmaşık duygular içindeki
Evanjeliklere, teolojilerinin İsrail’in güçlü bir şekilde desteklenmesini öngördüğünü
vurguladı. (İsrail yanlısı birçok Evanjelik, İsa Mesih’in yeryüzüne ikinci
gelişi için İsrail’in hayati önemde olduğuna veya Kitab-ı Mukaddes’teki “Tanrı
İsrail’i kutsayanları kutsayacak, ona lanet edenlere lanet edecek” uyarısının
lafzi yorumunu takip ettiklerine inanıyorlar.) 1980’lerin başında İsrail’e
destek, güçlü bir komünizm karşıtlığıyla iç içe geçmişti; Evanjelikler Yahudi
ve Siyonist faaliyetleri sınırlayan katı politikaları sürdürdüğü için SSCB’yi
ağır bir şekilde eleştiriyorlardı.
Bugün artık İsrail,
birçok Evanjelik için oy verecekleri partiyi şekillendiren bir öncelik.
2015’teki bir ankete göre, Evanjelik Hristiyan Cumhuriyetçilerin %64’ü başkan
adayının İsrail’e ilişkin duruşunun “çok” önemli olduğunu belirtirken Evanjelik
olmayan Cumhuriyetçilerde bu oran %33 ve tüm Amerikalılar içindeyse %26 idi.
Yahudilerin aksine,
Evanjelik Hristiyanlar Cumhuriyetçi seçmenin önemli bir kısmını oluşturuyorlar.
2016 seçimlerinde oy kullanan seçmenlerin yaklaşık %26’sı dinî bir
yeniden-doğuş yaşamış Hristiyan veya Evanjelik olarak kendini tanımladı ve
bunların %81’i Trump’a oy verdi. Cumhuriyetçi adaylar için Evanjeliklerin
desteğini almak oldukça önemli; zira 2014’e gelindiğinde dinî bir yeniden-doğuş
yaşamış Hristiyan veya Evanjelikler, Cumhuriyetçi veya Cumhuriyetçiliğe meyyal
seçmenlerin (%45 gibi) çoğunluğunu temsil ediyorlardı.
Evanjeliklerin
dürtüklemesiyle Cumhuriyetçi Parti, birçok bakımdan Amerikan Yahudilerinin
ekseriyetinden çok daha şahin hale geldi. Cumhuriyetçi Parti ABD’nin iki
devletli çözüme olan geleneksel desteğinden çark ederken (ki 2017’deki bir
ankete göre Evanjeliklerin sadece %23’ü İsrail’in bir Filistin devletinin
kurulmasını kabul etmesi gerektiği görüşünde), Amerikan Yahudilerinin çoğunluğu
bağımsız bir Filistin devletinin İsrail ile barışçıl bir şekilde yan yana
yaşayabileceğine inanıyor. Trump yönetiminin mensupları, özellikle de Ortadoğu
müzakerecisi ve Trump’ın damandı Jared Kushner,
ihtilaflı Batı Şeria’da İsrail’in yerleşim inşasını desteklerken Amerikan
Yahudilerinin sadece %17’si bu bölgedeki Yahudi yerleşimlerinin İsrail
güvenliğine yaradığı kanaatinde. Barış yanlısı J Street’in 2016 başkanlık
seçimlerinde oy kullanan Yahudi seçmelere ilişkin yaptırdığı sandık çıkış
anketine göre, birçok Yahudi’nin oy tercihlerinde İsrail temel konu bile
değilmiş. Oy verme davranışını etkileyen en önemli iki önceliği arasında
İsrail’in yer aldığı seçmen oranı sadece ve sadece %9.
Aslında Kudüs
konusunda Amerikan politikasında bir değişim için bastıran İsrail yanlısı şahin
Yahudilerin yanısıra bu konuda harekete geçenler, İsrail yanlısı Evanjelik
cemaat ve bilhassa Papaz John Hagee’in 3 milyondan fazla üyesi bulunan İsrail İçin
Birleşen Hristiyanlar hareketiydi. (…)
Büyükelçiliğin Kudüs’e
taşınmasını destekte Evanjelik cemaat sıradışı. Kasım ayında yapılan bir ankete
göre, Amerikalıların %63’ü buna karşı çıksa da Evanjelik seçmenin %53’ü destek
veriyor.
(…)
Ancak Başkan Trump
bir bütün olarak Yahudilerce benimsenmiyor (Ortodoks Yahudilerin yarısı Trump’a
oy vermişken Amerikan Yahudiliğinin daha büyük iki akımını teşkil eden
Reformistler ve Muhafazakârlar Trump’a karşı çıkıyorlar). Dolayısıyla Kudüs’ü
tanımak, Cumhuriyetçi Parti’nin Yahudilerle bağını artıracak mı artırmayacak mı
bekleyip göreceğiz. Bu sonuç da bir sonraki adımda olan bitenden hiç şüphesiz
etkilenecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder