6 Aralık 2017 Çarşamba

J.L.SHAPIRO: İSRAİL İÇİN TEHLİKE UFUKTA BELİRİYOR




Jacob L.Shapiro (Geopolitical Futures Analiz Direktörü)
Geopolitical Futures, 28.11.2017

Tercüme: Zahide Tuba Kor

NOT: Lütfen kaynak göstermeden tercümenin bir kısmını veya tamamını kullanmayınız, alıntılamayınız, yayınlamayınız

Suriye’de ve Irak’ta yürütülen İslam Devleti (İD) ile savaş bir dizi konuyu askıya almıştı. Ancak şimdilerde İD büyük ölçüde yenilgiye uğratıldı; ortak düşmanın ortadan kalkmasıyla birlikte İD karşıtı koalisyon da ortak hedefini kaybetti. İD’den evvel bölgede hâkim olan endişeler şimdi bir kez daha gün yüzüne çıkıyor. Bu da demek oluyor ki daha evvel Suriye’de ve Irak’ta kenarda duran İsrail bundan böyle çok daha aktif bir oyuncuya dönüşecek.
Suriye’deki savaştan her kim galip çıkarsa o, İsrail’in düşmanı olacaktır ve –bir aksilik çıkmazsa– İsrailliler Esed rejimini İD’e tercih edeceklerdir. Ama Esed hala daha bir düşman ve onun rejimi gücünü ne kadar konsolide ederse Suriye o kadar büyük bir tehdide dönüşecektir.

Kâbus senaryosu
İsrail’in Ortadoğu’daki stratejik konumu Suriye’de iç savaşın patlak verdiği 2011’de değişti. O dönem İsrail’in tüm sınırlarında, özellikle de Mısır’la sınırda muazzam bir belirsizlik vardı. Mısır kargaşaya düştü ve Müslüman Kardeşler iktidara geldi. Mısır ordusu hiçbir zaman kontrolü tam anlamıyla elden kaçırmamış olsa da İsrail en kötü senaryoyu düşünmek zorundaydı: 1948’in akabindeki on yıllar boyunca İsrail’in varoluşuna yönelik en ciddi tehdidi teşkil eden bir ülkenin [yani Mısır’ın] başına düşman bir yönetimin geçmesi.
Mısır’la düşmanlığa geri dönüş çok ciddi bir tehdit olacaktı. Ancak İsrail’in en büyük korkusu, bir düşman istilasına uğramak değil; zira bölgede herhangi bir işgalciye karşı direnecek güçte bir orduya ve coğrafi avantaja sahip. Asıl kâbus senaryosu, [tıpkı 1973 Savaşı’nda olduğu gibi] birkaç gücün iyi koordine edilmiş [eşzamanlı] saldırısına uğramak. (Eğer ki 1948’de İsrail’e saldıran Arap devletleri koalisyonu daha koordineli olsaydı İsrail’i mağlup edebilirdi.) Bu nedenle Suriye’deki iç savaş, aslında İsrailliler için Mısır’daki isyanın gidişatında bir umut ışığı oldu. Zira İsrail’in Mısır’da eski şeytanların geri dönmesinden ödü koptuğu bir anda kuzeydeki düşmanları aniden güçten düşüverdi.
Bu, İsrail için bir lütfa dönüştü; hele de Mısır ordusunun Müslüman Kardeşler lideri Muhammed Mursi’yi devirip yerine mevcut cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi’yi geçirmesiyle... Suriye parçalanıyordu ve bir varoluş mücadelesi veren Esed rejimi İsrail’e meydan okuyamayacak kadar aşırı meşguldü. Esed rejimini müttefiki olarak gören ve 2006’da İsrail’le savaşmış Hizbullah da Suriye’yle meşgul hale gelmişti. Ve İsrail için en önemlisi, İran’ın Akdeniz’e uzanan bir nüfuz hilali kurma stratejisi geçici de olsa boşa çıkmıştı.
İsrail daha evvel hiç olmadığı kadar güvendeydi artık. Suriye’de çatışmalar sürdüğü müddetçe İsrail kendi sınırlarında bir yakın tehditle karşı karşıya değildi. Ama bu, işin sonunda Şam’da kimin galip çıkacağı İsrail’in umurunda değildi anlamına gelmez; İsrail için en iyi senaryo, tüm tarafları zayıflatacak uzadıkça uzayan bir iç savaştı. Zaten birkaç yıl boyunca sahada yaşanan tam da buydu. İsrail, uçaksavar ve gemisavar füzeler gibi askeri teçhizatın Hizbullah’ın eline geçmesini engelleyecek şekilde savaşa nadiren müdahil oldu. Ama geçmişte hayatta kalabilmek için ön-alıcı şekilde davranmak zorunda kalan İsrail, bu defa çoğunlukla olaylara pek karışmadan kenarda izleyen bir aktör oldu.
Bu pasif duruş savaş devam ederken anlamlıydı. Ama şu an çatışmalar azalıyor ve İsrail seçeneklerini araştırmak zorunda. Medyanın son dönemde İsrail ile Suudi Arabistan arasında yeşeren dostluğa ilişkin saplantısı tam da bu bağlamda yorumlanmalı. Şu an İsrail ile Suudi Arabistan’ın ortak bir dava etrafında buluşmaları son derece anlamlı olup tam yerini buldu: Bu, klasik bir “düşmanımın düşmanı dostumdur” vakası. İran her iki ülke için de bir tehdit; İran nükleer anlaşmasıyla Washington, bölgedeki iki kadim ve en güvenilir müttefikine, gelecekte ABD’nin Ortadoğu politikasında –İsrail veya Suud çıkarlarının değil– Amerikan çıkarlarının belirleyici olacağının işaretini vermişti. Suudilerle İsrailliler arasındaki istihbarat paylaşımı ve perde arkasından işbirliği pek de bir emrivakinin açığa çıkması sayılmaz.
Ancak Suudi Arabistan’ın İsrail’e teklif edebileceklerinin de bir sınırı var. İsrail’in Lübnan’da Hizbullah’ı vurması karşılığında Suudi Arabistan’ın İsrail’i tanıyabileceğine –ve diğer Arap devletlerini de tanımaya ikna edebileceğine– dair çokça şey söylendi. Bu, analizin adını kötüye çıkaran basitçe bir jeopolitik düşünme biçimi. Suudi Arabistan bu noktada İsrail’e çok az şey teklif edebilir. Zira Mısır ve Ürdün zaten İsrail’i tanımış durumda, Suriye Riyad’ın erişim alanında değil, şu an Lübnan da Suudilerin avucundan çıkıyor ve gerek Katar’la ilişkileri bozması gerekse gelen haberlere göre Kuveyt’le sıkıntılar yaşaması nedeniyle artık Körfez ülkelerinin tamamı da Suudi kontrolünde değil. İsrail birkaç Körfez ülkesi kendisini tanıyacak diye güvenliğini riske atmaz.

Daha yakın tehditlerden endişeler
Suudi Arabistan’ın İsrail’e yardım edebileceği tek alan kendisine çok daha yakın olan: bitmek tükenmek bilmez İsrail-Filistin çatışması. İsrail, 2000 yılında Camp David müzakerelerinin çökmesinden bu yana Batı Şeria ve Gazze’de kendi planını çizdi. Önem arz etmeyen veyahut savunulması mümkün olmayan Filistin topraklarından geri çekildi [2005 Gazze]. Batı Şeria’da ise –geçtiğimiz 15 yılda “sahada birçok emrivaki” yaratarak– yerleşim inşaatlarına devam etti. Gazze’de Hamas’a karşı ufak savaşlar verdi, adeta Gazze Şeridi zaman zaman budanması gereken aşırı büyüyerek ormana dönüşmüş bir bahçe gibi… İsrail bu yaklaşımı göze alabilmişti, çünkü stratejik çevresi görece istikrarlıydı.
Ama artık durum böyle değil. Filistin meselesi de İsrail için başlı başına ciddi bir tehdit değil. Ama eğer ki İsrail, dışarıdan bir işgale uğradığı anda eşzamanlı olarak Filistin topraklarında da bir [toplumsal] patlamayla karşılaşırsa iş değişir. İsrailliler on yıllardır bu ihtimaller üzerinde düşünmek zorunda değillerdi; ama artık böyle bir lüksleri yok. Esed’in zaferi, İran’ın bölgede yükselişi, Washington’ın dikkatinin başka yöne dağılması, Mısır’ın istikrarsızlığı ve hatta Türkiye’nin eski Osmanlı toprakları üzerinde giderek artan atılganlığı/iddiası hep İsrail’in hazırlık yapması gereken muhtemel tehditlerden. İsrail, kritik tehditlerle yüzleştiği bir dönemde Filistin’de yeni bir intifadanın patlak vermesini de yabancı bir gücün İsrail’i bölgesel önceliklerinden alıkoymak için Filistinlileri kullanabilir hale gelmesini de istemiyor.
O halde soru şu: Acaba Suudi Arabistan’ın –İsrail’in geçici de olsa Filistin meselesini rafa kaldırmasına imkân verecek– bir barış anlaşmasını imzalamaya zorlayacak ölçüde Filistinliler üzerinde bir etki ve nüfuzu var mı? Zamanlama önemli. Zira İsrail güçlü bir konumda olup şu anki gücünü gelecekte koruyamayabilir. Mesele, nesillerdir hayal ettikleri ülkenin küçük bir parçasının kendilerine bahşedildiği bir anlaşmayı Filistinlileri kabul ettirmek olacaktır. Filistin topraklarında el-Fetih ile Hamas arasında bir uzlaşma anlaşmasını kotarmak maksadıyla Mısır’da son dönemde çevrilen dolaplar bu sürecin ilk aşaması olup daha kat edilmesi gereken uzunca bir yol var ve Suudi Arabistan ile Mısır’ın bunu becermek için yeterince nüfuzu var mı, o da net değil. Geçmişte mali olarak Hamas’ı destekleyen ve şu an Filistinli İslami Cihad grubuna arka çıkan İran bu planı seve seve bozacaktır.

Şu an İsrail görece güçlü ve güvenli, ama bu şekilde kalamayabilir. ABD-İsrail ilişkileri hala daha güçlü olsa da eskisi kadar değil. Rusya ufak tefek roller oynayan bir aktör olduğundan İsrail’e gerçek anlamda yardımı dokunamaz. Türkiye güçlenmekte ve giderek kendi kafasına göre hareket etmekte. İran, Suriye ve Lübnan hep İsrail’in düşmanları; dahası Mısır ve Ürdün’ün ilelebet söz dinleyen uysal aktörler olacağını varsayamaz. İsrail artık ince bir oyun oynamak zorunda; ama içeride sürekli çekişmelerle yüzleşirse bu da öyle kolay olmaz. Eğer ki Suudi Arabistan yardımcı olursa İsrail de bu iyiliğine bir karşılık vermek isteyebilir. Ama ortada sihirli bir değnek yok. İsrail’in bütün problemlerini çözecek tek bir ilişki biçimi bulunmuyor. İsrail şu an için güçlü, ama tehlike ufukta beliriyor.

NOT: Yaklaşık iki yıl evvel yine Geopolitical Futures web sitesinde bu defa Goerge Friedman, İSRAİL’İN STRATEJİK KIRILGANLIĞI başlıklı bir yazı kaleme almıştı. Henüz okumayanlara tavsiye ederim. Okumak için TIKLAYINIZ


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder