David Hearst (Middle
East Eye internet sitesi baş editörü; İngiliz Guardian gazetesi eski dış
politika başyazarı)
Middle East Eye, 28.12.2017
Tercüme: Zahide Tuba Kor
NOT: Lütfen kaynak göstermeden tercümenin
bir kısmını veya tamamını kullanmayınız, alıntılamayınız, yayınlamayınız
Üç gelişme 2017 yılında Ortadoğu’yu tanımladı. Her biri
askerî bir zafer veya cesurca reform adımları olarak ilan edildi. Başarı, saf
alkol gibi muzafferlerin başına vurdu ama coşkuları kısa süre sürdü. Her biri
bölgesel ittifaklarda benzeri görülmemiş değişimleri tetikledi.
2018’e girerken bu yeni Arap dünyasının gidişatını
belirleyenler için ertesi sabah, önceki geceye kıyasla daha çekici görünmüyor.
Bir tercih savaşı
Yılın ilk zaferi, 2016’nın son günlerinde Halep’i geri
alan Ruslara gitti. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Lazkiye’de bulunan
Hmeymim Askeri Üssü’ndeki zafer yürüyüşünde, imdadına yetiştiği Cumhurbaşkanı
Beşşar Esed’in önünde arzı endam ederek Suriye’nin yeni emperyal yöneticiliği
görevine başlama törenini yapmış oldu. Putin bu manzarayı belki de bilinçsiz
bir şekilde Roma genel valisinden kopyalamış olabilir.
Putin için Suriye bir tercih savaşıydı. Rusya’nın bu Arap
ülkesiyle paylaştığı herhangi bir sınırı yoktu ve Şam’ın Rusya’ya hiç zararı
dokunmadan düşüşüne izin verebilirdi. Putin’in askeri bir kuvvetle Suriye’ye
girişi NATO tarafından amacıyla örtüşmeyen bir adım olarak değerlendirildi.
Moskova’nın sadece kendi hava kuvvetleriyle değil, aynı
zamanda yeni dünya düzeniyle de alakalı olarak ispat edeceği bir husus vardı:
ABD, artık askeri harekât tekeline de başka herhangi birine karşı veto tekeline
de sahip değildir. Ve bunu bilfiil ispat da etti.
Ancak bu müdahalenin stratejik sonuçları, bir zamanların
küresel askeri kuvveti SSCB’nin şu an bir gölgesi niteliğindeki küçülen
Rusya’nın kendi başına baş edebileceği kadar basit değildi. Putin de sonunda
müttefiklere ihtiyacı olduğunu anladı.
Esed’in şimdilerde iki efendisi var: Rusya ve İran.
Bunların çıkarları da birbiriyle farklılaşıyor, özellikle Suriye liderinin
kaderi meselesinde... Bu noktada Esed, babasının ayak izini güç bela takip
etmeye çalışıyor.
Hafız Esed, 1991 Birinci Körfez Savaşı’nda Baasçı baş
rakibi Saddam Hüseyin’e karşı George H. Bush’a yardım etmek suretiyle aynı anda
hem ABD’yle hem de İran’la güçlü ilişkiler kurmuştu [Z.T.K. Bu
sayede hem kendisine Batılı kaynaklardan borç verilecek hem de 15 yıldır iç
savaşın yaşandığı Lübnan’ın hegemonu olmasına göz yumulacaktı]. Baba Esed
ülkesinin bağımsızlığını korurken oğlu ise teslim etti. Hafız Esed bu süreçten
güçlü bir yönetici olarak çıkmıştı, oğlu ise topallamakta.
Putin, Akdeniz sahilinde iki kalıcı üsse sahip; ama artık
Suriye denilen harabeye eli kelepçelenmiş halde. Bir zamanlar SSCB Ortadoğu’da
para harcamak için vardı, bugünün Rusya Federasyonu ise para kazanmak için bölgede.
Bu nedenle Putin’in bombardıman uçaklarının ona bir
faydası yok. İhtiyacı olan şey istikrar. Ancak istikrarı şu an ne Rusya ne de
İran, -Esed hanedanını sona erdirmeye çalışmış ve bu savaşta sahip olduğu her
şeyini yitirmiş- milyonlarca Suriyeliye getirebilir durumda.
İşte tam da bu yüzden Moskova ile Tahran Türkiye’ye
muhtaç. İran’ın Rusya’yı dengelemek ve Sünni dünyaya erişebilmek için
Türkiye’ye ihtiyacı var. Aynı zamanda İran, Suriye’deki mevcudiyetiyle gördüğü
zararlardan sonra Hamas’la ve Türkiye’deki Müslüman Kardeşler’le arayı
düzelmeye çalışıyor.
Eğer ki Suriye yatırımının karşılığını silah satışları ve
nükleer reaktörler şeklinde alacaksa Rusya da mezhepçi bölünmeyi idare etmek
zorunda.
Rakip cenah
Öte yandan Türkiye de Amerika’dan en azından psikolojik
olarak kendisini koparmışken hem Rusya’ya hem de İran’a muhtaç. Önümüzdeki
süreçte her üçü arasında birbirini kandırma yarışı devam edecek. Her üçü de
Suriye’de farklı gündemlerin peşinde; ama şu an için kaderleri ortak
düşmanlarla birbirlerine bağlı.
Putin, ABD ile Suudileri Suriye’den def etmenin işin bir
boyutu olduğunu, ama böylelikle dolaylı iç savaşın sahibi haline geldiğini
artık öğreniyor. Rus hava kuvveti kullanılarak isyancılara boyun eğdirildi ama
savaşın közleri küllerin altında için için hala yanıyor.
İkinci zafer ise rakip cenah tarafından kazanıldı: Suudi
Arabistan-BAE-İsrail-ABD. Bu, Donald Trump’ın Riyad’da aldığı alkış yağmuru
olarak tezahür etti. İran’a, siyasal İslam’a ve tiranlıklarına meydan okuyan
içteki herhangi bir muhalife veya rakip prense karşı yeni bir “ılımlı” Sünni
Arap devletleri ittifakının müjdecisi zannedildi.
Kâğıt üzerinde bu ittifak tüm kozları elinde tutuyordu:
en büyük ulusal varlık fonları, en büyük ordular, Batılı korumalar ve
bilgisayar korsanları ve tabii ki İsrail desteği. Gerçekte ise yeni çağın
tiranları ittifakı, kendi kendini kandırarak gözlerini kör etmişti.
Neler yanlış gidebilir?
Servetleri gibi planları da büyük ölçekliydi. Sadece
gerileyerek içe çekilmekte olan ABD’yi 21. yüzyılın bölgesel hegemonu olarak
geri getirmek değildi planları; aynı zamanda Umman Körfezi’nden batıya doğru
Süveyş Kanalı ve güneye doğru Afrika’ya uzanan limanlar, adalar ve ticaret
güzergâhları üzerinden Sünni Arap dünyasındaki haberleşme ağına ve ticarete
hâkim olmaktı… Yani 16. yüzyıl tarzı bir deniz imparatorluğunu tam anlamıyla
yeniden yaratmak…
Trump’ın ziyareti kanlarının beyinlerine sıçramasını
tetikledi: önce Katar’a abluka, ardından Muhammed bin Selman’ın büyük kuzeni
Muhammed bin Nayif’i devirmek; daha sonra Lübnan Başbakanı Saad Hariri’ye
istifa emri, ardından Filistin Cumhurbaşkanı Mahmud Abbas’a yağdırılan Doğu
Kudüs’ten ve mültecilerin geri dönüş hakkından vazgeçmesi veyahut bunu yapacak
bir başkasının başa geçmesi için görevinden çekilmesi talimatları…
Her hamle, bölgeyi tahakkümü altına almak isteyen
adamların totaliter zihniyetlerini ifşa etti. Kamuoyu, hesap verebilirlik,
tarih, kültür, kimlik onlar için hiçbir anlam ifade etmiyordu. Bu adamlar orada
her daim yönetmek, sahip olmak ve emretmek için vardı. Diğer herkes sadece ve
sadece onlara itaat etmek zorundaydı.
Trump Deklarasyonu
Ve böylece üçüncü ve son gelişmeye geldik. Balfour
Deklarasyonu’nun 100. yıldönümünde Trump, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak
tanıyan kendi deklarasyonuyla hızla devreye girdi. Eğer ki ilk iki gelişme
bölgede sarsıntılara yol açtıysa üçüncüsü depremi tetikledi.
Washington’ın en uzun süreli müttefiklerinden ikisi olan
Ürdün’ün Abdullah’ı ve Filistin’in Abbas’ı gemiyi resmen terk etti. Ürdün
Türkiye’ye, Suriye’ye ve İran’a elini uzatırken Abbas da ABD’nin arabuluculuk
için uygun aktör olmadığını ilan etti. Türkiye ile BAE arasındaki sessiz savaş,
yüksek sesli bir savaşa dönüştü.
Ağız dalaşı bir retweet üzerinden patlak verdi. BAE
Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayid en-Nahyan, İngilizlere karşı Medine’yi
müdafaa eden Fahreddin Paşa’yı halkın mallarını ve Hz. Muhammed’in kutsal
emanetlerini çalmakla suçlayan bir tweeti paylaştı.
Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın cevabı ise şu oldu:
“Benim ecdadım Medine’yi müdafaa ederken, be terbiyesiz, senin
ecdadın neredeydi?”
Erdoğan pazartesi günü ziyaret ettiği Sudan’da söyleminin
çıtasını yükseltti. Orada Türkiye bir dizi geniş kapsamlı stratejik, askeri ve
iktisadi anlaşmayı ilan etti.
Sudan Mısır için hayati. Afrika’ya açılan bir kapı olan
büyük bir ülke. Son iki yıldır Suudi Arabistan’la ilişkilerini düzeltmeye
çalışıyordu. Bu süreçte Türkiye ve Katar’la işbirliğini kesmiş ve bunun
sonuçları Libya’nın her yerinde İslamcı milisler tarafından hissedilmişti.
Bugün ise Sudan bir kez daha cenah değiştiriyor.
Bir Sudan mesajı
Daha evvel de yazdığım gibi Sudan, Yemen’deki Suudi
öncülüğündeki koalisyona en büyük sayıda kara birliğini sağlama rolünden bıkıp
usanmış durumda [Z.T.K. Sözkonusu yazının tercümesini
okumak için TIKLAYINIZ].
Gayriresmi haberlere göre Sudanlıların Yemen’den askerlerini çekme süreci
çoktan başladı bile.
Erdoğan’ın ziyaretinden birkaç gün evvel Sudan, Mısır’ın
Kızıldeniz’de kimsenin yaşamadığı Tiran ve Sanafir adalarını Riyad’a devretmeyi
kabul ettiği Suud-Mısır deniz sınır anlaşmasına itirazını BM’yi bildirdi. Bu
anlaşma Sudan’ın da nasırına bastı. Zira sözkonusu anlaşmayla Suudiler, Sudan
ile Mısır arasındaki Halayib üçgeni denilen ihtilaflı sınır bölgesini Mısır’ın
bir parçası olarak tanıdılar.
Erdoğan’ın ziyareti, Sudan’ın Riyad’a ve Kahire’ye bir
mesaj yollaması için iyi bir fırsattı. Türkiye Cumhurbaşkanı, doğudaki
Kızıldeniz’de bulunan Sevakin adasını geliştirmek üzere kendilerine tahsis
edildiğini duyurdu. Burası, günümüz modern donanması için hiçbir stratejik
değeri olmayan harap haldeki bir Osmanlı donanma limanı.
Ancak aynı ziyarette Türkiye, Katar ve Sudan genelkurmay
başkanları arasındaki askeri anlaşma önemliydi.
Sudan’ın mesajı Suudiler tarafından fark edildi. Ukaz gazetesi,
Türkiye’nin adayı yeniden inşa etmesine izin verıimesi kararını “Arap milli
güvenliğine yönelik açık bir tehdit” olarak niteledi. Gazete şöyle dedi:
“Türkiye, askeri yardım sunarak ve Afrika ülkelerinde kendisine üsler kurarak
Afrika Boynuzu’nda hegemonyasını dayatmaya çalışıyor. Kahire-Ankara ilişkileri
gerginken ve Mısır-Sudan arasında Halayib ve Şalatin ihtilafları tırmanırken
Sudan’da askeri üsler kurmak Mısır devletine karşı apaçık bir tehdittir.”
Gecenin zafer sarhoşluğunun ardından ertesi sabahın
sendromu
Peki, bir yıllık nefes kesici dramanın ardından Arap
dünyasının yeni şekli neye benziyor? Suudi Arabistan’ın nüfuz alanı daraldı.
2017’ye altı Körfez ülkesinin başı olarak girmiş ve [mayıs ayında] nüfusu
Müslüman çoğunluklu 55 ülkenin liderini Trump’ın radikal İslam dersini
dinlemesi için ülkesine davet etmişti.
2017’yi bu destekte bir kan kaybıyla bitiriyor. Zira
Suudiler Lübnan’ı tamamen kaybettiler.
Bir Sünni siyasetçinin deyimiyle, eğer ki İran,
Lübnan’daki kamuoyunu Suudi Arabistan aleyhine çevirmek için milyarlarca dolar
harcamış olsaydı, Suudilerin Hariri’yi istifaya zorlamaya çalışmakla kendi
kendilerine verdikleri kadar büyük bir zarara yol açamazlardı.
Muhammed bin Selman Trump’ı ve İsrail’i kendi yanında
tuttuğu sürece bunu bir mesele olarak görmüyor. Ama bu hesapta da üç hata var.
Birincisi, Trump’ın ABD başkanı olarak görevini
sürdüreceği varsayımı. [Z.T.K. Trump’ın eski baş
stratejisti] Steve Bannon bile bundan şüpheli. Vanity Fair dergisine
verdiği mülakatta Bannon, Trump’ın azledilmeden ya da Anayasa’nın 25. ek
maddesine dayanarak kabine tarafından görevinden alınmadan dört yıllık
başkanlık süresini tamamlama şansını sadece %30 olarak görüyor [Z.T.K. Sözkonusu
yazıyı okumak için TIKLAYINIZ].
Trump’sız bin Selman’ın büyük planı paramparça olur. Zira
her kim olursa olsun bir sonraki Amerikan başkanı aynı felaket yolu
izlemeyecektir.
İkincisi, yeniyetme Suudilere kıyasla Washington
siyasetini daha kurnazca okuyan İsrail. Bu yüzden sahada daha fazla fiilî
gerçeklikler yaratmak ve Kudüs çevresinde inşa ettiği yerleşimlerin duvarına
son tuğlayı yerleştirmek için acele ediyor.
İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu aceleci biri. Büyük
Kudüs’ün ilhakını tamamlamakla kalmayıp henüz iktidardayken Trump’a bunu
imzalatmak da istiyor.
Üçüncü hata, bin Selman’ın Kudüs kararında. Trump’ın
deklarasyonu, sadece bir gece içinde, 2011 Arap Baharı’yla ve ardından
karşı-devrimlerle gündemden düşen Filistin çatışmasını bir kez daha
Ortadoğu’nun temel meselesi haline getirdi. Artık Suriye temel mesele değil.
Sonuç olarak Filistinlilerin Üçüncü İntifada’yı
başlatmaktan başka bir seçeneği olmayacak. İsrailli güvenlik şefleri çoktandır
siyasi amirlerini sahadaki ruh hali konusunda uyarıyorlar. Gazze’deki gerilimin
2014 Gazze çatışmasının arifesindeki gerilimi hatırlattığını söylediler. [Z.T.K. The
Times of Israel’de yayınlanan ilgili haberi okumak için TIKLAYINIZ]
2018’i bekleyen şey işte tam da bu. Yeni Suudi tiranı
Muhammed bin Selman’ın bölgesel hegemon olma hırslarıyla yükselişi, şu an
Türkiye ve Sudan’ın askeri ve İran’ın da lojistik desteğini alan Katar cenahını
yeniden harekete geçirdi.
Filistin davası, yeniden ilgi odağına ve iki cenah
arasındaki ihtilafların merkezine dönüştü. Siyasal İslam güçlü bir oyuncu
olarak geri dönüyor. Yemen’de bütün kartları tüketmiş olan hem Suud’un Muhammed
bin Selman’ı hem de BAE’nin Muhammed bin Zayid’i şimdilerde Islah Partisi
liderlerine kur yapıyorlar. Siyasal İslamcılar, Kudüs meselesi üzerinden
Ürdün’deki ve Arap dünyasındaki gösterilerde güçlerini gösterdiler.
Yıl, kendi hayallerine göre ve kendi kazançlarına olacak
şekilde Ortadoğu’yu yeniden düzenleyebileceklerini düşünenler için kesin
sonuç [aldıkları zannı] ile başladı. [Zafer
sarhoşluğuyla] Kendi kendilerine verdikleri baş ağrısından henüz daha
yeni uyanıyorlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder