28 Aralık 2017 Perşembe

HARİRİ, NİÇİN SUUDİ ARABİSTAN’DA TUHAF ŞEKİLDE BİR MÜDDET KALDI?




Anne Barnard (2013’ten bu yana the New York Times’ın Beyrut büro şefi) & Maria Abi-Habib (daha evvel the New York Times’ın Ortadoğu muhabiri iken kısa süre evvel Güney Asya muhabiri oldu)
New York Times, 24.12.2017

Tercüme: Zahide Tuba Kor

NOT: Lütfen kaynak göstermeden tercümenin bir kısmını veya tamamını kullanmayınız, alıntılamayınız, yayınlamayınız

(…)
Lübnan Başbakanı Saad Hariri, Suudi Veliaht Prens Muhammed bin Selman’la çölde kampa gideceğini düşünerek tişört ve kot pantolon giymişti.
Ama cep telefonuna el konup korumalarından biri hariç diğerleri yanından uzaklaştırıldı, Suudi güvenlik güçleri tarafından itilip kakıldı ve hakarete uğradı. Ardından da aşağılanmanın zirve noktası geldi: Daha önce yazılmış bir istifa metni eline tutuşturuldu ve Suudi televizyon ekranlarında okumaya zorlandı.
Bir gün evvel Suudi başkenti Riyad’a çağrılmasının gerçek nedeni de buydu: Egemen bir lider değil de bir çalışan gibi, baskı altında istifa etmek ve kamuoyu önünde İran’ı suçlamak… Ekranlara çıkmadan evvel Riyad’daki evine uğramasına bile izin verilmedi, korumalarından bir takım elbise getirmelerini istemek zoruna kaldı.
Bu, sadece kendi ülkesinin değil tüm bölgenin güç yapılanmasını sarsmaya kararlı olan hırslı veliaht Prens Muhammed’in hikâyesindeki fasıllardan sadece biriydi. İçeride yüzlerce prensi ve işadamını yolsuzlukla mücadele adı altında hapsetti; dışarıda Yemen’de bir savaşa girişti ve Katar’la karşı karşıya geldi.
Sayın Hariri, Riyad’da hazır bulunmasının emredildiği gün, aslında Veliaht Prens’in daha genel bir savaşının sadece bir piyonuydu; yani Suudi Arabistan’ın kadim rakibi İran’ın bölgesel hırslarını dizginleme savaşının…
(…)

Cesur adımlar geri tepti
(…)
Prens Muhammed, komşu Yemen’de İran müttefiki isyancılara karşı çoktan bir savaş açtı ama bataklığa saplandı. Katar’ı abluka altına aldı ama bunu yapmakla Doha’yı İran’ın kucağına daha fazla itmiş oldu.
Şimdi ise Suudi patronuna yeterince itaatkâr addedilmeyen bir başka ülkenin başbakanını yerinden etmeye yöneldi. Prens şöyle bir mesaj yollamaya çalıştı: Lübnan’ın en güçlü siyasi aktörü olan -aynı zamanda İran’ın müttefiki- Hizbullah’ın daha da güçlenmesini engelleme vakti geldi. (…) Ama hiç beklenmedik bir sonuçla, Sayın Hariri yeni bir popülarite kazanarak görevinin başında ve Hizbullah da geçmişten çok daha güçlü durumda.
Suudi Arabistan’ın beceriksizce -belki de acemice- taktikleri ABD, Kuveyt, Ürdün, Mısır ve Sayın Hariri’nin Lübnan’daki Sünni partisinin çoğunluğu gibi en sadık müttefiklerini dahi kendisinden soğuttu. Uzmanlara ve yetkililere göre, Suudi Arabistan Lübnan’dan bazı küçük tavizler koparmış olabilir, ama bunlar diplomatik taarruza değecek türden şeyler muhtemelen değil.
(…) Bu türden tartışmalı/kavgacı hareketlerin aniden patlaması, bölge çapında savaş çalkantılarına yol açtı.
Endişelerin iyice artması üzerine Lübnanlı yetkililer, -epeydir korktukları- Suudi Arabistan’ın Lübnan’ın her an patlamaya hazır Filistin mülteci kamplarını istikrarsızlaştırmaya dayalı uzun vadeli planının önüne geçemeye çalıştılar. İki üst düzey Lübnanlı yetkilinin ve birçok Batılı diplomatın dediğine göre, Suudi Arabistan’ın veya Lübnan’daki müttefiklerinin, mülteci kamplarında veya başka yerlerde Hizbullah karşıtı bir milis grup kurmaya çalıştığına dair Beyrut’ta endişeler vardı. Bu türden entrikaların hiçbiri sonuç vermedi ve bir Suudi yetkili de bunların hiçbirini düşünmediklerini belirtti. [Z.T.K. Bu noktada bir hatırlatma yapmak isterim. 2007 yılında güneydeki bir Filistin mülteci kampında Fethu’ş-Şam isimli bir örgüt ortaya çıkmış, daha sonra 300 kadar mensubu kuzeydeki Nehru’l-Bârid mülteci kampına taşınmışlar; ardından Lübnan ordusu bu gruba savaş ilan edip on binlerce mültecinin yaşadığı kampın büyük kısmını yerle bir etmişti. Ben bu grubun da Suudi finansmanıyla Hizbullah’a karşı dengeleyici bir Sünni silahlı örgüt olarak kurgulandığı kanaatindeyim. Tarih de kritikti; 2006 Temmuz’undaki İsrail’le savaştan Hizbullah’ın başarılı çıkmasının ardından 2007’de yaşandı. Yani Filistin mülteci kamplarını bu türden işler için geçmişte de kullanmaya çalıştılar ama başarısız oldular]
Batılı ve Arap yetkililer, Suudilerin çevirdikleri bütün bu entrikalarla neyi murat ettiklerini hala daha çözmeye çalışıyor. Birçoğu, Lübnan’da bir iç kargaşayı, hatta bir savaşı kışkırtmayı hedeflemiş olabileceklerini göz ardı etmiyor.
Onlara göre net olan şu: Suudi Arabistan, içinde Hizbullah ile müttefiklerinin de bulunduğu Sayın Hariri’nin koalisyon hükümetini çökmeye zorlayarak, Hizbullah’ın gücünü azaltacak şekilde Lübnan siyasetinde safların yeniden belirlenmesini teşvik etmeye çalıştı.
Ancak Washington’daki Amerikan İlerleme Merkezi kıdemli araştırmacılarından Brian Katulis diyor ki, Prens Muhammed’in istediği cevval ve aktivist dış politikayı ustalıkla işlemek, “diğer ülkelerdeki siyasi dinamikleri kavrayacak bir derinliği ve bir gecede kurulması mümkün olmayan diplomatik bağlara [çok daha evvelden] yatırım yapmayı” gerektirir. “Günümüz Ortadoğu’sunda güç ve nüfuz rekabeti ciddi şekilde değişti ve Suudiler buna ayak uydurarak arayı kapatmaya çalışıyorlar. Bu da savaşlarla ve gerilimler parçalanmış Ortadoğu’da yeni yeni yanlış anlaşılmalar ve tırmanma riskini beraberinde getiriyor” diyerek sözlerine devam ediyor.

Baskı noktaları
Sayın Hariri ile Suudiler arasında problemler yıllardır alttan alta ısınmakta.
Tıpkı babası Refik Hariri gibi oğlu da siyasi kariyerini ve muazzam aile servetini Suudi desteğine borçlu. Ancak Suudiler, Sayın Hariri’nin hükümetinin (…) Hizbullah’a çok fazla hâkimiyet sağlamasından şikâyetçi.
(…) Hariri, Beyrut’a döndüğünde Suudilerin öfkesini yatıştırmak için aracılar yollayarak Hizbullah lideri Nasrallah’tan Suudi Arabistan’a karşı sert ve şiddetli söylemlerinin tonunu düşürmesini istedi.
(…)
3 Kasım’da Sayın Hariri’nin İran’ın Lübnan’la işbirliğini öven üst düzey İranlı yetkili Ali Ekber Velayeti ile bir araya gelmesi, Suudiler için bardağı taşıran son damla olabilir.
Saatler sonra Sayın Hariri, Suudi Kralı’ndan “hemen gel” mesajı aldı (…). (…)
(…)
Suudi Arabistan’ın Sayın Hariri’ye karşı kullanacağı birçok baskı noktaları var. Suudi Arabistan’daki yaklaşık 250 bin Lübnanlı işçiyi kovmakla tehdit ederek Lübnan ekonomisine zarar verebilirdi. Avanta/rüşvetin yaygın olduğu Suud’la yoğun iş bağlantılarına sahip Sayın Hariri’yi, aynı zamanda Suudi vatandaşlığı da bulunduğundan, şahsen de tehdit edilebilirdi. Zaten bir Arap diplomatın dediğine göre Sayın Hariri yolsuzluk suçlamalarıyla da tehdit edildi.
(…)
[İstifa açıklamasından] Birkaç saat sonra Suudi yetkililer yolsuzluk suçlamasıyla göz altılara başladığında yakalananlar arasında Sayın Hariri’nin iki eski iş ortağının da bulunması, kendi durumunun da hiç sağlam olmadığını hatırlatıyordu.

Gerçekçi olmayan beklentiler
Batılı diplomatların ve Lübnanlı yetkililerin anlattıklarına göre, Suudiler Lübnan’da istifanın dışarıdan göründüğü gibi kabul edilip Hizbullah’ın muhaliflerinden kitlesel bir destek alacağını beklediler. Ama Lübnan, istifaya kitlesel bir şüpheyle tepki verdi. Kimse sokaklara çıkmadı. Hizbullah’ın müttefiki olan Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Aun da Sayın Hariri bizzat kendisi gelip sunmadan istifasını kabul etmedi.
(…)
Yetkililerin anlattığına göre Sayın Hariri, sonunda Suudi korumalarla birlikte Riyad’daki evine gönderilerek misafir odasında tutuldu, eşi ve çocuklarını görmesi ise yasaklandı. Günler sonra birçok Batılı büyükelçi kendisini evinin salonda ziyaret etti; ancak ne denli serbest olduğu konusunda edindikleri izlenimler birbiriyle çelişkiliydi. Zira diplomatlar, sürekli salonda duran iki Suudi korumanın dışarı çıkmasını istediklerinde Sayın Hariri, her defasında “Hayır, burada kalabilirler” cevabını vermiş.
(…)
Bu arada Suudi prens, uluslararası endişeleri umursamadan, Filistin lideri Mahmud Abbas’ı da Riyad’a davet etti ve Filistin siyasetiyle ilgili birtakım talimatlar verdi. Yetkililer, Riyad’da Sayın Abbas’a ne söylendiği konusunda ihtilaf içindeler. Ama Lübnanlı yetkililer teyakkuza geçtiler. Üç Lübnanlı yetkilinin anlattığına göre, Lübnan iç istihbarat şefi General Abbas İbrahim’i ve bir Filistin heyetini Sayın Abbas’tan bilgi almak üzere alelacele Ürdün’ün başkenti Amman’a gönderdiler.
Birçok nedenden ötürü ciddi bir endişe sözkonusuydu. Üst düzey bir Lübnanlı yetkiliye göre, Suudilerin Sayın Abbas’a tavsiyeleri, Lübnan’da her an alevlenebilir durumdaki Filistin mülteci kamplarını istikrarsızlaştırabilirdi. Lübnanlı ve Filistinli yetkililerin yanısıra Batılı bir diplomatın da anlattığı üzere, -ayrı bir vaka olarak- Suudilerin Lübnanlı bir müttefiki, bir Filistin mülteci kampındaki cihatçı grupları Hizbullah’a karşı silahlı bir “Sünni direniş” örgütü kurması konusunda teşvik etmiş, ama bu fikir o denli tehlikeli ki cihatçılar bile bunu reddetmiş.
Suudiler ve Sayın Abbas’ın sözcüsü ise bu anlatımları yalanladılar.
(…)
Fransa, ABD, Mısır ve diğer ülkelerin yoğun diplomasisi sayesinde Sayın Hariri’nin Suudi Arabistan’dan ayrılmasına izin veren bir anlaşmaya varıldı.
Bu anlaşmaya dahil olan Lübnanlı yetkililer ile Batılı ve Arap diplomatların söylediklerine göre, Veliaht Prens, Sayın Hariri’yi bir görevle ülkesine geri yolladı: Hizbullah’a savaşçılarını Yemen’den geri çektirmek. Aynı Batılı ve Arap diplomatlara göre bu talep, Prens’in -zaman zaman “Riyad’ın Vietnamı’ı” olarak da anılan- Yemen’i iyi bilen biri olmadığının ispatı. Batılı bir diplomata göre Hizbullah’ın Yemen’deki savaşçılarının sayısı sadece 50 olup buradaki Husi isyancıların eğitimi ve kaynak aktarımında İran çok daha büyük bir rol oynuyor. [Z.T.K. Son cümledeki bilginin doğruluğundan emin değilim; zira İran’ın Arap bölgelerde Hizbullah üzerinden bu tür işleri yürütmeyi tercih ettiğine dair bir bilgi hatırlıyorum. Yemen’de de başlangıçta Hizbullah etkiliydi, ama şu anki durumu bilmiyorum.]
Lübnanlı bir yetkiliye göre, Yemen’deki savaşı sonlandırmak için Beyrut “yanlış bir posta kutusu.” [Z.T.K. Lübnan’a “posta kutusu” denir, çünkü küresel ve bölgesel güçlerin Ortadoğu’da birbirine mesaj yollamak için kullandıkları bir alandır. Suikastlar, krizler hep bu türden birer araçtır.]
Riyad, kargaşadan çıkış için bir şeyler aldı. Lübnanlı yetkililer, Suudi karşıtı söylemini yumuşatabilmek ve Beyrut’taki Husi yanlısı bir televizyon istasyonunu kapatabilmek için Hizbullah’la bir anlaşmaya varmaya çalışıyorlar.
Sayın Hariri Riyad’ı yatıştırabilir mi net değil. Son dönemde Sayın Nasrallah’ın konuşmalarında Prens Muhammed’i eleştirmemesi ve çarşamba günü de Yemen’de barış görüşmeleri çağrısı yapması önemli bir adım. Ancak salı günü Yemen’in Husileri Riyad’a bir füze daha attılar.


Bu habere/yazıya katkıda bulunanlar Paris’ten Alissa J. Rubin, Beyrut’tan Ben Hubbard ve Hwaida Saad, Kahire’den Nour Youssef, Ramallah’tan David M. Halbfinger ve Rami Nazzal, Washington’dan Gardiner Harris

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder