Anne Barnard (2013’ten bu yana the New York
Times’ın Beyrut büro şefi) & Maria
Abi-Habib (daha evvel the New York Times’ın Ortadoğu
muhabiri iken kısa süre evvel Güney Asya muhabiri oldu)
New York Times, 24.12.2017
Tercüme:
Zahide Tuba Kor
NOT:
Lütfen kaynak göstermeden tercümenin bir kısmını veya tamamını
kullanmayınız, alıntılamayınız, yayınlamayınız
(…)
Lübnan Başbakanı
Saad Hariri, Suudi Veliaht Prens Muhammed bin Selman’la çölde kampa gideceğini
düşünerek tişört ve kot pantolon giymişti.
Ama cep telefonuna
el konup korumalarından biri hariç diğerleri yanından uzaklaştırıldı, Suudi
güvenlik güçleri tarafından itilip kakıldı ve hakarete uğradı. Ardından da
aşağılanmanın zirve noktası geldi: Daha önce yazılmış bir istifa metni eline
tutuşturuldu ve Suudi televizyon ekranlarında okumaya zorlandı.
Bir gün evvel
Suudi başkenti Riyad’a çağrılmasının gerçek nedeni de buydu: Egemen bir lider
değil de bir çalışan gibi, baskı altında istifa etmek ve kamuoyu önünde İran’ı
suçlamak… Ekranlara çıkmadan evvel Riyad’daki evine uğramasına bile izin
verilmedi, korumalarından bir takım elbise getirmelerini istemek zoruna kaldı.
Bu, sadece kendi
ülkesinin değil tüm bölgenin güç yapılanmasını sarsmaya kararlı olan hırslı
veliaht Prens Muhammed’in hikâyesindeki fasıllardan sadece biriydi. İçeride
yüzlerce prensi ve işadamını yolsuzlukla mücadele adı altında hapsetti;
dışarıda Yemen’de bir savaşa girişti ve Katar’la karşı karşıya geldi.
Sayın Hariri,
Riyad’da hazır bulunmasının emredildiği gün, aslında Veliaht Prens’in daha genel
bir savaşının sadece bir piyonuydu; yani Suudi Arabistan’ın kadim rakibi İran’ın
bölgesel hırslarını dizginleme savaşının…
(…)
Cesur adımlar geri tepti
(…)
Prens Muhammed,
komşu Yemen’de İran müttefiki isyancılara karşı çoktan bir savaş açtı ama
bataklığa saplandı. Katar’ı abluka altına aldı ama bunu yapmakla Doha’yı
İran’ın kucağına daha fazla itmiş oldu.
Şimdi ise Suudi
patronuna yeterince itaatkâr addedilmeyen bir başka ülkenin başbakanını
yerinden etmeye yöneldi. Prens şöyle bir mesaj yollamaya çalıştı: Lübnan’ın en
güçlü siyasi aktörü olan -aynı zamanda İran’ın müttefiki- Hizbullah’ın daha da
güçlenmesini engelleme vakti geldi. (…) Ama hiç beklenmedik bir sonuçla, Sayın
Hariri yeni bir popülarite kazanarak görevinin başında ve Hizbullah da
geçmişten çok daha güçlü durumda.
Suudi
Arabistan’ın beceriksizce -belki de acemice- taktikleri ABD, Kuveyt, Ürdün,
Mısır ve Sayın Hariri’nin Lübnan’daki Sünni partisinin çoğunluğu gibi en sadık
müttefiklerini dahi kendisinden soğuttu. Uzmanlara ve yetkililere göre, Suudi
Arabistan Lübnan’dan bazı küçük tavizler koparmış olabilir, ama bunlar
diplomatik taarruza değecek türden şeyler muhtemelen değil.
(…) Bu türden
tartışmalı/kavgacı hareketlerin aniden patlaması, bölge çapında savaş
çalkantılarına yol açtı.
Endişelerin
iyice artması üzerine Lübnanlı yetkililer, -epeydir korktukları- Suudi Arabistan’ın
Lübnan’ın her an patlamaya hazır Filistin mülteci kamplarını
istikrarsızlaştırmaya dayalı uzun vadeli planının önüne geçemeye çalıştılar.
İki üst düzey Lübnanlı yetkilinin ve birçok Batılı diplomatın dediğine göre,
Suudi Arabistan’ın veya Lübnan’daki müttefiklerinin, mülteci kamplarında veya
başka yerlerde Hizbullah karşıtı bir milis grup kurmaya çalıştığına dair
Beyrut’ta endişeler vardı. Bu türden entrikaların hiçbiri sonuç vermedi ve bir
Suudi yetkili de bunların hiçbirini düşünmediklerini belirtti. [Z.T.K. Bu noktada bir hatırlatma
yapmak isterim. 2007 yılında güneydeki bir Filistin mülteci kampında
Fethu’ş-Şam isimli bir örgüt ortaya çıkmış, daha sonra 300 kadar mensubu kuzeydeki
Nehru’l-Bârid mülteci kampına taşınmışlar; ardından Lübnan ordusu bu gruba
savaş ilan edip on binlerce mültecinin yaşadığı kampın büyük kısmını yerle bir
etmişti. Ben bu grubun da Suudi finansmanıyla Hizbullah’a karşı dengeleyici bir
Sünni silahlı örgüt olarak kurgulandığı kanaatindeyim. Tarih de kritikti; 2006
Temmuz’undaki İsrail’le savaştan Hizbullah’ın başarılı çıkmasının ardından
2007’de yaşandı. Yani Filistin mülteci kamplarını bu türden işler için geçmişte
de kullanmaya çalıştılar ama başarısız oldular]
Batılı ve Arap
yetkililer, Suudilerin çevirdikleri bütün bu entrikalarla neyi murat ettiklerini
hala daha çözmeye çalışıyor. Birçoğu, Lübnan’da bir iç kargaşayı, hatta bir savaşı
kışkırtmayı hedeflemiş olabileceklerini göz ardı etmiyor.
Onlara göre net
olan şu: Suudi Arabistan, içinde Hizbullah ile müttefiklerinin de bulunduğu
Sayın Hariri’nin koalisyon hükümetini çökmeye zorlayarak, Hizbullah’ın gücünü
azaltacak şekilde Lübnan siyasetinde safların yeniden belirlenmesini teşvik
etmeye çalıştı.
Ancak Washington’daki
Amerikan İlerleme Merkezi kıdemli araştırmacılarından Brian Katulis diyor ki, Prens
Muhammed’in istediği cevval ve aktivist dış politikayı ustalıkla işlemek,
“diğer ülkelerdeki siyasi dinamikleri kavrayacak bir derinliği ve bir gecede
kurulması mümkün olmayan diplomatik bağlara [çok
daha evvelden] yatırım yapmayı” gerektirir. “Günümüz Ortadoğu’sunda güç ve
nüfuz rekabeti ciddi şekilde değişti ve Suudiler buna ayak uydurarak arayı kapatmaya
çalışıyorlar. Bu da savaşlarla ve gerilimler parçalanmış Ortadoğu’da yeni yeni
yanlış anlaşılmalar ve tırmanma riskini beraberinde getiriyor” diyerek
sözlerine devam ediyor.
Baskı noktaları
Sayın Hariri ile
Suudiler arasında problemler yıllardır alttan alta ısınmakta.
Tıpkı babası
Refik Hariri gibi oğlu da siyasi kariyerini ve muazzam aile servetini Suudi
desteğine borçlu. Ancak Suudiler, Sayın Hariri’nin hükümetinin (…) Hizbullah’a
çok fazla hâkimiyet sağlamasından şikâyetçi.
(…) Hariri, Beyrut’a
döndüğünde Suudilerin öfkesini yatıştırmak için aracılar yollayarak Hizbullah
lideri Nasrallah’tan Suudi Arabistan’a karşı sert ve şiddetli söylemlerinin
tonunu düşürmesini istedi.
(…)
3 Kasım’da Sayın
Hariri’nin İran’ın Lübnan’la işbirliğini öven üst düzey İranlı yetkili Ali
Ekber Velayeti ile bir araya gelmesi, Suudiler için bardağı taşıran son damla
olabilir.
Saatler sonra
Sayın Hariri, Suudi Kralı’ndan “hemen gel” mesajı aldı (…). (…)
(…)
Suudi
Arabistan’ın Sayın Hariri’ye karşı kullanacağı birçok baskı noktaları var.
Suudi Arabistan’daki yaklaşık 250 bin Lübnanlı işçiyi kovmakla tehdit ederek
Lübnan ekonomisine zarar verebilirdi. Avanta/rüşvetin yaygın olduğu Suud’la
yoğun iş bağlantılarına sahip Sayın Hariri’yi, aynı zamanda Suudi vatandaşlığı
da bulunduğundan, şahsen de tehdit edilebilirdi. Zaten bir Arap diplomatın
dediğine göre Sayın Hariri yolsuzluk suçlamalarıyla da tehdit edildi.
(…)
[İstifa açıklamasından] Birkaç saat
sonra Suudi yetkililer yolsuzluk suçlamasıyla göz altılara başladığında
yakalananlar arasında Sayın Hariri’nin iki eski iş ortağının da bulunması,
kendi durumunun da hiç sağlam olmadığını hatırlatıyordu.
Gerçekçi olmayan beklentiler
Batılı
diplomatların ve Lübnanlı yetkililerin anlattıklarına göre, Suudiler Lübnan’da
istifanın dışarıdan göründüğü gibi kabul edilip Hizbullah’ın muhaliflerinden
kitlesel bir destek alacağını beklediler. Ama Lübnan, istifaya kitlesel bir
şüpheyle tepki verdi. Kimse sokaklara çıkmadı. Hizbullah’ın müttefiki olan
Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Aun da Sayın Hariri bizzat kendisi gelip sunmadan
istifasını kabul etmedi.
(…)
Yetkililerin
anlattığına göre Sayın Hariri, sonunda Suudi korumalarla birlikte Riyad’daki evine
gönderilerek misafir odasında tutuldu, eşi ve çocuklarını görmesi ise yasaklandı.
Günler sonra birçok Batılı büyükelçi kendisini evinin salonda ziyaret etti;
ancak ne denli serbest olduğu konusunda edindikleri izlenimler birbiriyle çelişkiliydi.
Zira diplomatlar, sürekli salonda duran iki Suudi korumanın dışarı çıkmasını
istediklerinde Sayın Hariri, her defasında “Hayır, burada kalabilirler”
cevabını vermiş.
(…)
Bu arada Suudi
prens, uluslararası endişeleri umursamadan, Filistin lideri Mahmud Abbas’ı da Riyad’a
davet etti ve Filistin siyasetiyle ilgili birtakım talimatlar verdi.
Yetkililer, Riyad’da Sayın Abbas’a ne söylendiği konusunda ihtilaf içindeler.
Ama Lübnanlı yetkililer teyakkuza geçtiler. Üç Lübnanlı yetkilinin anlattığına
göre, Lübnan iç istihbarat şefi General Abbas İbrahim’i ve bir Filistin
heyetini Sayın Abbas’tan bilgi almak üzere alelacele Ürdün’ün başkenti Amman’a
gönderdiler.
Birçok nedenden
ötürü ciddi bir endişe sözkonusuydu. Üst düzey bir Lübnanlı yetkiliye göre,
Suudilerin Sayın Abbas’a tavsiyeleri, Lübnan’da her an alevlenebilir durumdaki
Filistin mülteci kamplarını istikrarsızlaştırabilirdi. Lübnanlı ve Filistinli
yetkililerin yanısıra Batılı bir diplomatın da anlattığı üzere, -ayrı bir vaka
olarak- Suudilerin Lübnanlı bir müttefiki, bir Filistin mülteci kampındaki
cihatçı grupları Hizbullah’a karşı silahlı bir “Sünni direniş” örgütü kurması
konusunda teşvik etmiş, ama bu fikir o denli tehlikeli ki cihatçılar bile bunu
reddetmiş.
Suudiler ve
Sayın Abbas’ın sözcüsü ise bu anlatımları yalanladılar.
(…)
Fransa, ABD,
Mısır ve diğer ülkelerin yoğun diplomasisi sayesinde Sayın Hariri’nin Suudi
Arabistan’dan ayrılmasına izin veren bir anlaşmaya varıldı.
Bu anlaşmaya
dahil olan Lübnanlı yetkililer ile Batılı ve Arap diplomatların söylediklerine
göre, Veliaht Prens, Sayın Hariri’yi bir görevle ülkesine geri yolladı:
Hizbullah’a savaşçılarını Yemen’den geri çektirmek. Aynı Batılı ve Arap
diplomatlara göre bu talep, Prens’in -zaman zaman “Riyad’ın Vietnamı’ı” olarak
da anılan- Yemen’i iyi bilen biri olmadığının ispatı. Batılı bir diplomata göre
Hizbullah’ın Yemen’deki savaşçılarının sayısı sadece 50 olup buradaki Husi
isyancıların eğitimi ve kaynak aktarımında İran çok daha büyük bir rol oynuyor.
[Z.T.K. Son cümledeki bilginin
doğruluğundan emin değilim; zira İran’ın Arap bölgelerde Hizbullah üzerinden bu
tür işleri yürütmeyi tercih ettiğine dair bir bilgi hatırlıyorum. Yemen’de de
başlangıçta Hizbullah etkiliydi, ama şu anki durumu bilmiyorum.]
Lübnanlı bir
yetkiliye göre, Yemen’deki savaşı sonlandırmak için Beyrut “yanlış bir posta
kutusu.” [Z.T.K. Lübnan’a “posta
kutusu” denir, çünkü küresel ve bölgesel güçlerin Ortadoğu’da birbirine mesaj
yollamak için kullandıkları bir alandır. Suikastlar, krizler hep bu türden
birer araçtır.]
Riyad,
kargaşadan çıkış için bir şeyler aldı. Lübnanlı yetkililer, Suudi karşıtı
söylemini yumuşatabilmek ve Beyrut’taki Husi yanlısı bir televizyon istasyonunu
kapatabilmek için Hizbullah’la bir anlaşmaya varmaya çalışıyorlar.
Sayın Hariri
Riyad’ı yatıştırabilir mi net değil. Son dönemde Sayın Nasrallah’ın
konuşmalarında Prens Muhammed’i eleştirmemesi ve çarşamba günü de Yemen’de
barış görüşmeleri çağrısı yapması önemli bir adım. Ancak salı günü Yemen’in
Husileri Riyad’a bir füze daha attılar.
Bu habere/yazıya katkıda bulunanlar Paris’ten Alissa
J. Rubin, Beyrut’tan Ben Hubbard ve Hwaida Saad, Kahire’den Nour Youssef,
Ramallah’tan David M. Halbfinger ve Rami Nazzal, Washington’dan Gardiner Harris
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder