28 Nisan 2020 Salı

G.FRIEDMAN: BÜYÜK BUHRAN’DA NE YAŞANDI? BİR BENZERİ KAPIDA MI?




BÜYÜK BUHRAN’DA NE YAŞANDI? BİR BENZERİ KAPIDA MI?

George Friedman (Jeopolitik öngörüleriyle meşhur Amerikalı stratejist ve siyaset bilimci; Geopolitical Futures’ın kurucusu ve yöneticisi; geçmişte Stratfor’un kurucusu ve 2015 yılına kadar başkanıydı)
Geopolitical Futures, 21.4.2020

Tercüme ve editoryal katkı: Zahide Tuba Kor

NOT: Bu özet tercüme Fikir Turu web sitesinde 28.4.2020 tarihinde yayınlanmıştır.

İngilizcesi “Recession and Depression” başlığıyla yayınlanan yazının tamamını okumak için TIKLAYINIZ

NOT: Blogda yer alan 800 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Kaynak göstermeden blogdaki yazı, tercüme ve infografikleri kullanmamanız önemle rica olunur.

Spot: İktisadi durgunluk ve buhran arasındaki farklar neler? Hangisine yakınız? Büyük Buhran ve bunalımlar hangi siyasi liderleri yarattı? Tarihte buhran ve bunalımdan çıkışın yolu ne oldu? Koronavirüs salgınıyla savaş arasında benzerlik var mı? Dünya bunalım noktasında mı? George Friedman’ın analizi…

Koronavirüsün yol açtığı belirsizlik içinde dünyada dengeler altüst olmuş durumda. Salgını kontrol altına almaya dönük tedbirlerin de tetiklemesiyle dünya iktisadi durgunluğa çoktan girdi. Ancak daha vahimi olabilir mi? Geçen yüzyılda iki savaş arası dönemde yaşanan ve on yıl sonra tarihin en kanlı savaşını tetikleyen 1929 Büyük Buhranı’nın bir benzeri kapıda mı?
Bu önemli konuyu, jeopolitik öngörüleriyle meşhur bir stratejist olan George Friedman, kurucusu ve başkanı olduğu Geopolitical Futures adlı web sitesinde 21 Nisan’da yayınlanan “Durgunluk ve Bunalım” başlıklı yazısında ele almış. Daha evvel Friedman 1996’da kurduğu Stratfor’un başkanlığını 19 yıl boyunca yürütmüştü.
Friedman, iktisadi durgunluğu iş döngüsünün acı verici ama hayati bir parçası; buhranları ise iktisadi olayların değil, savaşlar veya hastalık gibi -ekonomilerin yanı sıra insanlığın çok büyük bir kısmını kırıp geçiren- harici saiklerin bir sonucu olarak görüyor. Tam da bu yüzden “Hâlihazırda iktisadi bunalım içinde miyiz yoksa durgunlukta mıyız?” sorusu, yazara göre, salt akademik bir konu değil, aynı zamanda insanlığın karşı karşıya kaldığı en önemli soru. Zira bunalımdan kurtulmak, durgunluğa kıyasla, çok daha uzun ve sancılı bir süreç olacaktır.
Friedman’a göre, bunalımlar salt iktisadi saikli gelişmeler olmadığından derinliğini sadece iktisadi tedbirlerle ölçmek yetersizdir. Çünkü bir bunalımın ölçüsü, bir neslin umutlarını ve hayallerini ne denli yıktığıyla bağlantılıdır; normalde kolay erişilebilir olanı akıl almaz şekilde çok uzak kılar, başarılı insanları alıp sefalete düşürür.

Bunalımlar savaş mı doğurur?
“ABD, İkinci Dünya Savaşı’ndaki son bunalımından doğdu” diyen Friedman, üzerinden neredeyse yüzyıl geçen bu bunalımın bir savaşla patlak verdiğini ve yine bir savaşla çözüldüğünü hatırlatıyor ve şöyle devam ediyor:
“Birinci Dünya Savaşı Avrupa’nın ekseriyetinde büyük bir bunalım yarattı. Almanya bilhassa Versay [Barış] Antlaşması’yla gaddarca parçalandı; ama İngiltere, Rusya ve Polonya da farklı şekillerde enkaza döndü. Bunalımın nedeni, dört yıl boyunca çoğunluğunu gelecek nesillerin oluşturduğu en az 20 milyon Avrupalının hayatını kaybetmesiydi. Dört yıl boyunca ekonomiler silah ve mühimmat üretimine odaklandı. Savaş sonrası nevrozu yaşayan askerler, -endüstriyel planları sadece savaşa odaklı olan ve sevgili hemşehrilerinin teşekkürlerine mazhar oldukları- savaş sonrası dumura uğramış ülkelerine geri döndüler. Hayal ettikleri geleceklere dönemediler, ama sonra savaşa gitmeyenlerin de geleceği paramparça oldu.”
İktisatçıların 1920’lerde iktisadi büyümenin kaydedildiği dönemlere işaret etmeyi sevdiklerini, ancak ara ara yaşanan bu büyümenin kendi bunalım tanımını hiçbir şekilde etkilemediğini belirtiyor. Zira Friedman, ayakkabı mağazasına sahip olma ümidindeki bir askerin cepheden vatanına döndüğünde artık ayakkabıların satın alınmayıp sadece tamir edilebildiği bir ülkede kendini bulması örneği üzerinden “kayıp nesil”lere işaret ediyor.
[1917-1918 arasında] Sadece bir yıl savaşan ve ekonomisi işleyen ABD’nin bir istisna oluşturduğuna dikkat çekiyor. “Hayalleri büyük ölçüde canlı kaldı, ama bir süreliğine” diye ekliyor. Zira “Avrupa’daki bunalımın devam etmesi ABD’nin ihracatçı rolünü sürdüremeyeceği anlamına geliyordu. Bunun yerine, Amerikalılardan daha düşük ücretlerle çalışan Avrupalılar, ABD’de Amerikan ürünlerinin fiyatlarını kırdırıp yok pahasına sattırdı. Washington’ın cevabı, küresel ticaretin yapısını değiştiren ve ABD’yi de zayiata uğrayanlar listesine ekleyen Avrupa mallarına karşı gümrük vergisi koymak oldu.”

Büyük Buhran hangi liderleri yarattı?
Yazar, 1929 Büyük Buhranı’nı yaşayan bu neslin İkinci Dünya Savaşı’nı büyük umut olarak gördüğünü hatırlatıyor ve şöyle devam ediyor:
“Bunalımlar siyasi bir olay haline gelir. Böyle zamanlarda iyi iş çıkaran ve bunalımın sürmesini isteyenler vardır. Bir bunalımın alttan alta yaşandığını anlayamayacak kadar çok zengin ya da fakir olanlar da vardır. Ve iki tür siyasetçi öne çıkar: [Kendine] sanki ne yapacağını biliyormuş süsü verip kimsenin bunu fark etmeyeceğini zanneden ve zamanın ruhuna uymayan eski ideolojiye başvuranlar yahut bir kriz anında insanların durumu umursayan ve plan yapanlar etrafında toplanacağını bilen az sayıda siyasetçi.”
Bu siyasetçi tipolojisi üzerinden buhrandan etkilenen ülkeleri şu şekilde değerlendiriyor:
“Bu ikinci gruptaki politikacılardan biri de Lenin’di. Rusya tamamen paramparça olmuştu. Liderler durumu umursamamıştı. Lenin ise umursamıştı ve ne yapacağını da biliyordu. Şu meşhur sözü söylemişti: ‘Kabuğunu kırmadan pasta yapamazsın.’ (…) Ancak Rusya için yapılabilecek çok az şey vardı.”
“Almanya’da işsizliğin sorunun temeli olduğunu kabul eden ve faşizmi buna bir çözüm olarak sunan bir lider vardı; tabii hayati olan, suçlanacak bir günah keçisi eşliğinde. İşletmeleri olduğu gibi yerinde bırakarak ekonomiyi millileştirdi ve çılgınca alkışlar altında Yahudileri hain olarak belirledi.”

Bunalıma çare teşvik paketi mi savaş mı oldu?
Yazar, -Hitler ve Lenin gibi- canavarvari olanların bunalımlarda başarıya ulaştığı, -ABD ve diğer Avrupa liderleri gibi- dürüst ve terbiyelilerin ise bunalımın saldığı güçleri kontrol edemediği iddiasında. Bu bağlamda ABD Başkanı Franklin Roosevelt’in [Büyük Buhran’ın yaralarını sarmak ve ekonomiyi kurtarmak amacıyla 1933-1939 yılları arasında yaptığı bir dizi program, kamu projesi, mali reform ve düzenlemeleri içeren] ‘Yeni Anlaşması (New Deal)’nın da bazılarına yaradığını, ancak gerçeği değiştirmediğini vurguluyor.
“İkinci Dünya Savaşı tüm zamanların en büyük teşvik paketini sundu. (…) Sonunda çözüm Merkez Bankası değil, silahlı kuvvetler tarafından bulundu.” diye ekliyor. Ardından İkinci Dünya Savaşı sonrasında başlayan Soğuk Savaş sürecini anlatıyor:
“İkinci Dünya Savaşı, ABD hariç, bunalımı sona erdirmedi. Avrupa bir kez daha bunalıma düştü. Çin ve Japonya enkaza dönmüştü. Ben çocukken malların üzerindeki ‘Made in Japan’ ibaresi gülüşmelere yol açar, ucuz ve beş para etmez mal diye düşünülürdü. Çözüm, Amerikalıların Sovyetlerden korkması ve müttefikler için yardım paketleri ve ABD’ye ucuz mal satma hakkı vermesi sayesinde geldi. Avrasya’nın kalifiye işçileri, ya Sovyetler tarafından nesiller boyu bunalıma sürüklenecekler ya da Amerikalılar tarafından toparlanmaları sağlanacaktı. Bunalımlar ile savaş ihtimali bir kez daha kol kolaydı.”

Koronavirüs kriziyle savaş arasındaki benzerlikler neler?
Yazar, şu an yaşadığımız koronavirüs krizi ile savaş arasında yine benzerlikler olduğunu savunuyor: “Devlet, sonuçlarını dikkate almadan insanları seferber ediyor. İşgücünün tamamı ya da büyük bir kısmı işinden uzaklaştırılıyor. Okullar kapalı. En önemlisi korkuyoruz. (…) Düşman, virüsten kaynaklı ölüm. Eğilip siper alıyoruz; savaşın kuralı, zafer için ödenmeyecek hiçbir bedel yoktur.”
Friedman, bu benzerliği kursa da savaşta zafer ile koronavirüse karşı zaferin zannettiğimizden çok farklı olduğu kanaatinde. Virüsün kendi başına veya bir aşıyla ortadan kalkması ve dünyanın eski haline dönmesi beklense de “Savaşlarda ve bunalımlarda sorun şu ki, dünya bir daha eski haline geri dönmez” diyor. En hafif haliyle hayatta kalanların hayallerini değiştirmek zorunda kalacaklarını vurguluyor.

Henüz bütün dünya bunalım noktasında değil
Friedman henüz [bir bütün olarak] bunalım noktasına ulaşılmadığı kanaatinde. Ancak dünyanın bir kısmı bu noktaya ulaşmış olabilir diye de not düşüyor. “Aşıların ve açılımların aciliyeti, kırılma noktasına ulaşıldığı korkusunu yansıtıyor, ancak ABD hakkındaki kitabımda [Sessizlik Öncesi Fırtına: Amerika’nın Uyumsuzluğu, 2020’lerin Eli Kulağındaki Krizi ve Ötesindeki Zafer] yazdığım gibi biz, benzersiz şekilde yaratıcı bir halkız ve bu da nihayetinde teknik bir mesele.” diyor.
Friedman yazısını şöyle tamamlıyor: “Yine de maziyi hatırda tutmak faydalı olur. 20. yüzyılın ilk yarısında ekonomi, savaşın bir esiriydi ve dönemin tarih kitaplarındaki iddiaların aksine, belirleyici olan iktisat teorisi değildi. Siyasi sistemler ödenecek bedele karar veriyordu ve bu bedel can kaybı açısından muazzamdı. Bütün bu denklemde de iç karartıcı gerçeklik şu ki, tıp mesleğinin olağanüstü bir yöntemi olmadığı sürece, ölümü kabul etmeden bunu çözmek zor olacaktır.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder