6 Ekim 2017 Cuma

H.JAMES: ALMANYA’NIN WEIMAR HAYALETLERİ



ALMANYA’NIN WEIMAR HAYALETLERİ

Harold James (Alman iktisat tarihi ve küreselleşme uzmanı Princeton Üniversitesi Tarih ve Uluslararası İlişkiler profesörü ve Uluslararası Yönetişimde Yenilik Merkezi kıdemli araştırmacısı)
Project Syndicate, 25.9.2017

Tercüme: Zahide Tuba Kor

Almanya seçim sonuçları tuhaf bir paradoks sunuyor. Şansölye Angela Merkel’in Hristiyan Demokrat Birliği (CDU) şüphesiz en güçlü parti ve onsuz yeni bir hükümet kurulaması düşünülemez. Ancak hem CDU hem de eski koalisyon ortağı Sosyal Demokratlar (SPD) başarılı olamadı. Partinin %5,2’lik oy kaybıyla %20,4 oranında oy almasına SPD liderlerinin ilk tepkisi muhalefette kalmayı benimsemek yönünde oldu.
İktidardan kaçış şeklindeki bu tepki, Almanya’nın iki savaş arası dönemde kısa ömürlü demokratik tecrübesi olan Weimar Cumhuriyeti siyasetinin karakteristiğiydi. 1949’da Federal Cumhuriyet’in kurulmasından bu yana Alman siyasetine musallat olan bir soru var: Acaba radikal Sağ’ın bir zaferiyle Weimar tecrübesi tekerrür edebilir mi? İşte böyle bir radikal parti olan Almanya İçin Alternatif (AfD), İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk kez Alman meclisi Bundestag’a girmiş durumda.
Weimar’la paralellikler sözkonusu. 1929 Büyük Buhran öncesinin görece istikrarlı yıllarında hükümete katılmış siyasi partiler seçmenlerce cezalandırılmış ve kendini alternatif veya protesto partileri olarak sunanlarsa ödüllendirilmişti. 1924-28 arasında ılımlı Sağ koalisyon hükümetindeydi ve ardından bunun büyük bir acısını çekti; 1928 sonrası SPD benzer şekilde koalisyon ortağı olduğu için cezalandırıldı.
Ardından Büyük Buhran gelip çattı ve bu mekanizma çok daha etkili uygulandı: hükümeti –veya giderek radikalleşen muhalefetin deyimiyle sistemi– desteklemek siyasi bir suikasttı. Seçmenlerin hükümette kalan siyasetçileri çok daha feci şekilde cezalandırmasıyla sonuç, sorumluluktan kaçış oldu.
Eğer ki Almanya seçim sonuçlarından iyimser olmak için ortada bir neden varsa o da sonucun günümüz Avrupa normlarına benzemesinde yatıyor. AfD’nin %13’lük oyu, nisan ayında –radikal popülizmin yenilgisi olarak görülen– Hollanda seçimlerinde popülist Geert Wilders’ınkiyle neredeyse aynı oran. Almanların kahir ekseriyetinin AfD’yi desteklemediği aşikâr, kaldı ki [AfD’nin] liderliğindeki muhtemel bir bölünme sayesinde önümüzdeki süreçte şansı pek de yaver gitmeyebilir.
Aslında AfD’nin büyümesini sürdürmesi için bir zemin de pek yok. Sanayileşmiş ülkelerin çoğunda seçimler, genellikle ekonominin durumunun bir yansıması olarak görülür. Ve bu bilhassa Almanya için doğrudur. İkinci Dünya Savaşı sonrasının Wirtschaftswunder (iktisadi mucizesinin) vatanındaki seçmenler, Avro Bölgesi’nin en güçlü ekonomisine sahip olmaktan gurur duyuyor. İstihdam tarihi rekorlarında. (…) Hatta bir bütün olarak Avro Bölgesi, şaşırtıcı şekilde güçlü bir iyileşme kaydediyor.
Ancak hükümetler tıpkı insanlar gibidir: Bir pozisyonda uzun süre kaldıklarında sonunda fikirleri tükenir. 2016 yılı sonunda Merkel yorgun düşmüş görünüyor ve yeni SPD lideri Martin Schulz kamuoyu yoklamalarında kısa süreli bir destek patlamasından istifade ediyordu. Ancak Schulz’un da yeni bir fikri olmadığı ortaya çıktığında baştaki o büyük ilgi ve coşku yerini hayal kırıklığına bıraktı.
Koalisyon ortaklarının zayıf performansı, yeni hiçbir şey sunmayan liderlere duyulan yaygın hayal kırıklığının net bir yansıması. Seçim sonuçları yeni bir koalisyonun kurulmasını zorlaştıracak. CDU-SPD büyük koalisyonuna tek gerçekçi alternatif, Hür Demokratlar (FDP) ve Yeşillerin katıldığı (parti renklerinden hareketle üretilen) Jamaika koalisyonu.
(…) Ancak FDP, başta Avro Bölgesi’ne mali kaynak akıtılması olmak üzere birçok iktisadi meselede çok daha muhafazakâr olduğundan Jamaika koalisyonunun müzakereleri zor geçecektir.
Yine de böyle bir koalisyon imkânsız değil; bu, Almanya için yeni politikaların üretilmesi anlamına gelebilir. FDP’nin siyasi profili klasik piyasa liberalizmine daha yakın olsa da son on yılda Yeşiller çevreci gündemlerini hayata geçirmenin en iyi yolu olarak piyasa mekanizmalarını kabul eder hale geldiler.
Yeni bir koalisyon, Alman siyasetinde yeni bir başlangıcın nasıl işleyeceğini göstermenin bir yolu. Bu yeni başlangıç, piyasanın daha büyük bir rol oynamasını kabullenmekle kalmayıp piyasa süreçlerini gözetleyip denetleyen reforme edilmiş Avrupa kurumlarına dayanan, daha yakın bir Fransız-Alman işbirliğiyle Avrupa’ya da yayılacaktır. Ortak bir Avrupa girişiminin gerekli olduğu güvenlik, askeri işbirliği, mültecilerin acil ihtiyaçlarıyla baş etmek gibi birçok alan sözkonusu.

Almanlar, sadece Alman terimleriyle düşünerek Weimar tuzağından kurtulamazlar. Siyasi belirsizlik sorununun cevabı, hem Avrupa sistemini hem de uluslararası sistemi istikrara kavuşturmaktır. Weimar siyasetinden alınacak son ders de bu: Uluslararası düzen dağıldığında hem içerideki işbirliğinin kazanımları hem de radikal söylemin maliyeti azalır. Ancak ve ancak istikrarlı bir Avrupa geçmişin hayaletlerini uzak tutabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder