AFD, ALMANYA’NIN ANA-AKIM PARTİLERİNİ NASIL EZİP GEÇTİ?
Der Spiegel, 25.9.2017
(Yazıyı kaleme alan ekip: Melanie Amann, Lukas Eberle,
Christiane Hoffmann, Horand Knaup, Anna-Sophia Lang, Veit Medick, Ann-Katrin
Müller, Ralf Neukirch, René Pfister, Gerald Traufetter and Steffen Winter)
Tercüme: Zahide Tuba Kor
(...) Buna rağmen genç
kadınlar ve erkekler Angela Merkel sanki ezici bir zafer kazanmış gibi seçim
sonuçlarını kutladılar.
Kameraların bulunmadığı veya
rol yapmak gerekmediği altıncı katta farklı bir atmosfer belirgindi. Saat 5’e
gelindiğinde Merkel ve partisinin mensupları seçim sonuçlarının bir felaket
olacağını artık biliyorlardı. Oysa sandık çıkış anketlerine göre CDU oylarının
%34-37 bandında olacağı tahmin ediliyordu. (...) Ama hiç kimse %33 gibi bir
berbat sonuç beklemiyordu.
(...)
İnkâr eden bir şansölye
(...)
(...) Merkel, partisinin
aldığı sonuçtan “sükût-u hayale uğramadığı”nı söyledi. (...) Acaba?
(...) derin üzüntü duyanlar
olsa da Merkel, parti içindeki panik havasını her ne pahasına olursa olsun
önlemek istedi. (...) Merkel, partisinin kendi öncülüğünde hep birlikte
sonuçları kutladığını göstermek için epeyce çaba sarf etti.
Ortada kutlanacak hiçbir şey
olmasa da. Çünkü sonuçlar şansölye için bir şoktu ve Almanya için büyük bir
dönüm noktasına işaret ediyordu. İkinci Dünya Savaşı sonrasının Almanya
tarihinde hiçbir zaman ana-akım siyasi partiler seçmenler tarafından bu denli
fena cezalandırılmamıştı. Her iki taraf da nüfusun önemli bir kesimiyle
irtibatını yitirmiş görünüyor. Protesto partileri Almanya’da defalarca mantar
gibi bitmiş; ancak 13 eyalet meclisinde birden sandalye kazanmayı başaran hiç
olmamıştı. En büyük yenilik, Sağcı radikal bir partinin federal meclisin üçüncü
büyük partisi olması.
Tarih tekerrür mü ediyor?
Geçtiğimiz kasım ayında
dördüncü dönem şansölyelik için yarışa girmeye karar veren Merkel açısından
AfD’nin yükselişi bir fiyasko/çöküşten başka bir şey değil. Bu kararıyla
Merkel, ülkeyi 16 sene yönetmiş Helmut Kohl’un ayak izinden gitmeye karar
verdi. Şimdi bariz olan soru, Merkel’in Kohl’un 1994’te yaptığı bir dönem daha
aday olup ülkeyi yönetmeye kalkışma hatasının aynısını tekrarlayıp
tekrarlamadığı. O dönem uyanık her CDU mensubu Kohl’un zamanın gerisine düştüğünün
farkındaydı. Ancak hiç kimse yaşlı siyasetçiye karşı isyana cesaret edemedi.
Acaba tarih tekerrür mü
ediyor? Merkel’in yürüttüğü seçim kampanyası, hem kişilik hem de yönetme tarzı
itibarıyla mevcut bütün problemleri ortaya döktü. Uzun süredir Merkel, adeta
tarafsız bir şansölye gibi her şeyin üzerinde duruyordu – bu da birçok Alman’ın
niçin ona karşı güçlü duygular beslemediğini açıklıyor. Ancak mülteci krizinden
itibaren bu durum kökten değişti.
(...) Merkel’in mülteci
siyaseti, çok az politik kararın yapabileceği şekilde halkı kutuplaştırdı.
Şimdi bu öfke, AfD çatısı altında Alman meclisi Bundestag’a giriyor. Bu
çerçeveden bakıldığında AfD’yi var eden aslında Merkel’in kendisi.
Merkel’in 12 senedir başta kalmasının bir nedeni, partisi CDU’nun giderek Sola kayması ve bu sayede yeni seçmenleri cezbedebilmesiydi. Ancak siyaset boşluk kaldırmaz ve yeni bir partinin kendisini CDU’nun sağında konumlandırarak kurulması sadece bir zaman meselesiydi. Şu an olup biten tam da bu.
Merkel’in çatışma dilinden
uzak ve asimetrik seferberliğe ket vuran seçim kampanyası, bir kez daha merkez
Sol SPD’nin oy kazanmasını engelledi. Aksine SPD, son iki seçime kıyasla,
dimyata pirince giderken elindeki bulgurdan oldu. %20,5’lik oy oranıyla İkinci
Dünya Savaşı sonrası Almanya’sının en kötü seçim sonuçlarını elde etti. Ancak
AfD seçmenleri tatlı sözlerle uyutulmaya izin vermedi; Merkel’in rahat seçim
kampanyasını, büyük ölçüde temelsiz ve iktidar dizginlerini güvenle elinde
tutan şansölyenin kibrinin bir kanıtı addettiler.
Merkel dönemi için sonun başlangıcı
Şimdilerde muhafazakârların
gelecek stratejisi üzerinden CDU ve CSU safları arasında şiddetli bir
tartışmanın eli kulağında. Seçimler gerçekten de Merkel dönemi için sonun
başlangıcına işaret ediyor. CDU içinde politika değişimi için bastıran güçler
zaten var. (...)
En azından şu an için hiç
kimse Merkel’in otoritesini açıkça sorgulamıyor. (...) Ancak Merkel olmasaydı
AfD gibi bir partinin yükselmesi düşünülemezdi bile. (...)
Yunanistan krizi yatıştığında
AfD neredeyse yok olmuştu. Ancak ardından 2015 sonbaharında gelen Merkel’in
mültecilere sınırları açma kararı, (...) AfD eş-başkan adaylarından Alexander
Gauland’ın alaycı ifadesiyle, parti için “cennetten bir armağan” oldu.
Almanya şimdiye kadarki
muhtemelen en zor hükümet kurma çabasıyla karşı karşıya kalacak. Bir tarafta,
ana vatanı Bavyera eyaletinde dramatik şekilde %40’ın altına düşen [CDU’nun ortağı] CSU var. 2018
sonbaharında yapılacak Bavyera eyalet seçimlerinde rakibi AfD’yi püskürtmek
için keskin bir şekilde Sağa sapması muhtemel görünüyor. (...) Yeşiller Partisi
ise, eğer ki CSU’ya fazla yetki verilirse, Hristiyan Demokratlarla aynı hükümet
içinde olmak istemeyecektir. CSU lideri Horst Seehofer’in her yıl Almanya’ya
kabul edilecek mültecilerin sayısına ilişkin bir üst çıta belirlenmesi çağrısı
Yeşiller için lanet edilesi bir durum ve seçimlerdeki sürpriz başarıları
Yeşilleri ayak sürümeye cesaretlendirecektir. Brüksel’deki AB Komisyonu’nun
Alman üyesi CDU’lu Günther Oettinger’e göre “En zorlu ortak, Yeşiller değil CSU
olacaktır.”
Merkel aynı zamanda “alternatifsiz”
İşleri daha da beter kılan,
Merkel’in, koalisyon müzakereleri durduğu takdirde tehdit olarak
kullanabileceği bir alternatifinin bulunmaması. (...) SPD lideri Martin Schulz,
muhalefete düşmekten üzgün; ancak eğer ki büyük koalisyon seçeneğini kabul
ederse daha “başbakan yardımcılığı” görevini dahi üstelenemeden parti
liderliğinden devrilebilir. SPD içinde birçokları Schulz’un zaten parti
liderliğinden gidici olduğu düşüncesinde.
Schulz’un problemi, kampanya
sırasında seçmenlerin onu hiçbir zaman Merkel’e karşı ciddi bir meydan okuyucu
olarak görmemesi. (...)
(...)
AfD’nin iki lider adayından
biri olan Alexander Gauland, meclise girdiğinde partisinin tutturması beklenen
tonu hızlı açık etti: “Biz, Sayın Merkel’in ensesindeyiz; ülkemizi ve halkımızı
geri alacağız.” (...)
Merkel’in hesaplaşma dönemi
AfD için Merkel hem bir
nefret objesi hem de varlık nedeni. Şansölye geçtiğimiz 12 yılda sistematik
biçimde partisini merkeze doğru yöneltti. Savuma Bakanı Ursula von der Leyen’le
birlikte CDU içindeki kadın algısının kalıcı bir şekilde değişmesini sağladı.
Artık partisinin kadın algısı, evinde çocuk büyüten anne olmaktan çıkıp iyi
çocuk bakım seçenekleri üzerine eğilen kariyer sahibi kadına dönüşmüş durumda.
Bu değişimle birlikte Merkel genç kadınları etkiledi, ama aynı zamanda birçok
muhafazakârı da korkuttu. Merkel’in Alman meclisinde eşcinsel evliliğin
oylanmasının önünü açması vakası da bu algıyı besledi.
Artık Merkel için bir hesaplaşma dönemi başlayacak. (...) Ama gerçek şu ki bu tartışma aslında hiç sona ermemişti. (...)
Bu tartışmanın bir önceki yasama dönemindekine kıyasla çok daha sert geçmesi muhtemel. Bu seçim sonuçlarından sonra, CDU ve CSU partilerinin liderlik kademesinden hiç kimse, Merkel’in beşinci dönem için yarışa katılmaya çalışacağına inanmıyor. Artık odaklanılacak ana konu, Merkel görevi bıraktıktan sonra muhafazakârların yönelimini ve tabii ki halefini belirlemek olacak.
Artık Merkel için bir hesaplaşma dönemi başlayacak. (...) Ama gerçek şu ki bu tartışma aslında hiç sona ermemişti. (...)
Bu tartışmanın bir önceki yasama dönemindekine kıyasla çok daha sert geçmesi muhtemel. Bu seçim sonuçlarından sonra, CDU ve CSU partilerinin liderlik kademesinden hiç kimse, Merkel’in beşinci dönem için yarışa katılmaya çalışacağına inanmıyor. Artık odaklanılacak ana konu, Merkel görevi bıraktıktan sonra muhafazakârların yönelimini ve tabii ki halefini belirlemek olacak.
Partilerin her iki kanadı da
(gerek muhafazakârlar gerekse Merkel’e destek verenler) seçim gecesi
konumlarını belirlemeye başladılar bile. (...)
Şu an için Merkel görevinden
azledilme tehlikesiyle karşı karşıya değil. Zira CDU, koalisyon hükümeti için
pazarlıklar yürütülürken şansölyelerini devirecek türden bir parti değil. Öte
yandan Merkel’in yerine kim geçebilir ki? Hele de hâlihazırda en muhtemel,
hatta tek senaryo olan “Jamaika koalisyonu” beklentisi karşısında partiyi
yönetebilecek bir başka isim yokken. Bu, en azından partinin Sağ kanadı için
geçerli. (...)
Merkel’i gölgeleyen karartı
Ancak önümüzdeki yasama
döneminde Merkel’in liderliğinin “Şansölyenin yerine kim geçecek?” sorusuyla
gölgelenmesi muhtemel. (...)
Merkel’e meydan okumanın çok
uzun süredir zor olmasının bir nedeni, muhafazakârların Sola meyletmelerinin
partiye birçok yeni seçmen kazandırması. Ancak bu durum pazar günkü seçimlerle
dramatik şekilde değişti. Muhafazakârlar, Sol cenahtan önemli bir oy kapmakta
başarısız oldular. Bu arada CDU ve CSU, yaklaşık 1,3 milyonluk bir seçmen
kitlesini –dört yıllık bir aradan sonra yeniden meclise dönen– FDP’ye ve 1,1
milyon kişiyi de AfD’ye kaptırdı. Ancak bu, AfD benimsendiği için değil, Angela
Merkel’e karşı tepki için verilmiş bir oy. AfD seçmenlerinin %60’ı, oylarını bu
partiye inandıklarından değil, hayal kırıklıklarından verdiklerini belirtti.
%90’dan fazlası ise Alman kültürünün yitirilmesinden endişe ettiklerini
söyledi.
(…)
Genel seçimlerden sadece üç
hafta evvel CDU’nun seçim kampanyasını yürüten stratejistler halkın halet-i
ruhiyesini yanlış okuduklarının farkına vardılar. Televizyon tartışmasında
Şansölye Merkel ile rakibi SPD arasındaki farklılık yeterince belirginleşmedi.
Tüm sinyallerin yeniden büyük koalisyona işaret ettiği algılamasından nemalanan
AfD oldu.
Merkel tehlikeyi fark etti,
ama buna nasıl tepki vermesi gerektiğini bilemedi. (...)
İkinci Bölüm: Zehirli Kadeh Jamaika Koalisyonu
(...) Merkel denemelerden
hoşlanan biri olarak bilinmiyor. Almanlar da şüpheci: Anketlere göre halkın
Jamaika koalisyonuna desteği dörtte birden az.
Yine de Merkel’in Yeşiller ve
Hür Demokratlarla muhtemel bir koalisyon hükümetini dillendirmekten başka bir
seçeneği yok. Bunu yaparken zayıf düşmüş Şansölye kendine güvenen iki ortakla
yüz yüze kalacak. Beklentilerin aksine ve sönük seçim kampanyasına rağmen
Yeşiller dört sene evvelki oy oranlarını koruyabildiler. FDP, parti lideri
Christian Lindner’in öncülüğünde Alman meclisi Bundestag’a muzaffer şekilde
yeniden girmeyi başardı.
(...)
Benzer şekilde
muhafazakârlar, FDP’yle 2009-2013 dönemindeki dört yıllık koalisyon tecrübesine
dair hoş hatıralara sahip değiller. Önde gelen Hristiyan Demokratlar, Guido
Westerwelle ve partisinin beceriksizliklerini dehşet içinde hatırlıyorlar.
Başbakanlık da bunun tekerrüründen sakınıyor.
Tecrübesiz FDP’li kanun yapıcılar
Merkel, Lindler’in partisini
dört sene sonra meclise yeniden sokmayı başarmasına saygı duysa da
vefasızlık/ihanet kadar nefret ettiği az şey olmalı. 2011’de FDP krizinin
zirvesinde Lindler’in parti genel sekreteri olarak havlu atmasını unutmuş
değil. (...) CDU liderliği, tecrübesiz çok fazla FDP’li kanun yapıcıya bağımlı
kalmak istemiyor.
Yeşiller Partisi’nde
eş-başkanlar Katrin Göring-Eckardt ve Cem Özdemir, beklenmedik şekilde
haklılıkları ispatlanmış hissettiler. Göring-Eckardt, seçim gecesinde
söyledikleriyle Merkel’in muhafazakârları ve FDP’yle bir koalisyonun önünü
açtı. (...) Eş-başkanlar, Jamaika koalisyonunda önemli bir değişiklik yapmayı
ümit ettikleri iki konuya odaklanmış durumdalar: iklimi koruma ve sosyal
adalet. Çıtayı düşük tutmak istedikleri aşikâr.
Ancak partinin Sol kanadı
için bu yeterli değil. Sol kanat lideri Anton Hofreiter, seçim akşamı
beklenmedik bir çıkış yaparak koalisyon görüşmelerinin temeli “hep birlikte
üzerinde uzlaştığımız 10 nokta planı” dedi. (...) Bu, partinin daha pratik
fikirli Sol kanat liderliğinin koyduğu çıta. Önümüzdeki birkaç hafta Yeşiller
için hiç de kolay geçmeyecek.
Muhtemel koalisyon ortakları
özellikle iç güvenlik konusunda karşıt görüşteler. (...) CSU içişleri
bakanlığını istiyor. (...) CSU’nun pozisyonunu ve FDP lideri Lindler’in
göçmenleri Suriye de dahil “güvenli bölgeler”e geri göndermeye yeniden
başlanması isteğini, kampanya sırasında “Bizim hükümetimizde göçmenler
geldikleri kriz bölgelerine asla geri gönderilmeyecek” diye kırmızı çizgilerini
belirleyen Yeşiller’in kabullenmesi zor.
Dizel motor skandalı da
muhtemel koalisyon ortaklarının arasını açmıştı. Sosyal Demokratlar (...)
bununla pek ilgilenmezken, Yeşiller için içten yanmalı motorlara karşı savaş,
parti kimliğinin de merkezinde olduğu çok hayati bir mesele.
Ancak rollerin ustaca
dağıtılmasıyla bu farklılıklar aşılamaz da değil. (...)
Farklılıkları bağdaştırmak
Diğer konularda Merkel’in
üçlü koalisyonu yönetmesi daha kolay olabilir. (...)
Nihai belirleyici, seçim
kampanyası sırasında saç saça baş başa birbirine girmiş Yeşiller ile Hür
Demokratların ihtilaflarını aşarak uzlaşıp uzlaşamayacakları olacak. Ortak bazı
hedefleri var: Her ikisi de göçü düzenleyen yeni kanunlar istiyor, eğitime daha
fazla yatırım için bastırıyor, ayrı bir dijital bakanlığı kurulmasını ve yeni
açılan şirketlere daha fazla destek sağlanmasını istiyor. Verilerin korunması
ve LGBT hakları konusunda da hedefleri aynı.
Bakanlıkların dağıtımı
konusunda da Yeşiller ile Hür Demokratların istekleri bağdaştırılabilir. (...)
Almanya’da görülmemiş bir muhalefet
Her ne olursa olsun yeni
hükümet, Almanya’nın daha evvel hiç şahit olmadığı bir muhalefetle
karşılaşacak. AfD, Merkel’in koalisyonunu sadece siyasi bir hasım addetmekle
kalmayıp gerekli her yola başvurarak savaşılması gereken bir düşman olarak
görecek. (…)
Solcu radikaller,
çatlaklar/kaçıklar, yemininden dönenler: Bu, son aylarda AfD’nin seçim
kampanyasında kullandığı dil. Kulak tırmalayıcı bu kaba ton, Avrupa ortak para
birimine karşı çıkan iktisatçıların kurduğu AfD’yle alakasız. Hatta AfD bir
zamanlar “profesörler partisi” olarak bilinmekteydi. Şimdilerde ise parti
görevlileri, (…) Merkel’e “yaşlı cadaloz” veya –Doğu
Almanya gizli servisi Stasi’ye muhbir olarak çalıştığına dair ispatlanmamış
ithamlara atıfla– “IM Erika [Z.T.K. yani Stasi’nin Erika dosyasının
gayriresmi çalışanı]” diye hitap ediyorlar. (…)
Bu tür bir radikallik,
partinin sadece tabanında değil, seçimlerde Almanya’nın bekasının tehlikede
olduğunda ısrar eden lider kadrosunda da mevcut
Sağa kayış
AfD bilinçli bir şekilde Sağa
doğru kayıyor. (…)
Partinin kuruluş mantığı avro
meselesiyken (…) 2017’nin AfD’si artık bir kültür devrimi istiyor. Kendisini,
anayasal devletin bir kurtarıcısı (seçim afişlerindeki ana sloganı “Ülkenizi
Geri Alın” idi) ve “her şey Almanya için” zaviyesinden bakan tek grup olarak
sunuyor. Bu, bir zamanlar Nazilerin SA birliklerinin kamaları üzerine
nakşedilen bir cümleydi.
Parti meclis grubu, AfD
içindeki güç ilişkilerini yansıtacak; bu bağlamda Sağcı radikalleri içeren Sağ
kanat baskın durumda. Bu kanat, kampanya sırasında milliyetçi mottolarıyla ve
muhaliflerine yönelttiği bayağı hakaretleriyle dikkat çekti. Partinin ve
gelecekteki parti grubunun geri kalanı ise güç kaybeden, merkezci ikbal
avcıları ve idealistler olarak farklı gruplara bölünmüş durumda.
Almanya’nın doğusundan
seçilen AfD milletvekillerinin çoğu, özellikle de Stephan Brandner ve
Türingiyalı Jürgen Pohl partinin Sağ kanadından. Pohl, meşhur revizyonist
tarihçi Björn Höcke ile çalışmıştı ve şimdi Berlin’de onun
sözcüsü olarak hizmet etmesi muhtemel. Ancak daha evvel partinin ılımlı burjuva
yüzü sayılan iktisatçı Alice Weidel da seçim kampanyası sırasında
“İslamcılaşma” ve “kimliği yitirme” gibi kavramları rahatça kullandığını
gösterdi.
Meclis grubunu yönetecek önde
gelen adayların Weidel ve Gauland olması kuvvetle muhtemel. Partinin iç
yönetimine kaç ılımlının gireceği belirsiz; ama kimin elinin kolunun bağlı
olacağı net: [AfD lideri] Frauke
Petry.
(...) Daha pazartesi gününden
evvel partideki yaygın kanaat, Petry’nin AfD üst yönetiminde kalma şansı
bulunmadığı yönündeydi. Hatta Gauland onun hakkında açık açık “yürüyen mevta”
demişti. Seçimlerin ertesi günü partinin Berlin’deki basın toplantısında Petry,
AfD meclis grubuna katılmayıp tek başına hareket edeceğini ilan etti. Bunun
sonun başlangıcı olduğuna şüphe yok.
Bu örnekte olduğu gibi, yeni
AfD meclis grubu başlangıçta kendi iç ihtilaflarıyla meşgul olacak. Seçim
kampanyasında bu apaçık ortaya çıktığı halde yine de seçmenler partiden ürküp
kaçmadı. Toplumun tüm katmanlarında ve her gelir grubunda AfD destekçisi bulmak
mümkün. Manşetler, öğretmen Höcke, avukat Beatrix von Storch ve iktisatçı Alice
Weidel gibi AfD’nin burjuva kışkırtıcılarıyla doluydu; ancak parti tabanında
kuaförler, esnaflar ve mavi yakalı işçiler de var. Normal şartlar altında
birbirleriyle pek işi olmayan bu insanlar AfD çatısı altında [dertleri] anlaşılmış hissediyorlar.
Muhaliflerinin AfD’yi
anlamakta zorlanmasının bir nedeni, mensuplarının ve seçmenlerinin herhangi bir
ideolojiyle değil, ortak bir atmosferle bağlı olmaları. Nisan 2013’teki ilk
parti konferansında AfD’nin kurucu babası Bernd Lucke salondakilere demişti ki:
“Biz ne Soluz ne de Sağ. İdeolojik bir kılavuza ihtiyacımız yok; tek
ihtiyacımız olan, sağlıklı bir sağduyu.”
Asgari ortak payda
AfD seçmenlerinin asgari
ortak paydası Merkel karşıtlığı. O her şeyden sorumlu; AfD’dekilerin kolayca
üzerinde ittifak edebildikleri bir husus bu. Mülteci ve avro krizi, hatta ve
hatta havaların kötü olması...
(...)
SPD için seçim sonuçları
kahrediciydi. Sadece %21’lik oyla 1945 sonrası Alman sosyal demokrasi çağının
en kötü sonucunu almakla kalmadı, ülkenin doğusunda da dördüncü parti oldu. Bu,
ileri derecede bir erozyona işaret ediyor ve büyük koalisyonun SPD için
zehirleyici olduğunu da kanıtlıyor.
“Bir şok”
Bunun bir şok olduğunu kabul
ettiler, ancak pazar akşamı parti liderleri birleşik bir görüntü verdiler.
(...) Hristiyan Demokratlar, Sosyal Demokratlardan çok daha dramatik bir kayıp
yaşadılar. (...)
SPD liderliği (...) büyük
koalisyonu sürdürmenin imkânsız ve muhalefete geçişin kaçınılmaz olduğunu kabul
etti. Oysaki kampanya sırasında parti liderliği, büyük koalisyonu sürdürmeye
karşı tabandan yükselen itiraza direnmişti. (...)
(...)
Tarihsel olarak kötü sonuçlar
(...)
(...) Seçim sonuçlarına
ilişkin SPD içindeki anlaşılabilir rahatsızlıklara rağmen bu aynı zamanda bir
fırsat. SPD’nin muhalefet olma kararı parti için doğru bir politika. Bu,
partinin muhafazakârlara karşı zıt bir konum kazanmasına imkân verecektir, hele
de artık Merkel’in partisi –Yeşillerle bir koalisyon kurmak zorunda olsa dahi–
Sağa doğru kaymak mecburiyetindeyken…
Bu da kötü bir şey değil.
Merkel, yıllarını CDU’yu siyasi merkeze çekerek geçirdi, haklı olarak.
Böylelikle partisini modernleştirdi ve CDU, toplumun genelinde çoktan meydana
gelmiş değişime ayak uydurabildi. Günlük bakıma erişimi daha da yaymak,
cinsiyet eşitliğini desteklemek ve hatta zorunlu askerliği ortadan kaldırmak:
Bunların hiçbiri zamanın ruhunu feda eden adımlar değil, gerekli reformlardı.
Çok fazla istemek
Ancak mülteci politikasıyla
Merkel ülkesinden çok fazla şey istedi. İnsani jestinin akabinde göçü etkili
bir kontrolle desteklemeyi başaramadı. Bu hatalı yaklaşımın sonucu AfD oldu -
ki bu parti, ancak ve ancak muhafazakârların demokratik siyasi yelpazenin Sağ
kanadında yer alan seçmenlere daha fazla kulak vermeleriyle ortadan kalkabilir.
Anketler, AfD’ye destek
verenlerin birçoğunun Merkel liderliğinden duydukları rahatsızlığı ifade etme
amacını güttüklerini gösteriyor. Demokraside kaybolmuş değiller. Evet, bu
seçim AfD’yi güçlendirdi; ancak parti bütün hedeflerine, (...) yani Merkel’i
kendi seçim bölgesinde yenilgiye uğratama amacına ulaşamadı. (...)
(...)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder