ABD
IRAK’TA GÖZDEN ÇIKARILABİLİR BİR AKTÖRE DÖNÜŞTÜ
Emma
Sky (İşgalin ardından Kerkük vilayet koordinatörü (2003-2004)
ve Amerikan Birlikleri Komutanı General Raymond T. Odierno’nun siyasi müşaviri (2007-2010)
olarak Irak’ta görev yaptı. “The Unraveling: High Hopes and Missed Opportunities
in Iraq” kitabının yazarı)
The
Atlantic, 18.10.2017
Tercüme:
Zahide Tuba Kor
“Araplarla Kürtler arasında bir çatışma çıktığında Amerikalılar kimin
safında olacak?” Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı ve KDP lideri
Mesud Barzani’nin başkanlık divanı başkanına/ özel kalemine/ kurmay başkanına [Z.T.K.
İngilizcesi “chief of staff” olup farklı ülkelerde bu makam farklı anlamlara
gelmektedir, IKBY’deki tam karşılığının hangi makam olduğunu bilmiyorum],
benim 2010’da Bağdat’ta üst düzey Amerikalı yetkililere iletmem talimatını
verdiği mesaj işte buydu. O dönem Irak’taki Amerikan birliklerinin komutanı
General Raymond T. Odierno’nun siyasi müşavirliğini yürütüyordum. Gerek dönemin
Irak Başbakanı Nuri el-Maliki gerekse Barzani, 2010’da [Z.T.K. Musul’un
da içinde yer aldığı] Ninova bölgesindeki seçimlerden evvel Araplarla
Kürtler arasında yükselen gerilimlerden endişe duyarak General Odierno’dan muhtemel
bir çatışmanın önlenmesi için yardım istemişti. Biz de hem Irak güvenlik güçleri,
Kürt peşmergeler ve Amerikan birlikleri arasında işbirliğini kolaylaştırmak hem
de bütün güçlerin Irak’taki el-Kaide’yi mağlup etmeye odaklanmasını sağlamak
için ortak kontrol noktaları kurma planını ortaya atmıştık.
Planın kilit bir parçası, 2005’ten itibaren Kürtlerin vilayette elde
ettikleri kazanımları geri döndürme gündemiyle 2009’da seçilmiş olan Ninova’nın
Sünni Arap valisi Asil en-Nuceyfi’nin hareket serbestisini sağlamaktı. En kısa
zamanda yeni güvenlik düzenlemelerini test etmeye kararlı olan Vali Nuceyfi,
bir kısmı üzerinde Kürtlerin hak iddia ettiği Tel Kaif’i 2010 Şubat’ı başında
ziyaret etme kararı almıştı. Kürtlerin itirazlarına rağmen Amerikan birlikleri ziyaretin
yapılmasına olur vermişti. Buna karşı Kürtler ziyaretin gerçekleştirilmesini
engellemeye çalıştılar. Kürt kalabalıklar valinin konvoyunu engellemek üzere
toplandı; sonuç arbede ve silahların ateşlenmesiydi. Irak polisi 11 Kürt’ü
olayları kışkırtma ve Vali Nucayfi’ye suikasta kalkışma şüphesiyle gözaltına
aldı.
Gecenin 02.00’sinde Türkiye’nin etkili Irak Büyükelçisi Murat Özçelik’in
telefonuyla uyandım. Kürtlerin Ninova’nın en büyük şehri Musul’u işgal ettiğine
dair Ankara’dan bir haber almıştı. Araştırdım ve bunun bir işgal olmadığını,
silahlı Kürt güçlerin Kürtlerin tutuklanmasına bir misilleme olarak Ninova’daki
bazı Arapları kaçırdığını kısa sürede ortaya çıkardım. Başkan Barzani çok öfkeliydi.
Televizyonu her açışında bir Kürt köyündeki Amerikan tanklarının ve havada uçan
F-16 uçaklarının görüntülerine şahit oluyordu. Oysa Kürtler ABD’yi ziyadesiyle
desteklemişti; tek bir Amerikan askeri dahi Kürtlerce öldürülmemişti. Hal
böyleyken [Barzani] Amerikalılar Kürtlere niçin bu şekilde davrandı diye
sordu?
O dönem Barzani’nin sorusunu cevaplama gereği duymadık. Kaçırılan
Araplara karşı Ninova valisine suikasta kalkışmakla suçlanan Kürtlerin takası
için bir anlaşmaya arabuluculuk yapabilmiştik. Yakın ilişkilerimiz olan Türk
tarafını da zannettikleri gibi Kürtlerin Musul’u işgal etmedikleri konusunda
ikna ederek yatıştırmıştık. Ortalık sakinleşmişti ve herkes bu çözümden mutlu
görünüyordu. Biz vazgeçilmez bir müttefiktik.
Ama daha sonra vazgeçilmez olmaktan çıktık. Artık vazgeçilmez müttefik
İran’dı.
Kıran kırana geçen 2010 Irak genel seçimlerinin ardından İran, hükümet
kurma müzakerelerinde nüfuzunu giderek artırdı. İyad Allavi’nin liderliğindeki
Irakiyye Bloku 91 milletvekilliği kazanırken Başbakan Nuri el-Maliki’nin Kanun
Devleti bloku 89 milletvekilliğinde kaldı. İyice kızışan iç tartışmanın
ardından Amerikan Başkan Yardımcısı Joe Biden, Washington’ın dönemin Irak
başbakanlığını yürüten ismi [yani Nuri el-Maliki’yi] desteklemesinde
karar kıldı; bir Irak milliyetçisi olan Maliki’nin “bizim adamımız” olduğunda
ve güvenlik anlaşmasının süresinin dolacağı 2011 sonrası dönemde Irak’ta bir
grup Amerikan askerî kuvvetinin kalmasına izin vereceğinde ısrar ederek… Ancak
ciddi baskılar yapmasına rağmen ABD, [Irak’taki] müttefiklerini
Maliki’ye ikinci dönem başbakanlık için destek vermeye ikna edemedi. Bunu
fırsat bilen İran Devrim Muhafızları Konseyi Başkanı Kâsım Süleymani, etkili ve
Amerikan karşıtı bir Şii din adamı olan Mukteda es-Sadr’a baskı yaparak
Amerikan birliklerinin Irak’tan geri çekileceği ve Sadr grubuna koalisyon
hükümetinde bakanlık verileceği şartıyla Maliki’ye destek çıkmasını sağladı.
Böylelikle İran, Maliki’nin başbakan olarak kalmasını sağladı. Irak’tan
çıkmak için acele eden Obama yönetimi, sert gücüyle birlikte yumuşak gücünü de
geri çekerek ABD’nin “dengeleyici”,
arabulucu ve siyasi sürecin hamisi rolünden vazgeçti.
[Z.T.K. Bu noktada hafızalarımızı tazelemek için uzun bir parantez
açarak konuyla ilgili bazı bilgileri vermek istiyorum. Seküler bir Şii olan
İyad Allavi’nin liderliğinde, mezhepçi kutuplaşmayı aşıp Sünnileri de Şiileri
de içine katan, Irak toplumunu kapsayıcı ve kuşatıcı bir nitelikte Irakiyye
Bloku’nun oluşmasında başından sonuna kadar bizzat Türkiye ve dönemin Dışişleri
Bakanı Ahmet Davutoğlu öncülük etmiştir. Ancak böylesi bir yapıyla Irak’ın
ayakta kalabileceğini düşünen Türkiye, bu oluşuma o dönemde her türlü desteği
vermiştir. Seçimlerden birinci çıkmasına rağmen, İran’ın ayak diretmesi ve
ABD’nin de saf değiştirmesiyle Irakiyye Bloku’nun hükümeti kurması
engellenmiştir. Eğer ki o dönemde Allavi başbakanlığında bir hükümet kurulmuş
olsaydı, IŞİD’in doğuşuna ve Irak toplumunda destek bulmasına zemin hazırlayan
mezhepçi gerginlikler bu denli yaşanmamış ve Sünnilerin mağduriyetleri
giderilmiş olacak, bugünkü felaketler de yaşanmayacaktı. Ne var ki Türk
hükümetinin Irak sosyolojisini dikkate alarak attığı bu son derece isabetli
adım, seçimlerden ikinci çıkan Maliki blokuna İran tarafından hükümet
kurdurtularak boşa çıkartılınca, o dönem medyamız ve muhalefetimiz, “Biz niye
başka ülkelerin içişlerine karışıyoruz!” diyerek bu önemli adımı yerden yere
vurmuştu. Halbuki bu çözüm Irak için son derece yerinde ve önemliydi. İkinci
döneminde Maliki’nin uyguladığı politikalar aşağıda zaten anlatılmış…]
İkinci dönem başbakanlığı elde eden Maliki mezhepçi bir dizi politikaya
yöneldi. Maliki, Sünni siyasetçileri teröristlikle suçlayarak ülkeden kaçmak
zorunda bıraktı [Z.T.K. Mesela dönemin Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı
Tarık Haşimi hakkında teröristlere destek suçlamasıyla dava açıldı ve gıyabında
idam cezası verildi. Haşimi önce Erbil’e, ardından Türkiye’ye sığınmak zorunda
kaldı]; Irak’ta el-Kaide’ye karşı savaşmış Sünni Sahve Hareketi liderlerine
verdiği sözlerinden caydı ve Sünni protestocuları kitleler halinde tutukladı. [Z.T.K.
2013 yılında Sünnilerin yaşadığı bölgeler diken üstündeydi, sık sık protestolar
yaşanıyordu. Durum o denli vahimdi ki 30 Nisan 2014’te yapılan genel seçimler
sırasında Sünnilerin yaşadığı bazı bölgelerde sandık bile kurulamadı. Seçim
sonuçları Sünniler için tam bir hezimetti ve iki ay sonra IŞİD’in Irak’ın
ikinci büyük şehri Musul’u kolaylıkla ele geçirmesi hiç de sürpriz değildi. Bu
arada o dönemde Türk basınında neredeyse hiç yer almamış olsa da 2013 yılı
sonbaharından itibaren IŞİD’in Irak’ın Sünni şehirlerini yavaş yavaş ele
geçirmeye başladığını da belirtmek gerekir.] İşte bu, IŞİD’in Irak
el-Kaide’sinin küllerinden yükselmesinin ve İran destekli mezhepçi Maliki
rejimine karşı Sünnilerin koruyuculuğuna soyunmasının zemini sağladı.
2014’te IŞİD Musul’u ele geçirdi ve Irak güvenlik güçleri, kaçarken
arkalarında ABD’nin orduya verdiği tüm araçları ve askerî ekipmanları bıraktı.
İşte o andan sonra Washington yeniden devreye girdi. Ama bu, IŞİD’e karşı taktik
savaş için kurulan bir koalisyona önderlik etmekten ibaretti. IŞİD’in ortaya
çıkışını kolaylaştıran semptomlar olan siyasi işlevsizlik ve çekişmeli
yönetişim gibi stratejik konular üzerine hiç eğilmedi.
IŞİD’in çok büyük ölçüde zayıflatılmasıyla ve ufukta 2018 seçimlerinin
belirmesiyle birlikte Iraklı ve Kürt politikacılar, çoktandır IŞİD sonrası
dönem için kendilerini konumlandırmaktalar.
Barzani, IŞİD’le savaş sırasında uluslararası camiadan doğrudan silah
aldıklarından ve kontrollerindeki topraklar Kerkük’ü de içine alacak şekilde
genişlediğinden Kürtlerin konumlarının artık güçlendiği hesabını yaptı. Bu an’ın
Irak’tan kopuşu müzakere etmek için en iyi an olduğuna inandı; dolayısıyla Irak
hükümeti, Türkiye, İran, ABD, BM ve Avrupa ülkelerinin itirazlarına rağmen
–ihtilaflı bölgeler de dahil– 25 Eylül referandumunu yapmak için bastırdı.
Barzani, Kerkük’ün ilhakını Kürdistan’ın bağımsızlığı için elzem gördü.
Ama hiçbir Irak başbakanı önümüzdeki sene genel seçimlere gidilecekken Kerkük’ü
kaybetmeyi göze alamaz. (…)
Barzani’nin kumarı, girdiği riske değmedi. Referandumun, tüm Kürtleri
toparlayıcı bir dava olarak hizmet edeceğine, yasal görev süresini çoktan doldurduğu
halde IKBY başkanlığı makamında kalmasından dikkatleri başka yöne saptıracağına
ve IKBY’deki yolsuzluklarla ve kötü yönetimle ilgili şikâyetlere karşı bir
kalkan olacağına inanmıştı. Ancak öngöremediği şey, baş rakibi (lideri Celal
Talabani’nin kısa süre evvel hayatını kaybettiği) KYB’nin, Irak hükümetiyle,
Irak güvenlik güçlerinin Kerkük’e hiçbir engellemeyle karşılaşmaksızın girişine
izin veren bir anlaşmaya varmak suretiyle kasıtlı olarak Barzani’yi
zayıflatmayı amaçladığıydı. Anlaşmanın arkasında Kâsım Süleymani vardı.
1996’dan beri bir Kürt partisinin diğerine bu türden bir büyük ihaneti
olmamıştı.
Barzani; Irak ordusu ve Şii milisler Kerkük’e girip havaalanının, petrol
sahalarının ve hükümet binalarının kontrolünü ele geçirip Kürdistan bayrağını
indirdiklerinde hiç şüphesiz bir kez daha ABD’ye kimin safında olduğunu
soracaktı.
ABD, bizzat Barzani’nin kışkırttığı Irak hükümetiyle KDP arasındaki
ihtilafta taraf tutmayacağını belirtti. Washington, ikazlarına rağmen
Barzani’nin geri adım atmayıp referandumu yapmasına öfkeli. Tek bir Irak
politikasına desteğini sürdürmekte ve tüm grupların IŞİD’le savaşa odaklanması
gerektiğinde ısrarcı.
Barzani bir kez daha kendisini ABD’nin ihanetine uğramış hissediyor.
Saddam Hüseyin’in Tahran’ın toprak taleplerini kabul etmesi karşılığında İran
Şahı’nın Kürtlere desteği bir anda kesmesinin ardından 1975’te o en yardıma muhtaç
olduğu anda ABD’nin babasını nasıl yalnız bıraktığını hiç unutmadı. Molla
Mustafa Barzani ABD’den yardım istemiş, ancak [Z.T.K. dönemin
Amerikan Dışişleri Bakanı] Henry Kissinger bunu reddetmiş ve Kürt isyanı
böylece çökmüştü. Şimdi oğul Barzani ABD’den yardım istediğinde verilen cevap
bu krizi kendisinin ürettiği şeklinde.
Yakın plandan baktığımızda bu, Haydar el-İbadi için bir zafer gibi
görünüyor. İbadi, ABD’nin 2018 seçimlerini kazanmasını istediği kişi; zira
Washington, bir Irak milliyetçisi olan İbadi’nin “bizim adamımız” olduğuna
ve bir grup Amerikan askerî birliğinin [Z.T.K. IŞİD’le savaşın
ardından] Irak’ta kalmasına izin vereceğine inanıyor.
Ancak daha uzaktan baktığımızda bu aslında İran’ın yeni bir başarısı.
İran, bölgedeki herkese –ABD’nin değil– kendisinin vazgeçilmez bir müttefik
olduğunu gösteriyor. Irak ve Suriye boyunca uzanan koridorlarını güvence altına
alıyor, sahadaki farklı gruplar arasında arabuluculuk yapıyor, bu arada ABD’nin
alanı giderek daralıyor. Bir kez daha İran kilit bir rol oynuyor, KYB ile Irak
hükümeti arasında bir anlaşmaya varılmasına yardımcı oluyor ve Iraklıları
destekleyen Şii milislere kılavuzluk ediyor. İran’ın bu milislerin varlığını
sürdürmesinden çıkarları çok; bu da herhangi bir Irak başbakanının [Z.T.K.
kuruluş amaçları olan IŞİD’le mücadele bittikten sonra] bu milislerin
seferberlik halini sonlandırıp dağıtmasını giderek zorlaştırıyor. Bu arada
ABD’nin müttefiki olan Türkiye de İran ve Rusya eksenine kayıyor.
Kürdistan için bir çeşit konfederasyon ve Kerkük için özel statü üzerinde
taraflar bir uzlaşmaya varılabilir. Ama bu da arabuluculuğu gerektiriyor. Ve
bunun Amerikalılardan gelmesi pek de mümkün görünmüyor.
Peki, bu niçin bir mesele olsun ki? Çünkü İran’ın çözümü [daha evvel
olduğu gibi] bölgeye istikrar getirmeyecek. Tahran, Amerikan çıkarlarını ve
müttefiklerini hezimete uğratmak için daha uzun bir süre sebat edip direnecek.
Ancak başıboş bırakılan İran ve müttefikleri önünde sonunda İsrail’le kafa
kafaya gelip çarpışacak. İşte o zaman ABD harekete geçmek zorunda kalacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder