6 Ekim 2017 Cuma

H.ANHEIER: ALMANYA’NIN REHAVET KRİZİ



ALMANYA’NIN REHAVET KRİZİ

Helmut K. Anheier (Berlin’de Hertie İdari Bilimler başkanı ve sosyoloji profesörü)
Project Syndicate, 22.9.2017

Tercüme: Zahide Tuba Kor

Tek bir on yıl ne de çok şey değiştiriyor. Bundan tam on yıl evvel Almanya, reform yapma isteksizliği nedeniyle “Avrupa’nın hasta adamı” olarak görülüyordu. Ülke, yüksek işsizlik, rekabetçiliğin düşüşü, başarısız eğitim sistemi, yaşlanan ve azalan nüfus ile AB İstikrar ve Büyüme Paktı’nın koyduğu sınırları aşan kamu borç yükünden muzdaripti.
Ama köprünün altından çok sular aktı. Bugün Almanya siyasi istikrarın bir kalesi ve Avrupa’da ve dünyada genişçe paylaşılan bir refah adası olarak görülüyor. Pazar günkü seçimlerde Başbakan Angela Merkel büyük ihtimalle dördüncü dönem için halkın onayını alacak. Böylelikle mentoru, –Otto von Bismarck’tan sonra– Almanya’nın en uzun süre başında bulunmuş ikinci şansölyesi merhum Helmut Kohl’u da geride bırakacak. Bu nedenle Almanlar, Berlin’de ve ülkenin 16 federal eyaletinin ekseriyetinde devam edecek bir siyasi istikrar beklentisinde bulunabilirler.
Siyasi istikrar iktisadi başarıyı izler. Almanya’da şu an ihracat ve ithalat patlaması var, ücretler yükseliyor, sendikalar durumdan memnun ve işbirliği içinde ve istihdam neredeyse tam kapasite. 2008 Küresel Finans Krizi çoktan unutulup gitti. Ve son yıllarda akan neredeyse bir milyonluk göçmen ve mülteci iskan edildi; kamu bütçeleri de borç içinde değil.
İleriye baktığımızda Almanya’nın ufkunu karartacak çok az bulut var. Volkswagen’in o utanç verici emisyon skandalı, altyapı projelerinde bitmek bilmez gecikmeler ve Berlin Havayollarının kısa süre evvelki iflasına rağmen Almanların tadını kaçıracak ortada çok az şey var. Tam aksine onların Avrupalı yoldaşları sıkıntılar içinde kıvranıyorlar. İngilizler, Brexit yüzünden çaresizlik içinde ellerini ovuşturuyorlar. Fransızlar, Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un ülkenin iş kanununu elden geçirmesiyle yüzleşiyorlar. Uzun zamandır İtalya, bankalarının içinde bulunduğu sıkıntılı durumdan endişe içinde; İspanya’nın da Katalonya’nın bağımsızlık çabasıyla başı dertte.
Aslında işler Almanya için o denli tıkırında görünüyor ki federal seçim kampanyası görece donuk ve sıkıcı geçti. (…)

Gizli Sıkıntılar
Ancak Alman kamu hayatının sessiz görüntüsü gizli tehlikelerin üzerini örtüyor. Almanlar, Voltaire’in Candide ya da İyimserlik kitabındaki gibi, artık Vestfalyan “mümkün dünyaların en iyisi”nde yaşamıyorlar. Brexit’in AB’nin başını ağrıtmayacağı veya Macron’un gündeminin bütün Avrupa’yı etkileyecek geniş kapsamlı sonuçları olmayacağı türünden yanılsamalar içinde değiller.
Dahası Almanya’nın içeride çözmesi gereken birçok meselesi var. Birçok ihtilaflı konuya el atmaktan düpedüz kaçınıyorlar ve önemli reform girişimleri hayata geçirilemiyor. Mesela Almanya, bu kadar da olmaz dedirtecek denli karmaşık ve adil olmayan bir vergi sistemini hala daha düzeltebilmiş değil. Energiewende  (düşük karbon emisyonlu ekonomiye geçiş) hala tamamlanamadı ve kamu-özel ortaklıkları beklenen performansın altında. Ayrıca dijital altyapı alanında yetersiz yatırımlar, savsaklanan mali reformlar, finansmanı yetersiz emekli maaşları ve merkezî hükümet-federal devletler arasındaki bulanık ilişki meselesini de çözmesi lazım.
Aslına bakarsanız, 2000’lerin başında Şansölye Gerhard Schröder’in “Hartz” iş piyasası reformlarından bu yana başarıyla uygulanmış hiçbir reform yok. Daha da kötüsü, Schröder’in 2003’te “Gündem 2010”u sunmasından bu yana eşdeğer büyüklükte bir reforma girişmek şöyle dursun bu yönde bir teklif bile yapılmadı.
Schröder’in görev süresinin aksine, Merkel’in uzun şansölyelik sürecinin alamet-i farikası, mütevazı politika inisiyatifleri ve ufak adımlarla hedefe ilerleme. Merkel’in dikkatini büyük ölçüde çoğu Almanya sınırları ötesinden kaynaklanan krizleri yönetmeye ayırdığı dikkate alınırsa bu bir sürpriz sayılmaz. Piyasa, para birimi ve mülteci krizleri ile nükleer felaketlere rağmen Almanya paçayı kurtarmayı başardı.
Almanya bütün bu fırtınaları, büyük ölçüde önceki hükümetlerin yürürlüğe koyduğu tedbirler ve Merkel ile koalisyon ortaklarının da bu araçları maharetle kullanması sayesinde bertaraf etti. Neticede Almanya, 2008 Finans Krizi’nden ve akabinde patlak veren Avro Krizi’nden ilk belini doğrultan ve yine çok büyük sayıda mülteciyi ilk kabul eden ülke oldu.
Ama bu başarıların ardında geleceğe dönük bir gündem veya büyük bir ihtiras yok. Merkel’in yönetme yaklaşımı, mümkün olduğunca az değişim ve eğer ki değişim kaçınılmazsa bunu da azami dikkatle yapmak. Gerçekten de Merkel yönetimi altında genel olarak Alman politikasının tanımlayıcı ilkesi dikkat/teyakkuzdu ve bir dönem daha başta olursa bu politikadan geri adım atması muhtemel görünmüyor.

Teflon ülke?
1980’lerde Amerikan basını Ronald Reagan’a “Teflon başkan” adını takmıştı. Bugün de Almanlar bu adı kendileri, ülkeleri ve bittabi şansölyeleri için benimsemişe benziyorlar. Almanya’nın yönelimine eleştiriler yağdırılabilir ama bu asla üzerlerine yapışıp kalmaz. Her şey hep bir başkasının problemidir veya en azından bir başkasının hatasıdır.
Avro Bölgesi’yle başlarsak, yaygın Alman zihniyetine göre, Yunanistan ve İtalya olmasa her şey yolunda olurdu. Benzer şekilde, şirket yönetimlerindeki bozulmalar, Volkswagen’in emisyon değerlerinde oynama yapan birkaç dolandırıcı yöneticisine veyahut Amazon ve Google gibi vergi kaçıran Amerikan şirketlerine indirgenebilir. Amerikan Başkanı Trump Paris İklim Anlaşması’ndan çeklime kararı almasa dünyada varoluşsal bir tehdit olan iklim değişikliğiyle baş etmede işler yolunda gidecekti. Ve eğer ki İslamcı radikaller Batı’da bize saldırılar düzenlemese ve yine Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Almanya’daki Türk nüfus arasında nefreti körüklemese ülkenin etnik ve dini azınlıkları çok daha iyi bir durumda olacaktı.
Bu tür bir düşünce biçimi dikkate alındığında Alman hükümetinin de Teflon kaplı olması hiç de bir sürpriz olmasa gerek. Mesela diğer AB üyesi ülkeler Almanya’nın bütün Birliği etkileyen tek taraflı kararlar almasından şikâyet ettiklerinde Alman liderler bu sitemleri öylece savuşturup geçiyorlar. Finans Krizi sırasında Merkel’in Alman bankalarında tutulan avro cinsinden mevduatlara garanti vereceğini ilan etmesi tam da böyle bir şeydi. Nükleer enerji endüstrisini kapatma ve Almanya sınırlarını mültecilere açma kararları da benzer şekilde tek taraflıydı ve Avrupa’daki siyasi duruşu için en azından görünürde maliyetli oldu.
Geçtiğimiz birkaç yıl bize gösterdi ki Almanlar kendi kendilerini korumanın ustası oldular. Alman siyasi müesses nizamı, dışarıdaki, özellikle de AB üyesi ülkelerdeki rahatsızlık veya nefret işaretlerini öylece göz ardı ederken kendi ülkesinin kolektif hafızasızlığını rahatsız edebilecek herhangi bir iç problemden de uzak duruyor. Ve Merkel’in dikkatli/tedbirli liderlik tarzı ortama gayet iyi uyuyor. Şansölye ve ülkesi, çok zaruri hale gelmedikçe adım atmaktan kaçınma konusunda kol kola.
(…)

Rehavetin maliyetleri
(…) Ana-akım parti platformlarının tamamı, geleceğe dönük hiçbir şey sunmazken kendi şöhretlerine bel bağlamaya ve geçmişte yaptıklarının meyvelerinden istifade etmeye istekli görünüyorlar. Bu ironik bir durum; hele de Almanya, mesela İtalya’yı başıbozuk kamu finansmanı veya İrlanda’yı bozuk vergi sistemi yüzünden hedef tahtasına alması gibi, diğer ülkeleri reform yapmaları için sürekli azarlarken… (…)
Benzer şekilde Almanya’nın AB ve Avro Bölgesi karşısında ürkek ve çoğunlukla kendisine yarayan duruşunu sürdürmesi beklenebilir. Kısa süre bir sonra Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Berlin’deki sözde müttefikinin Almanya için de değişime işaret eden herhangi bir iç veya AB çapındaki reformda kendisini desteklemeyeceğini keşfedebilir.
Ancak Almanya’nın şiddetle ihtiyaç duyulan reformlardan kaçınması pek de uzun sürmeyebilir. Önünde sonunda Teflon aşınacak, eleştiriler yakasına yapışmaya başlayacak ve eleştirenlerin sayısı da katlanarak artacak. Sürekliliğin bu yıl siyasi merkez için teşkil ettiği tehdidin 2021 seçimlerindekine kıyasla aslında solda sıfır olduğu ortaya çıkabilir. Alman liderler ister kabul etsin isterse etmesin ülke bir yol ayrımında. Mevcut gidişatı sürdürürlerse uzun vadeli refah ve istikrarı tesis etme fırsatlarını elden kaçıracaklar. Daha da kötüsü, tıpkı Kohl’un uzun şansölyeliğinin son yıllarında olduğu gibi, bir iç kilitlenme/çözümsüzlük kök salabilir.
Siyasi kalıbı kırmak için hala geç değil. Almanya’nın liderleri, uzuncu bir süredir ihmal ettikleri eğitim, vergilendirme, altyapı, toplumsal eşitsizlik ve emeklilik reformu gibi iç meselelerde hala daha proaktif bir yaklaşım benimseyebilirler. Keza Almanya’yı dijital çağa hazırlamak için daha fazla çaba sarf ederek geleceğin konularını önceden sezip adımlar atmaya en sonunda başlayabilirler.
AB’ye gelince, Alman liderler daha fazla yetki ikamesi, hesap verilebilirlik ve şeffaflık konularında bastırabilirler. Avro Bölgesi, Ortak Tarım Politikası, dış sınırların kontrolü ve mevcut güvenlik çerçevesi konularında reform için daha fazla işbirliğini başlatabilirler.
Böyle bir yaklaşım, yavaş yavaş çizilerek kalkmasındansa bilfiil Teflon’u kazıyıp atmak anlamına gelecektir. Almanya, kendisini eleştirenlerle kafa kafaya yüzleşmek zorunda kalacaktır. Ülke içinde hükümet, on yıllık siyasi ve iktisadi balayının artık sonuna gelindiğini çoktan fark etmiş kesimlerin endişeleri üzerine eğilmeye mecbur kalacaktır. Uluslararası alanda ise hassas/kırılgan komşuları ve müttefikleri tarafından kabadayı olarak adlandırılmaya alışması gerekecektir.

Gidişatı sürdürmek onu değiştirmekten her zaman için daha kolaydır. Ancak Alman liderler şunu artık kabul etmeli ki en az direnişle karşılaşılacak yolu takip etmek artık onların –veya ülkelerinin– çıkarlarına değil.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder