ALMANYA’NIN REHAVET
KRİZİ
Helmut K. Anheier (Berlin’de Hertie İdari Bilimler başkanı ve sosyoloji profesörü)
Project Syndicate,
22.9.2017
Tercüme: Zahide
Tuba Kor
Tek bir on yıl ne de çok şey değiştiriyor. Bundan tam on yıl evvel Almanya,
reform yapma isteksizliği nedeniyle “Avrupa’nın hasta adamı” olarak
görülüyordu. Ülke, yüksek işsizlik, rekabetçiliğin düşüşü, başarısız eğitim
sistemi, yaşlanan ve azalan nüfus ile AB İstikrar ve Büyüme Paktı’nın koyduğu
sınırları aşan kamu borç yükünden muzdaripti.
Ama köprünün altından çok sular aktı. Bugün Almanya siyasi istikrarın bir
kalesi ve Avrupa’da ve dünyada genişçe paylaşılan bir refah adası olarak
görülüyor. Pazar günkü seçimlerde Başbakan Angela Merkel büyük ihtimalle
dördüncü dönem için halkın onayını alacak. Böylelikle mentoru, –Otto von
Bismarck’tan sonra– Almanya’nın en uzun süre başında bulunmuş ikinci şansölyesi
merhum Helmut Kohl’u da geride bırakacak. Bu nedenle Almanlar, Berlin’de ve
ülkenin 16 federal eyaletinin ekseriyetinde devam edecek bir siyasi istikrar
beklentisinde bulunabilirler.
Siyasi istikrar iktisadi başarıyı izler. Almanya’da şu an ihracat ve
ithalat patlaması var, ücretler yükseliyor, sendikalar durumdan memnun ve
işbirliği içinde ve istihdam neredeyse tam kapasite. 2008 Küresel Finans Krizi
çoktan unutulup gitti. Ve son yıllarda akan neredeyse bir milyonluk göçmen ve
mülteci iskan edildi; kamu bütçeleri de borç içinde değil.
İleriye baktığımızda Almanya’nın ufkunu karartacak çok az bulut var.
Volkswagen’in o utanç verici emisyon skandalı, altyapı projelerinde bitmek
bilmez gecikmeler ve Berlin Havayollarının kısa süre evvelki iflasına rağmen
Almanların tadını kaçıracak ortada çok az şey var. Tam aksine onların Avrupalı
yoldaşları sıkıntılar içinde kıvranıyorlar. İngilizler, Brexit yüzünden
çaresizlik içinde ellerini ovuşturuyorlar. Fransızlar, Cumhurbaşkanı Emmanuel
Macron’un ülkenin iş kanununu elden geçirmesiyle yüzleşiyorlar. Uzun zamandır
İtalya, bankalarının içinde bulunduğu sıkıntılı durumdan endişe içinde; İspanya’nın
da Katalonya’nın bağımsızlık çabasıyla başı dertte.
Aslında işler Almanya için o denli tıkırında görünüyor ki federal seçim
kampanyası görece donuk ve sıkıcı geçti. (…)
Gizli Sıkıntılar
Ancak Alman kamu hayatının sessiz görüntüsü gizli tehlikelerin üzerini
örtüyor. Almanlar, Voltaire’in Candide ya da İyimserlik kitabındaki
gibi, artık Vestfalyan “mümkün dünyaların en iyisi”nde yaşamıyorlar. Brexit’in
AB’nin başını ağrıtmayacağı veya Macron’un gündeminin bütün Avrupa’yı
etkileyecek geniş kapsamlı sonuçları olmayacağı türünden yanılsamalar içinde
değiller.
Dahası Almanya’nın içeride çözmesi gereken birçok meselesi var. Birçok
ihtilaflı konuya el atmaktan düpedüz kaçınıyorlar ve önemli reform girişimleri
hayata geçirilemiyor. Mesela Almanya, bu kadar da olmaz dedirtecek denli
karmaşık ve adil olmayan bir vergi sistemini hala daha düzeltebilmiş değil. Energiewende
(düşük karbon emisyonlu ekonomiye geçiş) hala tamamlanamadı ve kamu-özel
ortaklıkları beklenen performansın altında. Ayrıca dijital altyapı alanında
yetersiz yatırımlar, savsaklanan mali reformlar, finansmanı yetersiz emekli
maaşları ve merkezî hükümet-federal devletler arasındaki bulanık ilişki
meselesini de çözmesi lazım.
Aslına bakarsanız, 2000’lerin başında Şansölye Gerhard Schröder’in “Hartz”
iş piyasası reformlarından bu yana başarıyla uygulanmış hiçbir reform yok. Daha
da kötüsü, Schröder’in 2003’te “Gündem 2010”u sunmasından bu yana eşdeğer
büyüklükte bir reforma girişmek şöyle dursun bu yönde bir teklif bile
yapılmadı.
Schröder’in görev süresinin aksine, Merkel’in uzun şansölyelik sürecinin
alamet-i farikası, mütevazı politika inisiyatifleri ve ufak adımlarla hedefe
ilerleme. Merkel’in dikkatini büyük ölçüde çoğu Almanya sınırları ötesinden
kaynaklanan krizleri yönetmeye ayırdığı dikkate alınırsa bu bir sürpriz sayılmaz.
Piyasa, para birimi ve mülteci krizleri ile nükleer felaketlere rağmen Almanya
paçayı kurtarmayı başardı.
Almanya bütün bu fırtınaları, büyük ölçüde önceki hükümetlerin yürürlüğe
koyduğu tedbirler ve Merkel ile koalisyon ortaklarının da bu araçları maharetle
kullanması sayesinde bertaraf etti. Neticede Almanya, 2008 Finans Krizi’nden ve
akabinde patlak veren Avro Krizi’nden ilk belini doğrultan ve yine çok büyük
sayıda mülteciyi ilk kabul eden ülke oldu.
Ama bu başarıların ardında geleceğe dönük bir gündem veya büyük bir ihtiras
yok. Merkel’in yönetme yaklaşımı, mümkün olduğunca az değişim ve eğer ki
değişim kaçınılmazsa bunu da azami dikkatle yapmak. Gerçekten de Merkel
yönetimi altında genel olarak Alman politikasının tanımlayıcı ilkesi
dikkat/teyakkuzdu ve bir dönem daha başta olursa bu politikadan geri adım
atması muhtemel görünmüyor.
Teflon ülke?
1980’lerde Amerikan basını Ronald Reagan’a “Teflon başkan” adını takmıştı.
Bugün de Almanlar bu adı kendileri, ülkeleri ve bittabi şansölyeleri için
benimsemişe benziyorlar. Almanya’nın yönelimine eleştiriler yağdırılabilir ama bu
asla üzerlerine yapışıp kalmaz. Her şey hep bir başkasının problemidir veya en
azından bir başkasının hatasıdır.
Avro Bölgesi’yle başlarsak, yaygın Alman zihniyetine göre, Yunanistan ve
İtalya olmasa her şey yolunda olurdu. Benzer şekilde, şirket yönetimlerindeki
bozulmalar, Volkswagen’in emisyon değerlerinde oynama yapan birkaç dolandırıcı
yöneticisine veyahut Amazon ve Google gibi vergi kaçıran Amerikan şirketlerine
indirgenebilir. Amerikan Başkanı Trump Paris İklim Anlaşması’ndan çeklime
kararı almasa dünyada varoluşsal bir tehdit olan iklim değişikliğiyle baş
etmede işler yolunda gidecekti. Ve eğer ki İslamcı radikaller Batı’da bize
saldırılar düzenlemese ve yine Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan
Almanya’daki Türk nüfus arasında nefreti körüklemese ülkenin etnik ve dini
azınlıkları çok daha iyi bir durumda olacaktı.
Bu tür bir düşünce biçimi dikkate alındığında Alman hükümetinin de Teflon
kaplı olması hiç de bir sürpriz olmasa gerek. Mesela diğer AB üyesi ülkeler
Almanya’nın bütün Birliği etkileyen tek taraflı kararlar almasından şikâyet
ettiklerinde Alman liderler bu sitemleri öylece savuşturup geçiyorlar. Finans
Krizi sırasında Merkel’in Alman bankalarında tutulan avro cinsinden mevduatlara
garanti vereceğini ilan etmesi tam da böyle bir şeydi. Nükleer enerji
endüstrisini kapatma ve Almanya sınırlarını mültecilere açma kararları da
benzer şekilde tek taraflıydı ve Avrupa’daki siyasi duruşu için en azından
görünürde maliyetli oldu.
Geçtiğimiz birkaç yıl bize gösterdi ki Almanlar kendi kendilerini korumanın
ustası oldular. Alman siyasi müesses nizamı, dışarıdaki, özellikle de AB üyesi
ülkelerdeki rahatsızlık veya nefret işaretlerini öylece göz ardı ederken kendi ülkesinin
kolektif hafızasızlığını rahatsız edebilecek herhangi bir iç problemden de uzak
duruyor. Ve Merkel’in dikkatli/tedbirli liderlik tarzı ortama gayet iyi uyuyor.
Şansölye ve ülkesi, çok zaruri hale gelmedikçe adım atmaktan kaçınma konusunda
kol kola.
(…)
Rehavetin maliyetleri
(…) Ana-akım parti platformlarının tamamı, geleceğe dönük hiçbir şey
sunmazken kendi şöhretlerine bel bağlamaya ve geçmişte yaptıklarının
meyvelerinden istifade etmeye istekli görünüyorlar. Bu ironik bir durum; hele
de Almanya, mesela İtalya’yı başıbozuk kamu finansmanı veya İrlanda’yı bozuk
vergi sistemi yüzünden hedef tahtasına alması gibi, diğer ülkeleri reform
yapmaları için sürekli azarlarken… (…)
Benzer şekilde Almanya’nın AB ve Avro Bölgesi karşısında ürkek ve
çoğunlukla kendisine yarayan duruşunu sürdürmesi beklenebilir. Kısa süre bir
sonra Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Berlin’deki sözde müttefikinin Almanya için
de değişime işaret eden herhangi bir iç veya AB çapındaki reformda kendisini
desteklemeyeceğini keşfedebilir.
Ancak Almanya’nın şiddetle ihtiyaç duyulan reformlardan kaçınması pek de
uzun sürmeyebilir. Önünde sonunda Teflon aşınacak, eleştiriler yakasına
yapışmaya başlayacak ve eleştirenlerin sayısı da katlanarak artacak.
Sürekliliğin bu yıl siyasi merkez için teşkil ettiği tehdidin 2021
seçimlerindekine kıyasla aslında solda sıfır olduğu ortaya çıkabilir. Alman
liderler ister kabul etsin isterse etmesin ülke bir yol ayrımında. Mevcut
gidişatı sürdürürlerse uzun vadeli refah ve istikrarı tesis etme fırsatlarını
elden kaçıracaklar. Daha da kötüsü, tıpkı Kohl’un uzun şansölyeliğinin son
yıllarında olduğu gibi, bir iç kilitlenme/çözümsüzlük kök salabilir.
Siyasi kalıbı kırmak için hala geç değil. Almanya’nın liderleri, uzuncu bir
süredir ihmal ettikleri eğitim, vergilendirme, altyapı, toplumsal eşitsizlik ve
emeklilik reformu gibi iç meselelerde hala daha proaktif bir yaklaşım
benimseyebilirler. Keza Almanya’yı dijital çağa hazırlamak için daha fazla çaba
sarf ederek geleceğin konularını önceden sezip adımlar atmaya en sonunda
başlayabilirler.
AB’ye gelince, Alman liderler daha fazla yetki ikamesi, hesap
verilebilirlik ve şeffaflık konularında bastırabilirler. Avro Bölgesi, Ortak
Tarım Politikası, dış sınırların kontrolü ve mevcut güvenlik çerçevesi
konularında reform için daha fazla işbirliğini başlatabilirler.
Böyle bir yaklaşım, yavaş yavaş çizilerek kalkmasındansa bilfiil Teflon’u
kazıyıp atmak anlamına gelecektir. Almanya, kendisini eleştirenlerle kafa
kafaya yüzleşmek zorunda kalacaktır. Ülke içinde hükümet, on yıllık siyasi ve
iktisadi balayının artık sonuna gelindiğini çoktan fark etmiş kesimlerin
endişeleri üzerine eğilmeye mecbur kalacaktır. Uluslararası alanda ise
hassas/kırılgan komşuları ve müttefikleri tarafından kabadayı olarak
adlandırılmaya alışması gerekecektir.
Gidişatı sürdürmek onu değiştirmekten her zaman için daha kolaydır. Ancak
Alman liderler şunu artık kabul etmeli ki en az direnişle karşılaşılacak yolu
takip etmek artık onların –veya ülkelerinin– çıkarlarına değil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder