TÜRKİYE
AŞIRI DERECEDE HASSAS VE SAVUNMASIZ
Röportajı
veren: Soner Çağaptay (Washington Enstitüsü Türkiye Araştırmaları Programı
Direktörü)
Röportajı
yapan: Fritz Lodge & Mackenzie Weinger
The
Cipher Brief, 20.12.2016
Tercüme:
Zahide Tuba Kor
Rus
Büyükelçi Andrey Karlov’un Ankara’da suikasta uğramasının ardından Türkiye
nerede duruyor?
Suikastın
zamanlaması manidar, Suriye’nin kuzeyinde Türkiye ile Rusya’nın ciddi bir
şekilde yakınlaştığı bir dönemde geldi. (…) başarısız darbe teşebbüsünün
ardından (…) Batı’nın kendisini yalnız bıraktığını hisseden Erdoğan Rusya’nın
elini tuttu.
Tabii
ki Erdoğan’ın Rusya’yla yakınlaşmasının Suriye’de Kürt ilerleyişini engellemek
gibi başka nedenleri de var. Bir bakıma darbe, ilişkilerin normalleşmesini
hızlandırmada sadece uygun ortamı yaratmış oldu. Halep konusunda iki ülke
birbirine yaklaştı (…). Bir bakıma Ankara, Halep’te on binlerce kişinin
katledileceği bir soykırımın önüne geçerek Suriye’de aklıselimin sesi oldu. (…)
Karlov
suikastı, işte tam da Türkiye ile Rusya’nın birçok öncelikte buluştuğu bir anda
meydana geldi. Başta suikast, Türk-Rus ilişkilerine zarar verecek gibi
görünüyordu, ancak artık durum değişti. Rusya, Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’den
istediklerinin çoğunu aldığından [bu suikastı büyüterek] bir çuval
inciri berbat etmek istemiyor. Benzer şekilde Türkiye de Rusya’dan
istediklerini elde ediyor: PYD’nin Türkiye’nin güney sınırı boyunca bir “Kürt
koridoru” kurmasını engellemek üzere Ankara, Suriye’nin kuzeyinde Rusların
zımni onayını aldı ve İdlib’le Halep’te Türkiye destekli isyancıların
kontrolünde bir güvenlik kuşağı oluşturdu. Bu yüzden iki taraf da
normalleşmenin rayından çıkmasını istemiyor (…).
(…)
Mesela Türkiye suikastla ilgili bir ortak soruşturma komisyonu kurdu. Bu son
derece sıradışı bir adım. Devletlerin çoğu bu tür suikastları araştırmak için
milli bir komisyon kurarlar ve yabancı bir istihbarat teşkilatını davet
etmezler. Hele de Türkiye’de, hatırladığım kadarıyla, bunun bir benzeri daha
yok. (…)
Sizce
bu, Türkiye’nin dünyadaki yeri hakkında neler söylüyor? Biz burada Rusya’yla
Türkiye arasında gerçekten derinleşen ilişkilere mi şahit oluyoruz, yoksa hala
anlaşmazlık içindeler mi?
Bence
hala ihtilaflar var. Her iki ülke de vekâlet savaşını sürdürüyor. Türkiye
destekli isyancılar Esed’e karşı savaşı bırakmadılar. Suriye’de hala bazı ciddi
anlaşmazlıklar var ve bu da Ankara’yla Moskova arasında sıcak ilişkiler
kurulmasını zorlaştırıyor.
Bana
göre Türk-Rus yakınlaşması için bakılması gereken yer, Türkiye’nin Karadeniz ve
Ukrayna meselelerinde Rusya’nın konumuyla uzlaşma istekliliği. Rusya için asıl
öncelik Suriye değil, hep Karadeniz ve Ukrayna olmuştur. Dolayısıyla Türkiye,
Suriye meselesinde %60 ama Karadeniz, Ukrayna ve Kırım meselelerinde %90
Rusya’nın yanında yer alsa Moskova bundan son derece memnun olacaktır. Çünkü
Türkiye’nin Rusya’nın Kırım’ı ilhakını gayriresmi kabulü, Rus karşıtı
yaptırımlardan uzak durması ve kıyıdaş olmayan devletlerin Karadeniz’e
erişimini sınırlaması Moskova için çok daha önemli ve kanaatimce Türk-Rus
işbirliğinin asıl yansımasını burada göreceğiz. (…) Türkiye ve Rusya Karadeniz
konusunda çok yakın çalışacaklar.
Peki,
Türkiye’nin İran’la ilişkileri nasıl?
Bu
ilginç; zira İran’la Rusya Suriye’nin kuzeyi konusunda aynı görüşte değiller.
Rusların “Faydalı Suriye” denilen büyük şehirleri ve sahil kesimini içine alan
bölgeyi Esed’in kontrolüne almasını yeterli gördüğünü ve İdlib ile Halep’in
kuzey kırsalının isyancıların elinde kalmasını çok da umursamadığını
düşünüyorum. Yani bu bölgeyi Türkiye’nin kontrolü altına alma planı bir bakıma
Rus vizyonuna da uyuyor. İranlılar ise Esed’in kontrolü konusunda daha keskin
görüşlere sahipler; rejimin mümkün olduğunca fazla bölgeyi kontrolü altına
almasını istiyorlar.
Türk-İran
rekabetinin alanlarından biri de tarihsel olarak Irak. Burada herhangi bir değişim
görüyor musunuz?
Rekabetin
asıl alanı Irak olacaktır. İran’ın eli burada çok daha güçlü; hem Bağdat’taki
gelişmeleri kontrol ediyor hem de çok fazla sayıda kendisiyle müttefik milis
gücü var. Katılmak istemesine rağmen Türkiye’yi Musul operasyonundan uzak tutan
aslında Irak hükümetiydi.
Bu,
İran’ın Ruslarla gücü paylaştığı Suriye’ye kıyasla Irak’ta ne denli güçlü
olduğunun bir göstergesi. İranlıların Irak’ta gerek Şii milisleri gerekse
Bağdat yönetimini kullanarak Türkiye’ye karşı koyacağı ve burada siyasi bir
vekâlet savaşına şahit olacağımız düşüncesindeyim. Türkiye’nin de aralarında
Iraklı Türkmenlerin ve Kuzey Irak’tan Mesud Barzani ile partisi KDP’nin olduğu
kendi vekilleri var.
Türk
iç siyasetine dönersek, [suikastçıyla ilgili] Gülenci iddiası hakkında
ne düşünüyorsunuz? Bu, içeride Erdoğan için ne anlama geliyor?
Bu
beni üzüyor. Zira uzunca bir süre ben hep Türkiye’yi istikrarsızlığa ve şoklara
karşı dayanıklılıkta bir istisna olarak düşünmüştüm. Ve yine Ortadoğulu
komşularına kıyasla hep bir istikrar adası olarak görünmüştü. Türkiye’yi
istikrarlı olarak görme sebebim, güçlü kurumlara, özellikle de istihbarattan
polis teşkilatı ve orduya kadar güçlü milli güvenlik kurumlarına sahip
olmasındandı.
Şimdi
ise bu kurumlar siyasallaştı. Ordu içinden bir fraksiyonun hem Türk Silahlı
Kuvvetlerini hem de hükümeti devirmeye kalkışmasında bunu gördük. Şimdi ise
aynısını polis teşkilatında görüyoruz. Suikast sırasında izinli olsa da Mevlüt
Mert Altıntaş bir polis memuruydu. Siyasi bir suikast işledi. Motivasyonu ve
arkasındakiler her ne olursa olsun bu siyasallaşmanın bir ürünü.
(…)
Türkiye
çok zorlu bir fırtınayla, Suriye savaşının kendisine doğru yayılmasıyla karşı
karşıya (…). Türkiye’nin en fazla ihtiyaç duyduğu bir dönemde bu kurumlar
siyasallaşmış durumda. Bu yüzden durumun çok tehlikeli olduğunu düşünüyorum.
Türkiye önceki şoklara ve krizlere güçlü kurumları sayesinde dayandı. Ama artık
kurumlarına bel bağlayamaz; Türkiye’yle ilgili en derin endişem işte bu.
Bütün
bu tehditlerle kuşatılmış durumdaki Erdoğan, sizce kafasında belli bir planı
olan mı, yoksa salt olaylara göre tepki veren bir lider mi?
Bence
bir planı var. Yürütme yetkisine sahip bir cumhurbaşkanı olmak istiyor ve bu
yüzden Türkiye, ona adeta tapan destekçileriyle lanet okuyan muhalifleri
arasında iyice kutuplaşmış durumda. Olumsuz olan şu ki Türkler artık iki ayrı
gerçeklik âleminde yaşıyorlar. Türkiye’nin yarısı Erdoğan’ı sevip ülkesini
cennet olarak görüyor ve onun asla yanlış yapmayacağına inanıyor. Diğer yarısı
ise ondan tiksinip ülkenin bir cehennem olduğunu ve Erdoğan’ın doğru hiçbir şey
yapmadığını düşünüyor. Erdoğan, planı doğrultusunda ilerlerken ülkenin
yarısının desteğini alacak, ama kalan yarısı bu planı baltalayacak
kanaatindeyim. Ve Türkiye hakkındaki endişemle konuyu bağlarsam, bu plan tam da
Türkiye’nin IŞİD’den PKK’ya, Rusya’dan Esed’e ve İran’a kadar olağanüstü iç
tehditlerle yüzleştiği bir dönemde gündeme geldi.
gündeme
geldi.
Dolayısıyla
birincisi, Türkiye derinden kutuplaşmış durumda. İkincisi, şiddetin zirveye
çıkışıyla ve artan dış ve iç düşmanlarla yüzleşiyor. Üçüncüsü, Türkiye’nin
önceki krizlerden sağ salim çıkmasını sağlayan kurumları siyasallaşmış durumda.
Dördüncüsü, kutuplaşma o denli derin ki artık iki ayrı gerçeklik söz konusu ve
benim en büyük endişem de bu. Çünkü daha evvel ülkenin şoklarla yüz yüze olduğu
dönemde –1970’lerde iç savaşvari sokak çatışmaları, otuz yıla yakın süren üç
haneli enflasyon, 1990’larda İran ve Suriye destekli topyekûn PKK isyanı
sürecinde- Türkler iki ayrı âlemde yaşamıyorlardı. Ama artık öyleler. Bu
gerçekten endişe verici. Zira çok fazla şiddet yaşanması (ki son 18 ayda
meydana gelen 32 terör saldırısında 700 kişi can verdi), çok fazla dış düşman
bulunması (İran, Irak, Suriye ve hatta Rusya) ve gerek içeriden gerekse
Suriye’den kaynaklı cihatçı tehdit, büyüyen Kürt meselesi ve PKK’yla savaş hali
ve kurumların siyasallaşması Türkiye’yi bana göre son derece hassas ve
savunmasız bir hale getiriyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder