TRUMP’IN
ELİ KULAĞINDAKİ İSLAM’A KARŞI SAVAŞI
Jackson
Diehl (Washington Post’un görüş yazıları sayfasının editör yardımcısı.
Dış politikayla ilgili başmakalelerin de yazarı)
Washington
Post, 11.12.2016
Tercüme:
Zahide Tuba Kor
Donald
Trump, 15 yıldır devam eden İslami aşırıcılık tehdidini etkisizleştirme
arayışının üçüncü ve en karanlık dönemine öncülük etmek üzere. İlki, George W.
Bush’un özgürlük inisiyatifiydi; buna göre, Ortadoğu’nun çürümüş baskıcı
yönetimlerinin siyaseten liberalleştirilmesi teröristlerin eleman kazanma
imkanını kurutacaktı. İkincisi, Barack Obama’nın angajman politikasıydı; buna
göre, Ortadoğu’yla saygılı ve düzeyli bir diyalog ve Müslümanların –özellikle
de Filistinlilerin– adalet taleplerini nazarıdikkate almak Batı’yı daha az
hedef haline getirecekti.
Her
ikisinin de başarısızlığa uğradığı kanaati büyük ölçüde hâkim. Yeni başkan ise
gerek Bush’un gerekse Obama’nın ahlaken yanlış ve pratik olarak da ters tepici
addederek safdışı bıraktığı bir yaklaşımı benimseyecek: medeniyet çatışması.
Trump’ın
mücadelesi denilen şeyin ana hatları, Stephen K. Bannon, Michael T. Flynn, Jeff
Sessions ve Trump’ın diğer atadıklarının söylemlerinden kolayca saptanabilir.
Bu ekip, Bannon’un öne sürdüğü üzere “İslam’a karşı uzun bir Yahudi-Hristiyan
Batı mücadelesi tarihi”nden veyahut müstakbel milli güvenlik müsteşarı Flynn’in
yazdığı üzere “kötü insanların Mesihçi kitlesel hareketine karşı bir dünya
savaşı”ndan dem vuruyor.
Bush
ve Obama, el-Kaide ve İslam Devleti teröristlerini, saygı duyulmaya değer büyük
bir din olarak niteledikleri İslam’dan ayrıştırmakta dikkatli davrandılar.
Flynn ise böyle değil. Ona göre İslam, bir kanser, din kisvesi altında gizlenen
ve aşağı bir kültürün ürünü olan bir siyasi hareket. Bu yıl yayımlanan yeni
kitabındaki iddiası şu: “Ben tüm kültürlerin ahlaken eşdeğer olduğuna
inanmıyorum; bence Batı ve özellikle de Amerika çok daha medeni, çok daha etik
ve ahlaki.”
Peki,
pratikte bu ne manaya geliyor? Ortadoğu’nun savaş alanlarında bunun karşılığı
çok az. Trump’ın ekibinin Irak, Suriye ve Libya’da İslam Devleti’ne karşı devam
etmekte olan saldırıları sürdüreceği kesin. Yavaş yavaş başarısını/etkisini
göstermeye başladığından, Flynn ve müstakbel savunma bakanı James N. Mattis’in
Obama’nın büyük bir Amerikan askeri birliği yollamaktansa yerel milis güçlerini
destekleme yaklaşımını değiştirmesi muhtemel görünmüyor. Yeni yönetim, İran’a
meydan okumanın göz boyayıcı yollarını arayacak; ancak bunu, asıl önem arz eden
Suriye sahasında yapması ihtimal dahilinde değil.
Trump’ın
medeniyet çatışmasını, –bundan büyük bir memnuniyet duyacağı kesin olan– Şii
milisler de Sünni teröristler de tatmayacak; bunu tecrübe edecekler, Müslüman
dünyadaki ortalama sıradan vatandaşlar olacak. ABD’ye girmeleri tamamen
yasaklanmasa da “aşırı güvenlik incelemeleri”ne maruz kalacaklar. Ve yine bunu,
medeniyet savaşında Trump’ın taktiksel müttefikler olarak gördüğü diktatörlere
ve monarşilere Amerikan desteğinin artışında hissedecekler.
Bunların
en başında, bir yandan sözde cihatçılarla savaşırken öte yandan İslam’ı
“ıslah/reform” etmeye çalışması nedeniyle Trump’ın ve ekibinin rağbet
gösterdiği Mısır’ın Abdülfettah es-Sisi’si geliyor. Başta bulunduğu üç yıl
içinde ülkesinin en azından son yarım yüzyıllık tarihinin en sert yönetimini
sergileyen Sisi, ekonomiyi enkaza çevirdi ve bir zamanların hareketli seküler
sivil toplumunu neredeyse yok etti. Buna rağmen, giderek itibarını kaybeden bu
diktatör hızla Trump’ın bölgedeki en önemli müttefikine dönüşüyor. Obama’nın
geri çevirdiği Sisi’yi Trump, Beyaz Saray’a davet etti bile.
Diğer
baskıcı rejimler de, İslam karşıtı görüntüsüne rağmen, Trump’ın stratejisinin
sessiz sedasız peşine takılabilirler. Suudi Arabistan ve diğer monarşiler,
ABD’nin İran’a ve ayrıca Müslüman Kardeşler’e yönelik artan husumetinden
memnuniyet duyacaklardır. ABD’nin Körfez’deki 5. Filosu’na ev sahipliği yapan
Bahreyn, milli gün kutlamasını Trump’ın yeni Pennsylvania Avenue otelinde
yapmak suretiyle hemen hürmetlerini gösterdi.
Avrupalılar
da onun peşine takılacaklardır. Macaristan ve Polonya’nın sağcı yönetimleri
Trump’ın Müslüman karşıtı söylemine keyifle alkış tutuyorlar. Fransa’nın
müstakbel cumhurbaşkanı olması beklenen iki güçlü adaydan daha ılımlı olanı,
yani François Fillon’ın yazdığı kitabın başlığı şu: İslami Totaliterliği
Mağlup Etmek. Liberal demokratik değerlerin geriye kalan en önemli
savunucusu konumundaki Almanya’nın Angela Merkel’i dahi geçen hafta kendisini
İslam karşıtı bir duruş sergilemek zorunda hissetti ve sayıları çok cüzi
olmasına rağmen Alman kadınların burka giymesini yasaklamayı önerdi.
Bu
hareketin sonuçlarını öngörmek hiç de zor değil. Cihatçılardan nefret eden ve
ülkelerini serbest piyasayla ve demokratik kurumlarla modernize etme
özlemindeki Müslümanlar, böylelikle muhtemel Batılı ortaklarından
yabancılaştırılacaktır. Baştan beri Batı’yla medeniyet savaşı fikrini
destekleyip yayan İslam Devleti ve el-Kaide, gerek Ortadoğu’dan gerekse Batılı
Müslümanlar arasından saflarına yeni yeni savaşçılar devşirecektir. Sisi
rejimi, bir halk isyanını atlatsa bile, önünde sonunda yolsuzluklarından ve
beceriksizliklerinden ötürü alaşağı olacaktır.
Bush
da Obama da Müslüman Ortadoğu’yu veya ABD’nin bölgeyle ilişkisini dönüştürmeye
çalıştı, ama başarısızlığa uğradı. Trump’ın hedefi ise bölgeyi ve bölgenin
dinini tecrit edip bastırmak. Öngörülebilir en kötü sonuç ise bunu başaracak
olması.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder