ZAHİDE TUBA KOR İLE AKSÂ TUFANI ÜZERİNE SÖYLEŞİ
İnsicam dergisi, Ekim 2025, sayı 56, sf.24-29
Blogda yer alan 950 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Hocam, sizce Gazze’de yaşanan felaketlerin ardından “sonrası” için mümkün
senaryolar nelerdir?
Maalesef olumlu bir senaryo göremiyorum. İsrail, Batı’nın tam desteğini
alıp vahşeti en ileri boyutta kullanarak Gazze’yi yok etmeye çalıştı; ama
Gazzelilerin iki yıldır tek başlarına ölümüne direnişi karşısında hedeflerine
ulaşamadı. İsrail ilk defa boyun eğdiremediği ve satın alamadığı dişli bir
düşmanla karşı karşıya kaldı. Bu süreçte dünyada giderek bir nefret odağına
dönüştü ve yalnızlaştı. Ama ne yazık ki her şeyin İsrail aleyhine döndüğü bir
ortamda, Müslüman ülke liderleri Trump’ı güya ateşkes için ikna ederek İsrail’e
can simidi oldular.
Trump’ın açıkladığı 20 maddelik plan şaka gibi, ama Gazzeliler için tam bir
kâbus. İki sene boyunca ABD-İsrail ikilisine boyun eğmemiş bir şerefliler
topluluğu, Müslüman ülkelerin baskısıyla teslime zorlanıyor. Planın her maddesi
tuzaklarla dolu. Filistin’de yüzyıl sonra yeniden bir manda rejimi kurulması
öngörülüyor; ABD-İngiltere-İsrail ortaklığı ve Müslüman ülkelerin
finansmanıyla. Direnişin İsrail’e karşı en önemli kozu olan esirleri daha ilk
aşamada elinden almaya kalkışıyorlar; sonrasında Netanyahu’nun anlaşmadan
cayacağı yüzde 100 olduğu halde. İsrail, tarihinde hiçbir anlaşmaya tam
uymamıştır. Dahası, İsrail’in lügatinde uzlaşma, taviz ve anlaşma yoktur. Eğer
bir anlaşmaya sadık kaldıysa karşılığında çok daha büyük kazanımlar elde ettiği
içindir. 27 Kasım 2024’te Lübnan’da varılan ateşkese rağmen İsrail, hemen her
gün Lübnan’ı bombalamayarak 1000 küsur ateşkes ihlali yaptı. Gazze’de farklı mı
olacak?
Trump ekibi, Amerikan tarihinin en İslamofobik, Evanjelik ve İsrail’den
fazla İsrailci yönetimidir. İsrail’in her yaptığının kayıtsız şartsız
desteklenmesini Tanrı’nın bir emri olarak görür. Trump’ın ilk dönem ekibi de,
daha evvel Reagan ve Bush ekipleri de aynı ideolojidendi. Fark, Trump’ın bu
ikinci döneminde İsa Mesih’in yeryüzüne geleceğine ve bin yıl sürecek Tanrı
krallığının kurulacağına inanmaları. Trump ilk başkanlık döneminde Netanyahu ne
istediyse yaparak Filistinlilerin hayatını tam bir kâbusa döndürmüştü. Biz
maalesef her şeye Türkiye odaklı baktığımızdan ve kendimizi merkeze
koyduğumuzdan o dönem Filistinliler aleyhine neler yaptıklarının farkında bile
değiliz. İş adamı diye kendisiyle pazarlık yapılabileceğini sanıyoruz.
Netanyahu-Trump ikilisinin yalan söylemekte sınır tanımadığının, Müslüman
yönetimleri parmaklarında oynattıklarının farkında değiliz.
Şu an yapmaya çalıştıkları şey, Filistin davasını Müslüman ülkelerin
devreye girmesiyle bitirtmek, mevcut ve müstakbel bütün tehditleri ortadan
kaldırarak İsrail’i bölgede kalıcılaştırmak… Trump ateşkes ve barış dese de
onun kastettiği bizim anladığımızdan farklı. Netanyahu başta olduğu sürece ne
Gazze’de ne de Ortadoğu genelinde savaşlar bitebilir.
Dahası, İsa Mesih’in dönüşü için MS 70’te yıkılan tapınağın yeniden inşası
gerekiyor, bunun için de Kubbetü’s-Sahra ve Mescid-i Aksa’nın yıkılması. Bunun
‘ilahî işareti’ olan kızıl düvelerin 2022’de Teksas’ta bir Evanjelik
Hristiyan’ın çiftliğinde doğurtulup kurban edilmek üzere 2023’te İsrail’e
getirtildiğini hatırlatayım. Gazze’de HAMAS ve Lübnan’da Hizbullah’ı
silahsızlandırdıktan sonra sıra Batı Şeria ve Kudüs üzerindeki emellerine
gelecektir. Direniş örgütlerinin silahsızlandığı bir ortamda bunları kim
engelleyebilecek, Gazze’deki soykırıma bile seyirci kalmış Müslüman ülke
orduları mı?
Gazze’de ateşkes planı, acaba Hudeybiye Anlaşması gibi olabilir mi,
Müslümanlara güçleninceye kadar zaman kazandırabilir mi diye düşünülebilir.
Korkarım ki biz Müslümanlar zilletten çıkıp bağımsızlaşıncaya ve güçleninceye
kadar Evanjelik-Yahudi ortaklığı bölgesel hedefine ulaşacaktır. 77 yıldır
Filistin işgal altında olduğu halde gerekli hazırlıkları yapmamışız; hamaset
kolaycılığından çıkıp bundan sonra mı yapacağız?
Son olarak Gazze’deki silahlı gruplar ateşkesi kabul etse de etmese de
İsrail saldırmayı sürdürecektir. Ateşkes gerçekleşse bile kurmaya çalışacakları
düzen işlemeyecektir. İki yıldır ABD’nin Gazze’de çözüm diye ortaya attığı
hiçbir öneri ve sahada uygulamaya koyduğu hiçbir plan tutmadı. Bu da öyle
olacaktır. İsrail’in içi iyice karışmış vaziyette; Gazze’de bir ateşkesin
olması da olmaması da iki kutuptan birini isyana sevk edecektir. Kısaca ortada
ne Gazzeliler ve Filistinliler ne de İsrailliler için iç açıcı bir senaryo var.
Medya, sosyal medya ve kamu diplomasisi, Gazze meselesinin küresel algısını
nasıl şekillendiriyor? Propaganda ve dezenformasyon riskleri nelerdir?
Gazzelilerin çektiklerinin çok benzerleri, geçmişte Irak ve Suriye’de
yıllarca yaşandı, halihazırda Sudan’da yaşanıyor. Ama sosyal medya o dönemlerde
veya ülkelerde etkili olmadığı için yaşananlar dışarıya yeterince yansımadı,
yansısa da dünyayı harekete geçiremedi. İlk defa dünyanın Gazze’de olan biteni
görmesinde sürekli canlı yayınlar yapan el-Cezire kanalı kadar
Filistinlilerin sosyal medyayı iyi kullanmasının etkisi büyük.
Dünyada neredeyse bütün büyük sosyal medya ağları ve köklü geleneksel medya
kuruluşları Siyonistlere aittir. Yıllarca onların filtresinden (sansüründen)
geçerek Filistin haberleştirildi, İsrail argümanları dünyaya pazarlandı. Ama
son yıllarda Filistinliler, düşmanını düşmanının silahıyla vurmakta maharet
kazandı. Bu, son derece önemli. Sosyal medyayı iyi kullanmaları sayesinde dünya
ilk kez 2021 Mayıs’ında, ikinci kez 7 Ekim 2023’ten bu yana Filistin gerçeğine
uyandı. 2021 Ramazan’ında Kudüs’te yaşanan olaylar, akabinde Gazze’de 11 gün
süren savaş sırasında dünya ayağa kalkmış ve ABD ile İngiltere’de o döneme
kadar ki en kalabalık Filistin’e destek eylemleri yapılmıştı. İsrail, söylem
tekelini yitirmenin şoku ve paniği içindeydi. 2,5 yıl sonra bu defa Gazze, bir
soykırımın canlı canlı ekranlarda izlendiği ilk savaş oldu. Bu bakımdan bir
devrim.
İlk defa Batı’da gençler, geleneksel ve sosyal medyada sansüre rağmen
Tik-Tok’un da katkısıyla Gazze’den haberdarlar ve yönetimlerine öfke içindeler.
Tam da bu yüzden Amerikalı Siyonistler kısa süre evvel Tik-Tok’u kontrollerine
aldılar.
2024 Kasım’ında dışişleri bakanlığına getirilen Gideon Saar, küresel alanda
İsrail’i aklayıcı bir propaganda hamlesi başlatacaklarını ilan etmişti. İsrail
bunun için tarihinin en büyük bütçesini ayırdı. Artık sanal dünyada sansür
ileri boyutta; içerikler kaldırılıyor, kanallar/hesaplar kapatılıyor.
Önümüzdeki süreçte Gazze’de savaş bittiğinde sanal dünyadaki soykırıma ait tüm
video ve görsellerin silineceği söyleniyor. Hatta ellerinizdeki bütün görsel
malzemeleri farklı farklı yerlerde saklayın deniyor.
Ne derece başarılı olurlar henüz bilmiyoruz. Ama şunu hiç unutmayın:
Unutmak da hatırlamak da bir hafıza işi değil, siyasi ve ideolojik bir
tercihtir. Tıpkı Kemalizmin Arap ve İslam dünyasıyla aramıza duvar örme amaçlı
nice propagandasına halkımızın ekseriyetinin inanması gibi. Hatta 7 Ekim’den
sonra ülkemizde “Gazze’den bize ne? Araplar bizi arkamızdan vurdu,
Filistinliler toprak sattı” dendiğini veya “Durup dururken HAMAS bu terör
saldırısını neden yaptı? Acaba İsrail ajanı mı?” diye sorgulandığını düşünürsek,
bütün kayıtların silindiği bir ortamda gelecek nesillerin Siyonist propagandaya
inanıp “7 Ekim 2023’te Gazzeli teröristler İsraillilere soykırım yapmış”
demesinin önünde nasıl bir engel olabilir?
Bir de yapay zekâ meselesi var. Gelecek nesiller bizim gibi ansiklopediler,
kitaplar veya basılı kaynaklardan araştırma gayretinde muhtemelen olmayacaklar,
bir tıkla her şeyi yapay zekaya soracaklardır. Bunun da ipleri yine
Siyonistlerin elinde. Şu an bile Gazze ve HAMAS lehine bilgiler sansürlü; yapay
zekâ İsrail aleyhine haberleri çevirmeyi reddediyor. Bu gidişat nereye varır?
Velhasıl, bugün küresel atmosfer İsrail aleyhine diye kalıcı sanıp da
rehavete kapılmamalıyız. Çok çalışmamız lazım hem de çok…
Daha önceki çalışmalarınızda Hamas’ın “dış güçlerin maşası olma algısının
kırıldığı” ve kendi iradesiyle hareket eden bir aktör olduğunun anlaşıldığını
belirtmiştiniz. Hamas’ın bölgesel bir aktör olmaktan çıkıp özerk bir aktöre
dönüşme sürecini nasıl yorumluyorsunuz?
Buna mecburdu. Filistin’e destekçi herhangi bir bölge ülkesi, 7 Ekim
operasyonundan önceden haberdar olsaydı engellemeye çalışırdı, emin olun. Çünkü
Aksa Tufanı, sadece İsrail-Körfez ülkeleri arasında değil, bölge çapında eski
hasımlarla ilişkileri düzeltme, milli menfaat ve iktisadi fayda doğrultusunda
yeni bir düzene geçme çabaları iyice ilerlemişken yaşandı. Eğer operasyon
olmasa Ekim 2023’te Netanyahu Ankara’ya gelecek ve Türkiye’nin Doğu
Akdeniz’deki tecridini de kıracak önemli anlaşmalar imzalanacaktı; yine Suudi
Arabistan ve İsrail İbrahim Mutabakatı’na imza koyup ilişkileri
normalleştirecek, bu sayede yeni boru hatlarını ve ticaret yollarını da içeren
bölgede yepyeni bir düzen kurulacaktı. İran, baş düşmanı Suud’la bile barışmış
ve Biden yönetimiyle nükleer müzakereleri sürdürmekteydi; müttefiki Esed rejimi
bölgede yeniden meşru bir aktöre dönüşmüştü. Katar -İsrail ve ABD’nin onayıyla-
yıllardır Gazze’nin hamisi ve ana finansörüydü; burada büyük yatırımları vardı.
Hal böyleyken Gazze için kim neden bütün bu kazanımlarını çöpe atsındı ki?
Şunu unutmayın: İsrail’le gerçek bir mücadele çok büyük bedeller ödemeyi
gerektirir. Bunu isteyen herhangi bir devlet ve hükümet olduğunu düşünmüyorum.
Devletler, bir başkası için milli güvenliğini tehlikeye atmazlar, hele hele
İsrail gibi herhangi bir kırmızı çizgisi olmayan bir haydut devletle karşı
karşıya gelmek istemezler. Eğer 7 Ekim operasyonunun arkasında olsalardı
Gazze’deki müttefiklerini bu denli yüzüstü bırakmazlardı. Bırakın savaşa
müdahil olmayı, ekonomi bile bir silah olarak kullanılmadı, ticari ilişkiler
kesilmedi.
Bu arada Kassam Tugayları’nın İsrail’e içeriden herhangi bir bilgi
sızmaması için bu operasyonu HAMAS’ın siyasi kanadından bile sakladığı,
içerideki lider kadroya birkaç gün evvel haber verdiği, dışarıdaki siyasi
liderlerin hiç haberi bile olmadığı söyleniyor.
2020 İbrahim Mutabakatları süreci Filistinliler pahasına, onların yok
sayılmasıyla kurulmakta olan yeni bir bölgesel düzendi. 7 Ekim, Filistin
meselesi ve davası, tarihin ‘çöp sepeti’ne atılmadan yapılmış son bir çıkış ve
çırpınıştı. Zannettiler ki Arap ve İslam dünyası İsrail saldırganlığı
karşısında uyanacak ve kendilerine destek verecek. Ama olmadı.
7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze’deki abluka koşullarında hayatta kalma
mücadelesi ile davanın sadece silahla değil, bilim, sanat ve edebiyatla da
savunulabileceği vurgulanıyor. Bu sivil direniş ve inovasyon kapasitesi,
Filistin davasının geleceği için ne gibi potansiyeller barındırıyor?
Kesinlikle, ben de bunu söyleyenlerdenim. İsrail ve Siyonistler, sadece
silah gücüyle ve komployla değil bilim, sanat, edebiyat ve medyadaki
etkinlikleriyle ve icatlarıyla da dünyada hakimiyet kurdular. (Mesela ileride
Dünya Siyonist Örgütü başkanı ve İsrail’in ilk cumhurbaşkanı olacak kimyager
Haim Weizmann, Birinci Dünya Savaşı sırasında patlayıcı üretiminde çığır açıcı
icadıyla İngiliz yönetiminin saygınlığını kazanmıştı.) Bana İslam dünyası ne
zaman ve nasıl ayağa kalkar diye soranlara “Kaç tane Nobel Ödülü almış Müslüman
bilim adamı ve edebiyatçımız var?” diyorum. Mesele Nobel Ödülü almak değil, bu
alanlarda dünya çapında çığır açıcı ve etkili ürünler vermek. Bunu
başarmadığımız sürece Siyonistlerin ürünlerinin ve fikirlerinin tüketiciliğine
ve taklitçiliğine mahkûm kalırız.
Tek başına askeri ve siyasi güçle bir dava kazanılmaz, bir mücadele
başarılı olmaz. Öte yandan silahsız, sadece bilim ve sanatla bu işin
başarılacağını sanmak da kendimizi kandırmak olur. Çünkü İsrail’in ve
müttefiklerinin anlayacağı tek dil güçtür. Ama davaya dünyayı katmak ve
vicdanları harekete geçirip bir küresel koalisyon oluşturmak için kültür-sanat
ve medya/propaganda alanında etkili olmak son derece önemli. Yani aynı anda
bütün unsurlarda ilerleme kaydetmeliyiz, tıpkı İsrail’in yaptığı gibi.
Çağımız görsellik çağı; Filistinlilerin yaşadıklarını ve İsrail’in
suçlarını belgeleyen filmler ve belgeseller çok önemli, romanlar ve
oto/biyografiler de. Filistinli şair Mahmud Derviş’in tek bir dizesi, bazen
koca bir akademik kitaptan daha fazlasını söyler, bazen de tek bir kare
fotoğraf veya video… Dünyada sistemsel krizlerin de etkisiyle insanlar
siyasetten bıkmış durumda, gençler siyasete ilgisizler; onlar kültür-sanat,
spor veya sosyal medya üzerinden davaya çekilebilir. Bu yüzden sanatçıların ve
sporcuların duyarlılığı önemli. Etkili ve ikna edici bir söylem üretmek ve o
söylemle Siyonistlerin yalanlarını ifşa etmek gerek. Dünyadaki siyasetçiler
İsrail’in ve müttefiki ABD’nin esirleri; buna karşı güçlü bir sivil toplum
hareketliliği de ancak kültür-sanat üzerinden sağlanabilir.
İsrail’in yetmiş küsur yıldır kimlere suikast düzenlediğinin izini sürersek
Filistin direnişinde ve davasında kimlerin kritik roller oynadığını daha iyi
anlarız. Nitekim İsrail sadece direniş liderlerini şehit etmedi; geçmişte
mesela Filistinli romancı ve gazeteci Gassan Kenefani’yi ve Hanzala
karakterinin çizeri karikatürist Naci el-Ali’yi ya da geçtiğimiz yıllarda
önemli Filistinli mühendisleri de suikastlarla ortadan kaldırdı. Yani kalem ve
kelam da, mühendislik ve teknik icatçılık da silah kadar önemlidir. 7 Ekim’den
sonra da Gazze’de yüzlerce kameramanı, gazeteciyi, doktoru, sağlık görevlisini,
ambulans şoförünü, arama-kurtarma görevlisini, akademisyeni, öğretmeni, âlimi,
sanatçıyı, mühendisi, insanî yardım görevlisini vd. katletti. Bunların hepsi
farklı metotlarla direnişin kritik birer parçasıydı.
Batılı rejimlerin ikiyüzlülüğü ile Batı halklarının (özellikle gençlerin)
Filistin’e verdiği destek arasındaki çelişkiyi görüyoruz. Batı’daki bu yeni
nesil aktivizm, uzun vadede Batı’nın Ortadoğu politikalarında somut bir
değişikliğe yol açabilir mi?
Değişime yol açma ihtimali yüksek. Çünkü -pek farkında değiliz ama- zaten
her şeyin değişmekte olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Mevcut dünya düzeni zaten
2008’den beri sorgulanıyordu, memnuniyetsizlikler çoktu. 7 Ekim’le Siyonizmin
maskesi ilk kez bu denli düştü, tüm çıplaklığıyla ne oldukları görüldü.
İsrail’in bu dünya düzeninin nasıl paydaşı olduğu ve Siyonistlerin hem ABD’yi
hem de ABD üzerinden dünyayı nasıl esir aldığı görüldü. Batı’da hakikaten bir
uyanış var. Amerikan halkı İsrail’i sorguluyor. İsrail’i Ortadoğu’da değerli
bir müttefik değil, Batı’nın sırtında bir yük olarak görenlerine sayısı
artıyor. Ortadoğu’nun bastırılmış halkları zaten içten içe kaynıyor, toplumsal
patlamalar her yerde an meselesi.
Halihazırda İsrail’i ölümüne savunanlar (i) Siyonist propagandalarla
beslenmiş yaşça ileri nesiller, (ii) ideolojik veya dinî sempati duyanlar
(Evanjelikler, İslam düşmanı aşırı sağcılar gibi), (iii) kariyerini Siyonist
çevrelere borçlu olanlar, (iv) hedeflerine ve çıkarlarına İsrail’le işbirliği
içinde erişebileceklerini inananlar (yani çıkarcılar), (v) koltuklarını
Siyonistlere borçlu olan veyahut İsrail aleyhine bir adım atarsa devrilmekten
korkan devlet başkanları ve yöneticiler… Mevcut liderler ve siyasetçiler kuşağı
öldüğünde veya çekildiğinde, şu anki gençler siyasete girdiğinde daha farklı
politikalar görebiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder