YOM KİPPUR’DAN AKSA TUFANI’NA: 1973 SAVAŞI BUGÜNE NASIL AYNA OLUR?
Zahide Tuba Kor
Anadolu Ajansı, 6.10.2025, https://www.aa.com.tr/tr/analiz/yom-kippurdan-aksa-tufanina-1973-savasi-bugune-nasil-ayna-olur/3708659
Blogda
yer alan 950 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
“Yom Kippur Savaşı ile 7 Ekim Aksa Tufanı operasyonu ve akabindeki Gazze
soykırımı süre ve vahşet bakımından çok farklı olmakla birlikte, upuzun bir
benzerlikler listesine de sahip. Gazze’de ateşkes ümitlerinin belirdiği bu
dönemde gidişatı kestirebilmek için, 1973 Savaşı sonrası ateşkes ve zorlu barış
sürecini iyi bilmek gerekir.”
Orta Doğu uzmanı, yazar ve mütercim Zahide Tuba Kor, 1973 Yom Kippur Savaşı’nı,
savaşın Filistin’e yansımalarını ve bu savaştan sonra İsrail’in yerleşimci
işgalci hedeflerinin nasıl arttığını AA Analiz için kaleme aldı.
Bundan yarım yüzyıl evvel Filistin’le ilgili olmadığı halde kaderini
doğrudan etkileyen ve 7 Ekim Aksa Tufanı operasyonuna metot bakımından ilham
kaynağı olan bir savaş yaşandı: 1973 Yom Kippur (Kefaret Günü) veya Ekim
Savaşı. Bu savaş mevcut, müstakbel seyri ve neticeleri itibarıyla günümüzle
bolca benzerlikler taşıyor.
Mısır ve Suriye, 1967’de altı günde topraklarını üç kat genişletmenin kibri
ve özgüveniyle işgal toprakları üzerinde hiçbir müzakereye yanaşmayan İsrail’i
masaya çekebilmek için Yahudilerin en kutsal gününde (aynı zamanda Ramazan’dı)
sürpriz ve sınırlı bir savaş açtılar. İlk başta İsrail ordusunu mevzilerinden
püskürttüler. Ancak ABD, tarihin o güne kadarki en büyük hava koridorunu kurup
İsrail’e silah ve gıda dahil her türlü ihtiyacını yolladı. Bu sayede bir hafta
sonra toparlanan İsrail ordusu, bir karşı saldırıyla çekildiği yerleri geri
alıp Mısır ve Suriye toprakları içinde ilerledi. Soğuk Savaş şartlarında süper
güçler ABD ve SSCB’nin devreye girmesiyle savaş, net bir galibi olmadan yirmi
günde bitirildi.
1973 Savaşı İsrail’in yenilmezlik efsanesine darbe vurdu
1973 Savaşı İsrail’de deprem etkisi yaptı. Araplar ilk kez güce başvurup
kısmi başarı elde etmiş ve İsraillilerin onsuz yaşayamayacağı özgüvenine,
caydırıcılığına ve yenilmezlik mitine darbe vurmuştu. Savaşın üçüncü gününde
Maariv gazetesi başyazısı, adeta 7 Ekim sonrası İsrail ordusunun yapmaya
çalıştığı şeyi talep ediyordu: “Karşı saldırımız Arapların kolektif
bilinçlerinde ulusal bir travmaya yol açacak şekilde şiddetli, yıkıcı, acımasız
ve gaddarca olmalı. Arapların Yom Kippur macerası onlara öylesine pahalıya mâl
olmalı ki bu türden bir maceraya bir daha girişmeleri halinde korkuyla
titresinler. Aklın sınırlarını aşan öyle bir darbe indirmeliyiz ki Arapların
kendilerini koruma güdüsü İsrail’in varlığını kabul etmelerine yol açsın.”
Savaşta ilk kez birçok İsrail askeri esir alınıp aşağılanırken 2 bin 700’ü
de öldürüldü. Bu, düşmanı karşısında ezici zaferlere alışmış İsrail ordusu,
yönetimi ve halkı için travma oldu. 1973 Savaşı, İsrail’i sadece askeri değil
psikolojik, ideolojik, diplomatik ve ekonomik bakımdan da sarstı. Ordu ve
siyaset karıştı. Halk sivil ve askeri otoritelere ateş püskürdü. Kurucu Avrupa
kökenli Yahudiler (Aşkenazi) ile Doğulu Yahudiler (Sefaratlar ve Mizrahiler) arasında
sosyal çatışmalar yoğunlaştı. İsrail’e göç azaldı. Ekonomi öylesine darbe aldı
ki ağır kemer sıkma önlemlerine başvuruldu. Ancak İsrail ileriki yıllarda ABD
desteğiyle toparlanacaktı. İsrail’e gelen Amerikan yardımı 1968’de 77 milyon
dolarken 1975’te 1 milyar doları aştı. İsrail Mısır’la barıştan bu yana ise her
yıl 2 ila 3 milyar dolarlık yardım alıyor. Kısacası bu savaş İsrail’e ne denli
dışa bağımlı olduğunu gösterdi.
1973 Savaşı İsrail siyasetini vurdu. Arap ordularının hareketliliğini
önceden fark edemeyip savaşa hazırlıksız yakalanan ve ülkeyi “ulusal felakete”
sürüklediği düşünülen Başbakan Golda Meir 1974’te istifa etti. Yerine 1967
Savaşı’nın muzaffer genelkurmay başkanı İzak Rabin geçti. Ancak asıl şok, 1977
seçimleriyle geldi. Bu, alt sınıf sayılan Sefarad ve Mizrahi Yahudilerinin
Aşkenazi elite karşı bir isyanı olup tarihe “İsrail’in deprem seçimleri” olarak
geçti. 29 yıl ülkeyi yöneten İşçi Partisi ilk kez yenilirken Siyonizmin fanatik
ve yayılmacı kanadı olan revizyonistlerin Likud’u hükümeti kurdu. Bu aşırı
milliyetçi sağ kanat, 1980’ler ve 2000’lerde İsrail siyasetine damga vuracaktı.
İşçi Partisi’nin bir yandan etnik temizlik uygulayıp diğer yandan Batılı
söylemlerle dünyayı aldatma politikasını bırakan ve dünyanın tepkisini
umursamayan Likud döneminde İsrail’de militanlaşma ve aşırılıklar arttığı halde
ABD, politikalarını gözden geçirmeyecekti. Çünkü Hristiyanlığın siyasallaştığı
1980’lerde Cumhuriyetçi Ronald Reagan’la birlikte İsrail’i korumayı dini vecibe
sayan Evanjelikler iktidara taşınacaktı.
Yom Kippur Filistin’i dünya gündemine taşıdı
Bu savaşta ABD’nin İsrail ordusuna hava köprüsüyle tam desteğine tepki
olarak Arapların ilk ve son kez petrolü bir koz olarak kullanması sayesinde
Filistin dünya gündemine oturdu. Birçok devlet Filistin politikasını gözden
geçirdi. Bu sayede Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) 1974’te Arap Birliği ve
Birleşmiş Milletler’de (BM) Filistinlilerin tek meşru temsilcisi olarak
tanındı, hatta FKÖ’ye BM’de “gözlemci örgüt” statüsü verildi. BM’de dengelerin
aleyhine değiştiği İsrail, dünyada ürkütücü bir diplomatik yalnızlık yaşadı ve
tek gerçek dostunun ABD olduğunu gördü. Siyonizmin ve İsrail’in geleceği
hakkında derin endişeler ortaya çıktı. Araplar ve Filistinliler gelişmelerin
İsrail aleyhine dönmesini kalıcı zannetti. Hatta Siyonizm zirvesine 1967’de
ulaştı; 1973, Siyonist gerilemenin başlangıcıdır diye yazılıp çizildi. Ancak
İsrail’in Mısır’la barışı bu gidişata darbe vuracaktı.
Orta Doğu’da Mısır’sız savaş Suriye’siz barış olmaz denklemi
1973 Savaşı Ortadoğu’daki güç dengelerini değiştirdi; sonuçta bölgede Mısır’sız
savaş, Suriye’siz barış olmaz denklemini ortaya çıkacaktı. İşçi Partisi
hükümetleri müzakereleri oyalarken ülkenin ilk revizyonist Başbakanı Menahem
Begin, neden 1979’da Mısır’la barışıp “vadedilmiş” topraklar olan Sina’dan
çekildi? En güçlü Arap ülkesiyle barışıp hem Arap ordularıyla birkaç cephede
savaşma ihtimalini sona erdirdi hem kapsamlı bir bölgesel barışı engelledi hem
de barış görüntüsü altında İsrail’i dünyadaki dışlanmışlıktan kurtardı.
30 yıl evvel Filistin Mandası’nın baş teröristi olan Irgun çetesi lideri
Begin, 1978’de Mısır lideriyle birlikte Nobel Barış Ödülü aldı. Sina’dan
çekilirken Gazze ve Batı Şeria’da işgali ilhaksız kalıcılaştırma, Kudüs’ü daha
fazla Yahudileştirme, 1980’de Suriye/Golan’ı ilhak ve 1982’de Lübnan’ı işgal
imkanına kavuştu ve bölgedeki tartışmasız gücünü yeniden kazandı. İsrail bir
daha herhangi bir düzenli Arap ordusuyla savaşmayacak; 1980’lerden itibaren
Hamas, Hizbullah gibi örgütlerle mücadele devri başlayacaktı. Ahde vefası
olmayan İsrail bir anlaşmaya uyuyorsa mutlaka çok daha büyük kazanımlar elde
edeceğindendir. Mısır bunun tipik örneğidir ancak İsrail’in bu anlaşmaya uyması
da öyle kolay olmadı.
1977 ve sonrası: İsrail’in yerleşimci işgali genişledi
1973 Savaşı, Filistin uğruna değildi ama onlara yaramıştı. Ancak 1979’da
imzalanan Mısır-İsrail barışı ise Filistinlilere darbe vurdu. Mısır, barışa
tepkileri dindirme amaçlı Filistinlilerin gıyabında İsrail’le göstermelik bir “Orta
Doğu’da Barış İçin Çerçeve Anlaşması” hazırladı ve İsrail Başbakanı Begin ve
ABD’ye Filistin “özerkliği/öz yönetimi” planını onaylattı. Buna göre resmen
ilhak olmadan işgal altındaki bütün topraklar İsrail’in elinde kalacak; askeri
üsler yerinde duracak, yerleşimler genişleyecek, Yahudi göçü ve ekonomik
hegemonya sürecek; sadece sivil idare yükü yerel halkın veya kısmen Ürdün’ün
elinde olacaktı. İşgal böylelikle fiilen meşruiyet kazandı.
1967 Savaşı’nda altı günde kazanılan mutlak zaferle İsrail’de dini Siyonizm
ve apokaliptik-mesihçi beklentiler, revizyonist Siyonist akımla birlikte
yükselişe geçmişti. Bu çevrelerin 1977’de iktidar olmasıyla yerleşimci
hareketi, özellikle Guş Emunim (İnananların Birliği) güçlendi. 1967’de İşçi
Partisi iktidarında daha ziyade güvenlik ve stratejik gerekçelerle ve -Kudüs’tekiler
hariç- çoğu Filistinlilerin yaşadığı yerlerden uzakta kurulmaya başlanan Yahudi
yerleşimleri, Likud iktidarıyla birlikte dini-tarihi iddialara dayandırılarak
her yere yayıldı. Hatta yerleşimci işgalciler Filistinlilerin hayat alanlarının
ortasına yerleşmek için kaba güce, ekonomik engellemelere ve yarı hukuki
gerekçelere başvurdular.
Mısır’la Camp David Anlaşmaları’nın imzalanmasından bir ay sonra Ekim 1978’de
Guş Emunim’in öncülük ettiği yerleşim stratejileri, Dünya Siyonist Örgütü’nün
resmi manifestosuna Drobles Planı olarak yansıdı. Buna göre, işgal
topraklarında yerleşim merkezleri kurmak bir güvenlik ve hak meselesiydi; bir
an evvel mümkün olan azami Arap toprağı ele geçirilmeliydi. Bu, Begin’in ABD’ye
sunduğu Filistin “özerkliği/öz yönetimi” planıyla çelişiyor gibiydi. “Dahiyane
bir içtihatla” özerkliğin topraklara değil, sadece üzerinde yaşayan Arap nüfusa
uygulanacağı duyuruldu. Batı Şeria’daki bütün kamu ve işlenmeyen boş arazilerin
ele geçirilmesi için harekete geçildi. Daha fazlası için kamu yararından yol
inşasına kadar her türlü kılıfa başvuruldu. Sonuçta Mısır Sina’sına ve ekonomik
kaynaklarına kavuşurken Batı Şeria’nın yüzde 55 veya 60’lık toprağı İsrail’in
eline geçti.
Liberal ekonomi politikası benimseyen Begin yönetimi, özel müteahhitleri “Büyük
İsrail’in” inşası için teşvik etti. Ordu kamu arazilerine el koyup kâr peşinde
koşan girişimcilere bu toprakları değerinin yüzde 5’i fiyatla satıyordu. Bu
sayede Likud’un seçmen kitlesi orta veya alt sınıflar Batı Şeria ve Gazze’de
üçte bir, hatta dörtte bir fiyata ev sahibi olabiliyordu. Güvenlik açısından
riskli bölgeler diye burada kurulan işlerde vergi muafiyeti getirildi. Bu
şekilde Batı Şeria’da yaşayan İsraillilerin sayısı 1977’de 3 binken 1981’de 21
bini ve 1986’da 100 bini buldu.
Likud döneminde dindar milliyetçi yerleşimcilere hem silah hem de özgürce
hareket izni verildi. Onlar da kendilerini yasaların üzerinde saydı ve
Filistinlilere saldırıp hayatlarını cehenneme çevirerek göçe zorlama yöntemini
benimsedi. Arap karşıtı ırkçılığın ve Yahudi mesihçiliğin karışımı dini
propagandalar buralarda yayıldı. Bazıları devlet içinde devlete dönüştü ve
devletin laik karakterine de meydan okudu.
1973 Savaşı sonrası şekillenen İsrail ve onun Filistin politikaları, 21.
yüzyıl Filistin ve İsrail’i üzerinde belirleyici olmuştur. Tam yarım yüzyıl
arayla başlayan Yom Kippur Savaşı ile 7 Ekim Aksa Tufanı operasyonu ve
akabindeki Gazze soykırımı süre ve vahşet bakımından çok farklı olmakla
birlikte, upuzun bir benzerlikler listesine de sahip. Gazze’de ateşkes
ümitlerinin belirdiği bu dönemde gidişatı kestirebilmek için, 1973 Savaşı
sonrası ateşkes ve zorlu barış sürecini iyi bilmek gerekir.
Kaynakça:
David Hirst, Silah ve Zeytin Dalı: Ortadoğu’da Şiddetin Kökenleri,
İyidüşün Yayınları.
Avi Shlaim, Demir Duvar: İsrail ve Arap Dünyası, Küre
Yayınları.
Ilan Pappe, Yeryüzünün En Büyük Hapishanesi: İşgal Altındaki
Toprakların Tarihi, Küre Yayınları.
William Cleveland, Modern Ortadoğu Tarihi, Agora Yayınları.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder