LÜBNAN:
HER ŞEYE RAĞMEN DÖNMEYEN SURİYELİ MÜLTECİLER
Zahide
Tuba Kor
Ümran
Stratejik Araştırmalar Merkezi, 31.7.2023
NOT: Bu
rapor, Ümran Stratejik Araştırmalar Merkezi tarafından yayınlanmıştır. Linkte
PDF’si de mevcuttur. http://tr.omrandirasat.org/yay%C4%B1nlar%C4%B1m%C4%B1z/raporlar/lubnan-her-seye-ragmen-donmeyen-suriyeli-multeciler.html
NOT: Blogda
yer alan 900 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden
toplu olarak ulaşabilirsiniz.
GİRİŞ
Suriyeliler
hem kendi ülkesinde hem de sığındıkları dünyanın neredeyse her ülkesinde türlü
türlü problemlerle karşılaşmakta, ayrımcı muamelelere maruz kalmaktadır. Ancak
mültecilerden en kötü şartlarda yaşayanlar, hem ülkenin kendi özgün şartları
hem de 2016’da başlayıp 2019’da derinleşen iktisadi ve siyasi krizlerin
etkisiyle Lübnan’dakilerdir. Mülteciler siyasi, iktisadi, toplumsal ve emniyet
baskı(sı) altında yaşamaktadır. 2022’den itibaren ‘gönüllü’ geri dönüş planı
çerçevesinde ülkelerine dönmeye zorlanmaktadır. Ancak 1,5 milyon Suriyelinin
yaşadığı Lübnan’da BM verilerine göre 2019’dan bu yana sadece 40 bin Suriyeli
geri dönmüştür. ([1])
Lübnan
yönetiminin ilk baştan itibaren mülteci politikası problemlidir. Korkular, iç
siyasi rekabetler ve zayıf kurumlar yüzünden üzerinde uzlaşılan bir kamu
politikası geliştirilememiş([2]),
“siyasetsizlik siyaseti” benimsemiştir([3]).
Bu da zamanla hem Lübnan hem de Suriyeli mülteciler için ciddi problemleri
beraberinde getirmiştir. Özellikle 2019’da Lübnan halkını sokağa döken iktisadi
krizle birlikte mültecilerin hayatı dayanılmaz bir hale gelmiştir. Bugün Lübnan
nüfusunun yüzde 70’i fakirlik sınırı altında yaşarken Suriyeli ve Filistinli
mültecilerde bu oran yüzde 90’ı aşmıştır; açlık sınırında yaşayanların oranı da
oldukça yüksektir.([4]) Mültecilerin
ekseriyeti Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) ve
Birleşmiş Milletler Yakın Doğu’daki Filistinli Mültecilere Yardım ve
Bayındırlık Ajansı (UNRWA) gibi uluslararası kuruluşların, bölgesel veya yerel
hayır derneklerinin veya yurtdışındaki akrabalarının yardımlarıyla ayaktadır.
Ancak bu yardımlar, yaygın dezenformasyonun da etkisiyle, fakirleşen
Lübnanlılar ile mülteciler arasındaki gerginliği artırmaktadır. Mülteciler
Lübnan’daki bütün krizlerin temel kaynağıymış gibi hedef gösterilmektedir.
Bu
rapor, 17-22 Mayıs tarihleri arasında Lübnan’da bir saha araştırması kapsamında
yapılan ziyaretlerden ve Lübnanlı, Suriyeli ve Filistinlilerle mülakatlardan
elde edilen bilgilerle kaleme alınmıştır.([5]) Mültecilerin
hayat şartları, Lübnan yönetiminin ve halkının dışlayıcı tavırlarının
nedenleri, Suriye’ye ‘gönüllü’ geri gönderme planının akıbeti ve yaşadıkları
bütün zorluklara rağmen Suriyelilerin ülkelerine dönmek istememe nedenleri,
Lübnanlı eski bir bakandan ve bir bakanlık çalışanından tutun insani yardım
dernekleri görevlilerine ve Suriyeli dul mültecilere kadar sahada çok farklı
kesimlerle görüşmelerden elde edilen bilgiler ışığında anlatılacaktır.
Mültecilerin
zorlu hayat şartları
Mülteci
dalgasının başladığı ve uluslararası kamuoyunun Suriye meselesine odaklandığı
ilk yıllarda Lübnan BMMYK’dan ve uluslararası ve bölgesel kuruluşlardan fazlaca
yardım almıştır. Ancak krizin uzamasının bağışçılarda yol açtığı bıkkınlık,
dünyada başka krizlerin patlak vermesi ve küresel iktisadi krizle birlikte
yardım için ayrılan bütçelerin kısılması Suriyeli mültecileri doğrudan etkilemiştir.
Bilhassa Ukrayna savaşı ve Suriye’nin kuzeyini de etkileyen Türkiye’deki
depremlerle birlikte - dahili ve harici siyasi müdahalelerin de etkisiyle -
yurtdışından gelen maddi destekler iyice azalmıştır. BMMYK Lübnan’da yaptığı
yardımların miktarını düşürmüş ve bazı Suriyelileri de yardım kapsamından
çıkarmıştır. BMMYK’ya kayıtsız olanlar - ki Mayıs 2015’ten itibaren Lübnan
hükümeti kayıtları durdurtmuştur - yardım alamamakta ve büyük sıkıntılar
çekmektedir.([6])
Suriyeli
mültecilerin birçoğu işsizliğe veya çok düşük ücretle kaçak çalışmaya mahkûm
olma, yardımların azlığı, geçim sıkıntısı, ırkçılık ve ayrımcılık ([7]),
ikamet problemi, güvenlik endişesi, tutuklanma korkusu, daimi belirsizlik ve
gerginlik yaşamaktadır. Birçok Lübnanlının maaşının 100 dolara, hatta altına
düştüğü bir ortamda bir yandan mültecilere gelen cüzi ayni ve nakdi yardımlar
da eğitim ve sağlık desteği de Lübnan halkının gözüne batmakta, diğer yandan
mültecilerin çok düşük ücretlerle karın tokluğunu çalışarak istihdam
piyasasında yer almaları Lübnanlıları kızdırmaktadır. Lübnan halkı mültecilere
adeta dışarıdan dolar yağıyor da refah içinde yaşıyorlar algısına sahipken
evlerini ve kamplarını ziyarette zorlu hayat şartları hemen göze çarpmaktadır.
Röportajlarda “Hayır derneklerinin yardımlarıyla hayattayız”, “Ev/çadır
kirasını borçlanarak ödüyoruz, ödeyemediğimizde mülk sahibi tarafından
kovuluyoruz”, “Elektrik fiyatı çok yüksek olduğundan artık karanlıkta
yaşıyoruz”, “Oğlum sabah 8’den gece 12’ye iki ayrı işte haftada 6,5 gün
çalışıyor ama kira parasını bile kazanamıyor”, “Kiramızı
ödeyebilmek için artık oruç tutar gibi yaşıyoruz, meyve falan yiyemiyoruz” gibi
ifadeler kullanmışlardır.
Birçok
mülteci bir-iki odalı evlerde veya çadır kamplarda yaşamaktadır. Bir evde
birkaç aile beraber yaşayanlar da vardır. Hiçbir altyapısı olmayan kötü
şartlardaki çadır kamplarda yaşayanlardan bazıları arazi sahiplerine kira
ödemek zorundadır. Devlet, Suriyelilerin Filistinlileşmesini ve mülteci kampları
oluşmasını engellemek maksadıyla çadırdan kurtulmak isteyenlerin derme çatma da
olsa beton bir yapı inşasına izin vermemektedir. Çadır kamplarda elektrik, su
ve kanalizasyon altyapısının olmaması ve bunun yol açtığı çevre kirliliği zaman
zaman Lübnan halkı ile mülteciler arasında gerginliklere yol açmaktadır.([8])
Lübnan’daki
iktisadi krizin en şiddetli vurduğu sektörlerden biri sağlıktır. Devlet kendi
vatandaşlarının dahi sağlık masraflarını karşılayamaz hale gelmiştir. Tedavi ve
ilaç masrafları aşırı yüksek olup halk ilaç temininde zorluk çekmektedir.
Hastaneler tedavi masraflarını dolar cinsinden ödeyemeyecek hastaları geri
çevirmektedir.([9]) Lübnan’daki
önemli bir uluslararası kuruluşta üst düzey yöneticilik yapan bir Lübnanlı, 21
Mayıs’taki röportajda şunu söylemiştir: “Eğer ben ve kız kardeşim
çalışmasaydık ve maaşım dolar cinsinden olmasaydı anne-babamı Lübnan
hastanelerinde tedavi ettiremezdik. Artık tedavi görebilmek için masrafları
kendimiz ödüyoruz, ailemizi sosyal güvenlik sisteminin insafına bırakamıyoruz.”
Tedavi
masraflarını dolarla ödeyemeyen Lübnan halkı hastanelerden geri çevrilirken
kayıtlı mültecilerin sağlık masrafının BMMYK veya UNRWA tarafından karşılanması
ve sağlık güvencelerinin olması, mültecilere duyulan husumetin diğer bir
boyutudur. Öte yandan 1,5 milyon Suriyeli mültecinin sadece 800 bini kayıtlı
olup kayıtsız mülteciler BM desteğinde sağlık hizmeti alamamaktadır. Kayıtlı
olanlar arasında da mesela bazı kanser hastaları ilaç masraflarının pahalılığı
yüzünden tedavi görememektedir. Eskiden ameliyat masraflarının dörtte üçünü
ödeyen BMMYK artık yarıya düşürmüştür.([10]) Mültecilerin
yüzde 90’dan fazlasının fakir ya da çok fakir olduğu düşünüldüğünde, geliri
veya yurtdışında akrabası bulunmayanların ameliyat masrafının kalan yarısını
denkleştirebilmesi mümkün değildir. Keza kırsalda yaşayanların sağlık
merkezlerine erişimi de sıkıntıdır. Suriyelilerin çalıştığı sağlık
kuruluşlarının birkaç ay evvel kapatılması nedeniyle önümüzdeki süreçte yeni
sıkıntılar baş gösterecektir.
Eğitime
gelince BM’ye bağlı kuruluşlar mülteci çocukların ve gençlerin eğitimine önem
vermektedir. Devlet okullarına sabahtan Lübnanlılar, öğleden sonra Suriyeliler
gitmektedir. Devlet okullarının eğitim seviyesi düşük olduğundan geçmişte
çocuklarını özel okullara yollayan Lübnanlılar iktisadi kriz yüzünden devlet
okullarına mecbur kalmıştır. Bu da devlet okullarında mülteci çocuklar için
ayrılan kontenjanın sınırlanması anlamına gelmektedir.([11]) Az
da olsa bazı özel okullar mülteci çocukları kabul etmektedir. Suriyeli çocuklar
için yabancı STK’ların açtığı, Lübnan Eğitim Bakanlığına bağlı olmayan özel
okulların bir kısmı birkaç ay evvel kapatılmıştır.([12]) Ayrıca
son dönemde iktisadi zorluklar ve özellikle ulaşım masrafları yüzünden birçok
Suriyeli aile çocuklarını okula gönderemez olmuştur.([13])
Öte
yandan iktisadi krizden önce de Lübnan’da Suriyeli mülteci çocukların eğitimi
önemli bir problem olup 2018’de yüzde 58’i örgün eğitimin dışındaydı.([14]) Zira
Suriyelilerin Lübnan’da doğan çocukları, mülteciler ileride ülkelerine geri
dönmeye mecbur kalsın diye dönemin Dışişleri Bakanı Cübrân Bâsil’in ısrarıyla
Lübnan makamlarınca kayıt altına alınmamış,([15]) sadece
BMMYK tarafından kaydedilmişti. Kimliksiz bu çocuklar devlet okullarında
ücretsiz eğitim hakkına sahip değildir, özel okula gidebilmektedir. İlkokul
seviyesinde okullaşma daha yüksek olmakla birlikte lise ve özellikle üniversite
düzeyinde eğitim alabilenlerin sayısı azdır. Kırsaldakilerin üniversite
okuyabilmesi ise hayaldir. Kısaca mültecilik Lübnan’daki nice mülteci genç için
geleceklerinin yitirilmesi demektedir.([16])
İstenmeyen
Suriyeli Mülteciler
Peki,
Suriyeli mülteciler Lübnan yönetimi ve halkı tarafından neden istenmemektedir?
Bunun birçok nedeni vardır.
Birincisi,
mezhep dengelerine dayalı hassas siyasi sistemi, kahir ekseriyeti Sünni olan
Suriyelilerin günün birinde vatandaşlık alarak bozacağı endişesi bilhassa
Hristiyan kesimde hâkimdir. Düşük doğum ve yüksek göç oranlarıyla Lübnan’daki
Hristiyan nüfus zaten uzunca süredir azalmaktadır. Buna mukabil Suriyeli
mültecilerin mevcut doğurganlık hızıyla Lübnan’ın nüfus yapısını Sünni
Müslümanlar lehine değiştirmesinden endişe duyulmaktadır. Ülkedeki Hristiyan
nüfusun [Mülteciler hariç] %32,4 olduğu belirtilirken([17]),
son dönemdeki göçler ile Hristiyan nüfusun %19,4’e de düştüğü iddia
edilmektedir.([18]) Yüzyıl
evvel Fransızlar tarafından Maruni cemaatiyle işbirliği içinde Müslüman
Ortadoğu’da bir ‘Hristiyan vatanı’ olarak kurgulanan([19]) Lübnan’ın
bu özelliğini yitirmesi istenmemektedir. Suriyelilerin geri gönderilmesini en
hararetle savunanlar, Lübnan’daki başat konumunu yitirmek istemeyen Hristiyan
partiler ve Maruni kilisesidir. Maruni Patriği Bişare Butros er-Rai, Londra
ziyaretinde mültecilerin varlığının “gerçek bir demografik, siyasi ve güvenlik
tehdidi” olduğunu söylemiştir. Uluslararası bağışçı kuruluşlardan mültecilere
Lübnan’da değil Suriye’de yardım etmelerini istemiş; Lübnan’da tarihi Hristiyan
ve Müslüman cemaatler arasındaki çoğulcu hassas dengenin çok büyük mülteci
varlığıyla bozulduğunu vurgulamıştır.([20])
İkincisi,
Lübnan 2005’te Refik Hariri suikastından bu yana Suriye yanlısı 8 Martçılar ve
karşıtı 14 Martçılar arasında kutuplaşmıştır. Suriye’deki devrim ve savaş, her
ne kadar başlangıçta tarafsız kalma gayreti gösterilse de, özellikle Hizbullah’ın
2013’ten itibaren rejim safında bilfiil silahlı müdahalesiyle birlikte Lübnan
siyasetindeki kutuplaşmayı derinleştirmiştir. 14 Martçılar Suriye muhalefetini
ve rejime karşı mültecileri desteklerken, 8 Martçılar Suriye’deki devrimi meşru
yönetime karşı bir başkaldırı olarak görmekte ve muhalifleri hain veya terörist
saymaktadır. Lübnan’ın güvenlik yetkilileri de hem geçmişten beri Suriye
rejimiyle yakın işbirliği içinde çalıştıklarından hem de Filistinli mülteciler
tecrübesini hatırlarında tuttuklarından Suriyeli mülteciler konusunda 8 Mart
İttifakı’na yakın bir çizgidedir.
Öte
yandan Lübnan’daki keskin siyasi kutuplaşmaya rağmen son yıllarda
siyasetçilerin ve halkın çoğu Suriyelilerin geri gönderilmesi konusunda
hemfikir([21]) olup
yöntem konusunda farklılaşmaktadırlar. Bu değişimde üçüncü faktör olan iktisadi
boyut etkilidir. Zaten kaynakları kıt olan ülkede yüzde 25’lik ilave bir nüfus,
siyasi ve iktisadi kötü yönetimle, yaygın yolsuzluklarla, bankacılık kriziyle,
koronavirüs pandemisiyle ve Beyrut limanı patlamasıyla birleştiğinde, devleti
iflasa sürükleyen çok derin bir krizi tetiklemiştir. Bankacılık, ticaret ve
turizme dayanan ülke ekonomisinin temelleri yıkılmıştır. İşsizlik oranları
artmış, çalışan kesimin reel ücretleri aylık 100 dolara, hatta daha da altına
düşmüştür.([22]) Birikimi
olanlar dahi yıllardır bankalardan paralarını çekememektedir. 2018’de 1 dolar
1500 Lübnan lirasıyken Mayıs 2023’teki ziyaretimde 1 dolar 94.000 liraya
tekabül etmekteydi; Nisan’da ise dolar tarihi rekorunu kırıp 140.000 liraya
kadar çıkmıştı. Paranın aşırı değer kaybı karşısında Lübnan’da son birkaç aydır
dolar kullanılmaya başlanmıştır. Lübnanlılar bu kadar yıkıcı ve derin bir krizi
15 yıl süren iç savaşta dahi yaşamadıklarını ifade etmektedirler. Lübnan’ın
yönetici sınıfı baş müsebbibi oldukları bu çöküşte kendi hatalarını kabul edip
düzeltmek yerine mültecileri günah keçisi haline getirmiş, propagandalarında
sürekli hedef göstermiş, siyasi kazanç için mülteci düşmanlığını körüklemiştir.
Dördüncüsü,
Lübnanlıların Suriyelilere karşı önyargılarını yakın geçmişin acı hatıraları
beslemektedir. 1976’da Lübnan İç Savaşı’na askeri olarak müdahale eden Suriye,
ordusu ve istihbaratıyla 29 yıl ülkede kalmış; 1990’da savaş sona ererken
Lübnan’ın hamisi rolüyle ülke siyasetini kontrolünde tutmuştur. Suriyeli istihbaratçılar,
Lübnan’da bir yandan hukuk dışı sayısız uygulamaya imza atarken diğer yandan
havalimanı ve gümrüklerden kumarhanelere kadar her alana el atarak büyük
servetler elde etmiş ve esnaftan haraç almışlardır.([23]) Çekildikten
sonra da Lübnan içindeki müttefikleri ve muhaliflere yönelik suikastlar
üzerinden siyaseti dizaynı sürdürmüştür. Hal böyleyken Lübnan halkının
azımsanmayacak bir kısmının zihninde olumsuz bir Suriye ve Suriyeli algısı
mevcut olup sıradan Lübnanlıların Suriye rejimi ile halkını birbirinden
ayırabilmesi hiç kolay değildir.
Beşincisi,
demografik ve sosyal değişimin toplumsal dokuyu ve sosyokültürel hayatı
değiştireceği endişesidir. Lübnanlıların Suriyelilerle evliliği, mültecilerin
çocuk sayısının fazla oluşu, genel itibarıyla Suriye halkının daha geleneksel
veya mütedeyyin oluşu, özellikle kadına muamelede farklılıklar, yoğun yaşadıkları
bölgelerde gözlemlenen İslami canlanma vs. Lübnanlılarda hayat tarzımız
değişecek korkusunu alevlendirmiştir. Lübnan toplumunun önemli bir kısmının
şehirli karakter taşıması, buna mukabil Lübnan’a göçen veya kalan Suriyeli
mültecilerin çoğunlukla kırsal kökenli oluşu da toplumsal gerilimin diğer bir
boyutudur.
Altıncısı,
hem iktisadi krizle yaşanan fakirleşmeye hem de yönetim zafiyeti, güvenlik
boşluğu ve rüşvetin yaygınlığına paralel olarak ülkede artan suç oranları ve
bunda Suriyelilerin payıdır. Lübnan devleti ve halkı mültecileri bir güvenlik
meselesi olarak görmektedir. Lübnan yetkilileri mahkûmların %42’sinin Suriyeli
olduğunu([24]) ifade
ederken, bağımsız kaynaklar gerçek oranın %27 olduğunu([25]) belirtmektedir.
Oysa suç oranları ve uyuşturucu bağımlılığı ile ticareti sadece Suriyelilerde
değil, Lübnanlılar ve Filistinliler arasında da artmıştır ve mülteciler birçok
suçu Lübnanlılarla işbirliği içinde işlemektedir.([26]) En
basit örneği, - bağımlılarda hırsızlıktan yağmaya ve adam öldürmeye kadar
birçok suçu tetikleyen - uyuşturucu üretiminin Suriye’de savaşan Lübnanlı
silahlı örgütler eliyle ülkenin doğusunda gerçekleşmesidir.([27])
Bütün
bu gerçek veya algıdan ibaret olan nedenler, mültecileri geri dönüşe iknanın
veya zorlamanın gerekli olduğu fikrinin Lübnan’da yayılmasına yol açmıştır.
“Gönüllü”
Geri Dönüş Planı
Lübnan
yönetiminin her ay 15.000 Suriyeliyi ‘gönüllü’ geri gönderme planını ilanından
dört ay sonra 26 Ekim 2022’de ilk kafile ülkesine yollanmıştır. Mültecilerin
yoğun yaşadığı bölgelerde geri dönüş başvurusu için ofisler açarak süreci
organize eden Lübnan Emniyet Genel Müdürlüğü, geri dönmeye razı gelenlerin
listesini Suriye yönetimine yollamakta; rejim de devrim/isyan sürecindeki
geçmişlerine, haklarında arama kararı veya açılmış bir dava olup olmadığına ve
evlerinin bulunduğu bölgenin iskâna açılıp açılmadığına göre isimleri tek tek
kontrol edip ülkeye dönüp dönemeyeceklerini belirlemektedir. Rejimin onay
verdikleri, gruplar halinde ülkelerine yollanmaktadır. Geri dönüş için gönüllü
başvurular olmakla birlikte beklenen ve istenen seviyeye henüz ulaşmamıştır.([28])
Komşu
ülkeler her ne kadar Suriyelileri mülteci statüsünde kabul etmese de([29]) uluslararası
hukuka göre topraklarına girenleri korumakla yükümlü olup zorla ülkelerine geri
göndermeleri suçtur. Tam da bu yüzden son yıllarda Lübnan yönetimi hukuki
düzenlemelerle ve güvenlik güçlerinin baskısıyla Suriyelileri kendi rızalarıyla
geri dönmeye zorlamaktadır. 2023 yılı içinde Suriyelilerin hayatını eğitimden
sağlığa ve çalışma koşullarına kadar çok daha zorlaştırıcı çeşitli kararlar ve
sert tedbirler almış; bundan sonra ‘gönüllü’ geri dönüşler az da olsa artmaya
başlamıştır.([30]) Ülkenin
dört bir yanında, özellikle şehirlerin/ilçelerin ve bazı mülteci kamplarının
giriş-çıkışlarında kurulu kontrol noktalarında Lübnan güvenlik güçleri zaten
Suriyelileri takip altında tutmaktaydı. Nisan ayından itibaren Lübnan ordusu
geniş çaplı ev ve kamp baskınlarına ve tutuklamalara başlamış, 1800 Suriyeliyi
- kendi görevi kapsamında olmadığı halde - sınırdışı etmiştir.([31])
Uzun
zamandır tartışılan geri gönderme planının uygulamaya dökülmesi, tam da yönetim
boşluğunun yaşandığı bir döneme denk düşmüştür. 2022 Ekim sonundan bu yana
Lübnan’da cumhurbaşkanlığı makamı boştur ve istifa etmiş geçici hükümet görev
yapmaktadır. Son birkaç yıldır mahkemeler de kapalıdır; davalar görülmemekte,
hukuk sistemi işlememektedir.([32]) Yani
çok derin bir iktisadi krizden geçilirken yasama, yürütme ve yargı eklerinin
doğru düzgün çalışmadığı, bir bakıma devletin kalmadığı bir dönemde, Lübnanlı
bir akademisyenin deyimiyle “ortada işleyen bir yönetim mevcut olmayıp
her kurum - Lübnan ordusu, Emniyet Genel Müdürlüğü, iç güvenlik birimleri ve
kendi askeri gücü olan Hizbullah - adeta bir devlet yokmuşçasına kendi başına
buyruk çalışmaktadır.”([33]) Hal
böyleyken Lübnan yönetimi ‘gönüllü’ geri dönüş planını uygulayabilecek
kapasiteden yoksundur.
Öte
yandan saha araştırması sırasında Suriyeli mültecilerin geri gönderilmesi
politikası konusunda görüşülen gazetecisinden akademisyenine ve insani yardım
çalışanına kadar farklı kesimlerden Lübnanlılar, aslında Lübnan yönetiminin
mültecilerin varlığından ve bu sayede dışarıdan gelen milyonlarca dolarlık
yardımdan maddi anlamda çok istifade ettiği, onların tamamını gönderme gibi bir
hedefin olamayacağı; dış devletlerden, uluslararası kuruluşlardan ve
bağışçılardan daha fazla para alabilmek([34]) için
mültecileri bir şantaj aracı olarak kullandığında hemfikirdiler.
Benzer
şekilde Suriye rejiminin de mültecilerin geri dönüşü konusunda hevesli olduğu
düşünülemez. Üçte bire düşen kontrolü altındaki mevcut nüfusun en temel
ihtiyaçlarını dahi karşılayamayan rejimin milyonla mültecinin geri dönüşüne
razı gelmesi, bunun yol açacağı ilave iktisadi ve sosyal sorunların altından
kalkabilmesi mümkün değildir. Üstelik mültecilerin önemli bir kısmının rejimin
ülke demografisini değiştirme planı çerçevesinde uyguladığı kasıtlı
politikalarla yerinden edildiği ve nüfusunu tehcir ettiği bazı bölgelerdeki
binaları tamamen yıkıp iskâna kapattığı düşünülürse, mültecileri sadece
kontrollü bir şekilde ve sembolik miktarda kabul edeceği aşikârdır. Rejimin
temel hedefi, mültecileri bir baskı ve şantaj aracı olarak kullanarak hem meşru
otorite olduğunu uluslararası alanda kabul ettirmek hem uluslararası
yaptırımları kaldırtmak ve yıktığı ülkesinin yeniden inşası için uluslararası
kuruluşlardan ve yabancı devletlerden finansman çekebilmektir.
Burada
kritik nokta, sadece mültecileri geri yollamak değil, aynı zamanda dönenlerin
Suriye’de güven içinde yaşayabilecekleri ve çalışıp karınlarını
doyurabilecekleri şartları sağlamaktır. Bu da ancak ve ancak uluslararası
mutabakatla ve garantilerle gerçekleşebilir. Aksi takdirde ülkesine yollanan
Suriyeliler bir süre sonra dağ yollardan kaçak olarak Lübnan’a geri
gideceklerdir.([35]) Arsal’daki
bir yardım kuruluşu yetkilisi de geçmişte Suriye’ye gönüllü olarak dönenler
arasından kaçak yollardan Lübnan’a geri gelmek zorunda kalanlar olduğunu
belirtmiştir.
Lübnan’da
çalışma hakkının ve hizmetlere erişimin sınırlanmasıyla hayat şartları
mülteciler için çok zorlaşsa da, baskı ve tacizler artsa da Suriye’ye geri
dönmeye rıza gösterenlerin sayısı hala fazla değildir. Şubat ayında Cambridge
University Press’ten çıkan bir araştırma raporuna göre, mültecilerin geri dönüş
kararında asıl belirleyici faktör, anavatandaki şartlar -özellikle de
güvenliğin temini - olup ev sahibi ülkede yaşadıkları husumet,
ırkçılık-ayrımcılık, şiddet, hukuki statüsüzlük, geri dönüş için yapılan baskı
ve temel haklardan mahrumiyet, işsizlik, gıda güvensizliği ve kötü hayat
şartları gibi faktörler cüzi bir rol oynamaktadır.([36])
Her
Şeye Rağmen Dönmeyen Suriyeli Mültecilerin Gerekçeleri
İnsanoğlunun
varoluşsal ihtiyacı ve arayışı emniyettir. Suriyeliler ülkelerinde ölümü ve
emniyetsizliği hissettikleri için mülteci konumuna düşmeye razı gelmişlerdir.
19 Mayıs’ta Arsal’da çadırında görüşülen Suriye’de yaralanıp sakat kalmış,
insani yardımlara bağımlı bir gencin sözleri emniyet arayışına iyi bir
örnektir: “Burada maddi sıkıntımız çok ama en azından güvendeyiz ve
geceleri uyuyabiliyoruz, uçak ve bombardıman yok. Şu an Lübnan’da iktisadi
savaş var ama Suriye’de hem fiziki hem de iktisadi savaş sürüyor.”
Lübnan’da
siyasetçiler “Artık savaş bitti, ülke güvenli” iddiasını dillendirseler
de Suriye’de rejimin ve milislerin uygulamaları yüzünden emniyet hala
sağlanabilmiş değildir. Üstelik çatışmaların ileride tekrar alevlenmeyeceğinin
hiçbir garantisi de yoktur. Suriyeliler, rejimin geçmişten günümüze
yaptıklarını ve verdiği sözleri tutmayışını gayet iyi bildiklerinden, iki
hükümet arasında geri dönüş konusunda varılan anlaşmalara itimat etmemektedir.
Geri dönen tanıdıklarının başlarına gelenler gönüllü dönüşleri caydırıcı önemli
bir faktördür. Tutuklananlar, kaybedilenler, işkenceye uğrayanlar, öldürülenler
ve mülkiyet hakkı ihlal edilenlerle ilgili raporlar([37]) mevcuttur.
En büyük korku ise 18-42 yaş arası erkeklerin geri döndükten 10 gün sonra
zorunlu askerlik çerçevesinde en az 2,5 seneliğine silahaltına alınmasıdır. Bu,
birçok aile için geçimi sağlayan aktörün kaybı ve geleceklerinin mahvolması
demektir. 2014’te Şam Kırsalı’ndaki Cobar’dan Lübnan’a sığınmış, 4 çocuklu dul
bir hanım 19 Mayıs’taki görüşmede geri dönüş konusunda şunları
söylemiştir: “Asla geri dönmem. Memleketim Cobar yerle bir oldu; evimiz
yok. Ben bir anne olarak kızımla geri dönebilirim; başka bir ilçede kiralık ev
tutup kızımla çalışarak kendime yeni bir hayat kurabilirim. Ama askerlik
çağındaki oğullarım ne olacak? Zorla askere alınacaklar. (…) Oğullarımın
geleceğini mahvedemem. İkinci oğlum üniversite okuyor; eğitimini yarım
bıraktıramam. Suriye’ye geri dönmek geleceğimizin çalınması demektir.”
Keza
rejim tarafından aranan aile bireyleri olanlar da geri döndüklerinde şantaj
için tutuklanmaktan korkmaktadır. 2013’te Lübnan’a sığınmış, Şamlı bir dul
hanım 19 Mayıs’taki röportajda şunları söylemiştir: “En büyük kardeşim
askerliğini çoktan yapmıştı ve evliydi. İkincisi, olaylar başladığında
askerliğini yapıyordu; asker arkadaşlarıyla problem yaşayınca askeri mahkemede
yargılanmak üzere hapse atıldı. 6 ay sonunda ağır işkencelerden öldü
zannedilecek kadar sağlığı kötüleştiği için saldılar. Ailem onu hemen Lübnan’a
kaçırdı. Askerlik çağına girmek üzere olan 17 yaşındaki kardeşimi de buraya
yolladılar. Kaçan kardeşlerime eşlik eden en büyük kardeşim, askerliğini çoktan
bitirdiği için bir süre sonra Suriye’ye dönebilirim, hakkımda yakalama kararı
da yok, kimse bana bir şey yapmaz diye düşünüp ailesine döndü. Ama bir gece
aniden eve baskın düzenleyip tutukladılar; tam 7 yıl hapiste kaldı. 2 sene
evvel saldılar ve Lübnan’a geldi. İkinci kardeşim hakkında kapanmamış dava
olduğundan ben de dahil ailemizden hiç kimse geri dönemez.”
Öte
yandan özellikle sınıra yakın bölgelerde yaşayanlar için asıl problem, rejimden
kaynaklı değil, halkın kendi arasındaki mal-mülk anlaşmazlıklarından
kaynaklanmaktadır. Zira bazı mültecilerin evleri ve arazilerinde rejim
destekçileri veya Hizbullah ile İran’a bağlı milisler ve aileleri yaşamaktadır.
Rejimin çıkardığı kanunlar da mültecilerin mülklerini kaybetmesini
kolaylaştırmıştır. Geri dönenlerden susmayıp hakkını almaya çalışanlar mahkemelik
olmaktadır. 19 Mayıs’ta Arsallı bir yardım derneği yetkilisi röportajda şöyle
demiştir: “Şu an belki de en temel problem rejimle değil, halkın kendi
arasında. Suriye’de yaşanan adam öldürme, yaralama gibi suçların büyük kısmı
insanların kendi aralarındaki anlaşmazlıklardan kaynaklanıyor. Mesela biri
diğerinin evini, arazisini ele geçirmiştir; sahibi döndüğünde aralarında kavga
çıkıyor, silah çekiliyor. Mülküne el konanlar, kardeşi ölenler vd. susmayıp
haklarını almaya çalışıyorlar. Özellikle sınıra yakın bölgelerde böyle.”
2019-2020
yılı itibarıyla Suriye’de sıcak çatışmalar - İdlib cephesi hariç - büyük ölçüde
dondurulurken sosyoekonomik bir varoluş savaşı başlamıştır. Sıradan Suriye
halkı aşırı enflasyonun ve mal kıtlığının olduğu bir ortamda gıdadan suya ve
elektriğe, yakıttan eğitim ve sağlığa, hatta barınmaya kadar en temel
ihtiyaçlarını dahi karşılayamamakta ve temel hizmetlere erişememektedir. Memur
maaşlarının 20-25 dolar bandında olduğu bir ortamda çoğu aile, ya içeride
yardım kuruluşlarının ya da yurtdışındaki mülteci akrabalarının ve
arkadaşlarının yolladıkları paralarla hayata tutunmaktadır. Farklı kontrol
bölgelerine ayrılan ülkenin her kısmında bir yığın sıkıntılar çekilmekle
birlikte en zor hayat şartları, Fırat’ın doğusundaki yeraltı kaynaklarını ve
tarım arazilerini SDG-ABD’ye kaptırdığından rejimin kontrolündeki bölgededir.([38]) Yani
ülkesine geri dönen mültecilerin bir kısmı, Lübnan’daki zorlu iktisadi
şartların daha ağırıyla yüzleşmektedir; Suriye kırsalındaki hiç yardım
ulaşmayan memleketine dönmektense, yardımların azalsa bile tamamen kesilmediği
Lübnan’da kalmak bazıları için daha tercihe şayandır.
Suriye’deki
savaş en çok kırsalı vurmuş; rejimin ve müttefiklerinin bombardımanında birçok
yerleşim yerle bir olmuştur. Rejim geri aldığı bölgelerde yeniden inşaya
girişmemekte, sadece bombaları ve patlayıcıları temizleyip güvenli bir hale
getirdiği bölgeleri geri dönüş için açmakta, geri dönen ev sahipleri hasarlı
evlerini kendi imkânlarıyla tamir ettirmektedir. Keza altyapı tamamen çökmüş,
birçok okul ve hastane bombalanıp yerle bir edilmiştir. Hal böyleyken birçok
mültecinin diğer bir temel kaygısı, geri döndüğünde yaşayacak bir evinin,
hastalandığında gideceği bir sağlık merkezinin, çocuklarını yollayacağı bir
okulun, temel ihtiyaçlarını karşılayacağı çarşı pazarın, elektrik ve suyun
bulunmamasıdır.([39])
Bazı
kişilerin savaşta ölümler ve göçler yüzünden Suriye’de akrabaları kalmamıştır.
Suriye artık onlar için bir bakıma vatan olmaktan çıkmıştır. Geri dönüş onlar
için öz yurdunda garip kalıp sıfırdan bir hayat kurmaya zorlanmak demektir.
Gurbette doğan çocukların Suriye’ye uyum sağlayabilmesi de çok zor olacaktır.
Bu
şartlar altında Lübnan’daki mülteciler Suriye’ye dönmekten imtina etmektedir.
Hayat şartları ne kadar kötüleşirse kötüleşsin Lübnan, birçok mülteci için
Suriye’nin emniyetsiz ortamında başlarına geleceklere kıyasla hala ehven-i
şerdir. Üçüncü bir ülkeye gidebilmek için BMMYK’ya başvuranlar olduğu gibi,
ölüm ihtimaline rağmen insan kaçakçıları eliyle Akdeniz’e açılanlar da az
değildir. Çünkü Akdeniz sularında boğulmayı, rejim hapishanesindeki işkence ve
tecavüze veya silahaltına alınıp askerde kendi insanını öldürüp katile
dönüşmeye tercih etmektedirler.
Lübnan’daki
Suriyeli mültecilerin kahir ekseriyetinin yaşadığı her türlü maddi-manevi
zorluğa, kötü muameleye ve sefalete rağmen ülkesine geri dönmeye razı
gelmemesi, Suriyelilere ev sahipliği yapan hem komşu ülkeler hem de Avrupa
ülkeleri için detaylıca incelenmesi ve üzerinde düşünmesi gereken önemli bir
tecrübedir.