PANDEMİ SONRASI ORTADOĞU’NUN YENİDEN
ŞEKİLLENMESİ KAÇINILMAZ
Diğer Krizlere Bir de Koronavirüsün
Eklendiği Ortadoğu Bir Felaketle Karşı Karşıya
Jon B. Alterman (Stratejik ve Uluslararası
Araştırmalar Merkezi (CSIS) kıdemli başkan yardımcısı, Ortadoğu Programı
direktörü ve Brzezinski Küresel Güvenlik ve Jeostrateji Kürsüsü sahibi)
The Hill, 22 Mart 2020
Koronavirüs Arap Baharı 2.0’a Yol Açabilir
mi?
Jason Pack (Ortadoğu konusunda danışman, yazar ve
yorumcu; Ortadoğu Enstitüsü araştırmacısı; ABD Libya İş Derneği eski icra
direktörü ve Libya Analysis şirketi kurucusu) & Nate Mason (Washington
DC’de danışman; 2011-2013 yılları
arasında Libya/Trablus’ta Amerikan Büyükelçiliği eski ticari ataşesi)
Ortadoğu Enstitüsü, 25 Mart 2020
Tercüme ve editoryal katkı: Zahide Tuba
Kor
NOT: Bu
özet tercümeler Fikir Turu web sitesinde 30.3.2020 tarihinde
yayınlanmıştır.
İngilizcesi
“Add coronavirus to other crises, and the Middle East faces a catastrophe”
başlığıyla yayınlanan yazının tamamını okumak için TIKLAYINIZ.
İngilizcesi
“Could coronavirus lead to an Arab Spring 2.0?” başlığıyla yayınlanan yazının
tamamını okumak için TIKLAYINIZ.
NOT: Blogda yer alan 800 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Kaynak göstermeden blogdaki yazı, tercüme ve
infografikleri kullanmamanız önemle rica olunur.
Özet: Arap Halk Hareketleri sırasında, değişime direnebilmiş
olan Ortadoğu Bölgesi’nin koronavirüs salgını nedeniyle yeniden şekillenmesi
kaçınılmaz gözüküyor. Üstelik bu sefer, değişimi daha önce engellemiş güçlerin
elleri de zayıf. Salgın Libya’dan Mısır’a neleri değiştirebilir?
NOT: Aşağıdaki metin Fikir Turu’nda
yayınlananın birebir aynısı değildir. Tercüme metnim uzun olduğu için Fikir
Turu’nun kısalttığı veya editoryal kurallarına bağlı olarak değiştirdiği
kısımları ben yeniden ekledim veya eski haline getirdim. Farklı olan kısımları
bordo renkte göreceksiniz.
Son yüzyıl içinde Arap dünyası, takriben
her otuz yılda bir bölgeyi kökten değiştirecek gelişmelerle sarsıldı: 1917-1918
Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı’nın çekilmesi ve İngilizler ile Fransızlar
eliyle yeni bir bölgesel sistemin kurulması, 1948 İsrail’in kuruluşu, 1979 İran
İslam Devrimi ve 2010-2011 Arap Halk Hareketleri süreci…
Son sarsıntının artçı şokları hala devam
ederken ve bölge on yıldır istikrara kavuşamamışken patlak veren koronavirüs
salgını, sağlık hizmetlerinin -Körfez bölgesi dışında çoğunlukla- zaten
yetersiz durumda olduğu Ortadoğu’da taşları bir kez daha yerinden oynatacak.
Daha evvel isyan dalgasını kontrol altına alabilmiş ve problemlerin üstünü
örtüp bastırabilmiş ülkeler dahi mali krizle birleşen koronavirüs salgınının
siyasi, iktisadi ve toplumsal ağır faturaları karşısında köklü değişimlerden
kaçamayacak. Birçok ülkenin ilk kez veya bir kez daha isyan dalgalarıyla
yüzleşmesi ve savaş meydanlarındaki dengelerin değişme ihtimali de sözkonusu.
2021 yılı da tıpkı 2011 gibi tarihe isyanlar yılı olarak geçebilir. Dahası
yönetimler sarpa sarmış kronik problemlere el atmazlarsa önümüzdeki yıllarda
çökmüş devletler listesine yenileri eklenebilir.
Koronavirüs salgınının Ortadoğu ve Kuzey
Afrika’ya muhtemel kısa ve orta vadeli etkilerini konu alan iki ayrı yazıyı
tercüme ettik.
***
Koronavirüs salgınının Ortadoğu’ya
muhtemel etkilerini konu alan ilk yazının yazarı, Washington merkezli düşünce
kuruluşu olan Stratejik ve Uluslararası Araştırmalar Merkezi (CSIS)’nde kıdemli
başkan yardımcısı ve Brzezinski Küresel Güvenlik ve Jeostrateji Kürsüsü sahibi
Jon B. Alterman. Kendisi
aynı zamanda CSIS’a bağlı Ortadoğu Programı direktörü. Geçmişte Amerikan
Dışişleri Bakanlığında çeşitli görevler almış bir isim.
22 Mart’ta The Hill’de
yayınlanan “Diğer Krizlere Bir de Koronavirüsün Eklendiği Ortadoğu Bir
Felaketle Karşı Karşıya” başlıklı bir yazı kaleme aldı.
“Arap Baharı”nı Osmanlı’nın
yıkılmasından bu yana Ortadoğu’yu sarsan en yıkıcı siyasi olay olarak
değerlendiren Alterman’a göre, şu an Ortadoğu, bölgeyi merkezinden sarsacak çok
daha büyük altüst oluşların eşiğinde. Bu değişiklikler, hem bölgenin kendisinde
hem de dünyada Amerikan güvenlik çıkarlarını geniş çapta sarsacak.
“Bölge, [ABD’nin] hem dost[u] hem de
düşman[ı] hükümetleri sarsacak, ekonomileri yıkacak ve nüfusları perişan edecek
art arda bir dizi meydan okumalarla karşı karşıya. Sonuçta ortaya çıkacak
bölge, son yarım yüzyıldır veya daha uzun bir müddettir alışık olduğumuzdan çok
daha farklı hatlara sahip olacak.” diyor.
Cezayir’den Lübnan’a
Yazar, COVID-19 Ortadoğu’ya yayılmadan
evvel de bölgenin siyasi bir kargaşa içinde olduğunu, Cezayir’den Irak’a ve
Lübnan’a kadar halkların meydanlarda isyan bayrağını açtığını hatırlatıyor.
Ardından bölgenin karşı karşıya olduğu o muazzam halk sağlığı krizine ilişkin
şunları söylüyor:
“İran tırmanmaya devam eden, kelimenin tam
manasıyla bir felaketle karşı karşıya. İran ile Irak, Lübnan ve Suriye arasında
seyahatin yaygın olması hiç şüphesiz hastalığı bu ülkelere de yayıyor. (…)
Mısır [yönetimi], meydan okurcasına vaka sayısının 200’den az olduğunu söylüyor
ve Kanada’nın 19.000 Mısırlının enfekte olduğuna ilişkin tahminini yayınlayan
bir gazetecinin basın kartını geri almayı yeğliyor. Şu anda doğru rakam her ne
olursa olsun Mısır, halk sağlığı sicili kötü olan 100 milyonluk bir ülke. Mısır
nüfusunun yaklaşık %10’u, Mısırlıları bilharziya hastalığından korumak için on
yıllardır süren aşı kampanyasında kötü hijyen nedeniyle hepatit C taşıyıcısı.”
Yazar, “Libya’dan Suriye’ye ve Yemen’e
uzanan milyonlarca mültecinin ve ülke içinde yerinden edilenin karnı aç,
soğuktan üşümekte ve özellikle savunmasız olduğunu söylemeye bile gerek yok”
diye devam ediyor.
Üç ana kaynak kesilecek: Petrol, turizm ve
işçi gelirleri
Alterman, eli kulağındaki halk sağlığı
krizine ilaveten bir de muazzam bir mali kriz olduğunu hatırlatıyor:
“COVID-19 yüzünden küresel petrol talebi
kesildiğinden, dünyanın en büyük iki üreticisi olan Rusya ve Suudi Arabistan,
fiyatların çakılmaması için arzı azaltmaya dönük uluslararası bir çabanın öncüleriydi.
Tarafların anlaşmaya varamaması (…) sonucu başlayan fiyat savaşı, petrol
fiyatlarını 2003’ten bu yana en düşük seviyesine düşürdü. Üretimi artırsalar da
Rusya ve Suudi Arabistan son derece düşük petrol gelirleriyle karşı karşıya. İran, Irak, Birleşik
Arap Emirlikleri (BAE) ve Kuveyt gibi diğer üreticiler hükümet gelirlerinin
batışını izliyor.”
Yazara göre, darbe alan sadece petrol
ihracatçıları da değil. Ortadoğu’daki fakir ülkelerin çoğunun emek ihracatçısı
olduğunu hatırlatarak şunları yazıyor:
“Mısır, Ürdün ve Lübnan’da yurtdışında
çalışan vatandaşların gönderdikleri dövizler bu ekonomilerin [milli
gelirlerinin] yaklaşık %10’unu buluyor. Petrol fiyatlarının çok daha fazla
düşmesiyle bu işçi dövizleri dibe vuracak ve vasıflı emekçiler [çalıştıkları
petrol zengini ülkelerde] işlerini kaybederek, kendilerine uygun iş
sağlayamayacak [yurt içi] piyasalara geri dönecekler.”
Alterman, bölge ekonomisinin en önemli
ayaklarından olan turizmin küresel krizin akabinde çökeceğini vurguluyor:
“Bölgesel turizmin çeşitli bileşenleri
var: Birincisi, Mısır, Tunus, Fas ve Lübnan ekonomilerini ayakta tutan plaj
tatilleri ve tekne turları gibi eğlence-dinleme turizmi buharlaşacak. İkincisi,
dinî turizm: Hacılar yüzyıllardır Suudi Arabistan, İran ve Irak’taki kutsal
mabetlere akmaktaydı; bu seyahatler aylarca ya da yıllarca son bulabilir.
[Ortadoğu Enstitüsü Başkan Yardımcısı Gerald Feierstein’e göre haccın
yapılamaması durumunda Suudi Arabistan, sadece on milyarlarca dolarlık gelir
kaybına uğramayacak, aynı zamanda kutsal mekânların hizmetkârı ve koruyucusu
rolü sarsılacak.[1]] Üçüncüsü, BAE ve Katar,
dünyayı birbirine bağlayan uluslararası hava yolculuğu için merkez üssü haline
geldikçe girift bir altyapı geliştirmişlerdi. Küresel iktisadi altüst oluş bu
seyahatlerin çoğunu bitirecek ve geriye kalan uçuşların bir kısmı da, Körfez
havayollarının son dönemde uluslararası ekonomiye entegre ettiği daha uzak
bölgelerin bazılarını COVID-19 virüsü kırıp geçirirken bitip gidecek.”
Alterman 2011 tecrübesini hatırlatarak
durumun vahametini şöyle ortaya koyuyor:
“Arap Baharı 2011’de bölgeyi vurduğunda
birçok hükümet kesenin ağzını açarak karşılık vermişti. Özellikle Körfez
yönetimleri, kendi ülkelerinde ve bölgedeki daha kalabalık ülkelerde daha fazla
kamu harcamaları yaparak toplumsal barışı satın alacaklarına inanmışlardı. Bir
dereceye kadar da haklıydılar. Ancak bu kez, halkın memnuniyetsizliği
arttığından ve petrol fiyatları düştüğünden artık kasalar tamtakır.”
Yazara göre, bölgede bu vahim etkileri
hissetmeyecek tek bir ülke dahi yok ve en şiddetli etkileri hissedecek
ülkelerin çoğu da Amerikan güvenliği için önemli olanlar…
Tek tek ülkeler nasıl etkilenecek?
Alterman, bundan sonraki kısımda tek tek
ülkelerin krizden nasıl etkileneceğine kısaca değiniyor:
“Hem sağlık krizi hem de ekonomik kriz,
zaten ABD liderliğinde uygulanan ‘maksimum baskı’ politikası altında ıstırap
çekmekte olan İran’ı vuruyor. Sonuçta ortaya daha uysal bir hükümet mi yoksa
daha radikali mi çıkacak yahut iç kaos sürecek mi, bugünden peşin hüküm vermek
imkansız.”
“Sağlık krizi ve mali krizlerin Suudi
yönetimini devirmesi ihtimal dışı; ancak Veliaht Prens Muhammed bin Salman’ın
alamet-i farikası yaptığı ve krallığın geleceği için hayati saydığı pahalı ve
iddialı modernleşme programını hiç şüphesiz tehlikeye atacak.”
“İsrail’in önemli mali ve halk sağlığı
kaynakları olsa da, tüm komşuları tehlikeye düşmüş durumda: COVID-19’dan evvel
de Lübnan’ın süregelen bir siyasi krizi, ülkede neredeyse her beş kişiden
birini oluşturan bir Suriyeli mülteci nüfusun varlığı ve uluslararası borcunun
büyük bir kısmının temerrüde düşmesine yol açan bir borç krizi vardı. Güvenliği
İsrail, Körfez ülkeleri ve ABD için hayati görülen Ürdün de tehlikede. Mısır da
bir felaketin eşiğinde olabilir; zira Mısırlılar ‘Allah bizi korur’ diyerek
kahvehanelerde ve camilerde toplanmaya devam ediyor.”
Alterman yazısının sonunda, mali krizin ve
sağlık sistemlerindeki problemlerin halkların yönetimlerinden duydukları
huzursuzlukları katbekat artırarak bölgede yeni kaosları tetikleyeceğini ima
ediyor:
“Arap
Baharı’nın pek çok itici gücü var olmakla birlikte memnuniyetsizliğin çoğu
yönetişimle ilgili şikâyetlere indirgenmişti. Erkek-kadın, genç-yaşlı herkes
hükümetlerin yalnızca kendi kendilerini gözettiklerinden ve halkın geçimine
yardımcı olmak için çok az şey yaptıklarından şikâyetçiydiler. Şimdi ise ekonomiler sürekli baş aşağı giderken ve
sağlık sistemleri daha önce görülmemiş bir gerilim altındayken, hükümetlerin
vatandaşlarının geçim kaynaklarını da hayatlarını da koruyamadıklarını görülecektir.
Böyle bir ortamda artık her şey mümkün.”
***
Koronavirüs Arap Baharı 2.0’a Yol Açabilir
mi?
Koronavirüs Ortadoğu’ya daha ziyade İran
üzerinden taşındı ve yayılıyor. Kuzey Afrika ise hâlihazırda salgından daha az
etkilenmiş gibi görünüyor. Ama işin daha tehlikeli boyutu, zaten kısa vadeli
değil, orta vadeli sonuçları.
Bu konuda Kuzey Afrika özelinde başka bir
analiz, Washington merkezli Ortadoğu Enstitüsü tarafından 25 Mart’ta
“Koronavirüs Arap Baharı 2.0’a Yol Açabilir mi?” başlığıyla yayınlandı.
Analizi kaleme alan iki isimden Jason
Pack, 20 küsur yıldır Ortadoğu’da yaşayan ve bölge üzerinde çalışan bir
danışman, yazar ve yorumcu. Ortadoğu Enstitüsü araştırmacısı; aynı zamanda ABD
Libya İş Derneği eski icra direktörü ve Libya Analysis şirketi kurucusu.
Makalenin diğer yazarı Nate Mason ise
sekiz yıl boyunca Amerikan yönetiminin Kuzey Afrika’daki iktisadi ve ticari
politikası üzerine çalışmış biri. 2011-2013 yılları arasında Trablus’taki
Amerikan Büyükelçiliğinde ticari ataşe olarak görev yapmış. Halen Washington
DC’de danışmanlık yapıyor.
Yazarlar, koronavirüsün ilk şiddetli
vurduğu ülkeler Çin ve İtalya diye, zannetmeyin ki hasarın da en ağırını onlar
alacaklar diyor. Ve küresel ekonominin kıyısında kalan ülkelerin, beklenmedik
altüst oluş dönemlerinde daha fazla sıkıntı çekmek ve pandemilerde ölümlerin
büyük kısmına katlanmak durumunda kaldığına dair bolca tarihî örnek olduğunu
hatırlatıyor.
Pack ve Mason’a göre, “Amerika
hapşırdığında dünya nezle olur.” sözünü güncellemenin şimdi tam zamanı; bu eski
sözün 21. yüzyılın ortalarındaki versiyonu şuna dönüşebilir: “Çin öksürdüğünde,
Afrika devlet başarısızlığı/çöküşü yaşar.”
“Uluslararası sistemin kalıcı
istikrarsızlık ve küresel liderlik eksikliği ile temayüz ettiği bir dönemde
yaşıyoruz; virüs zaten var olan bu eğilimleri sadece artıracak.” diyerek sözü
Kuzey Afrika’ya getiriyorlar:
“Kuzey Afrika küresel emtia fiyatlarına,
turizme ve Avrupa ile Körfez’in siyasi ve mali desteğine bağımlı bir bölge.
Burada rejim kırılganlığı, genç işsizliği ve İslami radikalizm kesişiyor. Kuzey
Afrika ekonomilerinin birbiriyle entegrasyonu zayıf olup göçmenler, cihatçılar
ve misafir işçiler kolayca bölgeyi geçiyorlar.”
Pack ve Mason şöyle devam ediyor:
“Tarih bize diyor ki, daha az
küreselleşmiş bölgelerin virüsün etkilerini tam olarak hissetmelerini epey
gecikmeli olarak bekleyin… 11 Eylül terör saldırıları ve 2008-2009 Büyük
Durgunluk küresel çapta oyun değiştiricilerdi. Dünyanın bazı bölgeleri veya
iktisadi sektörleri 11 Eylül’den hemen etkilenmemiş gibi görünse de, ileriki
tarihlerde daha derin karışıklıklarla karşı karşıya kaldılar.”
Bu duruma bir örnek olarak da Kuzey
Afrika’yı gösteriyorlar: “Kuzey Afrika ekonomileri de başlangıçta Büyük
Durgunluğun yol açtığı borsa çöküşlerinden ve ticaret hacmi düşüşlerinden etkilenmedi.
Ancak Küresel Güney’de Büyük Durgunluğun artan genç işsizliğini tedrici olarak
ağırlaştırdığını ve buna tarım mahsullerinde kıtlık ve yeni teknolojiler
eklendiğinde, 2011 Arap Baharı hareketlerini
körüklediğini ortaya atan ikna edici araştırmalar var.”
Yazarlar, tek tek Kuzey Afrika’daki
hükümetlerin pandemiye karşı ne tür önlemler aldığını anlatıyor ve ardından şu
önemli tespitte bulunuyorlar: “Hastalık yönetimler için iki ucu keskin bir
kılıç: İstikrarı kısa vadede artırabilir, ama orta vadede aşındıracak.”
“Virüs, vatandaşları, acil kriz hali
karşısında liderlerine güvenmeye ve hatta bazı durumlarda saygı göstermeye
dolaylı olarak zorlar. (…) Tahmin edilebileceği üzere, koronavirüs korkusu
bölgedeki karışıklıkların, kitlesel gösterilerin sonunu getirdi. Hatta savaşın
yıktığı Libya’da bile virüs, silah sevkiyatını ve paralı asker girişini
azalttı.”
Libya’ya ne olacak?
Yazarlar, virüsün iç savaşın devam ettiği
Libya’ya muhtemel etkisi hakkında şunları söylüyorlar: “Çatışmalar, 23 Mart’ta sözde Libya
Ulusal Ordusu tarafından Ayn Zara eksenine başlatılan yeni bir saldırıyla devam
ediyor. Ancak önümüzdeki aylarda
pandemiyle ilgili küresel endişeler, savaşan her iki tarafın hamilerinin de,
vekillerinin yakın zamanda hasımlarına öldürücü darbeyi vurmasına imkan
sağlayacak yeterli silahı ve eğitmeni yollamasını iyice zorlaştıracak. Virüs,
güney Trablus cephesindeki kemikleşen çıkmazın sürme ihtimalini artıracak.”
Pack ve Mason, Tunus’u kısmen istisna
tutarak, Kuzey Afrika rejimlerini küresel salgına en az hazırlıklı ülkeler
arasında görüyor. “Bu rejimler elektrik ve eğitim gibi görece temel
sayılabilecek ihtiyaçları dahi karşılamakta zorluk çekiyor. Pandemiye karşı
beceriksiz ve fırsatçı tepkilerle halkın memnuniyetsizliğini daha da
alevlendirecekleri muhakkak.”
Hazırlıksızlığa bir de petrol
fiyatlarındaki düşüşü ekliyorlar: “Petrol fiyatlarındaki dramatik düşüş, orta
vadede Cezayir ve Libya için -ve Doğu Akdeniz’deki doğalgaz projelerine
yatırımı ve Körfez’den yapılan ödemeleri tedrici olarak etkileyeceğinden
muhtemelen Mısır için de- yıkıcı olacak.”
Bütün bunların orta vadede bölgede
halkların memnuniyetsizliğini ve isyanları tetikleyeceğini öngörüyorlar:
“Cezayir ve Mısır’da (ve belki de
Libya’da) kısa süreli bir istikrar artışının ardından, -pandemi hafiflediğinde,
hükümet gelirleri ve gençlerin istihdamı azalmış olarak kalacağından- orta
vadede halkların memnuniyetsizliğinde ciddi bir artış görmemiz muhtemel.
(İran’daki gibi) hükümetlerin koronavirüsü ele alma biçimi beceriksizce
görülürse, 2021 başlarından ortalarına kadarki dönem Kuzey Afrika için zor bir
zaman dilimi olabilir. Hatta Arap Baharı olaylarının 10. yıldönümüyle aşağı
yukarı çakışan bir halk protestoları dalgası görebiliriz.”
“Kısacası, geç gelmesine rağmen,
koronavirüsün Kuzey Afrika’da dramatik isyanlara yol açması için sahne mükemmel
bir şekilde hazır. İster Libya’daki savaş ağaları, ister Cezayir’deki yozlaşmış
hırsızlar oligarşisi isterse Mısır’daki askeri diktatörlük olsun, hiç kimse bu
rejimlerin herhangi bir koşulda gerçek reformları proaktif olarak benimsemesini
beklemesin. Her birinde liderler, doğan fırsatları defalarca teptiler ve
mütemadiyen şahsi güçlerini vatandaşlarının uzun vadeli refahı üstünde tutmayı
yeğlediler. Geçmişte hükümetler, zor zamanlarda bile halkın muvafakatini almak
için paraya, tarihî meşruiyete, saygı duyulan bir orduya ve radikal bir cihatçı
muhalefetle korkutma imkânına sahipti. Ama artık bu tür tamponlar geçmişte
kaldı.”
“Arap Baharı’ndan bu yana para,
meşruiyet, orduların itibarı ve karizmatik liderlik, hepsi yok olup gitti.
Bıçak kemiğe dayandığında bu kırılgan rejimlerin gerginlikleri ustaca
yatıştırması mümkün değil. Muhalefeti ezmeyi meşrulaştırmak ve yabancı
destekçilerini yardıma gelmeye zorlamak için iç muhalefeti şiddeti kışkırtmaya
çalışabilirler. Cezayir veya Mısır, halklarının dikkatini dışarıya yöneltmek
için doğrudan Libya iç savaşına müdahale edebilir. Elitler bölünebilir ve bu,
sistemsel reform yapmak isteyenlerin darbe girişimlerine neden olabilir.”
Körfez ülkeleri, diğer Arap ülkelerini
kurtarabilir mi?
Pack ve Mason, yönetimlerin her zaman
olduğu gibi yine kurtarıcı olarak Körfez’den medet umacaklarını söylüyor:
“En muhtemel sonuç, rejimlerin son
yıllarda yaptıklarının aynısını yapmaya devam etmeleri: Kendilerini mali açıdan
kurtarması için BAE ve Suudi Arabistan’a bel bağlamaları. Ancak 2021’de bu iki
Körfez ülkesinin -petrol fiyatları, bütçe dengesini sağlayacak düzeyin de
kuvvetle muhtemel altına ineceğinden- baş etmeleri gereken kendi problemleri
olacak.”
“Körfez ülkelerinin Cezayir, Libya ve
Mısır’daki vekillerini birkaç yıl desteklemek için yeterli paraları yine de
olacak.” diyen yazarlar şu kritik soruyu soruyorlar: “Peki acaba iktisadi
beklentileri önemli ölçüde zayıfladığında kendi nüfusları böyle bir seçeneği
kabul edecek mi?” Yazarlar her şeye rağmen Körfez ülkelerinin Kuzey Afrika
yönetimlerine mali destek sağlayacağını öngörüyorlar.
ABD ne yapabilir?
Son bölümde “Peki, ABD bu ülkelere ne
yapabilir?” konusunu tartışıyorlar.
“ABD’nin bu kararları etkilemek için
yapabileceği pek az şey var. Biz artık küresel hegemon gibi davranmıyoruz. (…)
Ama ABD şu iki şeyi çok sınırlı bir maliyetle yapıcı bir şekilde
engelleyebilir: (i) Tunus hükümetinin patlaması, (ii) Trablus’un haydut General
Halife Hafter tarafından ele geçirilmesi.”
ABD’nin yeni yeni demokratikleşen Tunus’a
kapasite geliştirme yardımında bulunması gerektiğini savunuyorlar. Ayrıca
BAE’nin Kuzey Afrika’daki müdahalelerini sınırlandırmak için ABD’nin hatırı
sayılır nüfuzunu ve düşük petrol fiyatını kullanmasını tavsiye ediyorlar. Zira
“BAE’nin Libya’ya askeri müdahalesi, General Hafter’in Trablus’a ilerlemeye
devam etmesinin başlıca nedeni. Benzer şekilde BAE ve Suudi paraları Mısır
rejiminin her türlü piyasa reformundan kaçınmasına imkân sağlıyor.”
Yazarlar, pandemiden sonra Kuzey Afrika’da
vahim meydan okumaların ortaya çıkacağına eminler ve ABD’ye, bölge ülkelerinin
otoriter verimsizlikten çıkıp düzen içinde bir geçişi sağlamalarına nasıl
yardım edebileceğini şimdiden düşünme çağrısında bulunuyorlar. Zira onlara göre
“Arap Baharı 2.0, pandeminin akabinde Kuzey Afrika’da ani bir devlet
başarısızlığı ve işsizlik dalgasının sonucu olarak patlayabilir.”