30 Mart 2020 Pazartesi

J.ALTERMEN--J.PACK--N.MASON: PANDEMİ SONRASI ORTADOĞU’NUN YENİDEN ŞEKİLLENMESİ KAÇINILMAZ




PANDEMİ SONRASI ORTADOĞU’NUN YENİDEN ŞEKİLLENMESİ KAÇINILMAZ

Diğer Krizlere Bir de Koronavirüsün Eklendiği Ortadoğu Bir Felaketle Karşı Karşıya
Jon B. Alterman (Stratejik ve Uluslararası Araştırmalar Merkezi (CSIS) kıdemli başkan yardımcısı, Ortadoğu Programı direktörü ve Brzezinski Küresel Güvenlik ve Jeostrateji Kürsüsü sahibi)
The Hill, 22 Mart 2020

Koronavirüs Arap Baharı 2.0’a Yol Açabilir mi?
Jason Pack (Ortadoğu konusunda danışman, yazar ve yorumcu; Ortadoğu Enstitüsü araştırmacısı; ABD Libya İş Derneği eski icra direktörü ve Libya Analysis şirketi kurucusu) & Nate Mason (Washington DC’de danışman;  2011-2013 yılları arasında Libya/Trablus’ta Amerikan Büyükelçiliği eski ticari ataşesi)
Ortadoğu Enstitüsü, 25 Mart 2020

Tercüme ve editoryal katkı: Zahide Tuba Kor

NOT: Bu özet tercümeler Fikir Turu web sitesinde 30.3.2020 tarihinde yayınlanmıştır.

İngilizcesi “Add coronavirus to other crises, and the Middle East faces a catastrophe” başlığıyla yayınlanan yazının tamamını okumak için TIKLAYINIZ
İngilizcesi “Could coronavirus lead to an Arab Spring 2.0?” başlığıyla yayınlanan yazının tamamını okumak için TIKLAYINIZ

NOT: Blogda yer alan 800 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Kaynak göstermeden blogdaki yazı, tercüme ve infografikleri kullanmamanız önemle rica olunur.


Özet: Arap Halk Hareketleri sırasında, değişime direnebilmiş olan Ortadoğu Bölgesi’nin koronavirüs salgını nedeniyle yeniden şekillenmesi kaçınılmaz gözüküyor. Üstelik bu sefer, değişimi daha önce engellemiş güçlerin elleri de zayıf. Salgın Libya’dan Mısır’a neleri değiştirebilir?

NOT: Aşağıdaki metin Fikir Turu’nda yayınlananın birebir aynısı değildir. Tercüme metnim uzun olduğu için Fikir Turu’nun kısalttığı veya editoryal kurallarına bağlı olarak değiştirdiği kısımları ben yeniden ekledim veya eski haline getirdim. Farklı olan kısımları bordo renkte göreceksiniz.

Son yüzyıl içinde Arap dünyası, takriben her otuz yılda bir bölgeyi kökten değiştirecek gelişmelerle sarsıldı: 1917-1918 Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı’nın çekilmesi ve İngilizler ile Fransızlar eliyle yeni bir bölgesel sistemin kurulması, 1948 İsrail’in kuruluşu, 1979 İran İslam Devrimi ve 2010-2011 Arap Halk Hareketleri süreci…
Son sarsıntının artçı şokları hala devam ederken ve bölge on yıldır istikrara kavuşamamışken patlak veren koronavirüs salgını, sağlık hizmetlerinin -Körfez bölgesi dışında çoğunlukla- zaten yetersiz durumda olduğu Ortadoğu’da taşları bir kez daha yerinden oynatacak. Daha evvel isyan dalgasını kontrol altına alabilmiş ve problemlerin üstünü örtüp bastırabilmiş ülkeler dahi mali krizle birleşen koronavirüs salgınının siyasi, iktisadi ve toplumsal ağır faturaları karşısında köklü değişimlerden kaçamayacak. Birçok ülkenin ilk kez veya bir kez daha isyan dalgalarıyla yüzleşmesi ve savaş meydanlarındaki dengelerin değişme ihtimali de sözkonusu. 2021 yılı da tıpkı 2011 gibi tarihe isyanlar yılı olarak geçebilir. Dahası yönetimler sarpa sarmış kronik problemlere el atmazlarsa önümüzdeki yıllarda çökmüş devletler listesine yenileri eklenebilir.
Koronavirüs salgınının Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya muhtemel kısa ve orta vadeli etkilerini konu alan iki ayrı yazıyı tercüme ettik.
***
Koronavirüs salgınının Ortadoğu’ya muhtemel etkilerini konu alan ilk yazının yazarı, Washington merkezli düşünce kuruluşu olan Stratejik ve Uluslararası Araştırmalar Merkezi (CSIS)’nde kıdemli başkan yardımcısı ve Brzezinski Küresel Güvenlik ve Jeostrateji Kürsüsü sahibi Jon B. Alterman. Kendisi aynı zamanda CSIS’a bağlı Ortadoğu Programı direktörü. Geçmişte Amerikan Dışişleri Bakanlığında çeşitli görevler almış bir isim.
22 Mart’ta The Hill’de yayınlanan “Diğer Krizlere Bir de Koronavirüsün Eklendiği Ortadoğu Bir Felaketle Karşı Karşıya” başlıklı bir yazı kaleme aldı.
“Arap Baharı”nı Osmanlı’nın yıkılmasından bu yana Ortadoğu’yu sarsan en yıkıcı siyasi olay olarak değerlendiren Alterman’a göre, şu an Ortadoğu, bölgeyi merkezinden sarsacak çok daha büyük altüst oluşların eşiğinde. Bu değişiklikler, hem bölgenin kendisinde hem de dünyada Amerikan güvenlik çıkarlarını geniş çapta sarsacak.
“Bölge, [ABD’nin] hem dost[u] hem de düşman[ı] hükümetleri sarsacak, ekonomileri yıkacak ve nüfusları perişan edecek art arda bir dizi meydan okumalarla karşı karşıya. Sonuçta ortaya çıkacak bölge, son yarım yüzyıldır veya daha uzun bir müddettir alışık olduğumuzdan çok daha farklı hatlara sahip olacak.” diyor.

Cezayir’den Lübnan’a
Yazar, COVID-19 Ortadoğu’ya yayılmadan evvel de bölgenin siyasi bir kargaşa içinde olduğunu, Cezayir’den Irak’a ve Lübnan’a kadar halkların meydanlarda isyan bayrağını açtığını hatırlatıyor. Ardından bölgenin karşı karşıya olduğu o muazzam halk sağlığı krizine ilişkin şunları söylüyor:
“İran tırmanmaya devam eden, kelimenin tam manasıyla bir felaketle karşı karşıya. İran ile Irak, Lübnan ve Suriye arasında seyahatin yaygın olması hiç şüphesiz hastalığı bu ülkelere de yayıyor. (…) Mısır [yönetimi], meydan okurcasına vaka sayısının 200’den az olduğunu söylüyor ve Kanada’nın 19.000 Mısırlının enfekte olduğuna ilişkin tahminini yayınlayan bir gazetecinin basın kartını geri almayı yeğliyor. Şu anda doğru rakam her ne olursa olsun Mısır, halk sağlığı sicili kötü olan 100 milyonluk bir ülke. Mısır nüfusunun yaklaşık %10’u, Mısırlıları bilharziya hastalığından korumak için on yıllardır süren aşı kampanyasında kötü hijyen nedeniyle hepatit C taşıyıcısı.”
Yazar, “Libya’dan Suriye’ye ve Yemen’e uzanan milyonlarca mültecinin ve ülke içinde yerinden edilenin karnı aç, soğuktan üşümekte ve özellikle savunmasız olduğunu söylemeye bile gerek yok” diye devam ediyor.

Üç ana kaynak kesilecek: Petrol, turizm ve işçi gelirleri
Alterman, eli kulağındaki halk sağlığı krizine ilaveten bir de muazzam bir mali kriz olduğunu hatırlatıyor:
“COVID-19 yüzünden küresel petrol talebi kesildiğinden, dünyanın en büyük iki üreticisi olan Rusya ve Suudi Arabistan, fiyatların çakılmaması için arzı azaltmaya dönük uluslararası bir çabanın öncüleriydi. Tarafların anlaşmaya varamaması (…) sonucu başlayan fiyat savaşı, petrol fiyatlarını 2003’ten bu yana en düşük seviyesine düşürdü. Üretimi artırsalar da Rusya ve Suudi Arabistan son derece düşük petrol gelirleriyle karşı karşıya. İran, Irak, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Kuveyt gibi diğer üreticiler hükümet gelirlerinin batışını izliyor.”
Yazara göre, darbe alan sadece petrol ihracatçıları da değil. Ortadoğu’daki fakir ülkelerin çoğunun emek ihracatçısı olduğunu hatırlatarak şunları yazıyor:
“Mısır, Ürdün ve Lübnan’da yurtdışında çalışan vatandaşların gönderdikleri dövizler bu ekonomilerin [milli gelirlerinin] yaklaşık %10’unu buluyor. Petrol fiyatlarının çok daha fazla düşmesiyle bu işçi dövizleri dibe vuracak ve vasıflı emekçiler [çalıştıkları petrol zengini ülkelerde] işlerini kaybederek, kendilerine uygun iş sağlayamayacak [yurt içi] piyasalara geri dönecekler.”
Alterman, bölge ekonomisinin en önemli ayaklarından olan turizmin küresel krizin akabinde çökeceğini vurguluyor:
“Bölgesel turizmin çeşitli bileşenleri var: Birincisi, Mısır, Tunus, Fas ve Lübnan ekonomilerini ayakta tutan plaj tatilleri ve tekne turları gibi eğlence-dinleme turizmi buharlaşacak. İkincisi, dinî turizm: Hacılar yüzyıllardır Suudi Arabistan, İran ve Irak’taki kutsal mabetlere akmaktaydı; bu seyahatler aylarca ya da yıllarca son bulabilir. [Ortadoğu Enstitüsü Başkan Yardımcısı Gerald Feierstein’e göre haccın yapılamaması durumunda Suudi Arabistan, sadece on milyarlarca dolarlık gelir kaybına uğramayacak, aynı zamanda kutsal mekânların hizmetkârı ve koruyucusu rolü sarsılacak.[1]] Üçüncüsü, BAE ve Katar, dünyayı birbirine bağlayan uluslararası hava yolculuğu için merkez üssü haline geldikçe girift bir altyapı geliştirmişlerdi. Küresel iktisadi altüst oluş bu seyahatlerin çoğunu bitirecek ve geriye kalan uçuşların bir kısmı da, Körfez havayollarının son dönemde uluslararası ekonomiye entegre ettiği daha uzak bölgelerin bazılarını COVID-19 virüsü kırıp geçirirken bitip gidecek.”
Alterman 2011 tecrübesini hatırlatarak durumun vahametini şöyle ortaya koyuyor:
“Arap Baharı 2011’de bölgeyi vurduğunda birçok hükümet kesenin ağzını açarak karşılık vermişti. Özellikle Körfez yönetimleri, kendi ülkelerinde ve bölgedeki daha kalabalık ülkelerde daha fazla kamu harcamaları yaparak toplumsal barışı satın alacaklarına inanmışlardı. Bir dereceye kadar da haklıydılar. Ancak bu kez, halkın memnuniyetsizliği arttığından ve petrol fiyatları düştüğünden artık kasalar tamtakır.”
Yazara göre, bölgede bu vahim etkileri hissetmeyecek tek bir ülke dahi yok ve en şiddetli etkileri hissedecek ülkelerin çoğu da Amerikan güvenliği için önemli olanlar…

Tek tek ülkeler nasıl etkilenecek?
Alterman, bundan sonraki kısımda tek tek ülkelerin krizden nasıl etkileneceğine kısaca değiniyor:
“Hem sağlık krizi hem de ekonomik kriz, zaten ABD liderliğinde uygulanan ‘maksimum baskı’ politikası altında ıstırap çekmekte olan İran’ı vuruyor. Sonuçta ortaya daha uysal bir hükümet mi yoksa daha radikali mi çıkacak yahut iç kaos sürecek mi, bugünden peşin hüküm vermek imkansız.”
“Sağlık krizi ve mali krizlerin Suudi yönetimini devirmesi ihtimal dışı; ancak Veliaht Prens Muhammed bin Salman’ın alamet-i farikası yaptığı ve krallığın geleceği için hayati saydığı pahalı ve iddialı modernleşme programını hiç şüphesiz tehlikeye atacak.”
“İsrail’in önemli mali ve halk sağlığı kaynakları olsa da, tüm komşuları tehlikeye düşmüş durumda: COVID-19’dan evvel de Lübnan’ın süregelen bir siyasi krizi, ülkede neredeyse her beş kişiden birini oluşturan bir Suriyeli mülteci nüfusun varlığı ve uluslararası borcunun büyük bir kısmının temerrüde düşmesine yol açan bir borç krizi vardı. Güvenliği İsrail, Körfez ülkeleri ve ABD için hayati görülen Ürdün de tehlikede. Mısır da bir felaketin eşiğinde olabilir; zira Mısırlılar ‘Allah bizi korur’ diyerek kahvehanelerde ve camilerde toplanmaya devam ediyor.”
Alterman yazısının sonunda, mali krizin ve sağlık sistemlerindeki problemlerin halkların yönetimlerinden duydukları huzursuzlukları katbekat artırarak bölgede yeni kaosları tetikleyeceğini ima ediyor:
Arap Baharı’nın pek çok itici gücü var olmakla birlikte memnuniyetsizliğin çoğu yönetişimle ilgili şikâyetlere indirgenmişti. Erkek-kadın, genç-yaşlı herkes hükümetlerin yalnızca kendi kendilerini gözettiklerinden ve halkın geçimine yardımcı olmak için çok az şey yaptıklarından şikâyetçiydiler. Şimdi ise ekonomiler sürekli baş aşağı giderken ve sağlık sistemleri daha önce görülmemiş bir gerilim altındayken, hükümetlerin vatandaşlarının geçim kaynaklarını da hayatlarını da koruyamadıklarını görülecektir. Böyle bir ortamda artık her şey mümkün.”

***

Koronavirüs Arap Baharı 2.0’a Yol Açabilir mi?
Koronavirüs Ortadoğu’ya daha ziyade İran üzerinden taşındı ve yayılıyor. Kuzey Afrika ise hâlihazırda salgından daha az etkilenmiş gibi görünüyor. Ama işin daha tehlikeli boyutu, zaten kısa vadeli değil, orta vadeli sonuçları.
Bu konuda Kuzey Afrika özelinde başka bir analiz, Washington merkezli Ortadoğu Enstitüsü tarafından 25 Mart’ta “Koronavirüs Arap Baharı 2.0’a Yol Açabilir mi?” başlığıyla yayınlandı.
Analizi kaleme alan iki isimden Jason Pack, 20 küsur yıldır Ortadoğu’da yaşayan ve bölge üzerinde çalışan bir danışman, yazar ve yorumcu. Ortadoğu Enstitüsü araştırmacısı; aynı zamanda ABD Libya İş Derneği eski icra direktörü ve Libya Analysis şirketi kurucusu.
Makalenin diğer yazarı Nate Mason ise sekiz yıl boyunca Amerikan yönetiminin Kuzey Afrika’daki iktisadi ve ticari politikası üzerine çalışmış biri. 2011-2013 yılları arasında Trablus’taki Amerikan Büyükelçiliğinde ticari ataşe olarak görev yapmış. Halen Washington DC’de danışmanlık yapıyor.
Yazarlar, koronavirüsün ilk şiddetli vurduğu ülkeler Çin ve İtalya diye, zannetmeyin ki hasarın da en ağırını onlar alacaklar diyor. Ve küresel ekonominin kıyısında kalan ülkelerin, beklenmedik altüst oluş dönemlerinde daha fazla sıkıntı çekmek ve pandemilerde ölümlerin büyük kısmına katlanmak durumunda kaldığına dair bolca tarihî örnek olduğunu hatırlatıyor.
Pack ve Mason’a göre, “Amerika hapşırdığında dünya nezle olur.” sözünü güncellemenin şimdi tam zamanı; bu eski sözün 21. yüzyılın ortalarındaki versiyonu şuna dönüşebilir: “Çin öksürdüğünde, Afrika devlet başarısızlığı/çöküşü yaşar.”
“Uluslararası sistemin kalıcı istikrarsızlık ve küresel liderlik eksikliği ile temayüz ettiği bir dönemde yaşıyoruz; virüs zaten var olan bu eğilimleri sadece artıracak.” diyerek sözü Kuzey Afrika’ya getiriyorlar:
“Kuzey Afrika küresel emtia fiyatlarına, turizme ve Avrupa ile Körfez’in siyasi ve mali desteğine bağımlı bir bölge. Burada rejim kırılganlığı, genç işsizliği ve İslami radikalizm kesişiyor. Kuzey Afrika ekonomilerinin birbiriyle entegrasyonu zayıf olup göçmenler, cihatçılar ve misafir işçiler kolayca bölgeyi geçiyorlar.”
Pack ve Mason şöyle devam ediyor:
“Tarih bize diyor ki, daha az küreselleşmiş bölgelerin virüsün etkilerini tam olarak hissetmelerini epey gecikmeli olarak bekleyin… 11 Eylül terör saldırıları ve 2008-2009 Büyük Durgunluk küresel çapta oyun değiştiricilerdi. Dünyanın bazı bölgeleri veya iktisadi sektörleri 11 Eylül’den hemen etkilenmemiş gibi görünse de, ileriki tarihlerde daha derin karışıklıklarla karşı karşıya kaldılar.”
Bu duruma bir örnek olarak da Kuzey Afrika’yı gösteriyorlar: “Kuzey Afrika ekonomileri de başlangıçta Büyük Durgunluğun yol açtığı borsa çöküşlerinden ve ticaret hacmi düşüşlerinden etkilenmedi. Ancak Küresel Güney’de Büyük Durgunluğun artan genç işsizliğini tedrici olarak ağırlaştırdığını ve buna tarım mahsullerinde kıtlık ve yeni teknolojiler eklendiğinde, 2011 Arap Baharı hareketlerini körüklediğini ortaya atan ikna edici araştırmalar var.”
Yazarlar, tek tek Kuzey Afrika’daki hükümetlerin pandemiye karşı ne tür önlemler aldığını anlatıyor ve ardından şu önemli tespitte bulunuyorlar: “Hastalık yönetimler için iki ucu keskin bir kılıç: İstikrarı kısa vadede artırabilir, ama orta vadede aşındıracak.”
“Virüs, vatandaşları, acil kriz hali karşısında liderlerine güvenmeye ve hatta bazı durumlarda saygı göstermeye dolaylı olarak zorlar. (…) Tahmin edilebileceği üzere, koronavirüs korkusu bölgedeki karışıklıkların, kitlesel gösterilerin sonunu getirdi. Hatta savaşın yıktığı Libya’da bile virüs, silah sevkiyatını ve paralı asker girişini azalttı.”

Libya’ya ne olacak?
Yazarlar, virüsün iç savaşın devam ettiği Libya’ya muhtemel etkisi hakkında şunları söylüyorlar: “Çatışmalar, 23 Mart’ta sözde Libya Ulusal Ordusu tarafından Ayn Zara eksenine başlatılan yeni bir saldırıyla devam ediyor. Ancak önümüzdeki aylarda pandemiyle ilgili küresel endişeler, savaşan her iki tarafın hamilerinin de, vekillerinin yakın zamanda hasımlarına öldürücü darbeyi vurmasına imkan sağlayacak yeterli silahı ve eğitmeni yollamasını iyice zorlaştıracak. Virüs, güney Trablus cephesindeki kemikleşen çıkmazın sürme ihtimalini artıracak.”
Pack ve Mason, Tunus’u kısmen istisna tutarak, Kuzey Afrika rejimlerini küresel salgına en az hazırlıklı ülkeler arasında görüyor. “Bu rejimler elektrik ve eğitim gibi görece temel sayılabilecek ihtiyaçları dahi karşılamakta zorluk çekiyor. Pandemiye karşı beceriksiz ve fırsatçı tepkilerle halkın memnuniyetsizliğini daha da alevlendirecekleri muhakkak.”
Hazırlıksızlığa bir de petrol fiyatlarındaki düşüşü ekliyorlar: “Petrol fiyatlarındaki dramatik düşüş, orta vadede Cezayir ve Libya için -ve Doğu Akdeniz’deki doğalgaz projelerine yatırımı ve Körfez’den yapılan ödemeleri tedrici olarak etkileyeceğinden muhtemelen Mısır için de- yıkıcı olacak.”
Bütün bunların orta vadede bölgede halkların memnuniyetsizliğini ve isyanları tetikleyeceğini öngörüyorlar:
“Cezayir ve Mısır’da (ve belki de Libya’da) kısa süreli bir istikrar artışının ardından, -pandemi hafiflediğinde, hükümet gelirleri ve gençlerin istihdamı azalmış olarak kalacağından- orta vadede halkların memnuniyetsizliğinde ciddi bir artış görmemiz muhtemel. (İran’daki gibi) hükümetlerin koronavirüsü ele alma biçimi beceriksizce görülürse, 2021 başlarından ortalarına kadarki dönem Kuzey Afrika için zor bir zaman dilimi olabilir. Hatta Arap Baharı olaylarının 10. yıldönümüyle aşağı yukarı çakışan bir halk protestoları dalgası görebiliriz.”
“Kısacası, geç gelmesine rağmen, koronavirüsün Kuzey Afrika’da dramatik isyanlara yol açması için sahne mükemmel bir şekilde hazır. İster Libya’daki savaş ağaları, ister Cezayir’deki yozlaşmış hırsızlar oligarşisi isterse Mısır’daki askeri diktatörlük olsun, hiç kimse bu rejimlerin herhangi bir koşulda gerçek reformları proaktif olarak benimsemesini beklemesin. Her birinde liderler, doğan fırsatları defalarca teptiler ve mütemadiyen şahsi güçlerini vatandaşlarının uzun vadeli refahı üstünde tutmayı yeğlediler. Geçmişte hükümetler, zor zamanlarda bile halkın muvafakatini almak için paraya, tarihî meşruiyete, saygı duyulan bir orduya ve radikal bir cihatçı muhalefetle korkutma imkânına sahipti. Ama artık bu tür tamponlar geçmişte kaldı.”
“Arap Baharı’ndan bu yana para, meşruiyet, orduların itibarı ve karizmatik liderlik, hepsi yok olup gitti. Bıçak kemiğe dayandığında bu kırılgan rejimlerin gerginlikleri ustaca yatıştırması mümkün değil. Muhalefeti ezmeyi meşrulaştırmak ve yabancı destekçilerini yardıma gelmeye zorlamak için iç muhalefeti şiddeti kışkırtmaya çalışabilirler. Cezayir veya Mısır, halklarının dikkatini dışarıya yöneltmek için doğrudan Libya iç savaşına müdahale edebilir. Elitler bölünebilir ve bu, sistemsel reform yapmak isteyenlerin darbe girişimlerine neden olabilir.”

Körfez ülkeleri, diğer Arap ülkelerini kurtarabilir mi?
Pack ve Mason, yönetimlerin her zaman olduğu gibi yine kurtarıcı olarak Körfez’den medet umacaklarını söylüyor:
“En muhtemel sonuç, rejimlerin son yıllarda yaptıklarının aynısını yapmaya devam etmeleri: Kendilerini mali açıdan kurtarması için BAE ve Suudi Arabistan’a bel bağlamaları. Ancak 2021’de bu iki Körfez ülkesinin -petrol fiyatları, bütçe dengesini sağlayacak düzeyin de kuvvetle muhtemel altına ineceğinden- baş etmeleri gereken kendi problemleri olacak.”
“Körfez ülkelerinin Cezayir, Libya ve Mısır’daki vekillerini birkaç yıl desteklemek için yeterli paraları yine de olacak.” diyen yazarlar şu kritik soruyu soruyorlar: “Peki acaba iktisadi beklentileri önemli ölçüde zayıfladığında kendi nüfusları böyle bir seçeneği kabul edecek mi?” Yazarlar her şeye rağmen Körfez ülkelerinin Kuzey Afrika yönetimlerine mali destek sağlayacağını öngörüyorlar.

ABD ne yapabilir?
Son bölümde “Peki, ABD bu ülkelere ne yapabilir?” konusunu tartışıyorlar.
“ABD’nin bu kararları etkilemek için yapabileceği pek az şey var. Biz artık küresel hegemon gibi davranmıyoruz. (…) Ama ABD şu iki şeyi çok sınırlı bir maliyetle yapıcı bir şekilde engelleyebilir: (i) Tunus hükümetinin patlaması, (ii) Trablus’un haydut General Halife Hafter tarafından ele geçirilmesi.”
ABD’nin yeni yeni demokratikleşen Tunus’a kapasite geliştirme yardımında bulunması gerektiğini savunuyorlar. Ayrıca BAE’nin Kuzey Afrika’daki müdahalelerini sınırlandırmak için ABD’nin hatırı sayılır nüfuzunu ve düşük petrol fiyatını kullanmasını tavsiye ediyorlar. Zira “BAE’nin Libya’ya askeri müdahalesi, General Hafter’in Trablus’a ilerlemeye devam etmesinin başlıca nedeni. Benzer şekilde BAE ve Suudi paraları Mısır rejiminin her türlü piyasa reformundan kaçınmasına imkân sağlıyor.”
Yazarlar, pandemiden sonra Kuzey Afrika’da vahim meydan okumaların ortaya çıkacağına eminler ve ABD’ye, bölge ülkelerinin otoriter verimsizlikten çıkıp düzen içinde bir geçişi sağlamalarına nasıl yardım edebileceğini şimdiden düşünme çağrısında bulunuyorlar. Zira onlara göre “Arap Baharı 2.0, pandeminin akabinde Kuzey Afrika’da ani bir devlet başarısızlığı ve işsizlik dalgasının sonucu olarak patlayabilir.”

R.KAPLAN: KORONAVİRÜS KORKTUĞUMUZ KÜRESELLEŞME ÇAĞINI AÇIYOR



KORONAVİRÜS KORKTUĞUMUZ KÜRESELLEŞME ÇAĞINI AÇIYOR

Robert Kaplan (Amerikalı stratejist ve jeopolitikçi, Avrasya Grubu direktörü ve Yeni Amerikan Güvenliği Merkezi kıdemli araştırmacısı)
Bloomberg, 20 Mart 2020

Tercüme: Zahide Tuba Kor

NOT: Bu tercüme Perspektif web sitesinde 26.3.2020 tarihinde yayınlanmıştır.

İngilizcesi “Coronavirus Ushers in the Globalization We Were Afraid Of” başlığıyla yayınlanan yazının tamamını okumak için TIKLAYINIZ

NOT: Blogda yer alan 800 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Kaynak göstermeden blogdaki yazı, tercüme ve infografikleri kullanmamanız önemle rica olunur.


Özet: Önümüzdeki on yılda koronavirüs, görme ihtimalimiz olan jeopolitik çalkantıların çoğuna yön veren siyasi, iktisadi ve psikolojik hadise olacak. Küreselleşme 2.0 derinleşecek ve yıllarca bizimle olacak. Sadece miadı dolduğunda, bu yeni versiyon da insanlığın geçtiği bir başka aşama olacak; tarihin sonu değil.

Tıpkı 11 Eylül [2001] saldırıları ve [2008] Büyük Durgunluk gibi, koronavirüs pandemisi de yıllar sonra dahi zihinlerimizde canlılığını koruyacak iktisadi ve jeopolitik bir şok. Aslında bundan daha da fazlası: Koronavirüs, küreselleşmenin ilk aşaması ile ikinci aşaması arasındaki tarihî bir dönüm noktası.
Soğuk Savaş’ın sonuyla başlayıp yakın zamana kadar süren ilk aşamada küreselleşme; serbest ticaret anlaşmaları, küresel tedarik zincirlerinin kurulması, aşırı yoksulluğu azaltırken orta sınıflar oluşturup genişletme, demokrasiyi yayma ve iyice artan dijital iletişim ve küresel hareketlilikle ilgiliydi. Afrika, Balkanlar ve Ortadoğu’daki savaşlar gibi tüm aksaklıklara rağmen, Küreselleşme 1.0, gezegenin birliğini artırma noktasında temelde iyi bir haberdi. İyimserler için elverişliydi.

Küreselleşme 2.0
Küreselleşmenin ikinci aşaması ise farklı. Küreselleşme 2.0; dünyayı kendi gelişen orduları ve ayrı tedarik zincirleri ile büyük güç bloklarına ayırma, baskıcı rejimlerin yükselişi ve Batı demokrasilerinde orta sınıfların endişesiyle birleşen, yerelciliği ve popülizmi doğuran toplumsal ve sınıfsal bölünmeler ile ilgili. Özetle bu, karamsarlara daha yakın olan, yeni ve yeniden ortaya çıkan küresel bölünmelere ilişkin bir hikâye.
Küreselleşmenin ilk aşaması birkaç yıl evvel sona ermeye başlamışken, ikinci aşama bir süredir alttan alta gelişiyor. İki aşama arasında örtüşmeler ve birbirine karışmalar var. Ancak tarihçiler bölümler/dönemler arası kopuşu sever. Koronavirüs, işte tam da küreselleşmenin bu iki aşamasının netleştiği bir anda ortaya çıktı. Ve küreselleşmenin bu ikinci aşamasını belirleyen -uçak seyahatlerinin azalmasından tutun uluslararası konferansların iptallerine, küresel iş kesintilerinden yerli halkın hak ve çıkarlarını koruyan tepkilere kadar bir dizi- ayrışma süreçlerini derinleştiriyor.
Savaşlar gibi devasa krizler, tarihi de ileriye sarar. Belirli bir ülkede normalde beş-on sene alan süreçler artık birkaç yıl içinde gelişecek. İşte size bunun tam bir örneği: Toplumsal barışı petrol ve doğalgaza dayalı İran, Irak, Rusya, Nijerya ve Venezüella gibi ülkelerde koronavirüsün jeopolitik ikincil ve üçüncül dereceden etkileri olacak; zira petrol ve doğalgaz fiyatları kısmen bu virüs yüzünden hızla düşüyor.

Petrol ve Hidrokarbon Savaşları
Çin’in başlangıçta virüsle bağlantılı iktisadi yavaşlamasından kaynaklanan, hidrokarbon piyasasında talebin zayıflaması bağlamında Rusya ve Suudi Arabistan, fiyatları istikrarlı hâle getirmek için petrol üretimini yavaşlatıp yavaşlatmama konusunda tartışmaya tutuştu. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Salman’ın gerilimi tırmandırma politikası girişiminin başarısızlığa uğraması, aylarca sürebilecek bir fiyat savaşına yol açtı. Daimi düşük fiyatların iç iktisadi ve siyasi etkileri konusundaki hesap hataları, iki liderin öngördüğünden çok daha fazla sorunlar yaratabilir.
Koronavirüsün yayılmasında bir düğüm noktası olan, önde gelen hidrokarbon üreticisi İran -zaten Amerikan yaptırımlarıyla sarsıntı içinde olsa da- şu anda akut bir kriz içinde. Ancak Devrim Muhafızlarının ve Basic milislerinin yardımıyla İranlı din adamları, iktidarda kalmak için ideoloji ve din uğruna çok sayıda insanı öldürmeye gücü yetebilir ve istekli olduğundan, rejimin çöküşü de yakın değil. İran, -petrol fiyatlarının çöküşünden ve koronavirüsün İran sınırından yayılmasından çok önce zaten başarısızlığın eşiğinde olan komşusu Irak’ın aksine- fazlasıyla kurumsallaşmış bir devlet. Irak’a gelince şimdilerde yıllardır olduğundan çok daha kırılgan vaziyette.
Nicholas Maduro’nun petrole bağımlı Venezüella rejimi de benzer bir durumda. Başkent Caracas ve çevresini yöneten bir petrol ve narkotik devletine dönüştü ve ülkenin başka yerlerinde de çetelerle ittifak kurdu. Şubat ayı ortasında ortalama 60 dolar olan petrolün varil fiyatının 25 doların da altına düştüğü göz önüne alındığında, rejimin, orduyu ve diğer destekçilerini demokratik muhalefetten uzak tutmasını sağlayan rüşvetler için son derece az parası olacak. Halk açlıktan ölmeye devam ediyor. Venezüella dolaylı olarak koronavirüsle bağlantılı bir petrol fiyatı savaşının artçı sarsıntıları yüzünden rejim değişikliği yaşayabilir veya anarşiye düşerek harap olabilir.
Nijerya, tarihsel olarak resmen onaylanmış yolsuzluk çarklarını döndürmek için petrol gelirlerine bağımlı. On yıllardır yapılan korkunç tahminlere rağmen, -siyaset bilimci Samuel Huntington’ın 1968 tarihli Değişen Toplumlarda Siyasal Düzen adlı kitabında tanımladığı bir olgu olan- zayıf kurumsallaşmış sistemlerde yolsuzluğun sosyal ve siyasal bakımdan istikrara kavuşturucu olabileceği gerçeği sayesinde bir ve bütün olarak kaldı.
Cezayir, donuk ve halkının sevmediği bir milli güvenlik devleti olup o da nüfusuna rüşvet dağıtabilmek için gelir ve beka kaynağı olarak hidrokarbonlara bağımlı. Yöneticileri, ülkenin siyasi istikameti konusunda sivil toplum protestocularıyla gergin bir diyalog içine girdi.
Bu vakaların her birinde koronavirüsün doğrudan etkilerinin, gelişmekte olan siyasi dinamiklerle etkileşimi, 2020’li yıllarda tarihin yönünü değiştirebilecek bir gelişme. Jeopolitik bir silkinme süreci işliyor. İnsanlar sokaklarda protesto için kitlesel olarak toplanamadıkları veya toplanmaya çok korktuklarından, bu sürecin zor durumda olan rejimler üzerindeki tüm siyasi etkisini tam olarak yazıya dökebilmemiz için biraz zaman geçmesi gerekiyor. Ancak muhtemeldir ki pandeminin akabinde yurtdışındaki ayaklanmalarda bir artış görülecek.

ABD-Çin Soğuk Savaşı
Küresel salgın ve tepetaklak olan petrol fiyatlarının karşılıklı etkileşimi, pandeminin ikincil ve üçüncül dereceden etkilerinin önemli bir örneği. Başkaları da var. Mesela koronavirüs, Çin’deki otoriter rejim ile ABD’deki popülist yönetim arasındaki şüpheleri yoğunlaştırdı. Bu da her birinde milliyetçiler arasında Amerikan karşıtlığı ve Çin karşıtı duygular olarak yansıdı. Bu durum, iktisadi ayrışmayı derinleştirerek ve yeni ve siyaseten daha sürdürülebilir tedarik zincirlerinin oluşumunu tetikleyerek büyük güç rekabetini daha da alevlendirecek.
Yıllarca bize ABD-Çin rekabetinin Soğuk Savaş’taki ABD-SSCB rekabetinden daha az tehlikeli olduğu söylendi; zira Amerika ve Çin bir savaşa tutuşamayacak kadar iktisaden birbirine dolaşmıştı. Bunu tekrar düşünün. Amerikan şirketleri tedarik zincirlerini Çin’den Asya’daki ve diğer yerlerdeki daha dostane ülkelere kaydırdıkça zaten alttan alta işlemekte olan bir süreç, koronavirüsün yayılmasıyla daha da teşvik edilecek: Yakında her iki ülkenin de -mesela Güney ve Doğu Çin Denizlerinde- daha saldırganca askeri faaliyetler düşünmek için daha büyük bir hareket alanı olacak.
Her ülkenin 5G ağını dünya genelinde satma rekabeti yoğunlaştıkça ilişkiler daha da kötüleşecek; zira özellikle Çin’in Kuşak ve Yol İnisiyatifi, sadece Avrasya’daki kara ve deniz güzergâhlarıyla değil, aynı zamanda yüksek teknoloji koridoruyla da ilgili. Güvensizlik ve yanlış anlaşılmalar arttıkça, ABD-Çin soğuk savaşı, küreselleşme üzerinde daha fazla kırılma etkisi yapacak. Küresel uğursuzluklar -pandemiler, iklimle bağlantılı felâketler, siber saldırılar- çağında, Soğuk Savaş’ın alamet-i farikası olan ideoloji üzerindeki basit, sepya tonlu mücadeleden tamamen farklı olarak çok-boyutlu bir büyük güç rekabetine şahit olmak üzereyiz.
Pandeminin diğer ikincil ve üçüncül dereceden etkilerine gelince, virüsün yayılmasını durdurmak için Kuzey Amerika ve Avrupa kıtaları içindeki sınırlar, güvenlik önemleri artırılarak takviye edilecek. Popülistlerin ve milliyetçilerin teşvikiyle hükümetler, yabancıların girişini daha da kısıtlamakta fayda gördükçe sınırlar böylece kalabilir. On yıllarca Avrupa’nın birliğini ve ABD’ye karşı ahlaki üstünlüğünü yere göğe sığdırmamışken, şimdilerde Avrupa Birliği’ni oluşturan ülkeler, -salgınla derinden sarsılan İtalya’yı temel tıbbi malzemelerden bile mahrum bırakarak- toplu halde kapılarını kapattılar. COVID-19, adeta bir röntgen gibi, resmî açıklamalarının riyakârlığı altında ülkelerin ve milliyetçiliği savunan örgütlerin temel hayatta kalma içgüdülerini ifşa ediyor.
Bir de konunun şu boyutu var: Bir Alman gazetesinin yayınladığı, Amerikan Başkanı Donald Trump’ın bir Alman firması tarafından geliştirilen COVID-19 aşısının münhasır haklarını almak için önemli miktarda para teklif ettiği haberini, hem Amerikan yönetimi hem de şirket şiddetle reddetti. Yine de Avrupalılar şaşkına dönüp öfkelendi ve birkaç gün içinde AB, firmaya 90 milyon dolarlık yatırım yaptığını açıkladı. Başka bir deyişle, ülkelerin -özellikle de popülist heves içindekilerin- hastalığı önleyici yeni aşılara ve ilaçlara erişim için kedi köpek gibi kavga etmelerini bekleyin. Bu pandemi, dünyayı Soğuk Savaş sonrasının küreselleşme ruhuyla bir araya getirmek yerine, hem ABD ile Çin arasındaki hem Atlantik ittifakı içindeki hem de Avrupa Birliği içindeki anlaşmazlık ve bölünmeleri açığa çıkarıyor.

Kırılgan Rejimler ve İstikrarsızlık
Diğer bir kritik konu, salgının Hindistan ve Sahra Altı Afrika’ya yayılma derecesi. Bakteri dostu olan, ancak belirli virüslere ve solunum sistemi bozukluklarına pek de dost sayılmayabilecek sıcak iklimleri sayesinde bu ülkeler, hâlâ mukayeseli bir avantaja sahip olabilirler. Yine de sıcak iklimleri nedeniyle, kaynaşmış bol nüfusları genellikle açık havada ve birbirine yakın temas içinde bulunduğundan, hijyenin ve sağlık tesislerinin göreceli eksikliği karşısında, özellikle risk altında olabilirler. Hastalığın hızla yayılacağını varsayarsak, emtia fiyatlarındaki düşüşle sarsılan ve virüs kaynaklı küresel durgunlukla daha da durumu kötüleşen Afrika’daki kırılgan rejimler iyice istikrarsızlaşabilir. Hindistan’da pandeminin neticesi, -ortaya çıkan komplo teorileri ve şiddet eğilimi ile seçim istikrarsızlığına eşlik eden- dini ve etnik gerilimlerin yoğunlaşması olabilir.
Elbette, bu Küreselleşme 1.0 iyimserlerini neşelendirecek alternatif bir gelecek de var. Başlangıçta milliyetçiler ve popülistler, pandeminin kışkırttığı siyasi ihtilaflardan yararlanabilir; ama koronavirüs krizi -doğal dünyanın başka bir mahvedici olayı, iklim değişikliği ile birlikte- uzun vadede küresel bir bilincin gelişmesine daha fazla yardımcı olabilir. Dünyadaki insanlar aynı travmaları ne kadar çok yaşarlarsa, kitle iletişim araçları ve dijital iletişim yoluyla birbirleriyle temas hâlinde, aynı topluluğa psikolojik olarak daha fazla dalarlar.
Ama bütün bu iyimser senaryolar uzun vade için. Önümüzdeki on yılda koronavirüs, görme ihtimalimiz olan jeopolitik çalkantıların çoğuna yön veren siyasi, iktisadi ve psikolojik hadise olacak. Küreselleşme 2.0 derinleşecek ve yıllarca bizimle olacak. Sadece miadı dolduğunda, bu yeni versiyon da insanlığın geçtiği bir başka aşama olacak; tarihin sonu değil.

26 Mart 2020 Perşembe

KORONAVİRÜS PANDEMİSİ SONRASI NASIL BİR DÜNYA GÖRECEĞİZ?




KORONAVİRÜS PANDEMİSİ SONRASI NASIL BİR DÜNYA GÖRECEĞİZ?

John Allen, Nicholas Burns, Laurie Garrett, Richard Haass, John Ikenberry, Kishore Mahbubani, Shivshankar Menon, Robin Niblett, Joseph S. Nye Jr., Shannon K. O’Neil, Kori Schake, Stephen M. Walt 

Foreign Policy, 20 Mart 2020

Tercüme ve editoryal katkı: Zahide Tuba Kor

NOT: Bu özet tercüme Fikir Turu web sitesinde 24.3.2020 tarihinde yayınlanmıştır.

İngilizcesi “How the World Will Look After the Coronavirus Pandemic” başlığıyla yayınlanan yazının tamamını okumak için TIKLAYINIZ

NOT: Blogda yer alan 800 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Kaynak göstermeden blogdaki yazı, tercüme ve infografikleri kullanmamanız önemle rica olunur.


Özet: Hemen herkes koronavirüs salgını sonrası, dünyanın bir daha eski dünya olmayacağını, uluslararası sistemin, devletlerin ve ekonominin kalıcı bir biçimde dönüşeceğini düşünüyor. İşte siyaset felsefecilerinin geleceğimiz hakkındaki düşünceleri…

Koronavirüs pandemisinin ilk şoku altında genellikle işin sağlık boyutu ve vatandaşlar olarak ne gibi tedbirler almamız gerektiği tartışılıyor. Ancak hem muazzam teknolojik ilerlemelerin hem de 2008 küresel ekonomik krizinin etkisiyle 1945 sonrası kurulan uluslararası sistemin derinden sarsıldığı, siyasetin sorun çözücü bir mekanizma olmaktan çıktığı ve yeni bir yönetişim modeline ihtiyaç duyulduğu bir dönemde patlak veren bu yeni krizin öyle siyasi, iktisadi ve toplumsal sonuçları olacak ki dünya tarihine önemli kırılma anlarından biri olarak geçecek. Bireylerin de, toplumların da, devletlerin de alışkanlıkları ve refleksleri değişecek. Peki, dünya bundan sonra nereye evrilecek?
Foreign Policy dergisi, pandemi sonrası küresel düzenin alacağı şekle dair tahminlerini, teorik veya pratik olarak küresel siyasetle ve sistemle yakından ilgilenen dünyanın önde gelen 12 düşünürüne sorarak bir yazı yayınladı.
“Tıpkı 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılması veya 2008’de Lehman Brothers’ın çöküşü gibi, koronavirüs pandemisi de bugünden her şeyi öngöremeyeceğimiz geniş çaplı sonuçlarıyla dünyayı yerinden oynatan bir gelişme. Ama şurası kesin: Tıpkı bu hastalığın hâlihazırda hayatları mahvetmesi, piyasaları bozması ve hükümetlerin yetersizliğini ifşa etmesi gibi, siyasi ve iktisadi güç dengelerinde de kalıcı değişimlere yol açacak” girişiyle başlayan yazı bundan sonra sözü düşünürlere veriyor:

Güç ve nüfuz nereye kayacak?
Yazıya göre, Harvard Üniversitesi uluslararası ilişkiler profesörü Stephen Walt, COVID-19 pandemisinin güç ve nüfuzun Batı’dan Doğu’ya kayışını hızlandıracağı, milliyetçiliği pekiştireceği ve daha az açık, daha az müreffeh ve daha az hür bir dünya doğuracağı kanaatinde:
“Pandemi devleti güçlendirecek ve milliyetçiliği pekiştirecek. Her türden hükümet, bu krizi yönetmek için acil durum önlemleri alacak ve birçoğu, kriz sona erdiğinde elde ettiği bu yeni güçlerden vazgeçmeye razı olmayacak.
Ayrıca COVID-19, güç ve nüfuzun Batı’dan Doğu’ya kayışını hızlandıracak. Güney Kore ve Singapur salgına karşı en iyi tepkiyi verdi. Çin de ilk hatalarının ardından toparlayarak iyi bir tepki gösterdi. Avrupa ve Amerika’nın tepkisi ise görece yavaş ve gelişigüzeldi ve bu, Batı ‘marka’sının havasını daha da söndürdü.
Değişmeyecek şey ise dünya siyasetinin temelde çatışmacı olan doğası. 1918-1919 grip salgını da dahil geçmişteki salgınlar büyük güç rekabetini sona erdirmedi ya da yeni bir küresel iş birliği çağını başlatmadı. COVID-19 da bunu yapamayacak. Vatandaşlar kendilerini koruması için ulusal hükümetlerine yönelirken, devletler ve şirketler gelecekteki zayıf noktalarını azaltmaya çalışırken aşırı küreselleşmeden daha fazla çark edildiğini göreceğiz.
Kısaca COVID-19, daha az açık, daha az müreffeh ve daha az hür bir dünya ortaya çıkaracak. Gidişat bu şekilde olmak zorunda değildi; ancak ölümcül virüs, yetersiz planlama ve beceriksiz liderliğin bir araya gelmesi insanlığı yeni ve endişe verici bir yola soktu.”

İktisadi küreselleşme son bulacak
Yazıya göre, Chatham House Başkanı Robin Niblett, koronavirüsün alışageldiğimiz iktisadi küreselleşmenin sonunu getireceğini düşünüyor:
“Koronavirüs pandemisi, iktisadi küreselleşmede bardağı taşıran son damla olabilir. Çin’in artan iktisadi ve askeri gücü, ABD’de Çin’i Amerikan kaynaklı yüksek teknolojiden ve fikri mülkiyetten koparmak ve müttefikleri de aynı şeyi yapmaya zorlamak noktasında çoktan hem Cumhuriyetçi hem Demokrat kanatta ortak bir kararlılığı tetiklemişti. Karbon salınımını azaltma hedeflerine ulaşmak için kamuoyundan ve siyasetten yükselen baskı, birçok şirketin uzak tedarik zincirlerine olan bağımlılığını sorgulatmıştı. Şimdi COVID-19 hükümetleri, şirketleri ve toplumları uzun süreli kendilerini iktisaden tecrit etme süreçleriyle başa çıkma kapasitelerini güçlendirmeye zorluyor.
Bu bağlamda dünyanın 21. yüzyılın başlarını tanımlayan ‘karşılıklı fayda sağlayan küreselleşme’ fikrine geri dönmesi pek muhtemel görünmüyor. Müşterek kazanımları koruma teşviki olmadan 20. yüzyılda kurulan küresel iktisadi yönetişim mimarisi hızla dumura uğrayacak. Bundan sonra siyasi liderlerin uluslararası iş birliğini sürdürmeleri ve açık bir jeopolitik rekabete dönmemeleri muazzam bir soğukkanlılık gerektirecek.
Vatandaşlarına COVID-19 krizini yönetebileceklerini kanıtlamaları liderlere biraz siyasi sermaye sağlayacak. Ancak başarısız olanlar başarısızlıklarından ötürü başkalarını suçlamanın cazibesine direnemeyecekler.”

Çin merkezli küreselleşme mi?
Singapur Milli Üniversitesi Asya Araştırmaları Enstitüsü kıdemli üyesi ve Çin Kazandı mı? Amerikan Üstünlüğüne Çin’in Meydan Okuması kitabının yazarı Kishore Mahbubani’ye göre, Çin merkezli bir küreselleşmeye kayış hızlanacak:
“COVID-19 salgını, küresel iktisadi yönelimleri kökten değiştirmeyecek; sadece, çoktan başlamış olan bir değişimi, yani ABD merkezli küreselleşmeden daha Çin merkezli bir küreselleşmeye doğru kayışı hızlandıracak.
Bu eğilim neden devam edecek? Çünkü Amerikan halkı küreselleşme ve uluslararası ticarete olan inancını yitirdi. (…) Çin ise inancını hâlâ koruyor. (…) Bunun altında daha derin tarihsel nedenler var. Çin liderleri bugün artık gayet iyi biliyor ki ülkelerinin 1842’den 1949’a kadar süren aşağılanma yüzyılı, kendi rehavetlerinin ve başlarındaki liderlerin dünyadan kendilerini koparmak için beyhude çabalarının bir sonucuydu. Buna karşılık son on yıllar içinde yaşanan iktisadi canlanma küresel angajmanın bir sonucuydu. Çin halkı bu süreçte kültürel bir güven patlaması yaşadı. Artık her yerde rekabet edebileceklerine inanıyorlar.
Sonuç olarak, (…) ABD’nin iki seçeneği var. Eğer ki ana hedefi küresel üstünlüğünü korumaksa, Çin ile siyasi ve iktisadi olarak sıfır toplamlı bir jeopolitik yarışa girmek zorunda kalacak. Ancak eğer ABD’nin hedefi, sosyal şartları kötüleşen Amerikan halkının refahını iyileştirmekse, Çin ile iş birliği yapması gerekiyor. Akıllıca bir tavsiye, iş birliğinin daha iyi bir seçenek olacağını ortaya koyuyor. Ama Çin’e yönelik zehirli Amerikan siyasi ortamı göz önüne alındığında akıllıca tavsiye galip çıkmayabilir.”

Belki de yeni bir tür uluslararasıcılık?
Uluslararası ilişkiler teorisyeni ve Princeton Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler profesörü G. John Ikenberry, tıpkı 1929 Büyük Buhranı ertesinde olduğu gibi, milliyetçi bir tepkinin ardından demokrasilerin kabuğunu kırarak yeni bir tür uluslararasıcılığı üreteceği ümidini besliyor:
“Kısa vadede kriz, Batılı büyük strateji (grand strategy) tartışmasındaki muhtelif bütün cenahları alevlendirecek. Milliyetçiler ve küreselleşme karşıtları, Çin şahinleri ve hatta liberal uluslararasıcılar bile kendi görüşlerinin kaçınılmazlığı noktasında yeni kanıtlar görecekler. Baş gösteren iktisadi zararlar ve toplumsal çöküş göz önüne alındığında milliyetçiliğe, büyük güç rekabetine, stratejik kopuşa ve benzerlerine doğru gidişatın güçlendiğini görmemek zor.
Öte yandan tıpkı 1930’lar ve 1940’larda olduğu gibi, -Franklin D. Roosevelt ve diğer birkaç devlet adamının İkinci Dünya Savaşı’ndan önce ve savaş esnasında dile getirmeye başladığına benzer türden- inatçı bir uluslararasıcılık da daha yavaş gelişen bir karşı akım olabilir.
Dünya ekonomisinin 1930’lardaki çöküşü, modern toplumların ne denli birbiriyle bağlantılı ve Roosevelt’in deyimiyle ‘sirayet’e karşı ne kadar kırılgan olduklarını göstermişti. (…) Roosevelt ve diğer uluslararasıcılar, -yeni koruma biçimleri olan ve karşılıklı bağımlılığı çekip çevirme kapasitesine sahip- açık bir sistemi yeniden inşa edecek savaş sonrası bir düzeni ortaya çıkardılar. (…)
Dolayısıyla ABD ve diğer Batı demokrasileri, ardı ardına gelen kırılganlık duygusunun harekete geçirdiği aynı tepkiler silsilesinden geçebilir. Başlangıçta tepki daha milliyetçi olabilir; ancak uzun vadede demokrasiler, yeni bir tür pragmatik ve koruyucu uluslararasıcılık çeşidi bulmak için kabuklarını kıracaklar.”

Yeni üretim modelleri ortaya çıkabilir mi?
Dış İlişkiler Konseyi başkan yardımcısı ve Latin Amerika Araştırmaları kıdemli üyesi Shannon K. O’Neil, pandeminin küresel üretimin temel ilkelerinin altını oyacağını, kârlar düşerken arz istikrarının artacağını öngörüyor:
“COVID-19 küresel üretimin temel ilkelerinin altını oyuyor. Şirketler artık üretime egemen olan çok-aşamalı, çok-ülkeli tedarik zincirlerini yeniden düşünecek ve küçülecek.
Küresel tedarik zincirleri, -artan Çinli işgücü maliyetleri, Amerikan Başkanı Donald Trump’ın ticaret savaşı ve robot teknolojisi, otomasyon ve 3D baskıdaki ilerlemeler yüzünden- iktisaden ve -bilhassa olgun ekonomilerde gerçek ve algılanan iş kayıpları nedeniyle- siyaseten zaten topa tutulmaktaydı. COVID-19 şimdi bu bağlantıların birçoğunu kırdı: Hastalığın bulaştığı bölgelerde fabrikaların kapanması, diğer üreticilerin yanı sıra hastaneleri, eczaneleri, süpermarketleri ve perakende mağazalarını stoksuz ve ürünsüz bıraktı.
Küresel salgının diğer tarafında yaşanacak gelişmeler ise, daha fazla şirketin, tedariklerinin nereden geldiği hakkında daha fazla bilgi sahibi olmayı talep etmesi ve verimlilik yerine fazlalığı yeğlemesi olacak. Hükümetler de müdahale ederek stratejik saydıkları endüstrileri yurt içinde takviye edici yedek planları ve rezervleri olmaya zorlayacak. Kârlılık düşecek, ancak arz istikrarı yükselecek.”

Daha fakir ve daha vasat bir dünya mı?
Brookings Enstitüsü-Hindistan’ın kıdemli üyesi ve Hindistan Başbakanı Manmohan Singh’in eski milli güvenlik müsteşarı Shivshankar Menon’a göre, daha fakir, daha vasat ve daha küçük bir dünyaya doğru gidiyoruz; ama umudun ve aklıselimin işaretleri hâlâ var:
“Henüz ilk günler olmakla birlikte üç şey aşikar: Birincisi, koronavirüs pandemisi, devletlerin hem kendi içinde hem de birbirleriyle olan politikalarını değiştirecek. (…) Hükümetlerin salgını ve iktisadi etkilerini aşmada göstereceği göreli başarı, güvenlik meselelerini ve toplumların içindeki son kutuplaşmayı ya şiddetlendirecek ya da dindirecek. Her iki durumda da hükümetler geri dönüyor. Şimdiye kadarki tecrübe, otoriter veya popülist yönetimlerin pandemiyi ele alma noktasında daha iyi olmadıklarını gösterdi. Gerçekten de Kore ve Tayvan gibi erken ve başarılı tepki veren ülkeler demokrasilerdi, popülist veya otoriter liderlerin yönettiği rejimler değil
İkincisi, bu henüz birbirine bağlı bir dünyanın sonu değil. Salgının bizzat kendisi karşılıklı bağımlılığımızın bir kanıtı. Ancak tüm yönetim şekillerinde zaten bir kendi içine dönüş, bir özerklik ve kendi kaderini kontrol arayışı vardı. Şimdi daha fakir, daha vasat ve daha küçük bir dünyaya doğru gidiyoruz.
Son olarak, umudun ve aklıselimin işaretleri de var. Hindistan, tehdide karşı ortak bir bölgesel mukabele için tüm Güney Asya liderlerini bir video konferansla bir araya getirme girişiminde bulundu. Eğer ki pandemi, bizi sarsar da gerçek çıkarımızın karşı karşıya olduğumuz büyük küresel meselelerde çok-taraflı iş birliğinde olduğunu kabul etmemizi sağlarsa, faydalı bir amaca hizmet eder.”

Neo-liberalizm bitmeyebilir
1990’lı yıllarda ABD’de Ulusal İstihbarat Konseyi başkanlığı ve Savunma Bakanlığı müsteşarlığı yapan, uluslararası ilişkilerde neoliberalizmin kuramcılarından Harvard Üniversitesi profesörü Joseph S. Nye Jr. COVID-19’un Trump’ın ulusal güvenlik stratejinin yetersizliğini gözler önüne serdiğini, Amerikan gücünün yeni bir stratejiye ihtiyacı olduğunu vurguluyor:
“ABD Başkanı Donald Trump 2017’de büyük güç rekabetine odaklanan yeni bir ulusal güvenlik stratejisi açıklamıştı. COVID-19 bu stratejinin yetersizliğini gösterdi. ABD büyük güç olmayı sürdürse bile tek başına hareket ederek güvenliğini koruyamaz.
Richard Danzig meseleyi 2018’de şöyle özetlemişti: ‘21. yüzyıl teknolojileri, sadece yayılması değil, sonuçları bakımından da küresel. Patojenler [yani hastalığa neden olan her türlü organizma ve madde], yapay zeka sistemleri, bilgisayar virüsleri ve başkalarının kazara yayabileceği radyasyon onlar kadar bizim de sorunumuz olabilir. Üzerinde uzlaşılan raporlama sistemleri, müşterek kontroller, ortak acil durum planları, normlar ve antlaşmalar sayısız müşterek risklerimizi hafifletmenin bir yolu kılınmalı.’
COVID-19 ve iklim değişikliği gibi ulusüstü tehditler, diğer ulusların üzerinde bir Amerikan gücünü tasarlamanın yeterli olmadığını, başarının anahtarının başkalarıyla birlikte gücün önemini öğrenmek olduğunu gösteriyor. (…) COVID-19, stratejimizi bu yeni dünyaya uyarlamakta başarısız kaldığımızın bir göstergesi.”

Hayal bile edemeyeceğimiz değişiklikler
Brookings Enstitüsü başkanı ve Amerikan Deniz Piyade Birliğinden emekli, Afganistan’daki Amerikan birliklerinin ve NATO’ya bağlı ISAF’ın eski komutanı Orgeneral John Allen, uluslararası güç yapılanmasının hayal edemeyeceğimiz şekilde değişeceği; uluslararası sistemin istikrarsızlığa ve hem ülkeler içinde hem de ülkeler arasında yaygın çatışmalara yol açacağı kanaatinde:
“Her zaman olduğu gibi tarih, COVID-19 krizinin ‘muzafferleri’ tarafından yazılacak. (…) Hem kendi özgün siyasi ve iktisadi sistemleri sayesinde hem de kamu sağlığı bakımından sonuna kadar direnebilen ülkeler, kaçınılmaz olarak, farklı ve daha yıkıcı bir sonuç yaşayan ülkelere karşı başarı iddiasında bulunacak. Bazıları bunu demokrasinin, çok-taraflılığın ve herkesi kapsayan sağlık hizmetlerinin büyük ve kesin bir zaferi olarak görecek. Diğerleri ise bunu kararlı ve otoriter yönetimin aleni ‘faydaları’nın bir göstergesi sayacak.
Her iki durumda da bu kriz, uluslararası güç yapılanmasını hayal edemeyeceğimiz şekilde değiştirecek. COVID-19, iktisadi faaliyetleri azaltmaya ve ülkeler arasındaki gerginliği artırmaya devam edecek. Uzun vadede pandemi, özellikle işletmeler kapanırsa ve bireyler işgücünden ayrılırsa, küresel ekonominin üretme kapasitesini önemli ölçüde düşürecek. Bu altüst olma riski, özellikle hem gelişmekte olan hem de büyük oranda iktisaden savunmasız çalışanlara sahip diğer ülkeler için çok büyük. Dolayısıyla uluslararası sistem de büyük bir baskı altında kalarak istikrarsızlığa ve hem ülkeler içinde hem de ülkeler arasında yaygın çatışmalara yol açacak.”

Küresel kapitalizmde dramatik yeni aşama
Dış İlişkiler Konseyi küresel sağlık eski kıdemli uzman ve Pulitzer Ödülü sahibi bilim yazarı Laurie Garrett’e göre COVID-19, patojenlerin sadece insanlara bulaşmakla kalmayıp küresel tedarik zincirlerini ve dağıtım ağlarını da zehirlediğini kanıtladı; artık küresel kapitalizmde dramatik bir yeni aşamaya geçilebilir:
“Dünyadaki mali ve iktisadi sisteme yönelik esas şok, küresel tedarik zincirlerinin ve dağıtım ağlarının, işleyişteki bozulmaya karşı derinden kırılganlığının resmen kabulü oldu. Dolayısıyla koronavirüs pandemisinin sadece uzun süreli iktisadi etkileri olmakla kalmayacak, daha köklü bir değişikliğe de yol açacak.
Küreselleşme, -şirketlerin depolama maliyetlerini bypass ederek- üretimi dünyanın dört bir yanına yaymalarına ve ürünlerini piyasada tam zamanında (just-in-time) esasına dayalı dağıtmalarına imkan tanımıştı. Birkaç günden fazla raflarda duran stoklar piyasa başarısızlığı olarak görülüyordu. Arz, küresel düzeyde dikkatlice ayarlanarak tedarik ve sevk edilmeliydi. COVID-19, patojenlerin sadece insanlara bulaşmakla kalmayıp aynı zamanda tam zamanında [üretim ve dağıtım] sistemleri[ni] de zehirleyebileceğini kanıtladı.
Dünyanın şubat ayından bu yana yaşadığı mali piyasa kayıplarının ölçeği göz önüne alındığında şirketler, bu pandemiden sonra artık tam zamanında modeline ve dünyaya yayılan üretim biçimine tamamen güvensizlik duyacak. Sonuç, gelecekteki işleyiş bozukluklarına karşı koruma sağlamak için küresel kapitalizmde, tedarik zincirlerinin ülkeye yaklaştırıldığı ve ihtiyaç fazlalıklarıyla doldurulduğu dramatik bir yeni aşama olabilir. Bu, şirketlerin kısa vadeli kârlarını azaltabilir ama tüm sistemi daha dirençli hale getirecektir.”

Hükümetler içe mi dönecek?
Dış İlişkiler Konseyi başkanı ve Kargaşa İçinde Bir Dünya: Amerikan Dış Politikası ve Eski Düzenin Krizi kitabının yazarı Richard N. Haass’a göre hükümetler dışarıyı bırakıp kendi içlerine yönelecek, zayıf ve çökmüş devletler olgusu yayılacak:
“(…) Koronavirüs krizinin en azından birkaç yıl boyunca çoğu hükümetin dışarıya değil kendi sınırlarında cereyan eden gelişmelere odaklanarak içeriye dönmesine yol açacağını düşünüyorum. Beklentilerim şu yönde: Tedarik zinciri kırılganlığı göz önüne alındığında, en uygun/gerekli olanları seçerek kendi kendine yeterlilik (ve sonuç olarak ayrışma) yönünde daha büyük adımlar atılacak. Kitlesel göçlere karşı daha fazla muhalefet olacak. Kaynakları -ülke içini yeniden inşa etmek ve krizin iktisadi sonuçlarıyla başa çıkmak için- ayırma ihtiyacı dikkate alındığında, bölgesel veya (iklim değişikliği dahil) küresel sorunlarla uğraşma istekliliği veya taahhüdü azalacak.
Devletlerin zayıflığı ve çökmüş devletler olgusunun dünyanın daha yaygın bir özelliği haline gelmesiyle birlikte, birçok ülkenin krizden kurtularak eski günlere dönmekte zorluk çekeceğini düşünüyorum. Bu kriz, Çin-Amerikan ilişkilerinde zaten süregelen bozulmaya ve Avrupa entegrasyonunun zayıflamasına katkıda bulunabilir. Olumlu tarafı ise küresel halk sağlığı yönetişiminin az da olsa güçlendiğini görecek olmamız. Ancak genel olarak, küreselleşmeden kaynaklanan bir kriz, dünyanın bununla başa çıkma istekliliğine ve becerisine katkıda bulunmak yerine zayıflayacak.”

Uluslararası iş birliği için umut var mı?
Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü (IISS) başkan yardımcısı Kori Schake, ABD’nin liderlik sınavında başarısız olduğu kanaatinde:
“Hükümetinin dar şahsi çıkarları ve acemice yetersizlikleri yüzünden bundan böyle ABD uluslararası bir lider olarak görülmeyecek. Bu salgının küresel etkileri, (…) uluslararası kuruluşlara daha fazla ve daha erken bilgi sağlayarak büyük ölçüde hafifletilebilir ve (…) buna ABD öncülük edebilirdi. Washington liderlik sınavında başarısız oldu ve dünya bu yüzden daha kötü durumda.”

Harvard Üniversitesi diplomasi ve uluslararası siyaset profesörü, Aspen Strateji Grubu başkanı ve Amerikan Dışişleri Bakanlığı Siyasi İşler eski müsteşarı Nicholas Burns’e göre, uluslararası sistemi ve güç dengesini kalıcı olarak değiştirebilecek 21. yüzyılın en büyük küresel krizini yaşıyoruz, ama yine de bir umut var:
“COVID-19 salgını 21. yüzyılın en büyük küresel krizi. Derinliği ve ölçeği muazzam. Bu halk sağlığı krizi dünya üzerindeki 7,8 milyar insanın her birini tehdit ediyor. Mali ve iktisadi kriz, etkileri bakımından 2008-2009 Büyük Durgunluğu’nu aşabilir. Her kriz başlı başına, o bildiğimiz uluslararası sistemi ve güç dengesini kalıcı olarak değiştiren sismik bir şoku tetikleyebilir.
Bugüne kadar uluslararası iş birliği ne yazık ki yetersiz kaldı. Dünyanın en güçlü ülkeleri olan ABD ve Çin, kimin krizden sorumlu olduğu konusundaki ağız dalaşını bir kenara bırakmaz ve daha etkili bir şekilde liderlik etmezlerse, her iki ülkenin de inandırıcılığı ve güvenilirliği önemli ölçüde azalabilir. Avrupa Birliği eğer ki 500 milyon vatandaşına daha nokta atışı yardımlar sağlayamazsa gelecekte ulusal hükümetler Brüksel’e devredilmiş güç ve yetkilerinin daha fazlasını geri alabilir. ABD’de federal hükümetin krizi yavaşlatmak için etkili tedbirler alma becerisi ise en tehlikeli mevzu.
Bununla birlikte her ülkede sebat, etkinlik ve liderlik gösteren insan ruhunun -doktorların, hemşirelerin, siyasi liderlerin ve sıradan vatandaşların- gücünü gösteren birçok örnek var. Bu da dünyanın dört bir yanındaki insanların bu olağanüstü meydan okumayı yenebileceği konusunda umut veriyor.”
Düşünürler küresel siyasi ve iktisadi düzendeki muhtemel değişimleri ele almışlar. Küresel düzendeki değişimlerin bölgesel ve ulusal alanlara da ciddi yansımaları olacağını biz de bir not olarak düşelim.