ABD’NİN
KAOTİK ORTADOĞU SİYASETİ
Anadolu Ajansı, 01.02.2019
NOT: 15 Şubat tarihinde yine AA tarafından
yayınlanan “Küresel Güç Kayması, ABD’yi Ortadoğu’dan Çekilmeye Zorluyor”
başlıklı yazımda, ABD’nin Ortadoğu’daki stratejisizliğini bölgesel ve
uluslararası sistemsel temelde analiz etmiştim. Bu yazıda meseleyi bireysel ve
bürokratik temelde, yani Amerikan yönetiminin iç işleyişine odaklanarak ele
alıyorum. İki yazı birbirinin devamı niteliğindedir.
NOT: Blogda yer alan 750 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Aralık ayında ABD Başkanı Donald Trump’ın ani bir kararla Suriye ve
Afganistan’dan askerleri çekeceğini duyurması, Washington’da deprem etkisi yaparken,
“ABD’nin oturmuş bir Ortadoğu politikası var mı?” sorusunu da gündeme getirdi.
“ABD ve Ortadoğu” denildiğinde aklımıza “Büyük Ortadoğu Projesi” gelmesine ve
bölgede yaşanan her gelişmeyi “büyük planların” bir parçası sayma
alışkanlığımıza rağmen, aslında Oğul Bush’un ardından, Amerikan yönetimlerinin
uzun vadeli büyük stratejileri hiç olmadı. Trump’la birlikte artık iyice
görünür hale gelen ABD’nin Ortadoğu’daki stratejik yönelimsizliğini
-birbirinden keskin çizgilerle ayırmak mümkün olmasa da- bireysel (başkanın
karakteri), bürokratik ve sistemsel (bölgesel ve uluslararası) temellere
dayandırmak mümkün. Bürokratik ve bireysel boyut bu yazıda ele alınırken,
sistemsel boyut ayrı bir yazının konusu olacak.
Dış politikanın istikametini, yürütmenin başı
belirlese dahi şekillenmesi ve uygulanmasında asıl mekanizma bürokrasidir.
Yıllardır Amerikalı dış politika yazarlarının birçoğu, -bilhassa terörle mücadele
çerçevesinde DEAŞ’ı ortadan kaldırmak dışında net bir stratejinin olmadığı
Suriye ve Irak politikasından hareketle- Amerikan bürokrasisinin strateji
geliştirme ve uygulamada yavaş davranmasını, beceriksizliğini ve uzmanlıktan
yoksun oluşunu eleştiriyor. Onlara göre Ortadoğu’yu iyi bilen ve stratejik
düşünme becerisine sahip uzmanlar, çoktandır yönetimden uzaklaştırılmış
durumda. Bunun zirve noktası ise Trump yönetimi.
Trump’ın ilk icraatı, selefi Obama tarafından atanmış
bütün büyükelçileri (ayrıca üst düzey yargı ve bürokrasi mensuplarını) görevden
almak oldu. Ardından birçok nitelikli diplomatın yeni politikalar karşısında
birbiri ardına istifasıyla Amerikan dışişlerinde derin bir kriz baş gösterdi.
Trump görevde ikinci yılını tamamlamış olsa da, Dışişleri Bakanlığı’nda birçok
kilit makama hâlâ atama yapılmadı; dahası Ortadoğu’nun hemen hemen hiçbir kilit
ülkesinde Amerikan büyükelçisi yok. Bu aslında Trump’ın kasıtlı bir politikası.
Amerikan kurumlarının altını oymayı temel görevi addettiğinden ve küreselleşmiş
elit ve müesses nizama savaş açtığından, boş kadrolara atama yapmayı gereksiz
görüyor.
Aslında temel mesele, Trump’ın atayabileceği,
kendisiyle hemfikir, güvenilir ve elde hazır bir kadronun bulunmaması. Yeni
Amerika adlı düşünce kuruluşunun kıdemli uzmanlarından Michael Lind, Trump’ın
seçilmesinin ardından kaleme aldığı bir makalesinde -son derece yerinde bir
tespitle- “Donald Trump’ın karşı karşıya
olduğu en büyük meydan okuma, [...] Trumpçılığı uygulayabilecek üst düzey
Trumpçıların yokluğu” [1] diyerek yetişmiş kadro eksikliğine ve entelektüel
zeminsizliğe işaret etmişti. Tam da bu yüzden Trump üst kademeleri, kendisi
gibi işadamları, (kızı Ivanka ve damadı Jared Kushner gibi) aile bireyleri ve
en çok da emekli veya muvazzaf generaller veyahut bir dönem orduda görev yapmış
asker kökenlilerle doldurdu. Öyle ki ABD’yi askeri bir cuntanın yönettiği, bir
savaş kabinesi kurulduğu uzun süre yazılıp çizildi.
Trumpçılık, tıpkı Avrupa’daki aşırı sağcı partiler
gibi, herhangi bir fikri-felsefi zemine oturmayan, salt mevcut sisteme öfkenin
ve küreselleşmeye karşı popülist milliyetçi tepkinin bir ifadesi. Yani
“Amerika’yı yeniden büyük ve güçlü yapmak” gibi halkın kulağına hoş gelen boş
vaatler dışında kendi içinde tutarlı ve üzerinde kafa yorulmuş herhangi bir
politika içermiyor. İçe kapanmacı ve Obama karşıtı bir çizgiyi benimsiyor. Ne
Amerikan nüfuzunu dünyaya dayatmak ne de müttefiklerini korumak için küresel
jandarma rolü oynamaya razı.
Trump’ın Ortadoğu politikasına damgasını vuran
özellik, çok başlılık. Bunu Beyaz Saray’ın (yani Trump ve damadı Kushner’in)
Suudi Arabistan-Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ekseninde, dışişleri ile
savunma bakanlıklarının ise Katar’ın yanında zıt pozisyonlar aldığı
Katar-Körfez krizinde alenen gördük. İşadamı kökenli ilk bakan Rex Tillerson
döneminde Dışişleri etkisizleştirilirken, Trump’ın (kendisi gibi siyasi ve
diplomatik tecrübesi olmayan) dış politika başdanışmanı Kushner, “Yüzyılın Anlaşması”
diye pazarlanan Filistin-İsrail “barış” süreci ve Körfez’le ilişkilerin
yönlendirilmesi gibi Ortadoğu’nun kritik dosyalarını üstlendi. Kushner, Suudi
Arabistan ve BAE veliaht prensleriyle çok yakın bir ilişki kurdu; hatta
-kendisi gibi tecrübesiz- Suudi prense politikalarını şekillendirirken akıl
hocalığı yaptı. Mesele sadece Tillerson-Kushner çekişmesi de değildi. Zira
Tillerson, Kushner’in yanı sıra, dönemin BM Büyükelçisi Haley ve Milli Güvenlik
Müsteşarı McMaster’ın da dış politikada kendi sahasını ihlallerinden defalarca
yakınacak ve “Dört dışişleri bakanı olamaz” diyecekti. [2] Dolayısıyla karar
alma ve uygulamada hayati olan, kurumlar arası süreç de ortada yoktu. Dahası,
yönetim içinde farklı ekiplerin adeta bir savaş hali vardı ki istifalara rağmen
bu hâlâ aşılabilmiş değil.
Aslına bakılırsa, gerek farklı kliklere ayrılmış
bürokratik kadrolar içinde gerekse atanmışlar ile seçilmişler arasındaki
gerginlikler her ülkede ve her yönetimde yaşanır; bu doğaldır. Bu defa farklı
olan, nevi şahsına münhasır bir kişiliğe sahip başkanın mevcut sistemi
yıkmaktaki kararlılığı ve Twitter’ı aktif kullanması nedeniyle, daha evvel
kapalı kapılar ardında ve daha düşük düzeyde süregiden gerginliklerin artık bir
“reality show” tadında gözümüzün önünde cereyan etmesi. Buna “Trump farkı”
diyebiliriz.
Trump’ın Beyaz Saray’daki ilk yılını anlatan Ateş ve Öfke: Trump’ın Beyaz Sarayı’nın
İçinde kitabının yazarı Michael Wolff’un şu satırları durumun iyi bir
özeti: “Dış politikada ne bir sistem
vardı, ne de bir politika üretme veya tartışma süreci... İçeride ve dışarıda
birbiriyle rekabet eden taraflar, uzmanlığı kötüleyen ve kendi içgüdülerinin
herhangi bir profesyonel tavsiyeden daha üstte olduğuna inanan, olgulara
dirençli bir adamın dikkatini çekmek için itişip kapışıyorlardı.” [3]
Bireysel boyuta inildiğinde, karşımıza egosu ve
duygusal ihtiyaçlarının iç ve dış politikasını belirlediği bir başkan çıkıyor:
Siyasette tecrübesiz ve bilgisiz, ucuz popülizmle taraftar toplayan, iç ve dış
politikayı Twitter üzerinden (zaman zaman Fox
News izleyerek) yönlendiren, akıbetini hesaplamadan ani kararlar alabilen,
hatalarını asla kabullenmeyen, sert ve kararlı bir imaj vermeye çalışan,
sürekli övgü ve pohpohlanma bekleyen, kelime dağarcığı sadece birkaç yüz
kelimeyle sınırlı, kendisine verilen günlük brifingleri dinlemeyecek kadar
sıkılgan ve umursamaz, önemli dünya liderleriyle görüşmesi öncesinde hazırlanan
belgeleri okumaya tenezzül etmeyen sıra dışı ve skandal bir başkan. [AA’da yayınlanan bu analizde akademik
seviyeyi bozmamak için yazmadığım bir hususu, şahsi blogum olması hasebiyle
burada eklemek istiyorum. Tamamen içgüdüleriyle ve fevri şekilde eden Trump’ın başkanlıkta
sergilediği politikalar ve tutum-davranışlar, aslında burçlarının karakter
özelliklerine bakılarak da incelenebilir. Normal burcu İkizler ve yükselen
burcu Aslan olan Trump, her ikisinin de hiçbir terbiyeden geçmemiş en uç
özellikleriyle hareket ediyor; bu konuda bolca malzeme var. Dolayısıyla “üst
aklı” bırakıp “Trump’ın iç aklı” çerçevesinde Amerikan iç ve dış politikası ele
alınırsa ortaya enteresan bir yazı çıkacaktır.]
Hal böyle olunca, Trump yönetimi, kadroların en hızlı
değiştiği yönetim unvanını daha şimdiden almış durumda. Güvenlik ve dış
politika bürokrasisindeki neredeyse tüm kilit kadrolar iki sene içinde en az bir
defa değişti. Üst kademenin sıkça el değiştirdiği, daha alt kademelerin ise boş
olduğu bir yönetimde, uzun vadeli stratejik kararlar alıp uygulamak
imkânsızdır. Zaten mevcut yönetim de taktik adımlarla işi yürütüyor. Kısmen var
olan stratejiler de gerek Trump’ın fevri ve “narsist” kişiliği gerekse
Twitter’dan iç ve dış politikayı şekillendirme garabeti yüzünden altüst oluyor.
Trump’ın işadamı alışkanlığıyla kısa sürede bol kazanma ve ucuz maliyetli zafer
arayışı da taktik politikalara mahkûm kılıyor.
Trump’ın kafa karıştırıcı politikalarının ardında,
birbiriyle çelişen iki ayrı düşünce var: Birincisi, bir tüccar mantığıyla “Bu
işten çıkarımız ne?” sorusuyla özdeşleşen, Ortadoğu’ya müdahil olup başkaları
uğruna ağır bedeller ödememe ve önceliği Amerika’ya verme isteği. İkincisi,
baskın bir duygu olan, hiçbir zaman zayıf görünmeme arzusu. İşte Trump bu
sarkaçta, -duygusal durumu ve çevresinin ikna kabiliyeti dâhilinde- sürekli bir
o yana bir bu yana salınıyor; çelişen politikalar arasında gidip geliyor.
Kuzey Kore örneğinde olduğu gibi, gerilimi tırmandırma
politikasına ve kuvvet kullanma tehdidiyle desteklenen zorlayıcı diplomasiye
zaman zaman başvursa da, hasımlarına karşı askeri harekâta girişmek yerine,
elindeki iktisadi ve ticari araçları ana koz olarak kullanıyor. Bu bağlamda
yaptırımlar ve dolar silahıyla iktisadi ve siyasi baskı politikası uyguluyor.
Yine sözde müttefiklerini hizaya sokmak ve belirli politikalara zorlamak için
mali yardımları kesiyor. Benzer şekilde, ucuz maliyetli bir yöntem olan örtülü
operasyonlarla halkları rejimlerine karşı kışkırtıyor. Yeni Dışişleri Bakanı
Mike Pompeo’nun CIA başkanlığından gelmesi bu taktiğe çok daha fazla
başvurulmasını sağlayacak.
Öte yandan Trump ekibinin bir diğer baskın karakteri,
Evanjelik Hristiyan sağından yabancı düşmanlarını, azılı İslam karşıtlarını,
İsrail’e kayıtsız şartsız destek çıkanları ve medeniyetler çatışması
çıkartabilecek zihniyettekileri barındırması. Kendisi dindar bir Hristiyan
olmasa da Trump Evanjelik çevrelerin etkisi ve kuşatması altında. Bu da
Ortadoğu politikasına, özellikle Filistin, İsrail ve İran ayağına doğrudan
yansıyor. Trump’ın diplomasiye inanan ve onu dizginlemeye çalışan ilk ekibi
istifalar ve tasfiyelerle saf dışı kalırken yerine, Ortadoğu’da yeni kaos ve
çatışmalar çıkarma ihtimali bulunan, özellikle İran nefretiyle tanınan John
Bolton, Mike Pompeo gibi şahin Evanjelikler gelmiş durumda. Asıl tehlikeli olan
ise içe kapanmacı Trump azledilirse, yerine sıkı Evanjelik Başkan Yardımcısı
Mike Pence’in geçecek olması.
İlk iki yılında Trump’ın başı yargı ve medyayla
dertteyken, ara seçimlerde Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğu Demokratların ele
geçirmesiyle yeni bir süreç başlıyor. Bundan böyle yasama ile yürütme erkleri
arasında yaşanacak kıyasıya mücadele, Ortadoğu politikasını derinden
etkileyecek ve hem yönetimin kendi içinde tutarlı politikalar izlemesini
engelleyecek hem de Evanjeliklerin şahin damarını baltalayacak. Keza 2000’li
yıllarda başarısız Afganistan ve Irak maceralarından ve 2008 finansal krizinden
beri, Amerikan halkının hem dış müdahaleleri hem de denizaşırı askeri varlığı
sorgulaması da Evanjelik projeyi akamete uğratacak.
Dolayısıyla “Pax-Amerikana”yı hedefleyen Bush dönemi
neoconları tarzı bir yeni Amerikan müdahaleciliği ve bölgesel dizayn girişimi
ihtimali yok. Ama ABD bölgedeki müttefiklerinin ihtiraslarını ve korkularını
dizginlemeye kalkışmayacak. Mesela İsrail’in saldırganca hareketleri önümüzdeki
dönemde daha da artacak. ABD artık Ortadoğu’da başat aktör değil; ellerini
taşın altına koyan müttefiklerini destekleyici bir role doğru kayıyor.
Müttefikleri desteklemenin derecesini de “Parayı veren düdüğü çalar” mantığı
belirleyecek; en azından Trump yönetimde kaldığı müddetçe...
Velhasıl, Afganistan’dan Suriye’ye ve Irak’a,
Filistin-İsrail “barışı”ından İran’a birçok konuda kamuoyuna çeşitli planlar
açıklansa veya sızdırılsa da, bunları ne Washington’da sağlam adımlarla
uygulayacak bir bürokratik kadro var ne de bölgede öyle kolayca ve maliyetsiz
şekilde hayata geçirme imkânı. Trump etkisi de cabası.
[1] Michael Lind, “Trump Needs His Own Army of
Experts”, National Interest,
21.12.2016 (tercümesi http://ortadogugunlugu.blogspot.com/2017/01/mlind-trumpin-kendi-uzmanlar-ordusuna.html)
[2] Jamie Merrill, “Situation vacant: Trump leaves
Saudi embassy empty ahead of bin Salman visit”, Middle East Eye, 28.2.2018 (tercümesi http://ortadogugunlugu.blogspot.com/2018/03/jmerrill-eleman-araniyor-trump-bin.html)
[3] Chris Doyle, “The Middle East could do without
Trump’s vision”, Middle East Eye,
11.1.2017 (tercümesi http://ortadogugunlugu.blogspot.com/2018/01/cdoyle-ortadogu-trumpin-vizyonu-olmadan.html)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder