“GAZZELİ
KADINLAR HEM GÜÇLÜ HEM DE ÇOK CESUR VE FEDAKÂRDIRLAR”
Nur el-Hila
(İstanbul’da hadis alanında doktorasını tamamlayıp çalışmaya başlayan Gazzeli
bir hanım)
İstanbul, 1.3.2024
NOT:
Blogda yer alan 900 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html
linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Blogdaki
şahsıma ait bütün yazı, tercüme, fotoğraf ve infografikleri kaynak göstermek
şartıyla kullanabilirsiniz.
7
Ekim’den bu yana Filistin tarihinde görülmemiş bir savaş ve yıkım yaşanıyor. Bütün
aileniz ve sevdikleriniz Gazze’de. Siz de Türkiye’den izliyorsunuz. Savaşı
sahada bizzat yaşamak ayrı bir zorluktur, uzaktan takip etmek ayrı bir zorluk.
Türkiye’deki Gazzeli bir öğrenci dayanamayıp kalp krizi sonucu hayatını
kaybetti. Siz ne hissediyorsunuz?
Okullarımız,
üniversitelerimiz, Gazze’nin güzel yerleri hep bombalandı gitti. Bazen
videolara, fotoğraflara bakıp ben rüya mı görüyorum diye düşünüyorum. Çok
üzülüyor, ailem için endişeleniyorum. Üzülmemek mümkün mü? Medyada Gazze’dekilerden
“hasbünallah”, “elhamdülillah” sözlerini sürekli duyduğunuz için bizim
üzülmememizi bekliyorsunuz. Oysa biz de insanız. Üzülüyoruz diye bize “Siz
Gazze’dekiler gibi güçlü değilsiniz” diyorlar. Biz taş mıyız, duygusuz muyuz? Peygamber
Efendimiz de oğulları vefat edince ağladı. İnsan çocuğu ve aile bireyleri ölünce
tabii ki üzülür; ama Allah sabrını da verir. Üzüntü peygamberlerin hayatında da
vardır. Yakup Aleyhisselam da oğlu Yusuf’u kaybettiğinde kahırdan gözleri kör
oldu. Savaşı uzaktan takip etmek, yardım ve dua yollamaktan başka bir şey
yapamamak çok zor.
Gelelim
asıl konumuza. Savaş altında Gazzeli kadınlar ne yaşarlar?
Kadın bizde zaten her şeyi yapar. Ekmeği bile kendimiz yaparız, nadiren fırından alırız. Sadece çalışıp da vakti olmayan kadınlar ekmek satın alır. Şu an savaş altında her şeyi sıfırdan yapıyorlar. Kadınlar çocuklarının karnını nasıl doyuracakları, çamaşırlarını nasıl yıkayacakları derdindeler. Çadırlarda yemek pişirmek için malzeme ve yakacak bulmak bile zor. Yeterli su da yok. Gazzeli aileler kalabalıktır, ortalama altı-sekiz kişiliktir. Kadınlar herkesin çamaşırını elleriyle yıkamak zorundalar. Çadır içinde yatıp kalkmak başlı başına çok zor. Biz mahremiyete çok önem veririz. Ama artık kadınlar yemeği bile dışarıda pişirmek zorundalar. Dahası, otuz aile kadın-erkek tek bir tuvalet kullanıyor. Yani 200 küsur kişiye bir tuvalet düşüyor. Bu, çok büyük bir sıkıntı.
Kadının Gazze’de
artık bir özelliği kalmadı, erkek gibi her şeyi yapmak zorundalar. Çocuklarını
kurtarmaya da gidiyorlar. Bir kadın çocukları için bir şeyler almaya gitmişti,
bu sırada yolu kestiler. Kadın bir tarafta, çocuklar diğer tarafta kaldı. Kadın
“çocuklarımı asla bırakmam, vuracaklarsa beni vursunlar” diyerek karşı tarafa
geçmeye çalıştı… Bir gece çadırların bulunduğu alana insanlar uyurken tanklar
girdi. Anne gözlerini açtığında yanı başında bir tank vardı, hemen yanında da
kızı. Tank beni ezsin, kızımı ezmesin diye çocuğunu oradan uzaklaştırdı.
Ebeveynler çocukları yaşasın diye böyle fedakarlıklar yapıyorlar. Yine ölürsek
birlikte ölelim diye bir arada yaşayanlar da çok.
Gazze’de
kadınlar sadece güçlü değildir, aynı zamanda çok cesurdur. Eşi şehit olan
kadınlar çocuklarına sonuna kadar sahip çıkarlar. Gazze’deki kadınlar çok fedakârdırlar.
Ayakta
kalan evlere diğer bölgelerden birçok Gazzeli sığındı. Aslında onlar ev
sahibinden bir şey beklemiyorlar. Ama Gazze’de evine misafir gelen kişi, parası
yoksa bile borç alıp mutlaka ikram edecek bir şeyler pişirir. Çünkü yemek
yapamayan kendisini çok mahcup hisseder.
Yine
Gazzeli kadınların en önem verdiği şey eğitim ve hafızlıktır. Çocukları şu an
okula gidemese bile Kur’an ezberletmeye devam ediyorlar. Bu şartlar altında
bile eğitimi bırakmıyorlar. Hamileler çok fazla Kur’an okurlar ki çocuklarının
kulakları daha en baştan alışsın.
2021’de
oğlu ile birlikte şehit düşen meşhur mühendisin eşi dedi ki “Mahallemizden
herkes çıkıp gitti, sadece biz kaldık. Çıkmak istemedik, burada sabit kalma
şerefine nail olmak istedik.” Evlerinden ayrılmadılar. Kızı her gün üç cüz
okuyor. “Biz Kur’an-ı Kerim’i hıfzedersek Allah da bizi korur” diyor. [Arapça
korumak kelimesi hıfzetmek kelimesiyle aynı kökten gelir.] Böyle kadınlar var
Gazze’de.
Allah’ın çok sevgili kulları var ve Allah onların hürmetine Gazze’yi koruyor. Ama herkes birbirinin aynısı da değil. İyi insanlar da var, kötüler de. İsrail’e hizmet edenler hala mevcut, ama sayıları fazla değil.
Savaş altında doğum yapmak zorunda kalan on
binlerce kadın var. Onlar ne yaşıyor?
Birçok kadın doktorsuz doğum yapıyor; çünkü
hastaneye götürmek için araç yok, bir yerden bir yere gitmek de güvenli değil. Mesela
evde doğum yapan bir hanım bebeğin göbeğini kestiremedi. Mecburen yeni doğmuş
bebeğini kucağına alıp bir araba bulup hastaneye götürdüler ki göbeği kesilebilsin.
Başka bir kadın doğum yaptı ve ardından evi yıkıldı; götürüldüğü okulda bir
sınıfta yirmi kişiyle birlikte kalıyor. Özel ilgilenilmesi gereken insanlar
bile mecburen lavabo sırası bekliyor. Bir arkadaşım doğum yaparken stresten ve
yaşadığı kötü şartlar yüzünden bebeği öldü. Kuzenimin kuzeninin komşusu evinin
bombalanması sonucu yanarak yaralandı. Hamileydi, doğum yaptı. Bebek iyiydi.
Ama anne, bedeni hem yanıkları hem doğumu kaldıramadığı için vefat etti. Ölmeden
evvel ablasına bana bir şey olursa bebeğime sen bakarsın diye emanet etti.
Kadınlar doğum yapıyor ve yiyebilecek yemek bulamadıklarında
sütleri de olmuyor, bebeklerini doyuramıyorlar. Küçücük parça ete ve bir avuç
pirince 100 dolar veriyorlar. Özel ihtiyaçları karşılamak da büyük sıkıntı. Sadece
hamileler ve doğum yapanlar değil, bütün kadınlar için duş, gusül ve abdest
almak hepsi birer sıkıntı. Teyemmüm fetvaları veriliyor artık. Düşünsenize otuz
ailenin aynı lavaboyu kullandığı bir ortamda kadınlar nasıl duş alacak?
Gazze 2006’dan beri defalarca İsrail’in
irili ufaklı saldırılarına sahne oldu, birkaç defa yıkıcı savaşlar yaşandı. Geçmiş
savaşlar nasıldı?
Ben üç savaş yaşadım. En kötüsü 2014 yazında
52 gün süren savaştı. Savaş başladığında hava çok sıcaktı. Elektrik hiç yoktu.
Kadınlar her şeyi düşünmek zorunda. Bozulur diye yiyecekleri toplu
alamıyorlardı. Çocuk yemek istiyor, annenin parası yok. Ne yapacak? Çok zor
günlerdi.
Savaş başlayınca mücahitlerin eşleri, evleri her an bombalanabileceğinden çocuklarını alıp annelerinin evine gidiyorlar. Savaş bitene kadar bu hanımlar eşlerinden hiçbir haber alamıyorlar. Çocuklar sürekli babam nerede diye soruyor. Kolay değildir direnmek.
Geçmişteki
savaşlarda okula sığındınız mı?
Hayır;
ama okullarda toplu yaşamanın çok zor olduğunu biliyorum. 2014’teki savaşta arkadaşımın
Kanada’da yaşayan teyzesi para göndermiş, biz o parayla satın aldıklarımızı
okula sığınanlara dağıtmıştık. Okulda Han Yunus’un en zengin insanları
kalıyordu. [İsrail’le] Sınır tarafında oturan zenginler… Onlar mülteci değildi;
nesillerdir orada yaşayan gerçek Han Yunuslulardı. Arazileri ve mülkleri vardı.
Yardım dağıtırken düştükleri hale çok üzülmüştüm.
Bu arada
Gazzelilerin hepsi fakir değildir. Özellikle tarlası, arazisi olan yerliler zengindir.
Bunların çocukları, baba parasıyla Türk üniversitelerinde okuyorlar. Ama
savaşla birlikte şu an aileleri sıfıra düştü. Çocukları burada o kadar zor
durumda ki ve özellikle harçlar konusunda bir kolaylık tanınmamasına o kadar
kırgınlar ki…
(Röportajı
1 Mart'ta yapmıştım; ancak yayınlayabildim. Bu süreç içinde devlet
üniversitelerinin tamamı Gazzeli öğrencilerden harçları kaldırmış. Vakıf
üniversitelerinin de bir kısmı kaldırmış. Ama öncesinde gerçekten büyük
sıkıntılar yaşanmış. Bu güncek bilgiyi veren Betül Özel Çiçek’e teşekkür
ederim.)
Bu
savaşta kadınların geçmişten farklı olarak yaşadığı sıkıntılar var mı?
Gazzelilerde
tesettür ve haremlik-selamlık çok önemlidir. Enkaz altında kalan bir doktor
hanım “Bana başörtü verin, böyle çıkartmayın” dedi. Çıkartmaya çalışan erkekler
“Burada başörtü bulamayız; vakit de yok, tekrar bombalanabiliriz” dedikleri
halde “Bu şekilde ölürüm de çıkmam” dedi. Adam gömleğini çıkartıp kadına başını
örtmesi için verdi. Gazzeliler tesettüre böyle önem verir. Her an ölüm
tehlikesi olduğu için savaşlarda hep namaz elbisesiyle yatıp kalkarız.
Ama
İsrail askerleri bu sefer bazı kadınları esir alıp kıyafetlerini çıkartmaya
zorladı. Serbest kalanlardan bazıları kimliklerini gizleyerek hapiste başlarına
gelen çok kötü şeyleri anlatıyorlar. Muhtemelen çocukları ve eşleri şehit
edildi veya hapiste, haber alamıyorlar. Bu kadınlar olabilecek en büyük acıları
yaşadı.
Bütün
bunlar dünya Müslümanlarının Gazzelileri yalnız bırakması yüzünden. 1969’da
Mescid-i Aksa yakıldığında Yahudiler çok korktu; ama İslam dünyasından doğru
düzgün tepki olmayınca rahatladılar. Tarih tekerrür ediyor.
Gazzelilere “Allah ayaklarınızı sabit kılsın” diye dua ediyorum. Aileme de sürekli bu duayı tavsiye ediyorum. Çünkü çok büyük bir imtihandalar. Dünyanın en dindar insanları Gazze’de. Biz dine bu kadar bağlıyız, neden bunları yaşıyoruz, Allah nerede diye düşünebilirler.
Aileniz
ne durumda, görüşebiliyor musunuz?
Evimiz
bombalanmasın diye çok dua ettim, ama bombalandı. Şu an ailem çadırda. Annem
yaralı, hastanede tedavi görüyor. Beş ay içinde annemle sadece dört sefer sesli görüştüm. Son görüşmemde keşke konuşmasaydım dedim, çünkü sesi çok kötüydü ve o sesi duyunca ben de kötü oldum. Annem dedi ki “Evimiz
gitti, önemli değil, direnenler sağ olsunlar da. Biz hiç kimseden hiçbir şey
istemiyoruz, Allah bize yeter.”
Geçmiş
savaşların travmaları daha henüz iyileşmemişti, öyle değil mi?
Bizde
travmalar çok uzun sürmez. Yahudiler hep şaşırır, Gazzeliler savaş biter bitmez
ertesi gün nasıl hiçbir şey olmamış gibi hayata devam edebiliyorlar diye. Ama
herkes dayanıklı değil. Mesela bütün ailesi şehit düşen bir hanım vardı; kendisi
de yaralanmıştı. Tedaviden sonra çocuklarını sorduğunda önce gizlediler, sonra
söylemek zorunda kaldılar. Herkesin şehit düştüğünü öğrenince çok üzülüp kahırdan
öldü.
Biz hep
ölümle iç içe yaşadığımızdan çocuklar da bu bilinçle yetişiyor. Annelerinin “Allah
bize yeter” ve benzeri sözlerini sürekli duyarak büyüyorlar. Mesela sizde deprem
bölgesindekiler için ölüm yeni bir şeydi. Ama bizimkiler için her zaman olan
bir şey. Bizim ölümle ilişkimiz sizinkinden farklı.
Gazzeliler
şu an savaş şartlarında direnmeye, ayakta kalmaya çalışıyorlar. Ama savaş bitip
de geri döndüklerinde ve yıkımı görüp kayıplarıyla baş başa kaldıklarında ciddi
bir psikolojik çöküş yaşayacaklar gibi geliyor bana. Ne dersiniz?
Şu an herkesin
şehidi veya yaralısı var. Herkesin zihinleri çok meşgul. Çadırlarda hayatta kalma
mücadelesi veriyorlar. Savaş bittiğinde daha büyük bir zorluk onları bekliyor
olacak…
Geçmişte
1948 ve 1967’deki savaşlarda ve göçlerde büyükleriniz neler çekmiş, size neler
anlattılar?
Kudüslü
olan annemin babası kırk yaşında şehit düşmüş; annem yetim büyümüş ve bunun
acısını hep yaşamış. Dört kız, iki erkek kardeşlermiş. Çok muhafazakâr bir aile
olup kimse onları dışarıda görmezmiş. Annem hep kardeşlerine annelik yapmış.
Çünkü en büyük ablası Ramallah’a üniversite okumaya gittiğinde anneannem ona
eşlik etmiş.
1948’de herkes evlerinden çıkmak zorunda kalmış. Kıyamet günü gibiymiş. Herkes kendi derdine düşmüş.
Bir
tanıdığım Gazze’nin köyünde yaşayan akrabasını anlatmıştı. Kadın 1948’de Siyonist
çetelerden can havliyle kaçarken bebeğini evinde unutmuş. Yıllar sonra [muhtemelen
1967 Savaşı’ndan sonra aradaki sınırlar kalkınca] terk ettikleri evi görmeye
gitmiş, içinde Yahudiler yaşıyormuş. Eve yerleşen Yahudi aile bu unutulan
Filistinli bebeği evlat edinmiş ve büyüdüğünde orduda asker yapmış. Kadın oğlunu
bir kerecik olsun görebilmek için yalvarmış; ama evlat edinen aile önce kabul etmemiş,
sonra “Görebilirsin ama geçmişte neler olduğunu anlatırsan seni öldürürüz”
demiş. Kadın oğlunu görmüş ama ona hiçbir şey diyememiş. O mülteci anneler neler
yaşadılar neler... Aslen Filistinli olan ama bir Yahudi olarak yetiştirilen oğlu,
İsrail ordusunda Filistinlilere kim bilir neler yaptı…
Babam da
1948’de can havliyle topraklarından kaçan bir tanıdığından bahsederdi. 1967
işgalinden sonra Gazzelilerin İsrail’de çalışmasına izin verilmiş. O adam da
yıllar evvel terk etmek zorunda kaldığı kendi portakal bahçesine tarım işçisi
olarak yollanmış. Bahçesinin kendisine ait olduğunu görünce hüngür hüngür
ağlamış.
Böyle
çok hikayeler var.
1948
Nekbe’sini anlatan Felaketi Gördüm kitabında unutamadığım çok acı bir hikâye
vardı. Siyonist çetelerin köylerini bastığı bir hanım, can havliyle kundaktaki
bebeğini kucaklayıp ailesiyle birlikte kaçmış. Kilometrelerce yürüdükten sonra
bir de bakmış ki kucağındaki çocuğu değil, yastık. Kahrolmuş ama geri dönmesi
mümkün değil. Yıllar sonra çocuğun yaşadığını ve Filistin’in bir başka yerinde
olduğunu öğrenmiş… Sizin İsrail askerleriyle şahsi tecrübeniz var mı?
Biz çok
küçükken babamı tutuklamaya geldiler; annem hamileydi. Askerlerin yaptığı bir
şey yüzünden annem yere düşünce ya ölürse diye çok korktular. Askerler salonumuza
sanki kendi evleriymiş gibi oturdular. İçlerinden biri anneme yapılanı telafi
etmek istercesine kaskını çıkarıp başıma takınca
fırlatıp attım. Onlardan nefret ediyordum çünkü. Annem o an “eyvah, kızım gitti,
öldürecekler” diye düşünüp çok korkmuş. Asker gülmüş… Normalde onlar kadınları
da, çocukları da öldürmekten hiç çekinmezler. Zaten biz onların nazarında insan
değiliz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder