26 Mart 2024 Salı

N.EL-HİLA: “GAZZELİ KADINLAR HEM GÜÇLÜ HEM DE ÇOK CESUR VE FEDAKÂRDIRLAR”


“GAZZELİ KADINLAR HEM GÜÇLÜ HEM DE ÇOK CESUR VE FEDAKÂRDIRLAR”

Nur el-Hila (İstanbul’da hadis alanında doktorasını tamamlayıp çalışmaya başlayan Gazzeli bir hanım)

İstanbul, 1.3.2024

NOT: Blogda yer alan 900 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.

Blogdaki şahsıma ait bütün yazı, tercüme, fotoğraf ve infografikleri kaynak göstermek şartıyla kullanabilirsiniz.


7 Ekim’den bu yana Filistin tarihinde görülmemiş bir savaş ve yıkım yaşanıyor. Bütün aileniz ve sevdikleriniz Gazze’de. Siz de Türkiye’den izliyorsunuz. Savaşı sahada bizzat yaşamak ayrı bir zorluktur, uzaktan takip etmek ayrı bir zorluk. Türkiye’deki Gazzeli bir öğrenci dayanamayıp kalp krizi sonucu hayatını kaybetti. Siz ne hissediyorsunuz?

Okullarımız, üniversitelerimiz, Gazze’nin güzel yerleri hep bombalandı gitti. Bazen videolara, fotoğraflara bakıp ben rüya mı görüyorum diye düşünüyorum. Çok üzülüyor, ailem için endişeleniyorum. Üzülmemek mümkün mü? Medyada Gazze’dekilerden “hasbünallah”, “elhamdülillah” sözlerini sürekli duyduğunuz için bizim üzülmememizi bekliyorsunuz. Oysa biz de insanız. Üzülüyoruz diye bize “Siz Gazze’dekiler gibi güçlü değilsiniz” diyorlar. Biz taş mıyız, duygusuz muyuz? Peygamber Efendimiz de oğulları vefat edince ağladı. İnsan çocuğu ve aile bireyleri ölünce tabii ki üzülür; ama Allah sabrını da verir. Üzüntü peygamberlerin hayatında da vardır. Yakup Aleyhisselam da oğlu Yusuf’u kaybettiğinde kahırdan gözleri kör oldu. Savaşı uzaktan takip etmek, yardım ve dua yollamaktan başka bir şey yapamamak çok zor.

Gelelim asıl konumuza. Savaş altında Gazzeli kadınlar ne yaşarlar?

Kadın bizde zaten her şeyi yapar. Ekmeği bile kendimiz yaparız, nadiren fırından alırız. Sadece çalışıp da vakti olmayan kadınlar ekmek satın alır. Şu an savaş altında her şeyi sıfırdan yapıyorlar. Kadınlar çocuklarının karnını nasıl doyuracakları, çamaşırlarını nasıl yıkayacakları derdindeler. Çadırlarda yemek pişirmek için malzeme ve yakacak bulmak bile zor. Yeterli su da yok. Gazzeli aileler kalabalıktır, ortalama altı-sekiz kişiliktir. Kadınlar herkesin çamaşırını elleriyle yıkamak zorundalar. Çadır içinde yatıp kalkmak başlı başına çok zor. Biz mahremiyete çok önem veririz. Ama artık kadınlar yemeği bile dışarıda pişirmek zorundalar. Dahası, otuz aile kadın-erkek tek bir tuvalet kullanıyor. Yani 200 küsur kişiye bir tuvalet düşüyor. Bu, çok büyük bir sıkıntı.

Kadının Gazze’de artık bir özelliği kalmadı, erkek gibi her şeyi yapmak zorundalar. Çocuklarını kurtarmaya da gidiyorlar. Bir kadın çocukları için bir şeyler almaya gitmişti, bu sırada yolu kestiler. Kadın bir tarafta, çocuklar diğer tarafta kaldı. Kadın “çocuklarımı asla bırakmam, vuracaklarsa beni vursunlar” diyerek karşı tarafa geçmeye çalıştı… Bir gece çadırların bulunduğu alana insanlar uyurken tanklar girdi. Anne gözlerini açtığında yanı başında bir tank vardı, hemen yanında da kızı. Tank beni ezsin, kızımı ezmesin diye çocuğunu oradan uzaklaştırdı. Ebeveynler çocukları yaşasın diye böyle fedakarlıklar yapıyorlar. Yine ölürsek birlikte ölelim diye bir arada yaşayanlar da çok.

Gazze’de kadınlar sadece güçlü değildir, aynı zamanda çok cesurdur. Eşi şehit olan kadınlar çocuklarına sonuna kadar sahip çıkarlar. Gazze’deki kadınlar çok fedakârdırlar.

Ayakta kalan evlere diğer bölgelerden birçok Gazzeli sığındı. Aslında onlar ev sahibinden bir şey beklemiyorlar. Ama Gazze’de evine misafir gelen kişi, parası yoksa bile borç alıp mutlaka ikram edecek bir şeyler pişirir. Çünkü yemek yapamayan kendisini çok mahcup hisseder.

Yine Gazzeli kadınların en önem verdiği şey eğitim ve hafızlıktır. Çocukları şu an okula gidemese bile Kur’an ezberletmeye devam ediyorlar. Bu şartlar altında bile eğitimi bırakmıyorlar. Hamileler çok fazla Kur’an okurlar ki çocuklarının kulakları daha en baştan alışsın.

2021’de oğlu ile birlikte şehit düşen meşhur mühendisin eşi dedi ki “Mahallemizden herkes çıkıp gitti, sadece biz kaldık. Çıkmak istemedik, burada sabit kalma şerefine nail olmak istedik.” Evlerinden ayrılmadılar. Kızı her gün üç cüz okuyor. “Biz Kur’an-ı Kerim’i hıfzedersek Allah da bizi korur” diyor. [Arapça korumak kelimesi hıfzetmek kelimesiyle aynı kökten gelir.] Böyle kadınlar var Gazze’de.

Allah’ın çok sevgili kulları var ve Allah onların hürmetine Gazze’yi koruyor. Ama herkes birbirinin aynısı da değil. İyi insanlar da var, kötüler de. İsrail’e hizmet edenler hala mevcut, ama sayıları fazla değil.

Savaş altında doğum yapmak zorunda kalan on binlerce kadın var. Onlar ne yaşıyor?

Birçok kadın doktorsuz doğum yapıyor; çünkü hastaneye götürmek için araç yok, bir yerden bir yere gitmek de güvenli değil. Mesela evde doğum yapan bir hanım bebeğin göbeğini kestiremedi. Mecburen yeni doğmuş bebeğini kucağına alıp bir araba bulup hastaneye götürdüler ki göbeği kesilebilsin. Başka bir kadın doğum yaptı ve ardından evi yıkıldı; götürüldüğü okulda bir sınıfta yirmi kişiyle birlikte kalıyor. Özel ilgilenilmesi gereken insanlar bile mecburen lavabo sırası bekliyor. Bir arkadaşım doğum yaparken stresten ve yaşadığı kötü şartlar yüzünden bebeği öldü. Kuzenimin kuzeninin komşusu evinin bombalanması sonucu yanarak yaralandı. Hamileydi, doğum yaptı. Bebek iyiydi. Ama anne, bedeni hem yanıkları hem doğumu kaldıramadığı için vefat etti. Ölmeden evvel ablasına bana bir şey olursa bebeğime sen bakarsın diye emanet etti.

Kadınlar doğum yapıyor ve yiyebilecek yemek bulamadıklarında sütleri de olmuyor, bebeklerini doyuramıyorlar. Küçücük parça ete ve bir avuç pirince 100 dolar veriyorlar. Özel ihtiyaçları karşılamak da büyük sıkıntı. Sadece hamileler ve doğum yapanlar değil, bütün kadınlar için duş, gusül ve abdest almak hepsi birer sıkıntı. Teyemmüm fetvaları veriliyor artık. Düşünsenize otuz ailenin aynı lavaboyu kullandığı bir ortamda kadınlar nasıl duş alacak?

Gazze 2006’dan beri defalarca İsrail’in irili ufaklı saldırılarına sahne oldu, birkaç defa yıkıcı savaşlar yaşandı. Geçmiş savaşlar nasıldı?

Ben üç savaş yaşadım. En kötüsü 2014 yazında 52 gün süren savaştı. Savaş başladığında hava çok sıcaktı. Elektrik hiç yoktu. Kadınlar her şeyi düşünmek zorunda. Bozulur diye yiyecekleri toplu alamıyorlardı. Çocuk yemek istiyor, annenin parası yok. Ne yapacak? Çok zor günlerdi.

Savaş başlayınca mücahitlerin eşleri, evleri her an bombalanabileceğinden çocuklarını alıp annelerinin evine gidiyorlar. Savaş bitene kadar bu hanımlar eşlerinden hiçbir haber alamıyorlar. Çocuklar sürekli babam nerede diye soruyor. Kolay değildir direnmek.

Geçmişteki savaşlarda okula sığındınız mı?

Hayır; ama okullarda toplu yaşamanın çok zor olduğunu biliyorum. 2014’teki savaşta arkadaşımın Kanada’da yaşayan teyzesi para göndermiş, biz o parayla satın aldıklarımızı okula sığınanlara dağıtmıştık. Okulda Han Yunus’un en zengin insanları kalıyordu. [İsrail’le] Sınır tarafında oturan zenginler… Onlar mülteci değildi; nesillerdir orada yaşayan gerçek Han Yunuslulardı. Arazileri ve mülkleri vardı. Yardım dağıtırken düştükleri hale çok üzülmüştüm.

Bu arada Gazzelilerin hepsi fakir değildir. Özellikle tarlası, arazisi olan yerliler zengindir. Bunların çocukları, baba parasıyla Türk üniversitelerinde okuyorlar. Ama savaşla birlikte şu an aileleri sıfıra düştü. Çocukları burada o kadar zor durumda ki ve özellikle harçlar konusunda bir kolaylık tanınmamasına o kadar kırgınlar ki…

(Röportajı 1 Mart'ta yapmıştım; ancak yayınlayabildim. Bu süreç içinde devlet üniversitelerinin tamamı Gazzeli öğrencilerden harçları kaldırmış. Vakıf üniversitelerinin de bir kısmı kaldırmış. Ama öncesinde gerçekten büyük sıkıntılar yaşanmış. Bu güncek bilgiyi veren Betül Özel Çiçek’e teşekkür ederim.)

Bu savaşta kadınların geçmişten farklı olarak yaşadığı sıkıntılar var mı?

Gazzelilerde tesettür ve haremlik-selamlık çok önemlidir. Enkaz altında kalan bir doktor hanım “Bana başörtü verin, böyle çıkartmayın” dedi. Çıkartmaya çalışan erkekler “Burada başörtü bulamayız; vakit de yok, tekrar bombalanabiliriz” dedikleri halde “Bu şekilde ölürüm de çıkmam” dedi. Adam gömleğini çıkartıp kadına başını örtmesi için verdi. Gazzeliler tesettüre böyle önem verir. Her an ölüm tehlikesi olduğu için savaşlarda hep namaz elbisesiyle yatıp kalkarız.

Ama İsrail askerleri bu sefer bazı kadınları esir alıp kıyafetlerini çıkartmaya zorladı. Serbest kalanlardan bazıları kimliklerini gizleyerek hapiste başlarına gelen çok kötü şeyleri anlatıyorlar. Muhtemelen çocukları ve eşleri şehit edildi veya hapiste, haber alamıyorlar. Bu kadınlar olabilecek en büyük acıları yaşadı.

Bütün bunlar dünya Müslümanlarının Gazzelileri yalnız bırakması yüzünden. 1969’da Mescid-i Aksa yakıldığında Yahudiler çok korktu; ama İslam dünyasından doğru düzgün tepki olmayınca rahatladılar. Tarih tekerrür ediyor.

Gazzelilere “Allah ayaklarınızı sabit kılsın” diye dua ediyorum. Aileme de sürekli bu duayı tavsiye ediyorum. Çünkü çok büyük bir imtihandalar. Dünyanın en dindar insanları Gazze’de. Biz dine bu kadar bağlıyız, neden bunları yaşıyoruz, Allah nerede diye düşünebilirler.

Aileniz ne durumda, görüşebiliyor musunuz?

Evimiz bombalanmasın diye çok dua ettim, ama bombalandı. Şu an ailem çadırda. Annem yaralı, hastanede tedavi görüyor. Beş ay içinde annemle sadece dört sefer sesli görüştüm. Son görüşmemde keşke konuşmasaydım dedim, çünkü sesi çok kötüydü ve o sesi duyunca ben de kötü oldum. Annem dedi ki “Evimiz gitti, önemli değil, direnenler sağ olsunlar da. Biz hiç kimseden hiçbir şey istemiyoruz, Allah bize yeter.”

Geçmiş savaşların travmaları daha henüz iyileşmemişti, öyle değil mi?

Bizde travmalar çok uzun sürmez. Yahudiler hep şaşırır, Gazzeliler savaş biter bitmez ertesi gün nasıl hiçbir şey olmamış gibi hayata devam edebiliyorlar diye. Ama herkes dayanıklı değil. Mesela bütün ailesi şehit düşen bir hanım vardı; kendisi de yaralanmıştı. Tedaviden sonra çocuklarını sorduğunda önce gizlediler, sonra söylemek zorunda kaldılar. Herkesin şehit düştüğünü öğrenince çok üzülüp kahırdan öldü.

Biz hep ölümle iç içe yaşadığımızdan çocuklar da bu bilinçle yetişiyor. Annelerinin “Allah bize yeter” ve benzeri sözlerini sürekli duyarak büyüyorlar. Mesela sizde deprem bölgesindekiler için ölüm yeni bir şeydi. Ama bizimkiler için her zaman olan bir şey. Bizim ölümle ilişkimiz sizinkinden farklı.

Gazzeliler şu an savaş şartlarında direnmeye, ayakta kalmaya çalışıyorlar. Ama savaş bitip de geri döndüklerinde ve yıkımı görüp kayıplarıyla baş başa kaldıklarında ciddi bir psikolojik çöküş yaşayacaklar gibi geliyor bana. Ne dersiniz?

Şu an herkesin şehidi veya yaralısı var. Herkesin zihinleri çok meşgul. Çadırlarda hayatta kalma mücadelesi veriyorlar. Savaş bittiğinde daha büyük bir zorluk onları bekliyor olacak…

Geçmişte 1948 ve 1967’deki savaşlarda ve göçlerde büyükleriniz neler çekmiş, size neler anlattılar?

Kudüslü olan annemin babası kırk yaşında şehit düşmüş; annem yetim büyümüş ve bunun acısını hep yaşamış. Dört kız, iki erkek kardeşlermiş. Çok muhafazakâr bir aile olup kimse onları dışarıda görmezmiş. Annem hep kardeşlerine annelik yapmış. Çünkü en büyük ablası Ramallah’a üniversite okumaya gittiğinde anneannem ona eşlik etmiş.

1948’de herkes evlerinden çıkmak zorunda kalmış. Kıyamet günü gibiymiş. Herkes kendi derdine düşmüş.

Bir tanıdığım Gazze’nin köyünde yaşayan akrabasını anlatmıştı. Kadın 1948’de Siyonist çetelerden can havliyle kaçarken bebeğini evinde unutmuş. Yıllar sonra [muhtemelen 1967 Savaşı’ndan sonra aradaki sınırlar kalkınca] terk ettikleri evi görmeye gitmiş, içinde Yahudiler yaşıyormuş. Eve yerleşen Yahudi aile bu unutulan Filistinli bebeği evlat edinmiş ve büyüdüğünde orduda asker yapmış. Kadın oğlunu bir kerecik olsun görebilmek için yalvarmış; ama evlat edinen aile önce kabul etmemiş, sonra “Görebilirsin ama geçmişte neler olduğunu anlatırsan seni öldürürüz” demiş. Kadın oğlunu görmüş ama ona hiçbir şey diyememiş. O mülteci anneler neler yaşadılar neler... Aslen Filistinli olan ama bir Yahudi olarak yetiştirilen oğlu, İsrail ordusunda Filistinlilere kim bilir neler yaptı…

Babam da 1948’de can havliyle topraklarından kaçan bir tanıdığından bahsederdi. 1967 işgalinden sonra Gazzelilerin İsrail’de çalışmasına izin verilmiş. O adam da yıllar evvel terk etmek zorunda kaldığı kendi portakal bahçesine tarım işçisi olarak yollanmış. Bahçesinin kendisine ait olduğunu görünce hüngür hüngür ağlamış.

Böyle çok hikayeler var.

1948 Nekbe’sini anlatan Felaketi Gördüm kitabında unutamadığım çok acı bir hikâye vardı. Siyonist çetelerin köylerini bastığı bir hanım, can havliyle kundaktaki bebeğini kucaklayıp ailesiyle birlikte kaçmış. Kilometrelerce yürüdükten sonra bir de bakmış ki kucağındaki çocuğu değil, yastık. Kahrolmuş ama geri dönmesi mümkün değil. Yıllar sonra çocuğun yaşadığını ve Filistin’in bir başka yerinde olduğunu öğrenmiş… Sizin İsrail askerleriyle şahsi tecrübeniz var mı?

Biz çok küçükken babamı tutuklamaya geldiler; annem hamileydi. Askerlerin yaptığı bir şey yüzünden annem yere düşünce ya ölürse diye çok korktular. Askerler salonumuza sanki kendi evleriymiş gibi oturdular. İçlerinden biri anneme yapılanı telafi etmek istercesine kaskını çıkarıp başıma takınca fırlatıp attım. Onlardan nefret ediyordum çünkü. Annem o an “eyvah, kızım gitti, öldürecekler” diye düşünüp çok korkmuş. Asker gülmüş… Normalde onlar kadınları da, çocukları da öldürmekten hiç çekinmezler. Zaten biz onların nazarında insan değiliz.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder