2 Mart 2024 Cumartesi

Z.T.KOR: GAZZELİLER İLE SURİYELİLERİN ORTAKLAŞAN KADERLERİ


GAZZELİLER İLE SURİYELİLERİN ORTAKLAŞAN KADERLERİ

Zahide Tuba Kor

NOT: Bu yazının değiştirilmiş bir versiyonu 1.3.2024 tarihinde Fokus+ sitesinde yayınlanmıştır. Yazının orijinali aşağıdadır. 

NOT: Blogda yer alan 900 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.


Gazze’de 7 Ekim Aksa Tufanı’ndan sonra cereyan eden savaşın görüntüleri, Gazzelilerle yapılan röportajlar ve sahada yaşananlara ilişkin analizler, Suriye savaşıyla arasında önemli bazı benzerlikler olduğunu ortaya koyuyor. Rejimin kuşattığı muhaliflerin kontrolüne giren bölgelerdeki Suriyeli sivillerin yıllar boyunca tecrübe ettiklerini, daracık bir mekânda ve sınırlı bir zamanda, ama aşırı yoğun ve şiddetli bir şekilde şu an Gazzeliler yaşıyor. Buyurunuz, iki savaşta sivillerin çektiklerinin benzerliklerine…

 

Bombardımanla yıkım, abluka altında açlık ve susuzluk

İsrail nasıl ki 7 Ekim Aksa Tufanı’nda aldığı şok edici darbe karşısında intikam hırsıyla ağır hava bombardımanıyla Gazze’de taş üstünde taş bırakmıyorsa, Suriye’de de Esed rejiminin bilhassa varil bombaları ve Rusya’nın ağır hava bombardımanı sonucu muhaliflerin kontrolüne geçmiş kırsal kesim, şehirlerin kenar mahalleleri ve birkaç şehrin merkezi benzer bir yıkıma uğradı. Keza IŞİD’in kontrolüne geçen Fırat’ın doğusundaki bölgeler de Amerikan hava bombardımanıyla yerle bir oldu. Gazze’de binaların yüzde 80’i kısmen veya tamamen yıkılırken Suriye’de milyonla ev oturulamaz hale geldi.

17 yıldır abluka altındaki Gazze’ye “yasal” mal girişi sadece İsrail üzerindendi. Gazze elektriğinin de yarısı oradandı. 9 Ekim’de İsrail Gazzelileri cezalandırmak amacıyla gıda, ilaç, yakıt, tüp, su, elektrik başta olmak üzere her şeyin girişini durdurdu. Açlığı ve susuzluğu direnişi teslime zorlamak için bir silah olarak kullandı. Üç ayın sonunda artık Gazzelilerin hayvan yemlerini öğütüp ekmek yapmaya ve hayatını kaybetmeye başladığı haberleri geldi.  Bütün bunlar Suriye’de de yaşanmıştı.

Esed rejimi, muhaliflerin eline geçen bölgeleri -ucuz ve risksiz bir savaş yöntemi olarak- etrafını aylarca, hatta yıllarca kuşatıp içeri başta un olmak üzere temel gıda ve ihtiyaç maddelerinin girişini engelleyip, zaman zaman elektrik ve suyu da keserek sürekli havadan bombalıyordu. Bazı dönemler parası olanın bile satın alabileceği herhangi bir gıda kalmıyordu. Türkiye, Avrupa ve Suriye’nin kuzeyinden onlarca mülteci ve yerinden edilmişle yaptığım röportajlarda kuşatma ve bombardıman altında ne yediniz diye sorduklarım şunları söyledi: ağaç yaprakları, yerde biten yenebilir her türlü ot, kaktüs, hayvan yemi arpa… Hatta Doğu Guta’dan bir hanım, arpa ile kartonu yarı yarıya karıştırıp ekmek diye yediklerini anlatmıştı. Şam’ın güneydoğusunda Suriyelilerin de yaşadığı koskoca bir ilçe halini alan ve Filistinli mültecilerin üçte birinin ikamet ettiği Yermük Kampı’nda abluka altında kalanlar için kedi-köpek yiyebilir fetvaları verilmişti. Bunu sorduğum, kampta yaşamış ve rejimle savaşmış Suriyeli bir genç, “İnanır mısınız, yenebilecek tek bir kedi-köpek bile kalmamıştı. (…) 12 gün boyunca mideme sadece su ve biraz baharat girdiği oldu” diyerek o zor günleri anlattı. Sadece Yermük Kampı’nda kahir ekseriyeti Filistinli 300’e yakın kişi açlıktan hayatını kaybetti. Hayatta kalanlar da zapzayıf hale geldi. Bu kamptan Suriye’nin kuzeyindeki Azez’e sığınan Filistinli bir genç kızla çadırında yaptığım röportajda 2017’de kuşatma altında babasının susuzluktan öldüğünü anlattı. Keza ülkenin farklı savaş bölgelerinde su bulabilmek için evinin bodrumundan çıkıp bombaların hedefi olan Suriyelilerin sayısı da çok.

İsrail’in bu tür toplu cezalandırma yöntemleriyle hedefi, direniş ile sivil halkın arasını açıp halkın direnişe isyan etmesini, bu sayede direnişin pes edip İsrailli esirleri serbest bırakıp bölgeyi terk etmesini sağlamaktı. Ama başarısız oldu; Gazze halkı ölüm pahasına bile olsa direnişin etrafında kenetlendi. Esed rejimi ise aynı mantıkla hareket edip başarıya ulaştı. Bombardıman ve abluka altında sivil halk ile silahlı muhalifler arasında sürtüşmeler hep yaşandı ve sonunda silahlı gruplar teslime ve tehcire mecbur kaldı.

Nasıl ki dış baskılar sonucu İsrail’in girişine izin verdiği yardımlar son derece yetersizse, Suriye’de de uzun pazarlıklar sonucu içeri girebilen BM yardımları öyleydi. Rejim, uluslararası basının önünde belli sayıda TIR’ın kuşatma altındaki bölgelere girişine izin verip kalanını engelliyordu. Yıllarca Doğu Guta’da kuşatma altında yaşamış bir Suriyeli, bana kendilerine ulaşan BM yardımının kişi başı 2 gram tuz, 100’er gram pirinç ve şeker olduğunu anlattı.

 

Savaş bitse de ölüm her yerde kol gezecek

Gazze’de savaş bitse bile halk çok zor şartlarda yaşamaya ve hayatını kaybetmeye devam edecek. Hatta muhtemeldir ki İsrail’in hem uyguladığı abluka hem de bütün yerel iktisadi kaynakları ve altyapıyı yok etmesi yüzünden ölenlerin sayısı, bombardımanla şehit düşenleri geçecek. Zira insanların kışın soğuğunda sokaklarda derme çatma çadırlarda kalması gıdanın, suyun, temizlik malzemesinin, elektriğin, yakıtın ve ilacın olmamasıyla birleştiğinde soğuktan, kirli sudan, hastalıktan ve salgından ölümler daha uzun süre devam edecek. Tıpkı Suriye’de ve tüm diğer savaş bölgelerinde olduğu gibi. Suriye’nin Azez ilçesinde Şubat ayında görüştüğüm doktorlar, yıllardır çadırlarda yaşayıp hayat kalitesi dibe vuranların ortalama ömrünün artık 50-55 yaşa düştüğünü söyledi. Oysaki burası 2016 sonundan beri Türkiye kontrolünde olup savaş yaşanmıyor.

Suriye’de savaş sırasında bombalanan binalar ve altyapı, üzerinden yıllar geçse de hala harap; ayrıca uluslararası yaptırımlar da nefes aldırmıyor. Silahlar kuzeybatı cephesi hariç sussa da vahim bir sosyoekonomik hayatta kalma savaşı tırmanarak sürüyor. Orta sınıfın artık kalmadığı ülkede rejim destekçileri de dahil nüfusun %90’dan fazlası fakirlik sınırı altında yaşıyor; 12 milyon ise açlık sınırında. Suriye’de savaşın bittiği bölgelerde elektrik ve su çok azken, savaşın yaşanmadığı yerlerde bile (zenginlerin mahalleleri hariç) elektrik her gün 5-6 saatte bir yarım veya bir saat, su birkaç günde bir geliyor. Isınma her yerde ciddi bir sorun. Gazze, Suriye’ye kıyasla çok küçük bir bölge olup dünya harekete geçse yeniden inşa imkânı var. Ancak 2006’dan bu yana abluka altında tuttuğu Gazze’ye defalarca savaş açan İsrail, yerle bir ettiği altyapının ve binaların yeniden inşa edilmesine hiçbir zaman tam olarak izin vermeme taktiğini sürdürecek.

İsrail nasıl ki ağır bombardımanla kuzeydeki Gazzelileri güneye -Mısır sınırına doğru- göçmeye zorladıysa ve daha sonra güneyi de vurmaya başladıysa, Esed rejimi de benzerini yaptı. Muhaliflerden geri aldığı yerlerdeki nüfusa iki seçenek sundu: Ya rejime boyun eğip kalacaklar ya da kuzeyde muhaliflerin kontrolündeki bölgelere gitmeye razı olacaklardı. Boyun eğmeyenleri önce otobüslerle kuzeye yolladı, ardından kuzeyi de vurmaya başladı. Rejim bu şekilde muhaliflerin sığınağı haline dönüştürdüğü İdlib’in daha sonra bombardımanla önemli bir kısmını ele geçirirken insanları Türkiye sınırında dar bir alana kıstırdı. Öte yandan rejim, halihazırda ülke topraklarının üçte ikisini kontrolünde tutsa da nüfusun sadece üçte biri burada yaşıyor. (Savaştan evvel nüfusun yüzde 75’i buradaydı.) Yani Suriyelilerin ekseriyeti, sığındıkları yerlerde sefil bir hayat sürseler dahi gaddar rejimin bölgesine geri dönmüyor. Gazzeliler ise yıkık da olsa evlerine dönebilmek için gün sayıyor.

 

Savaşta ölüm ve yaralanmaların benzerliği

İsrail nasıl ki kasıtlı olarak sivil alanları gelişigüzel vurup çok fazla kadın ve çocuk öldürüyorsa aynısı Suriye’de de yaşandı. For Sama belgeselinin baş kahramanı doktor Hamza bir röportajda şunu söylemişti: “Save Children adlı STK, 2011-2016 yıllarında Suriye’de yaptığı bir çalışmada saldırılar yüzünden çocukların ölme ihtimalinin savaşçılara kıyasla yedi kat daha fazla olduğu sonucuna ulaşmıştı.” Gazze’de savaşçıların yeraltındaki tünellerde yaşadığını düşünürsek bu oran katbekat fazla.

İsrail nasıl ki fosfor ve misket bombası gibi uluslararası hukukta yasaklı bombaları kullandıysa ve nice Gazzeli ya içten içe ya da dıştan bedenen yandıysa, aynısı Suriye’de de oldu. Rejim de, Rusya da bunları kullandı. Bu silahlarla bedeni veya organları yanmış birçok Suriyeli var. Rejim, İsrail’den farklı olarak, defalarca kimyasal silah da kullandı ve çocuklar bile boğularak can verdi. Ayrıca savaşta kullanılan diğer silahlar yüzünden vücut bütünlüğünü yitirmiş, kolları veya bacakları kesilmiş, felç kalmış birçok Suriyeli var; tıpkı bugün Gazze’de olduğu gibi. Bombalar altında paramparça can verenlerin ise haddi hesabı yok. Rusya için Suriye son model silahlarını denediği bir sahaydı; İsrail de ABD’den aldığı en yıkıcı silahları kullanıyor.

Her ikisinde de hem sağlık personeli hem de arama-kurtarma ekipleri, kurtarılması gerekenlerin hiç bitmediği bir ortamda, her an ölüm tehlikesi altında ve gerekli teçhizattan mahrum oldukları halde durmaksızın çalıştı. Her ikisinde de enkazlardan yaralıların birçoğu çıkartılamayıp ölüme terk edildi, sokaklar cesetlerle doldu. Talihsiz hastalar ve yaralılar anestezisiz ameliyat oldu. Kanser hastaları ve kronik hastalar -eğer komşu ülkenin hastanelerine gönderilemezse- tedavi imkânı olmadığı için öldü. Hem Suriye hem İsrail güvenlik birimleri, doktorları ve sağlık personelini kâh bombardımanda kâh gözaltına alıp işkenceyle katletti.

Savaş bölgelerinde fiziki sağlık kadar akıl ve ruh sağlığı da kritik önemdedir. Bugün hem Gazze’de hem Suriye’de yediden yetmişe hemen herkes sık sık yenilenen çok derin travmalarla boğuşuyor. Her iki coğrafya da dullar ve yetimlerle kaynıyor. Ama Gazze’nin Suriye’den en büyük farkı, bazı ailelerin soyunun tamamen kesilmesi.

 

Hastaneler, okullar, çarşılar, tarihi eserler ve kütüphanelerin bombalanması

İsrail nasıl ki IŞİD’le özdeşleştirdiği Hamas’ı yok etme adı altında sivil-askeri mekân ayrımı yapmadan hem meskenleri hem de hastaneleri, okulları, çarşıları, fırınları, camileri, kiliseleri, mezarlıkları vs. bombalıyorsa aynısını Suriye ordusu da, İran, Rusya ve ABD de yaptı. Dahası, Suriye’de yüzlerce okul ve hastane savaşta yerle bir oldu. Ama arada önemli bir fark var: Suriyeli sivillerden şanslı olanlar bombardıman sırasında binalarının bodrumuna sığınabiliyordu. İsrail’in direnişin tünellerine karşı sığınak delici bombalar kullandığı bir ortamda Gazzeli sivillerin ise sığınabileceği hiçbir yer yok. Ayrıca Suriye’de aynı anda her yerde savaş yoktu; dolayısıyla sivillerden imkân bulanlar ülke içinde savaşın yaşanmadığı daha güvenli yerlere veya komşu ülkelere sığınabiliyordu. Türkiye’nin en küçük şehri Yalova’nın yarısı kadar olan ve etrafı duvarlarla ve denizle çevrili Gazze’de ise sivillerin bombalardan kaçabileceği güvenli hiçbir mekân yok.

Suriye’de rejim bölgesindeki okulların birçoğu, savaştan kaçanların sığınağına dönüştüğünden yıllarca eğitim verilemedi; tıpkı aylardır Gazzelilerin daha güvenli olabileceği ümidiyle okullara dolduğu gibi. Keza bombardımandan kaçmak için ülke içinde defalarca yer değiştiren Suriyelilerin çocukları yıllarca okul yüzü görmedi, eğitimsiz kalan kayıp bir nesil ortaya çıktı. 2023-2024 eğitim yılında da Gazzeli çocuklar ve gençler okula gidemedi. Ateş kesildiğinde de durum hemen değişmeyecek; sayısız binanın yıkıldığı Gazze yeniden inşa edilmeden sivillerin buralardan ayrılması ve okulların asli işlevi olan eğitime dönebilmesi kolay olmayacak.

Her iki ülkede de savaş yüzünden tarihî eserler, kütüphaneler ve arşivler yok oldu. Yani bu coğrafya tarihsizleşme, kültürsüzleşme ve hafızasızlaşmaya mahkûm bırakıldı. Hem eğitimden koparılan nesillerle geleceği hem de yok edilen eserlerle geçmişi söndürülmeye çalışıldı. Neyse ki Filistinliler İsrail’e karşı en büyük silahlarının iyi eğitim olduğunun bilincindeler. Bu sayede talihsiz Suriyeli genç nesiller gibi cehalet girdabına düşmeyecek.

Gazze’de şehit düşen yüzlerce akademisyen, öğretmen, doktor-sağlık personeli, mimar-mühendis, alim, entelektüel, profesyonel meslek sahibi insan var. Gazze, yeniden ayağa kalkmakta çok ihtiyaç duyacağı insanlarını yitiriyor. Suriye de öyleydi ama önemli bir farkla: Rejim, değişim isteyen halka önderlik edebilecek önemli kişileri veya -şantaj için- onların aile bireylerini tutuklayarak, işkenceyle öldürerek veya kaybederek 2012’den itibaren eğitimli elit kesimi ülke dışına göçe zorladı. Suriye şu an âkıl insanlardan büyük ölçüde mahrum; eli silahlı eğitimsiz insanlar her yerde söz sahibi. Ayrıca 18-42 yaş arası erkeklerin çoğu, ya içeride savaşa seferber edildiğinden ya da muhaliflerin bölgesinde veya yurtdışında olduğundan yeniden inşa için ihtiyaç duyulan insan gücünden de mahrum kaldı.

 

İki lider profilinin ve rejimlerin benzerlikleri

İki ülke liderinin refleksleri de benzeşiyor. Nasıl ki İsrail tarihinin en uzun başbakanlık koltuğunda oturan lideri Netanyahu için tek öncelik iktidarda kalıp hapse girmekten kurtulmaksa ve bunun için savaşı uzattıkça uzatıyorsa, aynısı Beşşar Esed için de geçerliydi. Her ikisi de terörle ve IŞİD’le savaşıyorum dedi. Arada önemli bir fark var tabii: “Büyük İsrail” ideolojisini savunan Netanyahu, yeniden işgal etmeye heveslendiği düşman toprağı Gazze’yi ve Gazzelileri yok ederken, Esed kendi ülkesini ve halkını mahvetti. İki rejimin diplomasiyi ve propagandayı yürütme şekli de benzer. Halkına ve dünyaya sürekli yalan söylemeleri, kendi işledikleri savaş ve insanlık suçlarını sanki düşmanı yapmış gibi göstermeye kalkışmaları, her türlü barış girişimini sabote edip sorumluluğu karşı tarafa atmaları vs. iki liderin de ana karakteri.

Rejimlerin diğer bir ortak yanı, insanları gelişigüzel tutuklamaları. İsrail, 5000 küsur Filistinli mahkûma ilaveten, 7 Ekim’den sonra 6000 küsur Filistinliyi daha Batı Şeria ve Kudüs’te tutukladı. Gazzelileri de her gün kitlesel şekilde gözaltına alıp sorguluyor. Suriye’de de isyanla birlikte istihbarat merkezleri ve hapishaneler öyle bir dolup taştı ki tutuklular bırakın yatmayı, bazı yerlerde oturacak alan bile bulamadı. Korkunç işkenceleri ve taciz-tecavüzleriyle nam salan Suriye ve diğer Arap ülkelerinin hapishanelerine kıyasla, geçmişte İsrail hapishanelerine ‘otel’ denirdi; ama 7 Ekim’den sonra mahkumları aç-susuz-elektriksiz bırakma ve korkunç işkenceler uygulama bakımından Suriye standartlarına epeyce yaklaştı. Suriye hapishanelerinde işkenceden, açlıktan ve hastalıktan ölüp toplu mezarlara gömülen Suriyelilerin haddi hesabı yok; İsrail hapishanelerindeki Filistinli tutuklular henüz bu düzeye gelmese de ölüm vakaları çoktan başladı.

 

Dünyanın samimiyet testinde sınıfta kalışı

Suriyelilerin de ölüleri Gazzeliler gibi bir sayıdan ibaretti; hatta bir noktadan sonra Suriyelilerin ölüsü bile sayılamaz hale geldi. Yine de Gazzeliler çok daha şanslı; en azından onların katliamı karşısında dünyanın vicdanı harekete geçebildi. Öte yandan Gazze’de öldürülen Filistinlileri sahiplenenler, Suriye’de öldürülen Filistinli mültecilerin hiç farkında bile olmadı. Suriye’de de, Gazze’de de Filistin mülteci kamplarının çoğu yerle bir oldu; Filistinlilerin ekseriyetinin yaşayabileceği bir evi kalmadı. 1948’den beri üçte ikisi mülteci statüsünde yaşayan Gazzeliler, topraklarını bir kez daha işgalci İsrail’e bırakmamak için ölümüne direniyorlar. Suriye’deki Filistinli mültecilerin yarıya yakını ise çoktan ikinci defa mülteci konumuna düşüp Türkiye gibi komşu ülkelere veya Batı’ya sığındı.

Havadan yoğun bombardıman altında kalıp açlıkla imtihan edilen sivil halk, her iki coğrafyada da kaderine terk edildi. Suriyeli talihsiz sivillerin şu dünyada tatmadığı ölüm çeşidi kalmadı. Gerek Esed rejimi gerekse İsrail, dış müttefiklerinden her türlü yardımı fazlasıyla alırken, onlara karşı direnenler kendilerini savunup savaşın kaderini değiştirebilecek nitelikte silahları (uçaksavar ve füzesavar gibi) sözde dış destekçilerinden temin edemedikleri gibi, üzerlerindeki ablukayı da kaldırtamadılar. Her iki savaş da şunu gösterdi: Kendi dininden, ırkından ve milliyetinden bile olsa hiçbir dış güce güvenmeyip direnen halkların kendi kendilerini güçlendirmeleri, öz kapasitelerine dayanmaları gerekiyor. Gazzeliler geçmiş savaşlardan bu dersi aldıkları için kendi silahlarını ve özgün direniş metotlarını ürettiler ve bu sayede aylardır İsrail’e ve onu var eden Batılı güçlere karşı direnişi sürdürebiliyorlar.

İki savaşta her şey aynı mı? Tabii ki değil. En temel fark, Gazzelilere bunları yaşatan bir dış işgalci, sömürgeci-yerleşimci bir düşman olup bu, onların direnme azmini diri tuttu. Suriye’de ise ülkeyi yıkan ve insanları perişan eden kendi rejimi ve ordusu olup halkın bir kısmı diğer kısmıyla savaştırıldı, hatta aynı ailenin mensupları birbirine öldürtüldü. Bu süreçte bölgesel ve küresel güçler kendi menfaatleri doğrultusunda müdahale ederek adeta bir üçüncü dünya savaşını Suriye topraklarında, Suriyelilerin kanı üzerinden verdiler. Daha 2012’de Suriye Suriyelilerin elinden çıktı; yerel-bölgesel-küresel üç düzlemde verilen savaşta rejim de, muhalifler de birer piyona dönüştü. Haklı olarak soracaksınız, bütün suç rejimde mi, muhalifler silahlanıp rejime isyan etmedi mi diye. Muhaliflerin ellerine silah alması şüphesiz en büyük hatalarıydı ve onlar da savaş suçu işledi. Ama muhaliflerle uzlaşma ve çözüm imkânı olduğu halde onları silahlanmaya sevk eden, barışçıl mücadeleyi silahlı isyana dönüştüren rejimin bizzat kendisiydi. Sonuçta bir devlet, bir toplum ve bir halk kolay kolay belini doğrultamayacak şekilde dağıldı gitti. Gazze ise küllerinden yeniden doğabilecek mi, bunu önümüzdeki süreçte varılacak ateşkes ve ateşkes maddelerinin ne ölçüde uygulanacağı, sözde Gazze’yi destekleyen devletlerin ellerini taşın altına koyup koymayacağı gösterecek.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder