GAZZELİLER İLE SURİYELİLERİN ORTAKLAŞAN
KADERLERİ
Zahide Tuba Kor
NOT: Bu yazının değiştirilmiş bir
versiyonu 1.3.2024 tarihinde Fokus+ sitesinde yayınlanmıştır. Yazının orijinali aşağıdadır.
NOT: Blogda yer alan 900 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Gazze’de 7 Ekim Aksa Tufanı’ndan sonra
cereyan eden savaşın görüntüleri, Gazzelilerle yapılan röportajlar ve sahada
yaşananlara ilişkin analizler, Suriye savaşıyla arasında önemli bazı benzerlikler
olduğunu ortaya koyuyor. Rejimin kuşattığı muhaliflerin kontrolüne giren bölgelerdeki
Suriyeli sivillerin yıllar boyunca tecrübe ettiklerini, daracık bir mekânda ve
sınırlı bir zamanda, ama aşırı yoğun ve şiddetli bir şekilde şu an Gazzeliler yaşıyor.
Buyurunuz, iki savaşta sivillerin çektiklerinin benzerliklerine…
Bombardımanla yıkım, abluka altında
açlık ve susuzluk
İsrail nasıl ki 7 Ekim Aksa Tufanı’nda
aldığı şok edici darbe karşısında intikam hırsıyla ağır hava bombardımanıyla
Gazze’de taş üstünde taş bırakmıyorsa, Suriye’de de Esed rejiminin bilhassa varil
bombaları ve Rusya’nın ağır hava bombardımanı sonucu muhaliflerin kontrolüne
geçmiş kırsal kesim, şehirlerin kenar mahalleleri ve birkaç şehrin merkezi
benzer bir yıkıma uğradı. Keza IŞİD’in kontrolüne geçen Fırat’ın doğusundaki bölgeler
de Amerikan hava bombardımanıyla yerle bir oldu. Gazze’de binaların yüzde 80’i
kısmen veya tamamen yıkılırken Suriye’de milyonla ev oturulamaz hale geldi.
17 yıldır abluka altındaki Gazze’ye “yasal”
mal girişi sadece İsrail üzerindendi. Gazze elektriğinin de yarısı oradandı. 9
Ekim’de İsrail Gazzelileri cezalandırmak amacıyla gıda, ilaç, yakıt, tüp, su,
elektrik başta olmak üzere her şeyin girişini durdurdu. Açlığı ve susuzluğu
direnişi teslime zorlamak için bir silah olarak kullandı. Üç ayın sonunda artık
Gazzelilerin hayvan yemlerini öğütüp ekmek yapmaya ve hayatını kaybetmeye
başladığı haberleri geldi. Bütün bunlar
Suriye’de de yaşanmıştı.
Esed rejimi, muhaliflerin eline geçen
bölgeleri -ucuz ve risksiz bir savaş yöntemi olarak- etrafını aylarca, hatta
yıllarca kuşatıp içeri başta un olmak üzere temel gıda ve ihtiyaç maddelerinin
girişini engelleyip, zaman zaman elektrik ve suyu da keserek sürekli havadan bombalıyordu.
Bazı dönemler parası olanın bile satın alabileceği herhangi bir gıda kalmıyordu.
Türkiye, Avrupa ve Suriye’nin kuzeyinden onlarca mülteci ve yerinden edilmişle
yaptığım röportajlarda kuşatma ve bombardıman altında ne yediniz diye
sorduklarım şunları söyledi: ağaç yaprakları, yerde biten yenebilir her türlü
ot, kaktüs, hayvan yemi arpa… Hatta Doğu Guta’dan bir hanım, arpa ile kartonu
yarı yarıya karıştırıp ekmek diye yediklerini anlatmıştı. Şam’ın güneydoğusunda
Suriyelilerin de yaşadığı koskoca bir ilçe halini alan ve Filistinli
mültecilerin üçte birinin ikamet ettiği Yermük Kampı’nda abluka altında kalanlar
için kedi-köpek yiyebilir fetvaları verilmişti. Bunu sorduğum, kampta yaşamış
ve rejimle savaşmış Suriyeli bir genç, “İnanır mısınız, yenebilecek tek bir
kedi-köpek bile kalmamıştı. (…) 12 gün boyunca mideme sadece su ve biraz
baharat girdiği oldu” diyerek o zor günleri anlattı. Sadece Yermük Kampı’nda
kahir ekseriyeti Filistinli 300’e yakın kişi açlıktan hayatını kaybetti. Hayatta
kalanlar da zapzayıf hale geldi. Bu kamptan Suriye’nin kuzeyindeki Azez’e
sığınan Filistinli bir genç kızla çadırında yaptığım röportajda 2017’de kuşatma
altında babasının susuzluktan öldüğünü anlattı. Keza ülkenin farklı savaş
bölgelerinde su bulabilmek için evinin bodrumundan çıkıp bombaların hedefi olan
Suriyelilerin sayısı da çok.
İsrail’in bu tür toplu cezalandırma
yöntemleriyle hedefi, direniş ile sivil halkın arasını açıp halkın direnişe
isyan etmesini, bu sayede direnişin pes edip İsrailli esirleri serbest bırakıp
bölgeyi terk etmesini sağlamaktı. Ama başarısız oldu; Gazze halkı ölüm pahasına
bile olsa direnişin etrafında kenetlendi. Esed rejimi ise aynı mantıkla hareket
edip başarıya ulaştı. Bombardıman ve abluka altında sivil halk ile silahlı
muhalifler arasında sürtüşmeler hep yaşandı ve sonunda silahlı gruplar teslime
ve tehcire mecbur kaldı.
Nasıl ki dış baskılar sonucu İsrail’in
girişine izin verdiği yardımlar son derece yetersizse, Suriye’de de uzun
pazarlıklar sonucu içeri girebilen BM yardımları öyleydi. Rejim, uluslararası
basının önünde belli sayıda TIR’ın kuşatma altındaki bölgelere girişine izin
verip kalanını engelliyordu. Yıllarca Doğu Guta’da kuşatma altında yaşamış bir
Suriyeli, bana kendilerine ulaşan BM yardımının kişi başı 2 gram tuz, 100’er
gram pirinç ve şeker olduğunu anlattı.
Savaş bitse de ölüm her yerde kol
gezecek
Gazze’de savaş bitse bile halk çok zor şartlarda
yaşamaya ve hayatını kaybetmeye devam edecek. Hatta muhtemeldir ki İsrail’in hem
uyguladığı abluka hem de bütün yerel iktisadi kaynakları ve altyapıyı yok
etmesi yüzünden ölenlerin sayısı, bombardımanla şehit düşenleri geçecek. Zira
insanların kışın soğuğunda sokaklarda derme çatma çadırlarda kalması gıdanın, suyun,
temizlik malzemesinin, elektriğin, yakıtın ve ilacın olmamasıyla birleştiğinde
soğuktan, kirli sudan, hastalıktan ve salgından ölümler daha uzun süre devam
edecek. Tıpkı Suriye’de ve tüm diğer savaş bölgelerinde olduğu gibi. Suriye’nin
Azez ilçesinde Şubat ayında görüştüğüm doktorlar, yıllardır çadırlarda yaşayıp hayat
kalitesi dibe vuranların ortalama ömrünün artık 50-55 yaşa düştüğünü söyledi. Oysaki
burası 2016 sonundan beri Türkiye kontrolünde olup savaş yaşanmıyor.
Suriye’de savaş sırasında bombalanan
binalar ve altyapı, üzerinden yıllar geçse de hala harap; ayrıca uluslararası yaptırımlar
da nefes aldırmıyor. Silahlar kuzeybatı cephesi hariç sussa da vahim bir
sosyoekonomik hayatta kalma savaşı tırmanarak sürüyor. Orta sınıfın artık
kalmadığı ülkede rejim destekçileri de dahil nüfusun %90’dan fazlası fakirlik
sınırı altında yaşıyor; 12 milyon ise açlık sınırında. Suriye’de savaşın
bittiği bölgelerde elektrik ve su çok azken, savaşın yaşanmadığı yerlerde bile
(zenginlerin mahalleleri hariç) elektrik her gün 5-6 saatte bir yarım veya bir
saat, su birkaç günde bir geliyor. Isınma her yerde ciddi bir sorun. Gazze,
Suriye’ye kıyasla çok küçük bir bölge olup dünya harekete geçse yeniden inşa imkânı
var. Ancak 2006’dan bu yana abluka altında tuttuğu Gazze’ye defalarca savaş
açan İsrail, yerle bir ettiği altyapının ve binaların yeniden inşa edilmesine
hiçbir zaman tam olarak izin vermeme taktiğini sürdürecek.
İsrail nasıl ki ağır bombardımanla
kuzeydeki Gazzelileri güneye -Mısır sınırına doğru- göçmeye zorladıysa ve daha
sonra güneyi de vurmaya başladıysa, Esed rejimi de benzerini yaptı.
Muhaliflerden geri aldığı yerlerdeki nüfusa iki seçenek sundu: Ya rejime boyun
eğip kalacaklar ya da kuzeyde muhaliflerin kontrolündeki bölgelere gitmeye razı
olacaklardı. Boyun eğmeyenleri önce otobüslerle kuzeye yolladı, ardından kuzeyi
de vurmaya başladı. Rejim bu şekilde muhaliflerin sığınağı haline dönüştürdüğü
İdlib’in daha sonra bombardımanla önemli bir kısmını ele geçirirken insanları
Türkiye sınırında dar bir alana kıstırdı. Öte yandan rejim, halihazırda ülke
topraklarının üçte ikisini kontrolünde tutsa da nüfusun sadece üçte biri burada
yaşıyor. (Savaştan evvel nüfusun yüzde 75’i buradaydı.) Yani Suriyelilerin
ekseriyeti, sığındıkları yerlerde sefil bir hayat sürseler dahi gaddar rejimin
bölgesine geri dönmüyor. Gazzeliler ise yıkık da olsa evlerine dönebilmek için
gün sayıyor.
Savaşta ölüm ve yaralanmaların benzerliği
İsrail nasıl ki kasıtlı olarak sivil
alanları gelişigüzel vurup çok fazla kadın ve çocuk öldürüyorsa aynısı Suriye’de de yaşandı. For Sama
belgeselinin baş kahramanı doktor Hamza bir röportajda şunu söylemişti: “Save
Children adlı STK, 2011-2016 yıllarında Suriye’de yaptığı bir çalışmada
saldırılar yüzünden çocukların ölme ihtimalinin savaşçılara kıyasla yedi kat
daha fazla olduğu sonucuna ulaşmıştı.” Gazze’de savaşçıların yeraltındaki
tünellerde yaşadığını düşünürsek bu oran katbekat fazla.
İsrail nasıl ki fosfor ve misket
bombası gibi uluslararası hukukta yasaklı bombaları kullandıysa ve nice Gazzeli
ya içten içe ya da dıştan bedenen yandıysa, aynısı Suriye’de de oldu. Rejim de,
Rusya da bunları kullandı. Bu silahlarla bedeni veya organları yanmış birçok Suriyeli
var. Rejim, İsrail’den farklı olarak, defalarca kimyasal silah da kullandı ve
çocuklar bile boğularak can verdi. Ayrıca savaşta kullanılan diğer silahlar
yüzünden vücut bütünlüğünü yitirmiş, kolları veya bacakları kesilmiş, felç
kalmış birçok Suriyeli var; tıpkı bugün Gazze’de olduğu gibi. Bombalar altında
paramparça can verenlerin ise haddi hesabı yok. Rusya için Suriye son model
silahlarını denediği bir sahaydı; İsrail de ABD’den aldığı en yıkıcı silahları
kullanıyor.
Her ikisinde de hem sağlık personeli hem
de arama-kurtarma ekipleri, kurtarılması gerekenlerin hiç bitmediği bir
ortamda, her an ölüm tehlikesi altında ve gerekli teçhizattan mahrum oldukları
halde durmaksızın çalıştı. Her ikisinde de enkazlardan yaralıların birçoğu
çıkartılamayıp ölüme terk edildi, sokaklar cesetlerle doldu. Talihsiz hastalar
ve yaralılar anestezisiz ameliyat oldu. Kanser hastaları ve kronik hastalar -eğer
komşu ülkenin hastanelerine gönderilemezse- tedavi imkânı olmadığı için öldü. Hem
Suriye hem İsrail güvenlik birimleri, doktorları ve sağlık personelini kâh
bombardımanda kâh gözaltına alıp işkenceyle katletti.
Savaş bölgelerinde fiziki sağlık kadar
akıl ve ruh sağlığı da kritik önemdedir. Bugün hem Gazze’de hem Suriye’de
yediden yetmişe hemen herkes sık sık yenilenen çok derin travmalarla boğuşuyor.
Her iki coğrafya da dullar ve yetimlerle kaynıyor. Ama Gazze’nin Suriye’den en
büyük farkı, bazı ailelerin soyunun tamamen kesilmesi.
Hastaneler, okullar, çarşılar, tarihi
eserler ve kütüphanelerin bombalanması
İsrail nasıl ki IŞİD’le özdeşleştirdiği
Hamas’ı yok etme adı altında sivil-askeri mekân ayrımı yapmadan hem meskenleri
hem de hastaneleri, okulları, çarşıları, fırınları, camileri, kiliseleri,
mezarlıkları vs. bombalıyorsa aynısını Suriye ordusu da, İran, Rusya ve ABD de
yaptı. Dahası, Suriye’de yüzlerce okul ve hastane savaşta yerle bir oldu. Ama
arada önemli bir fark var: Suriyeli sivillerden şanslı olanlar bombardıman
sırasında binalarının bodrumuna sığınabiliyordu. İsrail’in direnişin
tünellerine karşı sığınak delici bombalar kullandığı bir ortamda Gazzeli
sivillerin ise sığınabileceği hiçbir yer yok. Ayrıca Suriye’de aynı anda her
yerde savaş yoktu; dolayısıyla sivillerden imkân bulanlar ülke içinde savaşın
yaşanmadığı daha güvenli yerlere veya komşu ülkelere sığınabiliyordu.
Türkiye’nin en küçük şehri Yalova’nın yarısı kadar olan ve etrafı duvarlarla ve
denizle çevrili Gazze’de ise sivillerin bombalardan kaçabileceği güvenli hiçbir
mekân yok.
Suriye’de rejim bölgesindeki okulların
birçoğu, savaştan kaçanların sığınağına dönüştüğünden yıllarca eğitim
verilemedi; tıpkı aylardır Gazzelilerin daha güvenli olabileceği ümidiyle okullara
dolduğu gibi. Keza bombardımandan kaçmak için ülke içinde defalarca yer
değiştiren Suriyelilerin çocukları yıllarca okul yüzü görmedi, eğitimsiz kalan
kayıp bir nesil ortaya çıktı. 2023-2024 eğitim yılında da Gazzeli çocuklar ve
gençler okula gidemedi. Ateş kesildiğinde de durum hemen değişmeyecek; sayısız
binanın yıkıldığı Gazze yeniden inşa edilmeden sivillerin buralardan ayrılması
ve okulların asli işlevi olan eğitime dönebilmesi kolay olmayacak.
Her iki ülkede de savaş yüzünden tarihî
eserler, kütüphaneler ve arşivler yok oldu. Yani bu coğrafya tarihsizleşme,
kültürsüzleşme ve hafızasızlaşmaya mahkûm bırakıldı. Hem eğitimden koparılan
nesillerle geleceği hem de yok edilen eserlerle geçmişi söndürülmeye çalışıldı.
Neyse ki Filistinliler İsrail’e karşı en büyük silahlarının iyi eğitim
olduğunun bilincindeler. Bu sayede talihsiz Suriyeli genç nesiller gibi cehalet
girdabına düşmeyecek.
Gazze’de şehit düşen yüzlerce
akademisyen, öğretmen, doktor-sağlık personeli, mimar-mühendis, alim,
entelektüel, profesyonel meslek sahibi insan var. Gazze, yeniden ayağa kalkmakta
çok ihtiyaç duyacağı insanlarını yitiriyor. Suriye de öyleydi ama önemli bir
farkla: Rejim, değişim isteyen halka önderlik edebilecek önemli kişileri veya -şantaj
için- onların aile bireylerini tutuklayarak, işkenceyle öldürerek veya
kaybederek 2012’den itibaren eğitimli elit kesimi ülke dışına göçe zorladı. Suriye
şu an âkıl insanlardan büyük ölçüde mahrum; eli silahlı eğitimsiz insanlar her
yerde söz sahibi. Ayrıca 18-42 yaş arası erkeklerin çoğu, ya içeride savaşa
seferber edildiğinden ya da muhaliflerin bölgesinde veya yurtdışında olduğundan
yeniden inşa için ihtiyaç duyulan insan gücünden de mahrum kaldı.
İki lider profilinin ve rejimlerin
benzerlikleri
İki ülke liderinin refleksleri de
benzeşiyor. Nasıl ki İsrail tarihinin en uzun başbakanlık koltuğunda oturan
lideri Netanyahu için tek öncelik iktidarda kalıp hapse girmekten kurtulmaksa
ve bunun için savaşı uzattıkça uzatıyorsa, aynısı Beşşar Esed için de
geçerliydi. Her ikisi de terörle ve IŞİD’le savaşıyorum dedi. Arada önemli bir
fark var tabii: “Büyük İsrail” ideolojisini savunan Netanyahu, yeniden işgal
etmeye heveslendiği düşman toprağı Gazze’yi ve Gazzelileri yok ederken, Esed
kendi ülkesini ve halkını mahvetti. İki rejimin diplomasiyi ve propagandayı
yürütme şekli de benzer. Halkına ve dünyaya sürekli yalan söylemeleri, kendi
işledikleri savaş ve insanlık suçlarını sanki düşmanı yapmış gibi göstermeye
kalkışmaları, her türlü barış girişimini sabote edip sorumluluğu karşı tarafa
atmaları vs. iki liderin de ana karakteri.
Rejimlerin diğer bir ortak yanı,
insanları gelişigüzel tutuklamaları. İsrail, 5000 küsur Filistinli mahkûma
ilaveten, 7 Ekim’den sonra 6000 küsur Filistinliyi daha Batı Şeria ve Kudüs’te
tutukladı. Gazzelileri de her gün kitlesel şekilde gözaltına alıp sorguluyor.
Suriye’de de isyanla birlikte istihbarat merkezleri ve hapishaneler öyle bir
dolup taştı ki tutuklular bırakın yatmayı, bazı yerlerde oturacak alan bile
bulamadı. Korkunç işkenceleri ve taciz-tecavüzleriyle nam salan Suriye ve diğer
Arap ülkelerinin hapishanelerine kıyasla, geçmişte İsrail hapishanelerine
‘otel’ denirdi; ama 7 Ekim’den sonra mahkumları aç-susuz-elektriksiz bırakma ve
korkunç işkenceler uygulama bakımından Suriye standartlarına epeyce yaklaştı.
Suriye hapishanelerinde işkenceden, açlıktan ve hastalıktan ölüp toplu
mezarlara gömülen Suriyelilerin haddi hesabı yok; İsrail hapishanelerindeki
Filistinli tutuklular henüz bu düzeye gelmese de ölüm vakaları çoktan başladı.
Dünyanın samimiyet testinde sınıfta
kalışı
Suriyelilerin de ölüleri Gazzeliler
gibi bir sayıdan ibaretti; hatta bir noktadan sonra Suriyelilerin ölüsü bile
sayılamaz hale geldi. Yine de Gazzeliler çok daha şanslı; en azından onların
katliamı karşısında dünyanın vicdanı harekete geçebildi. Öte yandan Gazze’de
öldürülen Filistinlileri sahiplenenler, Suriye’de öldürülen Filistinli
mültecilerin hiç farkında bile olmadı. Suriye’de de, Gazze’de de Filistin mülteci
kamplarının çoğu yerle bir oldu; Filistinlilerin ekseriyetinin yaşayabileceği
bir evi kalmadı. 1948’den beri üçte ikisi mülteci statüsünde yaşayan
Gazzeliler, topraklarını bir kez daha işgalci İsrail’e bırakmamak için ölümüne
direniyorlar. Suriye’deki Filistinli mültecilerin yarıya yakını ise çoktan ikinci
defa mülteci konumuna düşüp Türkiye gibi komşu ülkelere veya Batı’ya sığındı.
Havadan yoğun bombardıman altında kalıp
açlıkla imtihan edilen sivil halk, her iki coğrafyada da kaderine terk edildi. Suriyeli
talihsiz sivillerin şu dünyada tatmadığı ölüm çeşidi kalmadı. Gerek Esed rejimi
gerekse İsrail, dış müttefiklerinden her türlü yardımı fazlasıyla alırken, onlara
karşı direnenler kendilerini savunup savaşın kaderini değiştirebilecek
nitelikte silahları (uçaksavar ve füzesavar gibi) sözde dış destekçilerinden
temin edemedikleri gibi, üzerlerindeki ablukayı da kaldırtamadılar. Her iki
savaş da şunu gösterdi: Kendi dininden, ırkından ve milliyetinden bile olsa hiçbir
dış güce güvenmeyip direnen halkların kendi kendilerini güçlendirmeleri, öz
kapasitelerine dayanmaları gerekiyor. Gazzeliler geçmiş savaşlardan bu dersi
aldıkları için kendi silahlarını ve özgün direniş metotlarını ürettiler ve bu
sayede aylardır İsrail’e ve onu var eden Batılı güçlere karşı direnişi sürdürebiliyorlar.
İki savaşta her şey aynı mı? Tabii ki
değil. En temel fark, Gazzelilere bunları yaşatan bir dış işgalci,
sömürgeci-yerleşimci bir düşman olup bu, onların direnme azmini diri tuttu.
Suriye’de ise ülkeyi yıkan ve insanları perişan eden kendi rejimi ve ordusu
olup halkın bir kısmı diğer kısmıyla savaştırıldı, hatta aynı ailenin
mensupları birbirine öldürtüldü. Bu süreçte bölgesel ve küresel güçler kendi
menfaatleri doğrultusunda müdahale ederek adeta bir üçüncü dünya savaşını
Suriye topraklarında, Suriyelilerin kanı üzerinden verdiler. Daha 2012’de
Suriye Suriyelilerin elinden çıktı; yerel-bölgesel-küresel üç düzlemde verilen
savaşta rejim de, muhalifler de birer piyona dönüştü. Haklı olarak
soracaksınız, bütün suç rejimde mi, muhalifler silahlanıp rejime isyan etmedi
mi diye. Muhaliflerin ellerine silah alması şüphesiz en büyük hatalarıydı ve
onlar da savaş suçu işledi. Ama muhaliflerle uzlaşma ve çözüm imkânı olduğu
halde onları silahlanmaya sevk eden, barışçıl mücadeleyi silahlı isyana
dönüştüren rejimin bizzat kendisiydi. Sonuçta bir devlet, bir toplum ve bir
halk kolay kolay belini doğrultamayacak şekilde dağıldı gitti. Gazze ise
küllerinden yeniden doğabilecek mi, bunu önümüzdeki süreçte varılacak ateşkes
ve ateşkes maddelerinin ne ölçüde uygulanacağı, sözde Gazze’yi destekleyen
devletlerin ellerini taşın altına koyup koymayacağı gösterecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder